Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Mutluluğun Sakıncaları
Mutluluğun Sakıncaları

Mutluluğun Sakıncaları

Elizabeth Farrelly

Mutluluğun Sakıncaları’nda doyumsuz bir tüketim toplumuyla karşı karşıyayız… Aynı zamanda göz alabildiğine uzanan beton yığınlarının, asfaltların ve reklam panolarının arasına serpiştirilmiş, mantar gibi bitiveren…

Mutluluğun Sakıncaları’nda doyumsuz bir tüketim toplumuyla karşı karşıyayız…

Aynı zamanda göz alabildiğine uzanan beton yığınlarının, asfaltların ve reklam panolarının arasına serpiştirilmiş, mantar gibi bitiveren muazzam ve şaşaalı alışveriş merkezlerinin, geniş arabalarla süslü kocaman evlerin diyarındayız. İnsanların gitgide daha da miskinleşip televizyon karşısında pineklediği bir dünya burası…

Peki, bolluk içinde yüzen bu insanlar neden mutlu değiller? Muazzam zenginliğimiz neden bizi tatmin etmek yerine daha da büyük beklentilere yol açıyor? Ebeveynlerimizin kuşağıyla karşılaştırıldığında bile aşırı müsrif gözüken bir yaşam tarzını neden istiyoruz? Gezegenimize verdiği zarar ortadayken, neden “hakkımız” olarak gördüğümüz şeyleri talep etmeyi sürdürüyoruz? Estetikten etiğe, siyasetten tasarıma kadar birçok konuya yakınlığı nedeniyle “Rönesans kadını” olarak tanımlanan ödüllü eleştirmen Elizabeth Farrelly, dünya üzerinde bıraktığımız devasa ayak izlerimizi inceleyerek sayısız hasara yol açan alışkanlıklarımızdan niçin kopamadığımızı, neden küçük ölçekli, insani boyutlarda mekânlar yaratamadığımızı ve doğaya saldırmaktan vazgeçemediğimizi sorguluyor.

“Arjantinli şair Jorge Luis Borges şöyle diyor: ‘İnsan yaşadığı yeri yıllar boyunca şehirlerin, krallıkların, dağların, körfezlerin, gemilerin, adaların, balıkların, odaların, aletlerin, yıldızların, atların ve insanların resimleriyle doldurur. Ve ölümünden kısa bir süre önce fark eder ki, sabırla oluşturduğu bu labirentin çizgileri aslında kendi yüzünü resmetmektedir.’

Bu semiz kalelerin, rahatlık kozasına sarınmış bu imparatorlukların içinde hızla köreliyoruz. Yeterince uyarılmadığımız için, bir kafesin içindeki şempanzeler gibi davranmaya başlıyoruz. Mızmız, bezgin ve depresif bir hal alıyoruz. Alışveriş yapıyor, satın alıyor, yiyoruz. Ya da ikame benliklerimizi –yani arabalarımızı, çocuklarımızı ve evlerimizi– besleyip büyütüyoruz. Tüm bunlar, gezegenimizin yakın gelecekte bile altından kalkamayacağı ölçüde, ekolojik ayak izimizi genişletiyor. Çocuklarımızın geleceğini tüketiyoruz. Geleceği yağlarla ve koruyucu maddelerle yeniden yapılandırılmış bir şekilde, önceden ısıtılmış ve suçluluk duygusuyla işlenmiş bir tabakta sunuyoruz onlara.”

İSTEDİĞİMİZ ŞEYİ NİÇİN İSTERİZ: HAZ

Bize haz vereceğine inandığımız şeyler nelerdir? Bunun yanıtı gayet açık: konfor, güvenlik, aşk (ya da en azından beğenilmek) ve gıpta edilmek. Mal, mülk, fiziksel mükemmellik, özgürlük gibi arzu nesnelerimizin çoğunu, bizim için iyi olduğunu düşündüğümüz bu şeyleri bize sağladıkları ölçüde arzularız.

Örneğin, konfor ile mutluluk arasında doğrudan bir ilişki olduğuna dair inancımız, bizi acıdan kaçınmaya sevk eder. Tıpkı haz arayışı gibi acıdan kaçınmanın da evrimsel faydaları vardır. Bir keresinde Winston Churchill’in ifade ettiği gibi acı da, tıpkı eleştiri gibi, “sağlıksız bir durumun varlığına dikkat çeker.” Fakat acının tümüyle ve kalıcı bir şekilde önüne geçmenin artık ciddi bir olasılık haline geldiği günümüzde, şu soruyu sormamız kaçınılmaz: Acıyı ortadan kaldırmaya yönelik bu gayretimiz, hazza tanıdığımız öncelik kadar yanlış ve hatta belki de zararlı olabilir mi? Birçoğumuz acının olmadığı bir dünyanın hayalini kurarız. Ruhsal acının da en az fiziksel acı kadar sıra dışı bir deneyime dönüşeceği bir dünya bizleri bekliyor. Peki ama mademki bu yakın bir olasılık, acıdan muaf bir dünyada yaşamayı gerçekten ister miydik acaba?

Hayalimiz gerçekleşmek üzere. Stefanie Reinberger’in kısa süre önce “Scientific American” dergisinde yayımladığı bir makale, adenozin monofosfat (AMP) adı verilen yeni bir tür katkı maddesinin, gıdalardaki hoşa gitmeyen tatları almamızı engellediğini gösterdi. AMP, dildeki tat alma hücreleri ile beyin arasındaki iletişimi engelleyerek, acı tatlara karşı eskiden beri sahip olduğumuz ve striknin gibi zehirli maddeleri yememizi önleyen duyarlılığı ortadan kaldırıyor. Bu katkı maddesi, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi tarafından 2004 yılında onaylandı. Benzer uygulamalar, bir daha asla hoşumuza gitmeyen bir tat almayacağımız anlamına gelebilir. Brüksel lahanası bizim için gravyer peyniri, dondurma veya çikolata tadında olabilir; üstelik bu arada orijinal şeklinden, acılığından ve besleyiciliğinden hiçbir şey kaybetmez.

Ama gerçekten de istediğimiz bu mu? Görece önemsiz gözüken tat alma düzeyinde bile olsa, sadece haz veren duyumların olduğu bir dünya mı istiyoruz? Böylesi bir dünyada hazzın hâlâ bir anlamı olacak mıdır?

Bu konuda daha da ileri gidenler ve çok daha ciddi olanlar var. David Pearce’ın internet sitesi “The Hedonistic Imperative”, acının tamamıyla ortadan kaldırılmasını gayet ciddiye alan hareketlere bir örnek teşkil ediyor. “Acıyı yaşamın her alanından silip atmak”la ilgili ayrıntılı bir manifesto sunan Pearce’a göre, artık bize bir yararı olmayan acıyı bertaraf etmek için mümkün olan her yola –cerrahi, genetik mühendislik ya da yan etkisi olmayan kusursuz bir ilacın keşfi– başvurulmalı.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Kişisel Gelişim
  • Kitap AdıMutluluğun Sakıncaları
  • Sayfa Sayısı252
  • YazarElizabeth Farrelly
  • ISBN9789750831225
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur