Hitomi civardaki bir eskici dükkânında çalışmaya başlayınca kendini sıra dışı bir topluluğun içinde bulur: birkaç eş eskitmiş, muzip ve patavatsız Bay Nakano; onun hiç evlenmemiş, ressam kız kardeşi Masayo; tuhaflık derecesinde içine kapanık –ama her nasılsa Hitomi’nin gönlünü çalacak– genç Takeo; her gün dükkâna girip çıkan türlü huyda insan ve tıpkı insanlar gibi bağrında sırlar gizleyen onlarca eşya. Herkesin ve her şeyin bir hikâyesinin olduğu bu dükkânda Hitomi hayatı, aşkı ve insanlar ile sırlar arasındaki nazik valsi keşfetmeye başlar. Japonya’nın önemli romancısı Hiromi Kawakami’den, bir başınayken sıradan duran ama bir eskici dükkânında yan yana geldiklerinde neredeyse sihirli bir anlam yaratan insanların –ve eşyaların– yalın, neşeli ama aynı ölçüde hüzünlü öyküsü.
İÇİNDEKİLER
2 NUMARA DİKDÖRTGEN – 1
KÂĞIT AĞIRLIĞI – 21
OTOBÜS – 37
MEKTUP AÇACAĞI – 51
KOCA KÖPEK – 71
SELÜLOİT – 89
DİKİŞ MAKİNESİ – 105
ELBİSE – 123
KÂSE – 141
ELMALAR – 161
CİN – 179
KUM TORBASI – 197
2 NUMARA DİKDÖRTGEN
Demem o ki lafı Bay Nakano’nun diline pelesenk olmuş- tu. Damdan düşer gibi, “Demem o ki şu soya sosunu uza- tır mısın?” deyince şaşırdım. Üçümüz erkenden öğle yemeğine çıkmıştık. Bay Nakano zencefilli domuz menüsü sipariş etmiş, Takeo günün yemeği balık buğulama istemiş, bense körili pilav almıştım. Zencefilli domuzla balık buğulama hemen gelmişti. Bay Nakano ile Ta- keo, masanın üstündeki kutudan birer çift kullan at çubuk alıp ikiye ayırdıktan sonra yemeye başlamışlardı. Takeo bıyık altın- dan, “Kusura bakma,” diye mırıldanmıştı ama Bay Nakano tek kelime etmeden yemeğine gömülmüştü. Sonunda körili pilavım gelip de elimi kaşığıma attığım anda, Bay Nakano o “Demem o ki”li cümlesini kurdu. “‘Demem o ki’ demeniz biraz yersiz kaçmıyor mu?” diye sordum.
Bay Nakano kâsesini masaya bıraktı. “‘Demem o ki’ mi de-
dim?”
Yanı başındaki Takeo, “Dediniz,” diye mırıldanarak beni
onayladı.
“Demem o ki ben öyle bir şey demedim.”
“E, şimdi de dediniz işte.”
“Ya.”
Bay Nakano abartılı bir hareketle kafasını kaşıdı.
“Tik olmuş demek ki.”
“Çok tuhaf bir tik.”
Soya sosunu Bay Nakano’ya uzattım, iki parça daikon tur- şusunu soslayıp katur kutur yedi. “Herhalde kafamda yaptığım konuşmanın bir parçası.” Ardından açıkladı. Mesela, kafamda şöyle düşünüyorum: A olursa sonra B olur, o zaman da kesin C olur, ardından da D gelir. Ama konuşmaya başladığımda hemen D, diyorum; demek ki “demem o ki” istemeden ağzımdan çıkıyor. “Öyle mi oluyor?” diye sordu Takeo, balığının suyunu ka- lan pilavının üstüne dökerken. Takeo ve ben, Bay Nakano’nun dükkânında çalışıyorduk. Bay Nakano eskici dükkânını yirmi beş küsur yıldır Tok yo’nun batısında, öğrenci kaynayan bir banliyöde işletiyordu. İlk işi orta ölçekli bir gıda firmasındaymış ama çok geçmeden bir kuruma bağlı çalışma fikrinden soğuyarak işten ayrılmış. Söylediğine göre, işten ayrılması “kurum terk” deyiminin po- pülerlik kazanmaya başladığı bir döneme denk gelmiş ama “terk” sayılabilmesi için biraz daha uzun süre çalışmış olması gerekiyormuş. Bir yandan dükkânla ilgilenen Bay Nakano heceleri hafifçe uzatarak, neyse, demişti bana; işimden nefret ediyordum, o yüzden ayrıldım, onuruma dokunuyordu. Mülakat sırasında Bay Nakano, hiç dolandırmadan, “Bura- dakiler antika değil, ikinci el eşya. Biz ikinci el eşya satıyoruz,” demişti.
Bay Nakano’nun vitrinine yapıştırılmış ilanda, baştan savma bir kaligrafiyle “YARI ZAMANLI YARDIMCI ARANIYOR. MÜLA- KATLAR HEMEN YAPILIR” yazıyordu. İlanda, mülakatlar he- men yapılır yazmasına karşın, içeri girip sorduğumda dükkân sahibi, “Mülakatlar Eylül’ün birinde öğleden sonra saat ikide başlayacak. Dakiklik çok önemli,” demişti. İnce yapılı dükkân sahibi, beresi ve sakalıyla tuhaf bir izlenim bırakıyordu. Bay Nakano ile ilk karşılaşmam böyle olmuştu. Bay Nakano’nun dükkânı, (antika olmayan) ikinci el eşyalarla tıka basa doluydu. Japon tarzı yemek masalarından eski vantilatörlere, klimalardan sofra takımlarına kadar, 1960’lı yıl- larda ve sonrasında sıradan bir evde bulabileceğiniz envai çeşit malzeme üst üste, alt alta yığılmıştı. Bay Nakano sabahları kepengi açar; dudaklarında sigarası, eşyaları vitrinin önünden geçen müşterileri cezbedecek şekilde düzenlerdi. Süslü püslü her çeşit desende tabaklar ve kâseler, artistik masa lambaları, tavşan veya kaplumbağa biçimli akik benzeri kâğıt ağırlıkları, eski tarz daktilolar ve benzeri şeyler, vitrinin önüne kurulan cazip tahta tezgâhta sergilenirdi. Sigarasının külü bazen kaplumbağa kâğıt ağırlığının sırtına düşer, Bay Nakano üstünden eksik olmayan siyah önlüğünün kenarıyla üstünkörü silerdi. Bay Nakano öğleyi biraz geçene kadar dükkânda kalır, o gidince dükkâna ben bakardım.
Bay Nakano öğleden sonraları Takeo ile birlikte mal almaya giderdi. Mal alımı tam da adının çağrıştırdığı gibi bir işti: Müşteri- lerin evine gider, satmak üzere satın aldıkları malları alırlardı. Çoğu kez bir ailenin başındaki kişi ölmüş olurdu ve evdeki eşya- lar elden çıkarılırdı. Bay Nakano’nun dükkânı, hatıra ya da yadigâr veya bir gardırobun tamamı hariç her şeyi toplu alırdı. Bay Nakano birkaç bin yenden en fazla on bin yenlik fiyata küçük kamyonetini dolduracak kadar eşya alırdı. Müşteriler genelde eşyaların evden alınmasını isterdi çünkü çöpe sığmayacak onca şeyi attırmak için para harcamaktansa değerli gördükleri eşyala rı kendilerine ayırıp gerisinden kurtulmak işlerine gelirdi.
Çoğu kişi teklif edilen göstermelik fiyatı sızlanmadan kabul eder, Bay Nakano’nun kamyonuyla uzaklaştığını görmekten mutluluk duyardı ama Takeo’dan duyduğum kadarıyla arada sırada işlerin tuhaflaştığı, müşterinin teklifi çok düşük bulduğu da oluyordu. Takeo ben işe başlamadan çok kısa bir süre önce, mal alımına yardım etsin diye işe alınmıştı. Yük hafif gibiyse Takeo almaya tek başına giderdi. Bay Nakano, Takeo’dan ilk kez yalnız başına gitmesini istediğinde, Takeo endişeli bir sesle, “Fiyatı nasıl halledeceğim?” diye sormuştu.
“Demem o ki sen ne dersen uygundur. Nasıl iş yaptığımı gördün; neye, ne kadar teklif verdiğimi biliyorsun.” Takeo, Bay Nakano’nun teklif verişlerini izlemişti izleme- sine ama o zamanlar dükkânda daha üç aydan biraz fazla bir süredir, üstelik yarı zamanlı çalışıyordu. Bay Nakano bana gelişigüzel konuşan biri gibi geliyordu ama dükkânın şaşırtıcı derecede iyi iş yaptığını görünce, acaba bu durum Bay Naka- no’nun o kayıtsızlığından mı kaynaklanıyor, diye düşünmeden edemiyordum.
Sonuçta Takeo o gün giderken bir hayli gergin- di ama geri geldiğinde normale dönmüştü. “Dert değildi,” demişti ilgisizce. Takeo eşyalar için 3.500 yen teklif ettiğini söyleyince, Bay Nakano defalarca başını salla- mıştı ama malları görünce gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Takeo, buna soygunculuk denir, biliyorsun. İşte bu yüzden acemilerden korkacaksın,” demişti Bay Nakano gülerek. Eşyaların arasındaki bir kavanoz 35.000 yen ederdi.
En azından Takeo öyle söylüyordu. Bay Nakano’nun dükkânı o tarz şeyler satmıyordu, o yüzden kavanozu yerel bir tapınağın bahçesinde kurulan antika pazarında satmak zorunda kalmış- tı. Takeo’nun o zamanlar çıktığı kız yardım etme bahanesiyle peşine takılıp Takeo ile tezgâha gitmişti. Kız kir pas içindeki bir kavanozun bu kadar edebileceğini görünce, kendi ikinci el işini kurması için Takeo’ya durmadan baskı yapmaya baş- lamış: Neden kendi ikinci el eşya işini kurmuyormuş? Öyle yaparsa ailesinin yanından ayrılıp kendi evine çıkabilirmiş. O yüzden veya başka bir nedenle Takeo, çok geçmeden kızdan ayrılmıştı.
Üçümüzün, yani Bay Nakano, Takeo ve benim, birlikte yemek yemesi alışılageldik bir durum değildi. Bay Nakano çoğu za- man koşuşturma içinde pazarlardan veya açık artırmalardan bir şeyler almaya ya da insanlarla buluşmaya giderdi; Takeo ise malları alıp getirdikten sonra doğruca eve yollanır, sağda solda oyalanmazdı. O gün Bay Nakano’nun ablasının bir galerideki sergisini görmeye gideceğimiz için birlikteydik. Masayo ellilerinin ortasında, bekâr bir kadındı. Nakano ailesi vaktiyle kentin bu kesimindeki asıl mülk sahiplerinden biriydi ve servetleri her ne kadar Bay Nakano’nun anne babasının zamanına kadar büyük ölçüde azalmışsa da görünüşe göre, Masayo’nun kira gelirleriyle yaşamını sürdürmesine izin verecek kadarı hâlâ vardı.
“Çünkü kendisi bir sanatçı ya.” Bay Nakano’nun ablasıyla dalga geçmek için zaman za- man böyle şeyler söylediği olurdu ama bir sanatçı olarak Ma- sayo’nun işlerine hiçbir itirazı yoktu. Masayo’nun tek kişilik sergisi, ikinci katında küçük bir galerisi bulunan, tren istas- yonu yakınlarındaki Şiir adlı bir çay dükkânında yer alıyordu. Bu seferki sergi Masayo’nun oyuncak bebek kreasyonlarından oluşuyordu.
Masayo’nun ben işe başlamadan kısa bir süre önce düzenle- nen bir önceki sergisini duymuştum: “Ağaç boyalı çeşitli mal- zemeler” sergisi. Halen kentin kıyısında bulunan küçük bir or- mandan yapraklar toplamış ve bu malzemeleri kumaş boyamak için kullanmıştı. Masayo ortaya çıkan renkleri tanımlamak için “şık” sözcüğünü kullanıyordu, oysa sergiyi hatırladıkça şaşkın şaşkın başını sallayan Takeo’ya göre, o renkler bir tuvaletin içindekilerden pek farklı değildi.
Masayo eserleri için yaprak- larını yolduğu dalları galerinin tavanına asmış, dallar havada kalakalmıştı. Belki de sarkan dallar ve boyalı kumaş parçala- rı yüzünden mekân bir labirenti andırıyor, her adımda kumaş adeta başınızla kollarınızı sararak sizi yerinize mıhlıyordu; Bay Nakano böyle anlatmıştı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıNakano Eskici Dükkânı
- Sayfa Sayısı224
- YazarHiromi Kawakami
- ISBN9786051980973
- Boyutlar, Kapak13,5x20,5 , Karton Kapak
- YayıneviDomingo Yayınevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sonsuz Aşk ~ Ian McEwan
Sonsuz Aşk
Ian McEwan
“Sonsuz Aşk” “Kefaret”, “Çocuk Yasası” ve “Amsterdam’da Düello” gibi romanlarıyla tanınan Ian McEwan’dan, aşk, inanç ve saplantı üzerine, gerilimin hiç düşmediği bir roman. Bilim...
- Ateşin Şarkısı ~ Tess Gerritsen
Ateşin Şarkısı
Tess Gerritsen
Kemancı Julia Ansdell Roma’daki bir antikacıdan garip bir müzik kitabı ve el yazması bir vals eseri satın alır. Daha notaları okurken valsin güzelliği karşısında...
- Meraklılar ~ Richard Bach
Meraklılar
Richard Bach
MARTI VE HİPNOZCU’NUN YAZARINDAN TÜRKÇEDE DAHA ÖNCE YAYINLANMAMIŞ BİR BAŞYAPIT OZ KRALLIĞI’NI çocukken gezdim, on dört kitabın hepsini okudum. Karakterlere ve maceraların geçtiği efsunlu...