Mürebbiyeleri katı bir ahlak anlayışının kurbanı olurken, yetişkin dünyasının gaddarlığıyla tanışan iki masum çocuk; Como gölü kıyısındaki bir otelin dingin ortamında gözüne kestirdiği bir genç kıza imzasız aşk mektupları yazarak zalimce bir oyuna girişen görmüş geçirmiş beyefendi; Tirol Alplerinde küçük bir lokantada gençliğinin platonik aşkıyla karşılaşan, artık düşkün ve yaşlı olan bu adama yıllar öncesinden duyduğu gönül borcunu ödeme fırsatı bulan evli bir kadın; bir genç kızın yarı histerik şefkat arayışında ifadesini bulan susuzluktan kurumuş toprak ve sıkıntılı yağmur bekleyişi. Zweig bu öykü derlemesinde, dönüştürücü deneyimleri sağlam anlatılara dönüştürmekteki ustalığıyla yine insanın kusurlarını, özlemlerini, karşılaştığı engelleyici durumları empatiyle çözümlüyor.
*
İçindekiler
Mürebbiye 1
Yaz Novellası 19
Geç Ödenen Borç 31
Kadın ve Yeryüzü 59
Mürebbiye
İki çocuk şimdi odalarında yalnızlar. Işıklar sönük. Odaya karanlık çökmüş, sadece yataklarının bulunduğu yerde hafif, beyaz bir yansıma görülüyor. Solukları son derece hafif, insanın uyuduklarına inanacağı geliyor.
Ne var ki çocuklardan biri, “Baksana!” diye sesleniyor. Alçak sesle, neredeyse korkarak karanlığın içine seslenen kızlardan küçüğü, on iki yaşında olanı.
Ondan sadece bir yaş büyük olan ablası diğer yataktan, “Ne oldu?” diyerek karşılık veriyor.
“İyi, daha uyumamışsın. Ben… ben sana bir şey anlatmak istiyordum…”
Karşı taraftan bir yanıt gelmiyor. Sadece yatakta bir hışırtı hissediliyor. Abla yatakta doğrulmuş, diğer tarafa bakarak bekliyor; karanlıkta gözlerinin pırıltısını görmek mümkün.
“Ne söyleyecektim… biliyor musun?.. Ama önce sen bana söyle, son günlerde mürebbiyemizde bir değişiklik fark etmedin mi?”
Öteki duraksayıp düşünüyor. “Evet,” diyor sonra, “ama ne olduğunu bilemiyorum. Eskisi kadar sert değil. Geçenlerde iki gün ödev yapmadım ve hiçbir şey demedi. Sonra, nasıl söylesem, farklı işte. Sanırım artık bizimle pek ilgilenmiyor, hep bir kenara çekiliyor ve eskisi gibi bizimle oynamiyor.”
“Bence çok üzgün ve bunu belli etmek istemiyor. Hem artık hiç piyano da çalmıyor.”
Tekrar suskunlaşıyorlar.
Bir süre sonra abla, “Sen bir şey anlatmak istiyordun,” diye hatırlatıyor.
“Evet, ama bunu hiç kimseye söylemeyeceksin, gerçekten hiç kimseye, ne anneme ne de en yakın arkadaşına.” “Tamam, tamam!” Ablası sabırsızlanmaya başlıyor. “Ne söyleyeceksin peki?”
“Dinle bak… geçen akşam yatmaya çıktığımızda Fräulein’a iyi geceler dememiş olduğumu hatırladım birden. Artık ayakkabılarımı çıkartmıştım, ama onu şaşırtmak için odasına girerken hiç ses çıkartmadım. Kapıyı dikkatlice açtım. Önce içeride olmadığını sandım. Işık yanıyordu, ama onu göremedim. O sırada birden birinin ağladığını duyunca çok korktum, sonra Fräulein’ın üzerinde giysileriyle yatakta uzanmakta olduğunu gördüm, başını yastığa gömmüştü. Hıçkırıkları beni korkutmuştu, ama neyse ki o benim varlığımı fark etmedi. O zaman kapıyı yine usulca kapattım. Öyle titriyordum ki biraz durup bekledim. O sırada kapının ardından yine hıçkırıklarını duydum ve hemen koşarak odamıza döndüm.”
Bir süre ikisi de konuşmuyorlar. Sonra abla alçak sesle, “Zavallı Fräulein!” diyor. Sözcükler odanın içinde yitip giden boğuk bir tınıyla bir süre titreştikten sonra ortalık yine sessizleşiyor. “Niçin ağladığını bilmek isterdim,” diye küçük kardeş tekrar söze giriyor. “Son zamanlarda kimseyle tartışmadı, annem de artık her zamanki eziyetlerinden vazgeçip kızı rahat bıraktı, biz de bir şey yapmadık. O halde niçin ağlıyor?”
“Bunu tahmin edebiliyorum,” diyor ablası.
“Niçin peki, niçin, bana da söylesene!”
Kız önce duraksayıp sonunda, “Sanırım âşık oldu,” diyor.
“Âşık mı?” Küçük irkiliyor. “Âşık mı? Kime peki?” “Hiçbir şey fark etmedin mi?”
“Otto’ya değil herhalde?”
“Öyle mi? Peki ya Otto, o Fräulein’a âşık değil mi? Değilse, üç yıldır bizde kalıp üniversiteye devam eden ve bizimle asla birlikte bir şey yapmayan bu adam birkaç aydan beri niçin her gün yanımızda? Mürebbiyemiz gelmeden önce onun sana veya bana iyi davrandığını hatırlıyor musun? Ama artık bütün gün etrafımızda. Hep de rastlantıyla karşılaşıyoruz, halk bahçesinde veya şehir parkında ya da Prater’de, Fräulein’la neredeye gitmişsek orada onunla karşılaşıyoruz. Bu senin hiç dikkatini çekmedi mi?”
Küçük kız ürkmüş bir halde kekeliyor:
“Evet… evet, tabii fark ettim. Ama ben hep sandım ki…” Sesi alçalıyor, sözlerine devam edemiyor.
“Başta ben de anlamadım, biz kızlar hep böyle aptalız işte. Ama Otto’nun bizi bahane olarak kullandığını zamanında fark ettim yine de.”
Şimdi ikisi de susuyor. Konuşacak şey kalmamış gibi. İkisi de kendi düşüncelerine, kendi düşlerine dalmışlar artık.
O sırada küçük, karanlığın içinden bir kez daha ümitsizce sesleniyor. “Peki, niye ağlıyor o halde? Otto ondan hoşlandığına göre. Ben âşık olmanın güzel bir şey olduğunu düşünmüştüm hep.”
“Bilmiyorum,” diyor ablası hayaller içinde, “ben de çok güzel olacağını düşünürdüm.” Sonra bir kez daha uyku yorgunu dudaklarından alçak sesle ve yazıklanarak aynı sözcükler dökülüyor: “Zavallı Fräulein!”
Sonra oda tekrar sessizliğe gömülüyor.
Ertesi sabah bu konudan bir daha söz etmiyorlar, ama her biri diğerinin aklından aynı şeylerin geçtiğini hissetmekte.
Birbirlerinin yanından bakmadan geçip gidiyor, uzak durmaya çalışıyorlar, ama ikisi de yan gözle Fräulein’ı incelediklerinde bakışları ister istemez karşılaşıyor. Yemekte, yıllardan beri yanlarında yaşayan kuzenleri Otto’yu bir yabancıymış gibi gözlemliyorlar. Onunla hiç konuşmuyorlar, ama mürebbiyeleriyle işaretleşiyor mu diye, belli etmeden yan gözle izliyorlar. İki kız da tedirgin. O gün oyun oynamak yerine, bu gizemi anlama çabasının gerginliğiyle gereksiz ve rastgele şeyler yapıyorlar. Sadece akşam olduğunda küçüğü sanki hiç umursamıyormuş gibi kayıtsızlıkla, “Yeni bir şey fark ettin mi?” diye sorunca ablası, “Hayır,” deyip arkasına dönüyor. İkisi de konuşmaya başlamaktan ürküyor bir şekilde. Bu suskun gözlemlerle ve kendilerini hararetli bir gizeme yakın hisseden çocukların tedirgin arayışları içinde birkaç gün geçiriyorlar.
Sonunda kızlardan biri, küçük olanı birkaç gün sonra Fräulein’ın sofrada Otto’ya hafifçe göz kırparak bir işaret verdiğini, Otto’nun da başını sallayarak yanıtladığını fark ediyor. Çocuk heyecandan titreyerek masanın altından yavaşça ablasının eline dokunuyor. Ablası kendisine doğru dönünce gözleriyle karşı tarafı işaret ediyor. Kız durumu hemen kavrayarak gerginleşiyor.
Daha masadan kalkar kalkmaz Fräulein kızlara, “Çocuklar şimdi odanıza gidip biraz orada oyalanın,” diyor. “Benim biraz başım ağrıyor, yarım saat kadar dinleneceğim.” Çocuklar gözlerini yere çevirip birbirlerini uyarmak ister gibi temkinlice el tutuşuyorlar. Mürebbiye uzaklaşır uzaklaşmaz küçük, ablasına doğru dönüyor: “Dikkat et şimdi, Otto da onun odasına gidecek.”
“Elbette! Bizi bu yüzden odamıza göndermek istedi.” “Kapının önünde durup dinleyelim.”
“Ya birisi gelirse?”
“Kim gelecek ki?”
“Annem.”
Küçük korkuyor. “Eh, o zaman…”
“Ne yapalım biliyor musun? Ben kapıyı dinleyeyim, sen koridorda kalıp birisi gelirse bana haber ver. Böylesi daha güvenli olur.”
Kardeşi surat asıyor. “Sonra bana bir şey anlatmazsın ama!”
“Her şeyi anlatacağım!”
“Ama her şeyi! Hakikaten her şeyi anlatacaksın!” “Tamam, söz. Sen de eğer birisi gelirse öksüreceksin.” Koridorda heyecanla, titreyerek bekliyorlar. Yürekleri deli gibi çarpmakta. Acaba neyle karşılaşacaklar? İyice birbirlerine sokuluyorlar.
Ayak sesleri duyuluyor. Hemen çekilip kenara siniyorlar. Evet, gelen Otto. Elini tokmağa uzattığında kapı açılıyor ve arkasından kapanıyor. Büyük kız ok gibi fırlayarak kapıya yaklaşıyor, nefesini tutup kulak kesiliyor. Küçüğü sabırsızlıkla arkasından bakmakta. Az sonra içini kavuran merakla gözcülük yapacağı yerden ayrılıp usulca kapıya yaklaşınca ablası onu öfkeyle itip uzaklaştırıyor. Yerine gidip bir iki dakika daha bekliyor, ama dakikalar bir türlü geçmiyor. Sabırsızlıktan çatlıyor, ayaklarının altında kızgın bir zemin varmış gibi sürekli kıpır kıpır. Ablası her şeyi işitirken kendisi hiçbir şey duymuyor diye öfke ve heyecandan neredeyse ağlayacak. O sırada diğer odalardan birinde bir kapı kapanınca hemen öksürüyor. Ve kızlar oradan kaçıp kendi odalarına dalıyorlar. Yürekleri gümbür gümbür, bir süre nefessiz bekliyorlar.
Sonra küçük olanı sabırsızlıkla, “Haydi… anlatsana,” diyor.
Ablanın yüzünde düşünceli bir ifade beliriyor, sonunda kendi kendine konuşur gibi dalgın, şunları söylüyor: “Hiçbir şey anlamıyorum!”
“Peki, ne oldu?”
“O kadar tuhaf ki.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Modern Klasikler Dizisi Öykü
- Kitap AdıMürebbiye
- Sayfa Sayısı96
- YazarStefan Zweig
- ISBN9786254057939
- Boyutlar, Kapak12.5 x 20 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Serçeler Ölürse ~ Sibel Öz
Serçeler Ölürse
Sibel Öz
Öyküleriyle birçok ödül kazanmış olan Sibel Öz, NotaBene yayınlarından çıkan “Kıyıya Vuran Dalgalar-F Tipi Öyküler” isimli öykü kitabını da derlemişti. Öykülerini biraraya topladığı ikinci...
- Doğu, Batı ~ Salman Rushdie
Doğu, Batı
Salman Rushdie
Salman Rushdie, bu kitap hakkındaki bir söyleşisinde şöyle diyor: “Bu hikâyeleri Doğu, Batı ismi altında yayımlamayı düşünürken en önemli konunun virgül olduğunu gördüm. Zira...
- Kırmızı Defter ~ Paul Auster
Kırmızı Defter
Paul Auster
Kırmızı Defter’deki öyküler, Paul Auster’ın özel dünyasına girmek isteyenler için biçilmiş kaftan. New York Üçlemesi, Ay Sarayı, Şans Müziği, Timbuktu, Brooklyn Çılgınlıkları, Yazı Odasında...