Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Nahoş Hikayeler
Nahoş Hikayeler

Nahoş Hikayeler

Leon Bloy

Roman ve denemeleriyle olduğu kadar Zola, Maupassant, Renan ve France gibi yazarlara savurduğu sert eleştiriler ve ayrıksı görüşleriyle de tanınan Léon Bloy, edebiyatı yozlaştırdığı…

Roman ve denemeleriyle olduğu kadar Zola, Maupassant, Renan ve France gibi yazarlara savurduğu sert eleştiriler ve ayrıksı görüşleriyle de tanınan Léon Bloy, edebiyatı yozlaştırdığı düşünülen, dönemin popüler eğilimi dekadan akımının temsilcisidir. Çağdaşlarıyla büyük fikir uyuşmazlıkları yaşayan yazar, Nahoş Hikâyeler’le Jorge Luis Borges’in de hayranlığını uyandırmayı başarmıştır.

Bloy “saygın” insanların hangi durumlarda ne denli kötücülleşebileceğini ortaya koyduğu on iki öykülük bu derlemede skandal, kaza, ölüm, intihar gibi talihsiz durumları, insanın içindeki karanlığı deşerek gün yüzüne çıkardığı “nahoş” insan davranışlarını müthiş bir belagatle ve acımasızca aktarır. Yer yer rahatsız edici, yer yer gülünç bu öykülerle yazar, insanın ikiyüzlülüğünü anlatırken kendi ruhsal krizlerini mistik bir teolojik anlayışla metnine yansıtır.

İçindekiler
Bitki Çayı………………………………………………………………… 11
Evin İhtiyarı …………………………………………………………….. 17
Mösyö Pleur’ün Dini ………………………………………………… 25
Longjumeau’nun Tutsakları………………………………………… 35
Berbat Bir Fikir…………………………………………………………. 41
Bir Dişçinin Korkunç Cezası……………………………………….. 49
Ne İstersen! …………………………………………………………….. 55
Son Fırınlama ………………………………………………………….. 61
Çilekeş……………………………………………………………………. 67
Göz Perdesi …………………………………………………………….. 75
Mükemmel Değiliz ………………………………………………….. 79
Caïn’in En Güzel Keşfi………………………………………………. 85

BİTKİ ÇAYI
Henry de Groux’ya

Jacques kendini açıkça rezil hissetti. Ona tamamen yabancı kadın günah çıkarırken orada, o karanlıkta, günahkâr bir casus gibi durmak tiksinti vericiydi.

Öyleyse beyazlar içindeki papaz, kadınla birlikte geldiğinde oradan ayrılması gerekirdi ya da en azından onları bir yabancının varlığından haberdar kılmak için ufak bir gürültü çıkarmalıydı. Şimdi artık çok geçti, bu korkunç saygısızlık daha da ağırlaşabilirdi.

O kavurucu günün sonunda tespihböcekleri gibi serin bir yer arayan işsiz güçsüz adam eski kiliseye girip büyük gül pencerede kaybolup giden gün ışığını izleyerek hayal kurmak için bu günah çıkarma yerinin arkasındaki o loş köşeye oturmak gibi, her zaman yaptığı şeylere pek de benzemeyen bir hevese kapıldı.

Birkaç dakika sonra nasıl olduğunu anlayamadan bir günah çıkarmanın epey gönülsüz bir tanığı olmuştu.

Kulağına gelen sözcükleri açık seçik seçemediği aşikârdı, sonuçta fısıltıdan başka bir şey işitmiyordu. Ama sonlara doğru konuşma hararetlenmiş gibiydi.

Birkaç sözcük bu tövbekâr gevezeliğin yoğun selinden kopup geldi ve mucize eseri hödüğün teki olmaktan çok uzak genç adam, açıkça onu ilgilendirmeyen itiraflara maruz kalmaktan ziyadesiyle korktu.

Bir anda korktuğu başına geldi. Şiddetli bir yankı hasıl oldu. Hareketsiz dalgalar birden ortaya bir canavar doğururcasına birbirlerinden ayrılarak gürledi ve korkudan dehşete düşen kulak misafiri sabırsızlıkla bağıra çağıra söylenen şu sözcükleri işitti:

“Size söylüyorum papaz efendi, bitki çayına zehir koydum!”

Sonrasında hiçbir şey olmadı. Yüzü görünmeyen kadın dua kürsüsünden kalktı ve sessizce karanlığın derinliğinde kayboldu.

Papaza gelince, ölü gibi kımıldamadan duruyordu, sıkkın bir adamın ağır adımlarıyla kapıyı açıp çıkana kadar zaman geçmek bilmedi.

Jacques’ın ayağa kalkması için kilise bekçisinin anahtarlarının devamlı şıngırtısı ve uzun süre sahında yankılanan dışarı çıkma uyarısı gerekti; bir uğultu gibi kulağında çınlayan bu itiraf onu öylesine allak bullak etmişti ki.

Annesinin sesini kesinlikle tanımıştı!

Ah, yanılmasına imkân yoktu. Kadının gölgesi iki adım ötesinde dikildiğinde yürüyüşünden de tanımıştı.

Neydi bu? Dünyası yıkılmıştı, her şey mahvolmuştu, her şey acımasız bir şakadan ibaret olmalıydı.

Neredeyse kimseyle görüşmeyen, sadece ayinlere katılmak için dışarı çıkan annesiyle yalnız yaşıyordu.

Tüm kalbiyle iyilik ve dürüstlük timsali olarak gördüğü annesine hürmet etmeye alışkındı.

Geçmişe baktığında hiçbir sorun, yanlış bir davranış göremiyordu; ne gizlisi saklısı ne de dalaveresi vardı. Solgun gökyüzünün altında göz alabildiğine bembeyaz, güzel bir yaşam. Yine de bu zavallı kadının varlığı üzüntüyle doluydu.

Genç adamın hayal meyal hatırladığı, Champigny’de öldürülen kocasının ardından hep yas tutmuş, bir gün bile yalnız bırakmadığı oğlunun eğitimiyle bilhassa alakadar olmuştu. Başkalarıyla ilişki kurmasından ödü koptuğundan onu hiç okula göndermek istememiş, eğitimini tamamen kendisi üstlenmiş, kendininkinden parçalarla, oğluna bir ruh vermişti. Bu nizam, oğulda onu gülünç acılara –ve belki de gerçek tehlikelere– daha da açık hale getiren kaygılı bir duyarlılık ve dokunaklı bir sinirlilik haline sebep olmuştu.

Yeniyetmelik çağı gelip çattığında engelleyemediği kestirilebilir davranışlar anneyi bir nebze üzmüştü ama yumuşaklığından bir şey götürmemişti. Ne sitem etmiş ne de darılmıştı. Herkes gibi o da kaçınılmaz olanı kabullenmişti. Nihayetinde herkes ondan saygıyla söz ediyordu ve tek dünyası, biricik oğlu bugün annesini hor görmeye zorlanıyordu; iki dizi üzerine çökmüş, gözleri yaşlarla onu hor görmeye; tıpkı verdiği sözleri tutmayan Tanrı’yı artık sevmeyen melekler gibi!

Gerçekten de delirmek işten değildi, sokaklarda bağırıp çağırmak istiyordu. Annesi birini zehirlemişti ha!

Saçmalıktı, yüz milyon kez zırvalıktı, kesinlikle imkânsızdı ama yine de doğruluğu şüphe götürmezdi. Kendi ağzıyla söylememiş miydi? Jacques saçını başını yoluyordu.

Peki ama kimi zehirlemişti? Etraflarında zehirlenerek ölen kimseyi tanımıyordu. Karnı kurşunla delik deşik edilen babası da olamazdı. Annesinin öldürmeye çalıştığı kişi kendisi de değildi. Hiç hasta olmamıştı, bitki çayına hiç ihtiyaç duymamıştı ve annesi onu çok seviyordu. Özel bir sebebi olmaksızın ilk kez akşam eve geciktiğinde annesi kaygıdan hastalanmıştı.

Acaba onun doğumundan önce olan bir şey miydi?

Babası onunla güzelliği için evlenmişti, taş çatlasa yirmi yaşındaydı. Bu evliliğin öncesinde işlenen bir suç mu vardı?

Yok, bu da olamazdı. Bu berrak geçmişi biliyordu, ona yüzlerce kez anlatılmıştı ve şahitleri de vardı. Öyleyse bu korkunç itiraf nedendi? Özellikle niçin, niçin kendisi buna şahit olmuştu?

Dehşet ve umutsuzluktan allak bullak bir halde eve döndü.

Annesi hemen ona sarılmak için koştu.

“Geç kaldın sevgili çocuğum, hem ne kadar da solgunsun! Hasta mısın?”

“Hayır,” diye yanıtladı Jacques. “Hasta değilim ama aşırı sıcaklıklar beni halsiz bıraktı, sanırım yemek yiyemeyeceğim. Ya siz anneciğim, siz bir rahatsızlık hissetmiyorsunuz ya? Biraz serin hava almak için dışarı çıkmışsınızdır herhalde. Sanırım rıhtımda sizi gördüm uzaktan.”

“Çıktım gerçekten de ama beni rıhtımda görmemişsindir. Günah çıkardım. Sanırım sen uzun zamandır yapmıyorsun, konusunu açmak istemezdim ama…”

Jacques tıpkı okuduğu iyi romanlardaki gibi soluğunun kesilmediğine, yıldırım çarpmış gibi sırtüstü yere devrilmediğine şaştı.

Doğruydu öyleyse, günah çıkarmaya gitmişti! Kilisede uyuyakalmamıştı ve bu felaket berbat bir kâbus değildi; bir an için bütün bunları saçmalık sanmıştı.

Yere düşmedi ama beti benzi daha da attı, annesi korkmuştu.

“Neyin var benim küçük Jacques’ım?” diye sordu.

“Canın yanıyor, annenden bir şeyler saklıyorsun. Senden başka kimsesi olmayan ve sadece seni seven annene daha çok güvenmelisin… Bana nasıl bakıyorsun öyle! Gözümün nuru, neyin var? Beni korkutuyorsun…”

Annesi Jacques’ı sevgiyle kollarının arasına aldı.

“İyi dinle beni koca çocuk. Meraklı birisi değilim, bunu biliyorsun ve seni yargılamak istemem. Bir şey söylemek istemiyorsan söyleme ama bırak da seninle ilgileneyim. Hemen yatağına gidiyorsun. O sırada ben de sana bizzat getireceğim hafif bir yemek hazırlayacağım, tamam mı? Gece ateşin çıkarsa da bir bardak BİTKİ ÇAYI yaparım…”

Jacques o an yere yığıldı.

“Belliydi böyle olacağı,” dedi annesi, biraz bezgince elini bir zile uzatırken.

Jacques son dönemde anevrizma geçirmişti ve annesinin de cici baba olmak istemeyen bir âşığı vardı.

Bu alelade dram üç yıl önce, Saint-Germain-desPrés çevresinde yaşandı. Olaylara sahne olan ev, bir yıkım müteahhidine ait.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıNahoş Hikayeler
  • Sayfa Sayısı96
  • YazarLeon Bloy
  • ISBN9789750760686
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Çiçek Yiyen İnek ~ Şiir Erkök YılmazÇiçek Yiyen İnek

    Çiçek Yiyen İnek

    Şiir Erkök Yılmaz

    Yazarın gerçeküstücü izler taşıyan anlatımında can ve kıvam bulan kahramanları, hayatın içinde sorgulamadan kabul ettiğimiz akış üstüne düşünmeye davet ediyor. Bu düşünme, hayatın bildik...

  2. Mavi Boya ~ Ayla ÇınaroğluMavi Boya

    Mavi Boya

    Ayla Çınaroğlu

    Ayla Çınaroğlu’ndan çocukluk dönemi anıları… Bu öykülerde, farklı bir zamana ait olsalar da, çocukluğun değişmeyen ruhunu kolayca yakalıyoruz. Yeni elbisesini giyip sokakta oynamaya çıkan...

  3. Doyma Noktası ~ Sema KaygusuzDoyma Noktası

    Doyma Noktası

    Sema Kaygusuz

    “Uzattı elini, o koca meyveyi tuttu bıraktı, parmak uçları tekrar hissetmeye başladı. Tatlı bir koku yayıldı havaya, şekerli, ateş rengi bir şeftali kokusu. Onu...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur