Kalp uyanır aşk ile, en güzel mümkünlere…
İşte bu âlem, dünyamız ve biz.. Yaradılış itibariyle tüm olasılıklar alanında anlık bir “mümkün”üz, “hayır” (la) ile “evet” (illa) arasında titreşen..
Manamız Allah tarafından isimlendirilmiş, akseden suretlerimiz biricik, Rahman’ın “İlahi Nefes”iyle her şen yeniden niteleniriz.
Bölünmez birlikte, çokluk görünümlü birleşik mümkünler… Ki mümkünlüğümüzün bir yönü karanlık, diğeri ışık, biri doğa, öbürü ruh, gayb ile şehadet, örtünme ile açığa çıkma…
Anlaşılan ne yöne dönersek oluşumuz onca…
Bir yolculuk daveti Mümkün…
Musa Dede’nin kaleminden çıkmış zamansız yazılardan oluşan, bir Sufi’nin manevi yolculuğundaki duraklardan manzaralar sunan bir kitap. Yolculuğun hedefinde kendini bilme, kendini bulma var. Kendini bilmeden âlemi, Yaradan’ı bilmek ne mümkün! Tasavvuf geleneğini güncelleyen, modern sanata, bilime, kuantum fiziğine göz kırpan, zamanın ruhu üzerine kafa yoran, Anadolu bilgeliğine selam gönderen bir metin bu. Derdine derman soranlara, mana arayışında olanlara, bulmuş olup da seyrine doyamayanlara, aşk mezhebinin müritlerine yazılmış gönülden mektuplar…
Sunuş
“Paşmakçı nedir bilir misiniz?” diye sordu Musa Dede. Kendisiyle telefonda kitabın son düzeltileri üzerine konuşuyorduk. “Bence sunuşu siz yazın” diye bir teklifte bulunmuş, bense “Ne haddime Musa Bey, metin zaten kendini çok güzel ortaya koyuyor, aradan başımı çıkarıp ben de buradayım demiş olmayayım” demiştim. Ve bana bir hikâye anlattı. Dervişler böyle işte. Bir hikâye ile yola getiriyorlar insanı. Dergâha gelenleri kapıda ilk karşılayan kişiye deniyormuş paşmakçı yahut başmakçı. Camilerde de ibadete girenlerin ayakkabılarını korurlarmış. “Aslında sandığımızdan çok daha önemli bir işlevi vardır paşmakçının” dedi Musa Dede.
“Asıl işleri güzel karşılamaktır geleni” Doğrusu Mümkün’ün bir sunuşa ihtiyacı yok ama madem davet geldi, böyle bir paye aldık, paşmakçı lafıyla da tavlanmış olduk yazmaya çalışayım, dilim döndüğünce… Musa Dede ile tanışıklığımız altı yıl kadar öncesine dayanıyor. İlk kitabı Gölgenin Hakikati – Bir Sufi’nin Mecmua Güncesi bir başka yayınevinden çıkmış, büyük ilgi görmüş, biz de Hürriyet gazetesi yazılarından zaten tanıdığımız Musa Dede’nin kitabını görünce malum yayıncılık heyecanıyla gıpta etmiş itiraf edeyim hadi, biraz da kıskanmış– keşke bizden çıksaydı demiştik. Kendisiyle bir buluşma istedik. Kırmadı bizi, geldi. “Bir sonraki kitap bizim olsun” dedik. O da mevcut yayıneviyle olan bağından söz etti, şimdilik başka bir yayınevi düşünmediğini söyledi. Kısmet dedik, ayrıldık. O toplantıya katılan arkadaşlarımla kendisiyle tanışmış olmanın bile insanın içini nasıl da zenginleştiren bir tecrübe olduğunu ise sonrasında uzun uzun konuştuk. Yıllar geçti yeniden kesişti yollarımız. Bu sefer “kısmet” bizden yanaydı. Çok mutlu olduk. Bir sonraki kitabı Novus’tan çıkarmak üzere anlaştık, büyük bir heyecanla metinler üzerine çalışmaya başladık.
Mümkün kitabını en genel anlamda denemelerden, köşe yazılarından oluşmuş bir kitap olarak tarif edebiliriz. Musa Dede’nin Hürriyet gazetesinde her pazar yazdığı yazılardan bir seçki bu. Ama bildik köşe yazılarından farklı olarak deyim yerindeyse “zamansız” yazılar bunlar. Belki yüz yıl sonra da okunsa anlamı olacak bir farkındalık daveti. “İşte bu âlem, dünyamız ve biz.. Yaratılış itibariyle tüm olasılıklar alanında anlık bir ‘mümkün’üz, ‘hayır’ (la) ile ‘evet’ (illa) arasında titreşen… her şen yeniden niteleniriz” diyerek başlıyor kitaba Musa Dede. Kitabın ismi Mümkün adeta kuantum fiziğine bir selam gönderiyor. Musa Dede’nin Tasavvuf’la, bilimde gelinen en son noktayı da kucakladığını ortaya koyan bir işaret. Tıpkı Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde söylediği o cümle gibi: “Her nefeste dünya yenilenir” Çünkü aslında her nefeste, her an sonsuz olasılıklardan birini seçiyoruz. Kuantum fiziği de aynı şeyi elbette daha bilimsel terimlerle söylüyor.
Mümkün’de yer alan yazıları bir Sufi’nin manevi yolculuğunda, Musa Dede’nin ifadesiyle seyrü süluk’undaki duraklardan manzaralar gibi okumak da olası. İyi okullarda okumuş, müzikle yoğrulmuş, hep yolculukta, hep arayışta olmuş, seziyoruz ki hatta bir dönem “bohem takılmış” bir yazar var karşımızda. Çocukluğundan itibaren gizeme, mistik şeylere, daha derinde olana merak duymuş, anlam arayışına gönül vermiş biri… Sonra bu yolculuk bir noktada menziline ulaşıyor. Derviş’i ile tanışmak ona uzun yıllardır arayışında olduğu kapıları açıyor, nüfusta yazan adıyla Lari Dilmen’in Musa Dede’ye dönüşüm hikâyesi de böyle başlıyor. Kitapta en derin anlamıyla Tasavvuf bilgisinden savunma mekanizmalarımıza, “Zero. Geleceğe Geri Sayım” gibi sanat akımlarından okuru şaşırtarak aydınlanmalar yaşatan Zen koan’larına, ilahi müziklerden zamanın kanayan yarası mülteci sorununa, Kabil ile Habil’de sembolleşen “öteki” olgusuna, Nasreddin Hoca ve Bektaşi hikmetleri üzerinden Anadolu bilgeliğine uzanıyoruz.
Tasavvuf’u taa Âdem’den bu yana akan, zaman zaman kollara ayrılan, içinde yeşerdiği coğrafyanın inancıyla tatlanan bir nehir olarak yorumlarsak, işte o nehrin “canlı” suyundan içerek susuzluğunu gidermek isteyenler için yazılmış bir kitap Mümkün. Her kitabın yayına hazır hale gelmesi süreci bir tür simya gibi işliyor sanki. Mümkün de kendi simyasıyla oluşmuş bir kitap. Tıpkı doğanın ritmi gibi bahardan yaza, oradan sonbahara ve yeniden bahara uzanan bir döngüsellik ritminde akıyor. Davet ediyor, ikram yapıyor, derin sohbetiyle doyuruyor, ensemize bazen Derviş bazen Zen sopası indirerek farkındalıklar yaşatıyor, bilime, sanata göz kırpıyor, Bektaşi fıkralarıyla manayı latif ve nüktedan biçimde aktarıyor, geleneği güncelliyor. Okuru gerçek anlamda bir yolculuğa çıkarıyor Mümkün. Hedefte kendini bilme, kendini bulma var. Kendini bilmeden âlemi, Yaradan’ı bilmenin mümkün olmadığı noktasından hareketle… Paşmakçı dediğin misafiri fazla lafa tutmaz tahmin ediyorum. Ben de oyalanmadan “Hoş geldiniz!” diyerek sizi bu güzel yazılarla baş başa bırakayım.
Handan Akdemir
Yazılar
Hizmette ustalık …………………………………………………………..23
Merdivenimizin basamakları; “Çakralar, küreler, latifeler”…27
Seyran …………………………………………………………………………33
Aşk mezhebi müritleri…………………………………………………..37
Duvarın karşı tarafı………………………………………………………41
Ayrılıkta acı var ……………………………………………………………45
Tasavvuf nedir? ……………………………………………………………49
12 bilinçdışı savunma mekanizmamız ……………………………55
Korkuyu korkuyla alt et!……………………………………………….63
Dönüşüm taşı ……………………………………………………………….69
Taşın dönüşü… …………………………………………………………….73
Hürriyet ………………………………………………………………………79
O his.. ……………………………………………………………………..85
Kabak tatlısı ……………………………………………………………89
Kahve bahane…………………………………………………………..93
Kahve: “Bir Sufi içeceği”nin hikâyesi ve gizemleri ……..97
Ortalık ne kokuyor? ………………………………………………..103
Aç, aç!…………………………………………………………………….107
Yaşam alanları çemberi…………………………………………..111
Belki… …………………………………………………………………..117
Allah belanızı versin! ………………………………………………121
Dinleme sanatı ……………………………………………………….125
Dünden bugüne “İlahi müziklerimiz” konusuna
kuşbakışı ……………………………………………………………133
Ahmedabad’dan Ajmer’e – Garib Nawaz’ın huzurunda…141
Yeni Delhi’deki manevi duraklar… …………………………..147
Bir gemi kalkar bu limandan… ……………………………….151
İntisabım ezelden……………………………………………………155
Sevgili bulma tüyoları …………………………………………….163
Venüs’ün gerisi ………………………………………………………169
Gölgelerin oyunu (Maya)… ………………………………………175
Düğmeler ………………………………………………………………179
“Zero” 1 ………………………………………………………………….185
“Zero” 1+1 ………………………………………………………………189
Noktanın sonsuzluğu… …………………………………………..193
“Ba”nın altındaki nokta…………………………………………..199
Benlikten kulluğa …………………………………………………..205
Çok yoğunum, bi de sizle uğraşamam! …………………….209
Elimde boş tasım, Ramazan ayındayım… …………………215
Bu Ramazan’da tefekkür ettiğim bazı ayetler …………..219
Bektaşi fıkralarına giriş …………………………………………227
Ramazanlık Bektaşi fıkraları ………………………………….231
Şekerkamışının macerası ………………………………………..235
Aslanlı yazı…………………………………………………………….239
Candomble no Brazil ………………………………………………245
Irkçılığı, ayrımcılığı kurban edelim de birleşelim;
bayram edelim! …………………………………………………..251
ZEn………………………………………………………………………..255
Size bir keramet göstereyim mi?………………………………261
Şeytanın oyunları……………………………………………………267
Nurbeyaz – Alkırmızı ……………………………………………..273
Sultan Süleyman’ın adaleti ……………………………………..277
Yalaka taşlaması, hain haşlaması ……………………………281
Haydi savaşa! ………………………………………………………..287
Öfkeliyim! ………………………………………………………………291
Öldüm yine ben… ……………………………………………………297
Şeb-i Arus günleri; Aşk halleri… ……………………………..301
Âşık benim, maşuk ben… ………………………………………..305
Gül zamanı …………………………………………………………….311
Âlim ile ârif, ilim ile marifet…………………………………….317
Felsefe taşı… ………………………………………………………..325
Cennet ve cehennem ………………………………………………331
Deli bahar ………………………………………………………………335
Sonsöz ………………………………………………………………………..339
Hizmette ustalık
Kimi işler ustalık gerektirir. Başka deyişle; her işin bir ustası var.. Ustayı eserinden tanırsın. Bir ustanın elinden çıkan yemeğin tadına doyum olmaz, ustanın elinden çıkan sanat eserinin seyrine gönül dayanmaz. Hasta kişi hastalığının tedavisinde usta bir doktor arar iyileşme şansının artması için. Bilimin büyük ustaları çığır açan buluşlar yapar, evreni kavramamızı kolaylaştırırlar. Mimarlar, mühendisler ustalaştıkça yaşam kalitemizi yükseltir işleri; İnsanın, insanlığın yücelmesine vesiledir ustalar.. Eğitim sistemi piramidinin en üzerinde mertebe mertebe ustalar yer alır, bir kamyon dolusu gülden elde edilen bir şişe gülyağı gibi, insanlığın en rafine ürünü gerçek ustalar, ustalıklarıyla tüm insanlığa hizmettedirler.. Usta olmayanlar için ise bir ustaya hizmet işlerin en güzeli; o zaman sen de pay sahibi olursun! Hizmeti en büyük olana “usta” denir bizim oralarda, geri kalanımız onun hizmetini yapabilmesi için yaşamını kolaylaştırmaya çalışırız. Herkes kendi çapına göre, yemeğini pişirenimiz, çamaşırını yıkayanımız, çayını getirenimiz; aslında bir bütünüzdür, ondan gayrı değil… Unsurlardan biri aksasa, ustanın işi aksar, bütünü etkiler. Sindirimde bir sorun olsa mesela, bundan baş da etkilenir.
Bir diş ağrısından nasıl iş yapamaz hale geldiğinizi düşünün! Şüphesiz ki insan olmak zor, hele “kâmil insan” olmak.. Bu işin de ustası vardır. İnsan yetiştirmek evrendeki en meşakkatli işlerden olsa gerek. Bunca basit işin dahi ustaları oluyor da insan yetiştirmenin ustası olmaz mı? Var! Belki bu zatların büyüklerine ender rastlanır ancak emekleri, bilsek de bilmesek de hepimize bir şekilde pozitif etki etmekte. Kâmil insanın yüksek maneviyatı evrenin kılcal damarlarında dolaşan can suyu gibidir; soluduğumuz havada, bereketli toprakta himmeti vardır. Yaradan, sevdiği kullarının hatırı için evreni ayakta tutar, çünkü bu zatların gönüllerinden tüm yaradılışı kucaklayan sevgi ve merhamet yayılmaktadır.
Ve biz de onun içindeyizdir. Allah’ın ustalarının yüce hizmetleri, O’nun bilinmesine, sevilmesine vesile olmaktır; Bizi aşk kutbunun etrafında döndüren manyetik alanın zahirinde (görünen yüzünde) onlar, batınında (içe dönük gizli yüzünde) Hakk vardır. Ne mutlu ki Rabbimiz bizi yaradılışın sonuna kadar bu ustalardan mahrum bırakmayacak, çünkü O asla zalim bir kral değildir. Zalimlik varsa o bizde, çünkü biz ustaya hizmettense, faydalı olup söz dinlemektense kendimizi usta olarak kabul ettirme sevdamızdan ötürü bütünün işleyişine çomak sokarız. Tâbi olmaktansa, müstakil kalmak ya da adımızdan bahsettirmek uğruna gerekirse bedendeki uyumsuz kanserli hücre olabilmek, nefsimizin “benlik” hastalığı.. Bir çeşit intihar eğilimliyiz sanırım! Bu da bizim sınavımız, insan olmanın yaradılışa hizmetten geçtiğini idrak edemiyor, birliğe, evrenin eşsiz düzenine, ahengine ve hiyerarşisine meydan okuyoruz. Veren elin alan elden üstün olduğunu anlayamıyoruz. Yaradılışımızın gayesi olan aydınlanmayı sihirli bir değnekle mi gerçekleşecek sanıyoruz?
Kısa yoldan usta olmak, daha çırak olmadan, kalfa olmadan, bir ustanın eğitiminden geçmeden kolay mı?.. İnsan yetiştiren gönül ustalarına gelenlerin çoğu bir şeyler almak peşindedir, kendilerine göre türlü talepleri olur. Şimdiye kadar huzura kafadan “Sizin için ne yapabilirim, bir ihtiyacınız var mı, ne yer, ne içersiniz?” diye gelenini pek duymadım. Doğaldır. Usta da yetişebildiği kadarıyla taliplerin sorularını cevaplamaya, yardımcı olmaya çalışır, Allah’ın verdiği kadar, bildirdiği kadar.. Bu şekilde o da hizmet ettiği kendi ustasının yoluna katkıda bulunmaya, eğitiminin zekâtını, ustalığın hakkını vermeye gayret eder. Yükseltmek için verir, verdikçe yükselir. Usta, vermenin görevi olduğunun bilincindedir, vermenin yükselttiğini bilir ve talebesi için de bunu arzular, incelikle nasihat eder ve fakat farkındadır; Hizmete yönelmedikçe talip, aldığı en hikmetli nasihat dahi nefsini besler ancak, bilgeleştirmez onu, olsa olsa bilgiçleştirir. Nasihati bir yana, kendisi bizzat haliyle örnek olarak esas kıymetli dersi vermektedir usta; umulur ki talibin gönlü yumuşar, açılır, ustanın halini hal edinir sonunda.. Nefs hizmet etmeyi sevmez, hizmet görmeyi sever.
Öyleyse maneviyatta ilerlemenin birinci adımı bu döngüyü tersine çevirmeye çalışmak olmalı. Sevecek birini bulmalı.. Bunu kavramış, arayışa başlamış insanlar da az değil. Ancak rast geldiğim taliplerin çoğu bir “Şems” arar, sanki kendisi “Mevlânâ” olmuş da, ya da Mevlânâ’sını arar Şems’mişçesine. Ama yoktur, ne hikmetse? İşte nefse cihat eden orduya katılmamak, patinaja devam etmek için bahane.. Daha er olacak, onbaşı, çavuş yetmiyor, generalle görüşmek istiyor, ustabaşıyla! Görüşebilirse o da şunun için; sorgulayacak, sınayacak, kafasında çizdiğini bulabilir, kendi görüşlerini onaylatabilirse olacak o iş. Hakkıdır! Layık görürse, ustanın kendisine hizmet etmesine müsaade edecek, lütfen… Hamd’olsun! Devir böyle, herkes çok biliyor ve çok kıymetli, insanlık çok ilerledi malumunuz, ustalaştık insanlıkta. Artık usta çok da hizmetkâr yok! Herkes kendine.. Bence bu çağa isim konulmadıysa henüz “ustalar çağı” diyelim, “marifeti kendinden menkul ustalar çağı”… Sonra da “Kanser neden bu kadar arttı?”; e n’apalım her hücre kendi kafasına göre takılıyor, hür, özgür, “usta” ama mutsuz, hasta… Vah, vah! Ustanı ancak kendi içindeki ustayı bulmaya hazır olduğunda bulacaksın ve ona hizmetin kendine hizmetin olacak, kendine hizmetinse insanlığa hizmetin! Gerçek bir gönül ustasının en alt kademedeki hizmetkârını dahi bulabilirsen bir gün, samimiysen talip ol yoluna. Acziyetinle çal kapısını, kibrini askıya as ve tevazuuyla gir huzuruna. Sonra otur bir kenara, sana söz verilinceye kadar da konuşma. “Ne istiyorsun?” deseler, “Hizmet etmek” de, baksınlar hizmet etmeye layık mısın? Gayretle, sabırla, adım adım çıkacaksın merdivenleri… İnşa’Allah!
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıMümkün
- Sayfa Sayısı344
- YazarMusa Dede
- ISBN9786050982671
- Boyutlar, Kapak13.6 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Novus / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşk ve Ölüm Üzerine ~ Patrick Süskind
Aşk ve Ölüm Üzerine
Patrick Süskind
Patrick Süskind, aşkın izini sürdüğü denemesinde geçmişten günümüze Batı’nın düşünce, kültür ve edebiyat dünyasının yönünü belirlemiş İlkçağ düşünürlerini, mitolojik ve kurmaca kahramanlarını ve yazarları...
- Büyük Sorgu / Otel Gören Defterler 3 ~ Nuri Pakdil
Büyük Sorgu / Otel Gören Defterler 3
Nuri Pakdil
Güneşli bir “nöbet günü”nde bir daha okudum Büyük Sorgu’yu, soluk soluğa. ‘Aşil noktasına dokunmalı sürekli’ diyor ve ‘Haşmeti Tevazuda O Yeşil Yüce Mevlana’yı,‘Büyük Efendi’yi...
- Düşsem Yollara Yollara ~ Haldun Taner
Düşsem Yollara Yollara
Haldun Taner
Haldun Taner’in gezi notlarından oluşan kitabı “Düşsem Yollara Yollara” 40 yıl aradan sonra genişletilmiş baskısıyla okurlarına ulaştı. “Yoldan gelen çok konuşur, derler. Bundan doğal...