Siyaset bilimci Ümit Cizre’nin 1994-97 yılları arasında yabancı dergilerde yayımlanan makalelerinden oluşan bu kitapta yer alan, kartel partileri, DYP’nin kimlik bunalımı, Türk ordusunun siyasi özerkliği, Cumhuriyet Türkiyesi’nde İslam devlet etkileşimi ve Kürt sorunu üzerine yapılmış derinlikli analizlerin temelinde, siyasetin gerekliliği ilkesi bulunuyor.
Giriş: Epluribus unum için
Bu kitabın içeriğini oluşturan makaleler 1994 97 yılları arasında yabancı dergilerde yayımlandı. 1999 Ağustos’unda ki doğal afet sonrası perspektifinden bakıldığında, söz konusu donemin siyasal depremler, bunalımlar ve zaaflarla malûl olduğunu tespit etmek hiç zor değil. 199497’nin siyasal seyrinde, toplumsal uyanışlar ve sorgulamalar da filizlendi. Ancak bunlar, dizginlenmesi ve karşı çıkılması zor bir kamu felsefesinin ve iktidar ilişkilerinin yaşamla bağlantılarını “korku politikaları” üzerinden yürütmelerine engel olacak düzeye erişemediler. Modernite, ulus devlet, vatandaşlık, kimlik, siyasal etik, yeni haklar ve yeni demokrasi söylemleri gündemde görünmelerine rağmen, insan, siyasetin öznesi konumuna yerleşemedi. Bu dönemde demokrasi kahramanları (olmalı mı?}, düşünen ve tartışan bir kamusal alan, sahici bir toplumsal muhalefet ve gerçek bir siyasal temsil ve katılım yine yoktu. Batılı liberal demokrasi geleneği, yeni sorunlar karşısında demokrasinin ıslahı projesi özerine hızla eğilirken ve liberal demokrasi ile Cumhuriyeti felsefenin sağlıklı bir evlilik modeli oluşturmasına kafa yorarken, farklı dozlarda da olsa bu ülkenin siyasal parametrelerini tayin edici konumda olan siyasal İslâm, askerî kanat, merkez sağ düşünce ve pratiği bu tur bir evliliğin sinyallerini vermekten uzak bir güzergâh izlediler. 1980li yıllardan başlayarak ülkeyi sarsan hızlı siyasal, iktisadi ve toplumsal değişmeye ve global bir üst dalgaya karşı yeni anlayış ve arayışlar içine giremediler. Ya da arayışlarında duraksama ve gerileme gösterdiler İşte bu yazılar, bu tür bir it karartıcı, toplumsuz, ruhsuz/kimliksiz, sindirmeci siyaset ya da siyasetsizlik serüvenini yansıtmakta.
Yazılara tekrar baktığımda görüyorum ki, 28 Şubat sürecinin toplumsal ve siyasal olanları ve alanları yeniden inşa etme pratiği karşısında siyasal İslâm’ın güçsüzlük ve çöküş sendromları göstermesi, söz konusu dönem itibariyle çok beklenilir bir sonuç değilmiş. “Radikal”, “militan”, “şeriatçı” İslam gibi tanımlamaların daha ayrıştır maçı bir mantıkla ele alınmış olmaları doğru olurdu. Ancak temel perspektifin hâlâ geçerli olduğunu düşünmemiz için birçok neden var Kemalizmin bunalımı ile siyasal İslâm’ın sıçramaları atasında birebir ve kuvvetli bir korelasyon yok. Tam tersine. Cumhuriyet’in toplumsal ve siyasal olanı kavrama ve “halletme” tarzı ile siyasal İslâm’ın en kaydadeğer ajanı olan Refah Partisi’ninki arasında şaşırtıcı bir benzerlik, etkileşim ve akrabalık bağı var. Bağlı oldukları siyasal gramer ile, demokrasi, birey, hukuk, toplumsal çelişki ve farklılıklar karşısında kamu alanını kullanma niyetleri, tasavvurları ve yaklaşımları birbirinden ayırdedilemeyecek kadar benzeşiyor.
Kürt meselesine ilişkin olarak ileri sürülen temel tez de, PKK lideri Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması, yakalanması, yargılanması, idama mahkûm edilmesi, örgülün çökmesi, hareketin ağırlık noktasının Avrupa odaktı bir diaspora miIliyetçiliğine kayması gibi 1994 97 yılları arasında tahayyül edilmesi zor bir mecraya kaymasına rağmen aynıyla vaki: olmadığı ileri sürülen ya da daha doğru bir ifadeyle, var olması islenmeyen bir kimlik, bunca yıldır sürdürdüğü direnme gutunu. Cumhuriyet modernleşmesinin eksik demokrasi anlayışından almakta. Buna ek olarak, tüm modernleşme paradigmalarında olduğu gibi, Cumhuriyet’in Kürt politikası modernleşmeyi morahze elli. Kürtlerı modernlik öncesi bir “öteki” biçiminde algılayarak, modern “biz’i etnik bir üstünlük tavrı ile harmanlayıp kristalize elli. Bunun sonucundadır ki, Cumhuriyet’in vatandaşlık kavrayışı, ulusu tektipleştirip . bireyin unum anlayışım ve onun siyasal yansıması olan onur politikalarını (paliiıo oj dignily) tümüyle devre dışı bıraktı. Bugün rejimin yumuşak karnını oluşturan insan hakları ihlalleri bu ıtır bir siyasal mirasın “tarihten gelen” izdüşümleridir.
Terör sorunu halledilse bile Kürt meselesi, Türk demokrasisinin kalitesini ve dolayısıyla ülkenin geleceğini belirleme yeteneğini koruduğu içindir ki, terör sonrası dönemde, yeni bir demokrasi biçimlenişinin çerçevesini yeniden ve yeniden düşünmek zorundayız. Paylaşılan bir Türk üst kimliği/anlamı ve ortak değerler/inançlar patalojik olgular mıdır? Dirlikle yaşamak, farklılıklar kadar ortaklıkları da vurgulamaktan geçtiğine göre bayır. Patalojik olagelen, bu üst anlamın kamusal tartışma, eleştiri, muhalefet, ikna yöntemleriyle tabandan tavana doğru “demokratik bir mutabakat” la oluşturulmaması oldu. Bu sorun, ordu üzerine yazılmış yazının çağrıştıracağı en temel problem olan “zayıf siyaset” olgusu ile de içice geçiyor. Toplumun doğal çelişkilerini ve farklılıklarını, korku politikalarına başvurmadan çoğulcu bir kamusal alanda ortaya çıkarabilecek “kuvvetli” bir siyasete şiddetle ihtiyaç duyuyoruz. Kimliklerin biricik kaynağını ait olunan kültürel kümede temellendiren ve evrensel birey haklarını yetersiz, terkip. çağdışı bularak reddeden “topluluk hakları” perspektifi doyurucu bir alternatif oluşturamıyor. Ancak, neyin olmayacağını söyleyerek neyin olması gerekliğini açıklama ve tanışma sorumluluğunu savuşturamayız. Toplum olarak, bilinçaltına itilecek kadar kökleşmiş bir etnik ûstünlük duygusu ile farklı kökenlerin ve inançların yaşam pratiğine üstlen bakan bir yaşam felsefesine ve birey onurunu zedeleyen siyasal pratiklere göz yummamak konusunda bir konsensüs oluşturmak zorundayız. Yani, epluribus unuma, çoğulculuktan ûreyen tekliğe geçiş yapma konusunda istekli olmak gerek. Bu da toplumsal bir sorumluluk. Benzer bir biçimde, Kürtlerin de kuvvetliyi şiddetle özdeşleştirme kültürünü alicime konusunda yeniden düşünmeye ihtiyaç duymaları gerek.
Türkiye’nin gidişatının bu yönde olmadığı yolunda işaretlerin bulunduğu doğru. Ancak, yaşamın doğal çoğulculuğu, yüzeye çıkma ve bir açılım noktası bulma konusunda müthiş bir zorlamada bulunuyor. Yaşamın çelişki ve çeşitliliklerinin oluşturduğu fay hattı alttan alta bastırıyor. Ayrıca, bu ülkenin, tüm Türkiye üzerine kafa yoran İslamcılara, Alevilere, Kürtlere varoluşsal bir ihtiyacı var. En önemlisi, yaşamla bağlarını giderek koparan ve dolayısıyla anlamını ve varlık nedenini yitirerek “daha muktedir” odaklara teslim olan sivil siyasetin kurtuluşu da e plııribus utum’dan geçiyor. Siyaset, düşünce ve hayallerde ortak paydaları demokratik yollardan yeniden kurma başarısını sağlarsa kurtulur, yani meşruiyet kazanır. Vatandaşların büyük çoğunluğunca paylaşılan bir kamusal anlamın inşası için yalnızca savaşlardan, acılardan, şehit cenazelerinden, deprem felaketlerinden medet umma kolaycılığına kaçarsa çöküşünü sürdürür. Bu bir kehanet olmasa gerekir.
T ürk merkez sağına musallat olan kimlik sorununu Doğru Yol Partisi nezdinde inceleyen yazının kaleme alınmasından sonra ve özellikle 28 Şubat sürecinden bu yana yaşanan gelişmeler, sorunun derinleşerek sürdüğünü gösteriyor. Merkez sağın hak ve özgürlükler söylemini sınırlayan tarihsel devlet dostu tavrının dozunun bu denli artması, yazının temel tezini doğruluyor: Türkiye merkc2 sağının varlık nedeni, devlete gücenen, ondan bunalan bir “çevre”yi temsil eder görünüp aslında kamu otoritesini sevimli ve sevilebilir kılmak olagelmiştir. Merkez sağ, benimsediği garip bir ideolojik almaşık (liberal muhafazakâr) nedeniyle, bu ülkede modernızmin demokrasi söyleminin eksik uygulanmasından sorumlu tutulması gereken ajanların başında gelmektedir. Bu eklektik yaklaşım yüzünden, düşünsel parametrelerinde ve siyasal pratiğinde günübirlik, tutarsız ve ilkesiz bir siyaset yaparak ayakta kalmaya çalışmış ve bu nedenle kötü bir geleneğin öncülü olmuştur.
Yabancı dergilerde yayımlanmış seçilmiş yazılarımdan bir derleme oluşturma önerisi Tanıl Bora’dan geldi. Teşekkür borçluyum. Ardından iki sevgili dostum/ meslekdaşım devreye girdi. Birincisi “korkuların” düşmanı Doç. Dr. Serpil Üşür. Kendisi, bana karşı her zaman beslediği koşulsuz sevgi ve inançla hu projeyi destekledi. İkincisi ise sevgili Soli Özel. Hem akademik titizliği ve “mükemmeliyetçiliği” ile hem de sürekli dostluğu ile beni besledi, yanımda oldu. Yazdıklarımın büyük bir kısmını kendi kıt zamanından fedakarlık yaparak okudu, eleştirdi, tartıştı. Her ikisine çok şey borçluyum. Yine de kusurlar, eksiklikler, yanlışlıklar. yazıların yazıldığı konjonktürdeki bana ait.
Eylül 1999, Floransa
“Yaşadığımız teori”nin son durağı: Parti karşıtı politika açmazı
Kartel partileri
Bir toplantıda, siyasal partilerin ve sistemin içine düştükleri bunalıma yaratıcı bir perspektifle nasıl yaklaşılabileceğini düşünürken, bir Amerikalı profesör’ odama girdi. Bana bir soru sordu. Ve ben bu soruyu temel problematik olarak benimsemeye karar verdim. Soru şuydu: “Normal demokrasilerde siyasal parti ve liderleri ile ‘başarı’ arasında bir ilişki var. Başarı ölçütlerinin en iyi bilinenleri, (demokrasiye inanç ve); yasamı rahatlatacak bir politika paketini uygulamak, ya da uygulama yeteneği ve niyeti konusunda güven vermektir. Türkiye, Balı dünyasında bu kuralın dışına çıkan tek ülke. Demokrat olmayan, seçim kazanamayan, kitlelerde güven duygusu uyandıramayan liderler ve partileri…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Siyasal Akımlar Siyasal Hayat
- Kitap AdıMuktedirlerin Siyaseti Merkez Sağ Ordu İslamcılık
- Sayfa Sayısı197
- YazarÜmit Cizre
- ISBN9789754707526
- Boyutlar, Kapak13x19 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2005