İbn Haldun tarih felsefesinin, sosyolojinin, antropolojinin, iktisat biliminin, kısacası toplum bilimlerinin kurucu babası olarak kabul edilir. Mukaddime’si, dünyanın en önde gelen bütün entelektüellerince dikkatle okunan ve pek çok devlet başkanınca fikirlerine hayran olunan bir şaheserdir.
Roger Garaudy, müslüman olmadan önce kaleme aldığı İslâm Medeniyetinin İnsanlığa Katkısı eserinde, İbn Haldun’a on sayfadan fazla yer ayırır ve onu “Descartes’ın, Montesquieu’nün Öncüsü ve İslâm’ın Karl Marks’ı” olarak görür. Ünlü tarih felsefecisi Arnold Toynbee, “Hiç şüphesiz Mukaddime, kendi türünde, bugüne kadar hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir zihnin ortaya koyamadığı en büyük eserdir!” ifadesini kullanır. Engels, yaptığı toplum değerlendirmelerinde Mukaddime’den yararlanır ve “Hıristiyanlığın ilk dönem tarihine katkı” başlıklı makalesinde, İbn Haldun’un görüşlerinin çok özlü bir özetini sunar. BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan, “Sadece İbn Haldun ismi bile İslâm Tarihinin ne kadar parlak bir ilim çağı yaşadığının göstergesidir!” der.
Arapça üç ayrı baskısından, Fransızca ve İngilizce tercümelerinden de yararlanılarak dilimize aktarılan bu Mukaddime’yi çok geniş kesimlerin daha iyi anlayacağını umut ediyoruz.
İBN HALDUN
Görüşleriyle Hâlâ Yaşayan Düşünür
En büyük medeniyet teorisyeni, modern tarih ilminin, tarih felsefesinin, sosyolojinin ve daha başka birçok toplum biliminin kurucusu kabul edilen İbn Haldun, 27 Mayıs 1332’de Tunus’ta dünyaya geldi.
Döneminin en seçkin hocalarından dersler aldı.
Genç yaşta devlet kademelerinde önemli görevlerde bulundu. Fas’ta, Tunus’ta ve Kahire’de dersler verdi. Çeşitli yerlerde kadılık ve başkadılık yaptı. Kadılık mesleği kendisine insanların karakterini yakından tanıma fırsatı verdi. Toplum psikolojisini de bu sayede öğrendi.
Bir ara Suriye’de Timurlenk’le görüştü.
Sık sık kabileler arasında dolaşarak onların yaşayışları ve yapıp ettikleri hakkında bilgiler edindi. Şehir hayatını da bütün yönleriyle araştırdı. Mukaddime’sinde ayağı yere basan fikirleri bu şekilde oluşturdu.
Devletler ve Hanedanlar Tarihi niteliğinde olan Kitâbü’l-İber adlı eserini kaleme aldı. Bu tarih kitabının başına da giriş olarak, genel bir tarih ve toplum değerlendirmesi niteliğindeki Mukaddime’yi yazdı. Kendisinin Lübâbü’l-Muhassal, Şifâü’s-Sâil gibi başka kitapları da vardır, fakat en önemli eseri Mukaddime’dir.
Ardında güzel bir nam bırakarak Kahire’de, 17 Mart 1406’da 74 yaşında bu dünyadan ayrıldı. Sûfiye mezarlığına gömüldü, kabrinin yeri bilinmiyor.
İbn Haldun hakkında dünyada şimdiye kadar yazılan makalelerin sayısının ne kadar olduğu tespit edilmiş değil, fakat gerek kendisini, gerekse Mukaddime’yi ele alan kitapların sayısının iki bin civarında olduğu kesin olarak belirlenmiş bulunuyor.
İÇİNDEKİLER
ESER HAKKINDA……………………………………………………………………………………………………….13
BAŞLARKEN ……………………………………………………………………………………………………………….19
ÖN SÖZ………………………………………………………………………………………………………………………21
GİRİŞ ………………………………………………………………………………………………………………………….27
Kitâbü’l-İber’in Birinci Kitabı
MUKADDİME
Evrensel Tarihe ve Toplum Bilimlerine Giriş
GİRİŞ ………………………………………………………………………………………………………………………….65
Birinci Bölüm
GENEL HATLARIYLA İNSANLIK UMRANI
1. Toplum Hayatı Zorunludur ………………………………………………………………………………………… 77
2. Meskûn Yerler, Denizler………………………………………………………………………………………………. 80
Denizler …………………………………………………………………………………………………………………82
Nehirler………………………………………………………………………………………………………………….84
İkinci Başlığa Ek………………………………………………………………………………………………………86
Haritanın Ayrıntılı Anlatımı………………………………………………………………………………………91
Birinci İklim…………………………………………………………………………………………………………… 94
İkinci İklim…………………………………………………………………………………………………………….99
Üçüncü İklim………………………………………………………………………………………………………..101
Dördüncü İklim…………………………………………………………………………………………………….108
Beşinci İklim…………………………………………………………………………………………………………115
Altıncı İklim………………………………………………………………………………………………………….121
Yedinci İklim………………………………………………………………………………………………………… 124
3. Ilıman, Sıcak ve Soğuk Bölgeler………………………………………………………………………………….. 126
4. Havanın Etkisi ………………………………………………………………………………………………………… 132
5. Bolluk ve Kıtlık ……………………………………………………………………………………………………….. 133
6. Gayb Âlemi ……………………………………………………………………………………………………………. 138
7. Peygamberliğin Anlam ve Hakikati……………………………………………………………………………… 145
Üç çeşit insan ruhu vardır: ………………………………………………………………………………………148
Peygamberlik ………………………………………………………………………………………………………..149
Kâhinlik……………………………………………………………………………………………………………….151
Rüya……………………………………………………………………………………………………………………. 155
Rüyanın Tetikleyicileri…………………………………………………………………………………………….158
Diğer tür kehânetler………………………………………………………………………………………………. 159
Çeşitli tabiatüstü algılar…………………………………………………………………………………………..160
Müneccimler…………………………………………………………………………………………………………168
Kum falı, remil atmak ……………………………………………………………………………………………. 169
Kişinin ismine dayalı kehânet…………………………………………………………………………………..174
Zâyirçe…………………………………………………………………………………………………………………176
8. Umranın Dünyanın Bir Parçasından Öbürüne Yer Değiştirmesi………………………………………. 181
İkinci Bölüm
KIRSAL (BEDEVÎ) UMRAN
İlkel ve göçebe topluluklar. Onlarda görülen durumlar
1. Göçebelik (Bedevîlik) ve Yerleşiklik (Hadarîlik) Tabiî Topluluklardır…………………………………185
2. (Bedevî) Araplar Dünyada Tabiî Bir Gruptur………………………………………………………………… 186
3. Kırsal Hayat, Şehir Hayatından Öncedir ve Umranın Beşiğidir. Şehirler
Kökenlerini ve Nüfuslarını Kırsala Borçludur……………………………………………………………..187
4. Kırsal Kesimdekiler Erdemlere, Şehirlilerden Daha Yatkındır ………………………………………….. 188
5. Kırsal Kesimdekiler, Şehirlilerden Daha Cesurdurlar ……………………………………………………… 191
6. Kurulu Düzene Boyun Eğiş, Şehirlilerin Cesaretini Kırar ve Kendilerini Koruma
Düşüncesini Ortadan Kaldırır………………………………………………………………………………….192
7. Çölde Ancak Asabiyet Bağı Olanlar Yaşayabilir……………………………………………………………… 194
8. Asabiyet, Ancak İnsanları Bir Arada Tutan Kan Bağı veya Benzeri Bir Şeyle Gerçekleşir………..196
9. Saf Şecereye Ancak Çölde Yaşayan Araplarda ve Onlara Benzeyen Topluluklarda Rastlanır……197
10. Soy Sop Karışımı Nasıl Olur? …………………………………………………………………………………… 198
11. Başkanlık Daima Asabiyeti Güçlü Olanın Elinde Olur ………………………………………………… 199
12. Aynı Asabiyetten Olan Topluluğa Yabancılar Başkanlık Edemez ……………………………………. 200
13. Asabiyeti Olanlar İçin Aile ve Şeref Hakiki Mânâda, Diğerleri İçin Mecâz ve
Benzetme Anlamında Kullanılır………………………………………………………………………………..203
14. Azatlıların ve Himaye Edilenlerin Asaleti, Doğrudan Efendilerinin Asaletine Bağlıdır ve
Hiçbir Şekilde Kendi Soylarına Bağlı Değildir…………………………………………………………….205
15. Bir Sülâlenin Saygınlığı Ancak Dört Kuşak Sürer…………………………………………………………. 206
16. Yarı Vahşi Kabileler, Diğer Halklardan Daha Fazla Fethetme Yeteneğine Sahiptir ……………… 209
17. Asabiyetin Ulaşacağı Nihâî Hedef İktidardır ………………………………………………………………. 210
18. İktidara Ulaşmanın Engelleri, Bolluk ve Refahtır…………………………………………………………. 212
19. Başkalarına Boyun Eğiş de İktidara Giden Yolu Kapatır………………………………………………… 213
20. Vergi ve Haraç Ödemeyi Kabul Eden Kabile Alçalır …………………………………………………….. 214
21. Erdemlilikte Yarış İktidara Götürür, Erdemsizlikse Devleti Çökertir ………………………………. 215
22. Vahşi Bir Milletin Egemenliği Çok Daha Geniş Sahalara Yayılır…………………………………….. 219
23. Bir Toplumda Asabiyet Güçlü Olduğu Sürece İktidar Bir Hanedanın Elinden Çıkarsa
Öbürünün Eline Geçer……………………………………………………………………………………………220
24. Mağlup Milletler Galip Milletleri Her Bakımdan Taklit Ederler …………………………………….. 222
25. Yenilen ve Yabancıya Boyun Eğen Bir Millet Kısa Zamanda Yok Olur ……………………………. 223
26. Araplar Hâkimiyetlerini Yalnızca Ova Ülkelerinde Kurabilirler………………………………………. 225
27. Arapların Ele Geçirdiği Ülkeler Kısa Zamanda Harap Olur ………………………………………….. 225
28. Araplar Ancak Peygamberlik ve Velilik Gibi Dinî Bir Harekete veya Genel Olarak
Büyük Bir Dinî Olaya Dayanarak Devlet Kurabilirler…………………………………………………..228
29. Araplar, Devlet İdareciliğine En Az Yatkın Millettir …………………………………………………….. 228
30. Kırsaldaki Kabile ve Aşiretlere Şehir Sâkinleri Hâkimdir……………………………………………….. 230
Üçüncü Bölüm
EVRSENSEL DEVLETLER, İKTİDAR,
HİLÂFET, DEVLETİN İŞLEVLERİ
Bunlarla ilgili durumlar, bazı temel ilkeler, kurallar ve tamamlayıcı bilgiler
1. Devlet ve İktidar, Güçlü Bir Kabileye ve Asabiyete Dayanmadan Kurulamaz……………………… 235
2. Güçlü ve Oturmuş Bir Devlet, Asabiyetten Vazgeçebilir …………………………………………………. 236
3. Çok Seçkin Bir Aileye Mensup Bazı Kimseler, Asabiyete Dayanmaksızın Devlet Kurabilir…….238
4. Bir Peygamber veya Hakka Davet Yoluyla Öğretilen Din, Büyük ve Güçlü Bir
İmparatorluk Kurmanın Tek Temelidir………………………………………………………………………240
5. Dinî Davet, Devletin Temelini Oluşturan Asabiyetin Gücünü Artırıp İki Katına Çıkarır………240
6. Dinî Bir Hareket, Asabiyet Bağı Olmadan Başarıya Ulaşamaz …………………………………………. 242
7. Her Devlet, Belli Ülke ve Bölgelere Yayılabilir, Daha Fazlasına Hükümran Olamaz…………….. 245
8. Devletin Büyüklüğü, Genişliği ve Süresi, Taraftarlarının Sayısının Az veya
Çok Oluşuna Bağlıdır …………………………………………………………………………………………….247
9. Çok Sayıda Kabile ve Topluluğun Bulunduğu Topraklarda Güçlü ve Kalıcı Bir
Devlet Nadiren Kurulur………………………………………………………………………………………….249
10. Otoritesini ve Saygınlığını Başkalarıyla Paylaşmamak Hükümdarlığın Gereğidir ……………….251
11. Refah ve Şatafat Devletin Yapısı Gereğidir………………………………………………………………….. 252
12. Huzur ve Sükûn Devletin Yapısı Gereğidir …………………………………………………………………. 253
13. Devletin Yapısına Uygun Olarak Şan, Şatafat İktidarın Tam Tekeline Geçtiğinde,
Refah ve Huzur İyice Yerleştiğinde Devletin Çöküşü Başlar…………………………………………..254
14. İnsanlar Gibi Hanedanların Da Belli Bir Ömrü Vardır…………………………………………………. 257
15. Devletin Göçebe Hayattan Yerleşik Hayata Geçmesi ……………………………………………………. 259
16. Refah İlk Başta Devletin Gücüne Güç Katar ………………………………………………………………. 262
17. Devletin Aşamaları ve Durumunun Değişmesi, Aşamaların Değişmesiyle
Halkın Ahlâkının Değişmesi ……………………………………………………………………………………263
18. Bir Devletin Bıraktığı Eserler, O Devletin Gücüyle Orantılıdır………………………………………. 265
19. Hükümdarın Kendi Kabilesine ve Asabiyetine Karşı, Azatlılarına ve
Himayesindeki Kimselere Güvenmesi………………………………………………………………………..275
20. Devletlerde Azatlıların ve Korunmuşların Durumu ……………………………………………………… 276
21. Hükümdarın Vesayet Altına Alınması ve Yetkisinin Gasp Edilmesi…………………………………. 279
22. Hükümdarın Yetkisini Gasp Edenler, Onun Unvanlarını Kullanamazlar …………………………. 280
23. İktidarın Gerçek Niteliği ve Farklı Türleri…………………………………………………………………… 281
24. Fazla Sertlik Devlete Zarar Verir, Bozulmaya ve Yıkıma Götürür……………………………………. 283
25. Hilâfetin ve İmâmetin Anlamı………………………………………………………………………………….. 285
26. Halifelik Makamı ve Halifeliğin Şartları Hakkında Farklı Görüşler ………………………………… 287
27. İmâmet/Hilâfet Konusunda Şiî Mezheplerinin Görüşleri ……………………………………………… 297
28. Halifeliğin Hükümdarlığa Dönüşmesi……………………………………………………………………….. 305
29. Biatın Anlamı…………………………………………………………………………………………………………315
30. Veliaht Tayini …………………………………………………………………………………………………………317
31. Halifeliğe Bağlı Makamlar ve Dinî Sorumluluklar……………………………………………………….. 330
Namaz Kıldırmak…………………………………………………………………………………………………..331
Müftülük Görevi, Fetva Makamı………………………………………………………………………………333
Kadılık Görevi……………………………………………………………………………………………………….333
Polis …………………………………………………………………………………………………………………….336
Adalet-Adliye Şahitliği-……………………………………………………………………………………………339
Hisbe ve Sikke Kurumları………………………………………………………………………………………..341
Hisbe Kurumu ………………………………………………………………………………………………………341
Sikke Kurumu……………………………………………………………………………………………………….342
32. Emîrü’l-mü’minîn (Müminlerin Başkanı) Unvanı………………………………………………………… 343
33. Hıristiyanlardaki Papa ile Patrik, Yahudilerdeki Kohen Unvanları ………………………………….. 348
Yahudiler………………………………………………………………………………………………………………349
Hıristiyanlar………………………………………………………………………………………………………….350
34. Devletteki Makamlar, Rütbeler ve Görevler………………………………………………………………… 354
Vezirlik…………………………………………………………………………………………………………………356
Hâciplik ……………………………………………………………………………………………………………….361
35. Mâliye ve Vergiler Divanı ………………………………………………………………………………………… 365
Resmî Yazışmalar ve Kâtiplik……………………………………………………………………………………369
Polis ……………………………………………………………………………………………………………………375
Donanma Komutanlığı …………………………………………………………………………………………..377
36. Devlette Kılıç ile Kalemin Önemi …………………………………………………………………………….. 382
37. Devlete ve Hükümdara Özgü Simgeler………………………………………………………………………. 383
Donanım/Levâzımat……………………………………………………………………………………………….384
Taht …………………………………………………………………………………………………………………….387
Sikke……………………………………………………………………………………………………………………387
Mühür …………………………………………………………………………………………………………………392
Tıraz/Giyim Kuşam Nakışları…………………………………………………………………………………..395
Hükümdarlık Çadırları……………………………………………………………………………………………397
Camilerde Maksûre ve Hutbede Dua ………………………………………………………………………..398
38. Savaşlar ve Savaşma Sanatı……………………………………………………………………………………….. 401
39. Vergiler, Vergilerin Artmasının veya Azalmasının Sebepleri …………………………………………… 413
40. Devletlerin Son Dönemlerinde Konan Alım Satım Vergisi…………………………………………….. 414
41. Tüccar Hükümdar, Halka Zarar Verir ve Vergi Düzenini Bozar ……………………………………… 416
42. Sultan ve Çevresi, Ancak Devletin Orta Döneminde Servet Sahibi Olur………………………….. 418
43. Maaş ve Ödeneklerin Azaltılması, Vergi Gelirlerini Azaltır…………………………………………….. 422
44. Zulüm, Umranı Yıkar, Yok Eder……………………………………………………………………………….. 423
45. Hâcipliğin Ortaya Çıkışı ve Çöküş Döneminde Önem Kazanması…………………………………. 428
46. Bir Devletin İkiye Bölünmesi …………………………………………………………………………………… 430
47. İhtiyarlayan Devlet Bir Daha Toparlanamaz ……………………………………………………………….. 433
48. Bir Devlet Nasıl Çözülüp Çöker? ……………………………………………………………………………… 434
49. Devletin Sınırlarının Genişleyip Daralması ve Yıkılması ………………………………………………. 438
50. Devletin Ortaya Çıkışı ve Yenilenmesi Nasıl Gerçekleşir? ……………………………………………… 441
51. Yeni Devlet, Merkezî Devleti Bir Anda Değil, Uzun Mücadeleyle Yener ………………………….. 442
52. Çöküş Dönemindeki Devletin Nüfusu Çok, Salgınları ve Kıtlıkları Sık Olur…………………….446
53. Düzeni Sağlayacak Bir Hükûmete Toplumun Kesinlikle İhtiyacı Vardır ………………………….. 448
54. Hz. Peygamber’in Neslinden Mehdî Çıkacağı Meselesi…………………………………………………. 459
Mehdî Konusunda Sûfîlerin Görüşleri…………………………………………………………………………….. 476
55. Devletlerin ve Milletlerin Geleceğiyle İlgili Kehânetler ve Cifir İlmi ……………………………….. 487
Dördüncü Bölüm
ÜLKELER, BAŞŞEHİRLER VE ŞEHİRLER
Yerleşik Umran ve Bunu Etkileyen Bütün Durumlar
1. Devletlerin Kuruluşu, Başşehir ve Şehirlerin Kuruluşundan Önce Gelir ……………………………. 509
2. Devlet Şehirlerde Yaşamayı Gerektirir………………………………………………………………………….. 510
3. Büyük Şehirleri, Büyük Anıt ve Yapıları Ancak Büyük Devletler Yapar……………………………… 511
4. Çok Büyük Yapıları Bir Hükümdar Tek Başına Meydana Getiremez ………………………………… 513
5. Şehirler Kurulurken Uyulması Gereken Kurallar, Uyulmadığında Görülen Sıkıntılar …………..515
6. Yeryüzündeki Camiler ve Ulu Mâbedler ……………………………………………………………………… 518
Mekke………………………………………………………………………………………………………………….519
Kudüs ………………………………………………………………………………………………………………….524
Medine…………………………………………………………………………………………………………………528
Başka Mâbedler……………………………………………………………………………………………………..529
7. İfrîkıye ve Mağrip’te Şehir ve Kasabalar Azdır……………………………………………………………….. 530
8. İslâm Ümmetindeki Binalar ve Büyük Yapılar, Kendi Kudretlerine ve
Önceki Devletlere Oranla Daha Azdır……………………………………………………………………….531
9. Pek Azı Hariç, Arapların Binaları Çabucak Harap Olur………………………………………………….. 532
10. Şehirlerin Harap Olma Süreci……………………………………………………………………………………533
11. Refah Seviyesi ve Piyasanın Canlılığı Bakımından Şehirlerarası Üstünlük,
Umranın Azlık ve Çokluğuna Bağlıdır……………………………………………………………………….533
12. Şehirlerdeki Yiyecek ve Eşya Fiyatlarının Belirlenmesi ………………………………………………….. 536
13. Bedevîler Büyük Şehirlere Yerleşmek İstemezler…………………………………………………………… 539
14. Ülkeler Arasındaki Farklılıklar, Şehirler Arasındaki Farklılıklar Gibidir…………………………….540
15. Şehirlerde Mülk ve Arazi Sahibi Olma, Bunların Faydaları ve Gelirleri ……………………………. 542
16. Şehirlerdeki Mülk Sahiplerinin Yüksek Mevkilere ve Korunmaya İhtiyaçları Vardır ……………543
17. Şehir Kültürü Devletlere Bağlıdır, Devletler Kökleştikçe Kökleşir…………………………………… 544
18. Şehir Kültürü Umranın Hedefidir, Son Aşamasıdır, Çöküşün Başlangıcıdır……………………… 547
19. Devlete Başşehirlik Eden Şehirler, Devletin Çöküşüyle Çökerler ……………………………………. 552
20. Bazı Meslekler Sadece Bazı Şehirlerde Olur ………………………………………………………………… 555
21. Şehirlerdeki Asabiyet ve Birbirine Üstün Gelme İlişkileri ……………………………………………… 555
22. Şehir Sâkinlerinin Lehçeleri………………………………………………………………………………………557
Beşinci Bölüm
GEÇİM KAYNAKLARI, KAZANÇLAR,
MESLEKLER VE BUNLARLA İLGİLİ KONULAR
1. Rızık ve Kazanç Terimlerinin Anlamı; Kazanç, Emeğin Değerini Temsil Eder……………………..563
2. Hayatını Kazanmanın Yolları ve Araçları ……………………………………………………………………… 566
3. Başkasına Hizmet Tabiî Bir Geçim Yolu Değildir…………………………………………………………… 567
4. Gizli Hazine Aramak Tabiî Bir Geçim Yolu Değildir ……………………………………………………… 568
5. Yüksek Makamlar Servet Kaynağıdır……………………………………………………………………………. 574
6. Yağcılar ve Yalakalar Zengin ve Mutlu Olur………………………………………………………………….. 575
7. Dinî Görevlerde Bulunanlar Genellikle Büyük Servet Edinemez………………………………………. 579
8. Çiftçilik, Yoksul İnsanların ve Kırsal Kesimin Geçim Kaynağıdır……………………………………… 580
9. Ticaretin Anlamı, Yöntemleri ve Farklı Türleri………………………………………………………………. 581
10. Ticaret Mallarının Uzağa veya Yakına Nakli………………………………………………………………… 582
11. İstifçilik…………………………………………………………………………………………………………………583
12. Düşük Fiyatlar Tüccarlar İçin zararlıdır ……………………………………………………………………… 584
13. Kimler Ticaretle Uğraşmalı, Kimler Ticaretten Uzak Durmalı?………………………………………. 585
14. Genellikle Tüccarların Karakteri Düşük ve Mertlikten Uzak Olur ………………………………….. 586
14.a. Tüccarların Ahlâkı, Soyluların ve Hükümdarların Ahlâkından Düşüktür……………………….587
15. Zanaat Ustasından Öğrenilir ……………………………………………………………………………………. 588
16. Zanaatlar, Şehir Umranının Gelişmesiyle Mükemmelleşir……………………………………………… 589
17. Şehirlerde Sanatların Kökleşmesi, Kültürün Oralarda Yerleşmesine ve
Süresinin Uzunluğuna Bağlıdır…………………………………………………………………………………590
18. Zanaatlar Sadece Fazla Talep Gördüğünde Mükemmelleşir ve Çoğalır…………………………….. 592
19. Çöküşe Giden Şehirlerde Zanaatlar Azalır ………………………………………………………………….. 593
20. İnsanlardan Sanata En Uzak Olanlar Araplardır…………………………………………………………… 593
21. Bir Zanaatta Uzman Olan Kimse, Bir Başka Dalda Nadiren Uzman Olur……………………….. 594
22. Temel Zanaat ve Sanatların Kısa Bir Listesi…………………………………………………………………. 595
23. Çiftçilik…………………………………………………………………………………………………………………596
24. Mimarlık……………………………………………………………………………………………………………….596
25. Marangozluk, Dülgerlik …………………………………………………………………………………………..600
26. Dokumacılık ve Terzilik……………………………………………………………………………………………602
27. Ebelik……………………………………………………………………………………………………………………603
28. Tıp Bir Şehir Mesleğidir ………………………………………………………………………………………….. 607
29. Yazı ve Yazma Sanatı……………………………………………………………………………………………….. 610
30. Kitap Üretim Zanaatı ……………………………………………………………………………………………… 618
31. Musiki…………………………………………………………………………………………………………………..620
32. Sanat, Özellikle Yazı ve Aritmetik, Bunlarla Uğraşanların Zekâsını Geliştirir …………………….627
Altıncı Bölüm
İLİMLER, ÇEŞİTLERİ VE EĞİTİM YÖNTEMLERİ
GİRİŞ ………………………………………………………………………………………………………………………..631
1. İnsanın Düşünme Yeteneği………………………………………………………………………………………… 631
2. Düşünce Eyleme Götürür………………………………………………………………………………………….. 632
3. Deneye Dayalı (Tecrübî) Akıl ve Nasıl Oluştuğu Hakkında…………………………………………….. 634
4. İnsanların Bilgileri ve Meleklerin Bilgileri…………………………………………………………………….. 636
5. Peygamberlerin Bilgileri…………………………………………………………………………………………….. 638
6. İnsan Özü Bakımından Cahildir, Edindiği Bilgiyle Âlim Olur ………………………………………… 640
6 a. Bilim ve Öğretim İnsanlık Umranında Tabiîdir…………………………………………………………… 641
7. Eğitim ve Öğretim Bir Sanattır…………………………………………………………………………………… 642
8. Bilimler Sadece Yerleşik Nüfusun Yeterli ve Şehir Umranının İleri Olduğu Yerlerde Gelişir……647
9. Günümüz Umranındaki Çeşitli Bilimler……………………………………………………………………….648
10. Kur’ân İlimleri………………………………………………………………………………………………………..651
Kırâat…………………………………………………………………………………………………………………..651
Kur’ân’ın imlâsı/yazımı……………………………………………………………………………………………652
Tefsir……………………………………………………………………………………………………………………653
11. Hadis İlimleri…………………………………………………………………………………………………………656
12. Fıkıh ve Alt Bölümü Olan Ferâiz (Miras Hukuku) ………………………………………………………. 664
Fıkıh ……………………………………………………………………………………………………………………664
Ferâiz İlmi/Miras Hukuku………………………………………………………………………………………. 674
13. Hukuk İlkeleri Bilimi (Fıkıh Usûlü), Tartışmalı Meseleler ve Cedel …………………………..676
Tartışmalı Meseleler/Hılâfiyât…………………………………………………………………………………..681
Cedel/Diyalektik……………………………………………………………………………………………………682
14. Kelâm İlmi……………………………………………………………………………………………………………. 683
15. Kur’ân ve Sünnetteki Müteşâbihlerin Açıklanması ve Bunların Ehl-i Sünnet ve
Ehl-i Bid’at Mezhepler Üzerindeki Etkisi …………………………………………………………………..697
16. Tasavvuf İlmi………………………………………………………………………………………………………….710
Bazı Ayrıntılar ve Aydınlatıcı Bilgiler…………………………………………………………………………716
Ek ……………………………………………………………………………………………………………………….722
17. Rüya Tâbiri İlmi ……………………………………………………………………………………………………. 728
18. Aklî İlimler ve Çeşitleri……………………………………………………………………………………………. 732
19. Sayılarla İlgili İlimler………………………………………………………………………………………………. 738
Hesaplama Sanatı…………………………………………………………………………………………………..739
Cebir……………………………………………………………………………………………………………………740
(Ticarî ve Diğer) İşlemler…………………………………………………………………………………………742
Ferâiz (Miras Taksimi)…………………………………………………………………………………………….742
20. Geometrik İlimler ………………………………………………………………………………………………….. 743
Geometri………………………………………………………………………………………………………………743
Küresel şekiller ve konik kesitler……………………………………………………………………………….744
Kadastro………………………………………………………………………………………………………………. 745
Optik …………………………………………………………………………………………………………………..745
21. Astronomi ……………………………………………………………………………………………………………..746
Astronomi Cetvelleri ………………………………………………………………………………………………747
22. Mantık İlmi…………………………………………………………………………………………………………… 748
Mantık ve Kelâm İlmi …………………………………………………………………………………………….752
23. Fizik ……………………………………………………………………………………………………………………..755
24. Tıp ……………………………………………………………………………………………………………………….755
25. Tarım …………………………………………………………………………………………………………………..757
26. Metafizik / İlâhiyat İlmi…………………………………………………………………………………………… 758
27. Büyücülük ve Tılsım İlimleri ……………………………………………………………………………………. 761
Nazar …………………………………………………………………………………………………………………..771
28. Harflerin Sırlarının İlmi …………………………………………………………………………………………. 771
Konuyu Netleştirmek İçin Birkaç Açıklama………………………………………………………………..776
Zâyirçe…………………………………………………………………………………………………………………778
Kısa Bir Bilgi………………………………………………………………………………………………………… 781
Ruhânî Tıp……………………………………………………………………………………………………………781
Hükümdarların ve Oğullarının DoğumlarındaIşınların Görülmesi…………………………………781
Ruhî Coşku ve Allah’a Teslimiyet ……………………………………………………………………………..782
Yıldızların Işıklarının Birleşmesi ……………………………………………………………………………….783
Bitirirken, Makamlar Hakkında ……………………………………………………………………………….784
Vasiyetname, Son Sözler, İman, İslâm, Haram Kılma ve Ehliyet Hakkında………………………784
Zâyirçe: Allah’ın Yardımıyla Kâinatın Zâyirçesi Aracılığıyla Soruların
Cevaplarını Keşfetme Usulü …………………………………………………………………………………….785
Harfler Arasındaki Bağlantılardan Gizli Sırlar Nasıl Öğrenilir? ………………………………………795
Harf Sistemleriyle Gizli Düşüncelerin Keşfi ……………………………………………………………….800
29. Simya İlmi……………………………………………………………………………………………………………..804
30. Felsefenin Reddi ve Görüşlerinin Yanlışlığı…………………………………………………………………. 816
31. Astrolojinin Reddi, Başarılarının Zayıflığı ve Hedefinin Zararlılığı …………………………………824
32. Simyanın Kısırlığı, İmkânsızlığı ve Zararı …………………………………………………………………… 830
33. Yazarken Özellikle Göz Önünde Bulundurulması Gereken Hedefler ………………………………. 839
34. Çok Sayıda Bilimsel Eser Eğitime Engeldir…………………………………………………………………. 844
35. Özetlenmiş İlim Kitaplarının Çokluğu EğitimeZarar Verir……………………………………………. 846
36. Bilimlerin Öğretiminde İzlenmesi Gereken Yol ve Yöntem ……………………………………………. 847
Öğrenciye Sesleniş………………………………………………………………………………………………….849
37. Yardımcı Bilimlerin Öğretim Süresi Uzatılmamalı ve Ayrıntıya Girilmemelidir …………………852
38. Müslüman Diyarlarda Çocukların Eğitimi ve Uygulanan Farklı Yöntemler………………………. 853
39. Sert Davranmak Öğrencilere Zarar Verir ……………………………………………………………………. 856
40. Bilim İçin Seyahat ve Üstadlarla Görüşme Öğrenmeyi Mükemmelleştirir ……………………….. 858
41. Âlimler, Bütün İnsanlar Arasında, Siyasete En Yabancı Olanlardır………………………………….. 859
42. İslâm Âlimlerinin Çoğu Arap Değildir………………………………………………………………………..861
43. Anadili Arapça Olmayan, İlimleri Öğrenmede Anadili Arapça Olana
Oranla Daha Çok Zorluk Çeker……………………………………………………………………………….864
44. Arap Dili ile İlgili Bilimler……………………………………………………………………………………….. 867
Dilbilgisi/Nahiv ……………………………………………………………………………………………………. 868
Sözlükbilim/Lügat İlmi …………………………………………………………………………………………..870
Retorik/Beyan İlmi…………………………………………………………………………………………………875
Edebiyat……………………………………………………………………………………………………………….879
45. Dil, Teknik Bir Melekedir………………………………………………………………………………………… 880
46. Çağdaş Arapça, Mudar ve Himyer Dillerinden Farklı Bağımsız Bir Dildir ………………………. 882
47. Yerleşik Nüfusun ve Şehirlilerin Dili, Mudar Dilinden Farklı, Bağımsız Bir Dildir……………..886
48. Mudar Dilinin Öğrenilmesi……………………………………………………………………………………… 887
49. Dil, Dilbilgisini ve Kuralları Bilmekle Öğrenilmez ………………………………………………………. 888
50. Retorik Terminolojisine Göre “Zevk” Kelimesinin Yorumu ve Gerçek anlamı,
Araplaşmış Kimselerin Buna Sahip Olamayışlarının Sebebi …………………………………………..891
51. Genel Olarak Şehir Halkının, Eğitim Yoluyla Öğrenilmiş, Kusurlu Bir Arap
Dili Melekesi Vardır, Arap Dilinden Ne Kadar Uzaklaşırlarsa, Bu Melekeyi Edinmeleri
O Kadar Güç ve Zor Olur……………………………………………………………………………………….894
52. Sözün Şiir ve Nesir Olarak İkiye Ayrılması …………………………………………………………………. 896
53. Bir Kişi Hem Şiirde, Hem Nesirde Nadiren Mükemmel Olabilir……………………………………. 899
54. Şiir Sanatı ve Onu Öğrenmenin Yolu ………………………………………………………………………… 900
Şiir Sanatı……………………………………………………………………………………………………………..906
Şiir Sanatı Üzerine Şiir ……………………………………………………………………………………………909
55. Şiir ve Nesir Sanatı, Fikirleri Değil, Kelimeleri Esas Alır……………………………………………….. 910
56. Dil Melekesi, Çok Ezberle Oluşur; Kalitesi, Ezberlenen Metinlere Bağlıdır …………………….. 911
57. Sade Üslûp, Yapay Üslûp ………………………………………………………………………………………… 915
58. Yüksek Mevkidekiler Şiirle Uğraşmayı Neden Küçümser Oldular?………………………………….. 920
59. Çağımız Bedevîlerinin ve Şehirlilerin Şiirleri……………………………………………………………….. 921
ENDÜLÜS MUVAŞŞAHLARI VE ZECELLERİ ……………………………………………………………. 933
Muvaşşahlar ………………………………………………………………………………………………………….935
Zeceller ………………………………………………………………………………………………………………..943
BİTİRİRKEN…………………………………………………………………………………………………………….. 957
DİZİN……………………………………………………………………………………………………………………….958
ESER HAKKINDA
Mukaddime’nin önemini anlatmaya gerek yok. Mukaddime, dünyanın önde gelen hemen hemen bütün ilim, fikir ve siyaset adamları tarafından bilinen ve takdir edilen bir eserdir.
Mukaddime, Batı’da önde gelen önemli siyasetçi, sosyolog ve filozofların mutlaka okumak ihtiyacı duydukları bir kaynaktır. ABD ekonomisini derleyip toparlayan ve sekiz yıl iktidarda kalan Ronald Reagan, Mukaddime’den çok yararlandığını açıkça dile getirmişti. 1 Ekim 1981 tarihinde o ünlü ekonomik iyileştirme programını açıklaması sırasında “On dördüncü yüzyılda yaşamış bir müslüman düşünür olan İbn Haldun’un, günümüz ekonomist ve mâliyecilerinden çok daha aklı başında ve toplumu sarsmayacak, nefesini kesmeyecek çözümler ürettiğini” söylemiş ve İbn Haldun’a şükranlarını arz etmişti.
İngiltere’yi yıllarca refah içinde idare eden Başbakan Margaret Thatcher’ın da Mukaddime’yi yanından hiç eksik etmediğini danışmanından öğreniyoruz.
Gerçekten de İbn Haldun’un toplum hayatı, siyaset ve ekonomi gibi pek çok dallardaki gözlem ve değerlendirmeleri, dün için olduğu kadar bugün için de geçerlidir.
Roger Garaudy müslüman olmadan önce kaleme aldığı İslâm Medeniyetinin İnsanlığa Katkısı eserinde İbn Haldun’a on sayfadan fazla yer ayırır. Söz konusu kitabının Beşinci Bölümüne “Descartes’ın, Montesquieu’nün Öncüsü ve İslâm’ın Karl Marks’ı” ana başlığını koyar ve İbn Haldun’u şu alt başlıklar altında takdim eder: “Mukaddime: Bir Anıt Eser; Bilimsel Tarihin ve Sosyolojinin Kurucusu; Çağını Aşan Bir İktisatçı.” Aynı eserinde Garaudy, Philippe K. Hitti’nin şu sözüne de yer verir: “İbn Haldun, İslâm âleminin yetiştirdiği en büyük filozof ve tarihçi, bütün insanlığın da gelmiş geçmiş en büyük düşünürlerinden biridir.”
Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan şu değerlendirmeyi yapar: “Sadece İbn Haldun ismi bile İslâm Tarihinin ne kadar parlak bir ilim çağı yaşadığının göstergesidir.”
İbn Haldun’un sosyal ve politik kavramlarının çoğu, 20. yüzyılın sosyologları ve antropologları arasında büyük bir yankı uyandırmıştır. Bu bağlamda, onun fikirlerinden doğrudan etkilenen tarihçilerden, etnologlardan ve antropologlardan sadece birkaçını sayacak olursak, Tocqueville, Masqueray, Durkheim, Evans-Pritchard, Hart ve Gellner’i gösterebiliriz.
Engels, yaptığı toplum değerlendirmelerinde, Rus bilim adamı Kovalevski sayesinde haberdar olduğu Mukaddime’den yararlanır ve “Hıristiyanlığın ilk dönem tarihine katkı” başlıklı makalesinde, İbn Haldun’un görüşlerinin çok özlü bir özetini sunar.
Öte yandan, bütün dünyanın kabul ettiği bir numaralı tarih felsefecisi Arnold Toynbee’ye göre “Hiç şüphesiz Mukaddime, kendi türünde, bugüne kadar hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir zihnin ortaya koyamadığı en büyük eserdir”
İbn Haldun üzerine tez yapmış olan Prof. Dr. Ahmet Arslan da şu uyarıyı yapar: “İslâm’la, İslâm kültürü veya uygarlığıyla ilgili hangi konuda araştırma yapacaksanız yapın, İbn Haldun’a başvurmadan, onun bu konuyla ilgili düşüncelerini bilmeden, görmeden doğru bir yerden başlayamazsınız ve doğru bir yere varamazsınız. İslâm’da ister siyaset, ister hukuk, ister felsefe, kurumlar veya halifelik çalışın, önce İbn Haldun’a bakmak zorundasınız. İslâm’da ekonomi, şehircilik, ticaret, eğitim, hatta edebiyat veya şiir mi çalışmak istiyorsunuz, yine önce İbn Haldun’un bu konularda ne dediğine bakacaksınız. İbn Haldun’u bilmeden, onun bakış açısını esas almadan, İslâm’la ilgili hiçbir konuyu iyi çalışamazsınız.”
Osmanlı Devleti’nin ileri gelenleri İbn Haldun’un kıymetini Batılılardan çok daha önce bilip anladılar. Nitekim Prof. Dr. Allan James Fromherz şu notu düşer: “Avrupalılardan önce İbn Haldun’u keşfeden ve üzerinde çalışmalar yapan Osmanlılardı… Elbette İbn Haldun, hükümranlıkları Cezayir ve Fas kıyılarına ulaşan ve bu sebeple Arap ve Berberî idareleri ve tarihleri hakkında malumat edinmek zorunda kalan Osmanlılara son derece lâzımdı.” Zaten ufuklu Osmanlı tarihçisi Naîmâ da şu değerlendirmede bulunur: “Mağripli İbn Haldun’un Arap Tarihi en üstün eserdir. Bu eserin giriş kısmı olan Mukaddime ilim cevherleriyle dolu bir hazine sandığı gibidir.”
Günümüz Batı’sındaki sosyolog, siyaset bilimci ve fikir adamları Mukaddime’yi okumak ihtiyacı duyuyorlar. Bazıları İbn Haldun’un görüş ve düşüncelerini tam olarak anlayabilmek için İngilizce ve Fransızca başta olmak üzere bildikleri Batı dillerindeki bütün tercümeleri ve yeni tercümelerini mutlaka okuyorlar. İbn Haldun hakkında çok önemli incelemelerde bulunmuş olan Krzysztof Pomian’ın Batı Prizmasından İbn Haldun adlı eserinde bunu apaçık görebiliyoruz.
İbn Haldun Mukaddime’sinde yaşadığı dönemdeki toplumların objektif ve kapsamlı bir gözlemini yapar, bundan hareketle de onların tam bir panoramasını çizer. Kırsal (veya Bedevî) hayattan şehir hayatına, bütün bilim dallarından sanata ve mesleklere, ziraatten tıpa, siyasetten edebiyata, yüksek tabakanın edebiyatından halk edebiyatına, astroloji, çeşitli fal türlerinden simyaya varıncaya kadar hepsini mercek altına alır. Kendi döneminde, gerek Batı’da Mağrip ve Endülüs’te, gerekse Doğu’da Irak ve Mısır’da bütün bu dallarda olup bitenleri ayrıntılarıyla okurlarına aktarır. O dönemdeki toplumlarda yaşanan ortamı, okuyucunun zihninde canlandırabileceği bir şekilde sunar.
Mukaddime’yi tercüme etmeye bundan yıllar önce Vincent Mansour Monteil (Vensan Mansur Montey)’in Fransızca tercümesini okuduktan sonra karar vermiştik. Türkçedeki tercümeleri dikkatle ve özenle okumuş biri olarak, onun Fransızca tercümesini ve dipnotlarını görünce, bu önemli eserin yeniden tercüme edilmesi gerektiği kanaatine varmıştık.
Bu arada bir hakikati itiraf etmek zorundayız. Mukaddime’yi hakkıyla tercüme edebilmek neredeyse imkânsız. Bunun asıl sebebi de, İbn Haldun’un yed-i tûlâ sahibi, yani döneminin bütün ilim dallarında değilse bile pek çoğunda, o dalların en seçkin uzmanlarınınki kadar bilgili olmasıdır. Öte yandan, İbn Haldun edebî şiirler yazabilecek kadar da dile hâkim biridir. Üstad, hem oldukça edebî, hem de secili cümleler kurmak için öyle bilinmedik kelimeler ve kendisinin ürettiği bir terminoloji kullanıyor ki mütercimin işin içinden çıkması bazen imkânsız hâle geliyor. Çok az kelimeyle çok fazla şeyler ifade eden ve en fazla iki üç kelimeden oluşan bu tür bazı cümlelerin altından kalkmak ve okuyucuya onları tam anlamıyla aktarabilmek zorun da zoru olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla Mukaddime gerçek anlamda ancak çeşitli bilim dallarındaki uzmanlar tarafından oluşan bir heyet tarafından tercüme edilebilir. Fakat Allah’ın Kitabı’nın bile güçlü bir heyet tarafından dilimize aktarılamadığını gördüğümüz için, böyle bir şeyin pek mümkün olacağını sanmıyoruz.
Her şeye rağmen, biz elimizden geleni yaptık. İbn Haldun Mukaddime’nin sonunda bu eserini beş ayda yazdığını belirtir, bizse ön çalışmalarımızı da dâhil edersek, onun yazdığının yaklaşık beş katı bir zaman harcayarak tercüme edebildik. Tercümede az önce belirttiğimiz gibi Monteil’in Fransızca tercümesini esas almayı düşünmüştük. Tercümeye tam niyetlendiğimiz sırada Paris’e gitmiştik ki Allah karşımıza iki ayrı tercüme daha çıkardı. Birincisi J. F. Kayale tarafından aktarılan ve Fadi Salamé’nin gözden geçirdiği tek ciltlik bir Mukaddime tercümesiydi. Fransızcaya çevrilmiş ikinci bir Mukaddime görmekten dolayı hayli sevinmişken, bir de Abdesselam Cheddadi tarafından çok daha özenle ve neredeyse edisyon kritiğiyle birlikte yapılmış bir tercümeyle daha karşılaşmayalım mı? Bunu bizim bu yoldaki iyi niyetimizin Rabbânî bir desteği olarak gördük. Daha sonra Mukaddime’nin ilk defa 1860’lı yıllarda Fransızcaya çevrildiğini bildiğimiz için onu da araştırıp temin ettik. Üç cilt hâlinde, geniş açıklamalar ve dipnotlarla De Slane (Dö Slan) tarafından büyük emek harcanarak yapılmış bir tercümedir bu. Bunların yanında Batı’da asıl ün yapan Rosenthal’ın İngilizce çevirisini de temin ettik. Monteil ve Cheddadi’in Mukaddime’yi Fransızcaya çevirirken Rosenthal’in tercümesine sürekli baktıklarını ve onun bazı yerleri hatalı tercüme ettiğini belirttiklerini de gördük.
İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden hocam, İbn Haldun uzmanı, 1951’de Kahire’de İbn Haldun’un kendi hayatını anlattığı eseri Ta’rîf’i yayımlayan Faslı büyük âlim Muhammed Tancî, Mukaddime’nin edisyon kritiğini yapmaya niyetlenmişti, fakat ömrü vefa etmedi. Yapabilmiş olsaydı, bizler için büyük bir nimet olurdu. Bu vesileyle kendisini rahmetle yâd edelim.
Şunu kesinlikle söyleyelim ve uyaralım ki Arapça veya Farsça yazılmış bir eseri, Batı dillerinden tercüme edecek bir kişinin Arapça ve Farsçayı da mutlaka bilmesi, dolayısıyla çevirirken eserin özgün diline sık sık bakması gerekir. Aksi hâlde terminoloji yerli yerine oturmaz. O yüzden biz Mukaddime’nin Arapça (Halil Şehâde, Abdullah Muhammed ed-Dervîş ve Saîd Mahmud Ukayyil tarafından hazırlanmış) üç ayrı baskısını da masamızda bulundurduk. Bu arada elbette dilimizdeki, Osmanlı döneminde yapılanı da dâhil, bütün Mukaddime tercümelerini elimizin altında tuttuk. Dilimizdeki bu çevirilerin hiçbiri hakkında bir değerlendirmede bulunmak istemiyoruz, sadece Turan Dursun tarafından yapılan tercümenin eksik olduğunu, yayınevinin okuruna bu uyarıyı yapmadan sanki Mukaddime’nin tamamıymış gibi sunmasını yadırgadığımızı ifade etmekle yetiniyoruz.
Yukarıda Mukaddime hakkında seçkin kimseler tarafından söylenen o sözlerden sonra, bizim bu eserin önemine dair ayrıca bir şeyler söylememiz gereksiz olur. O yüzden biz sadece -çok geniş kesimler tarafından rahatça ve kolayca anlaşılabilmesi için hayli emek verdiğimiz- bu tercümemizin okurun ufkunu açmasını dilemekle yetiniyoruz* .
Cemal Aydın
Fındıkzade, 27 Ağustos 2021
BAŞLARKEN
Rahmân ve Rahîm Allah’ın Adıyla
Allah’ın salât ve selâmı Efendimiz Muhammed’e,
âline ve ashâbına olsun!
Allah Teâlâya muhtaç ve fakir, O’nun lütfuyla da zengin bir kul olan Abdurrahman ibn Muhammed ibn Haldun el-Hadramî -Allah kendisini başarılı kılsın!- der ki:
Gerçek güç ve kudret sahibi, görünür ve görünmez âlemlerin hükümranı, en güzel isim ve sıfatları taşıyan Allah’a hamd olsun! O, mutlak1 bilgi sahibidir: İster fısıltıyla açıklansın, isterse susarak gizlensin, hiçbir şey O’na saklı kalmaz!
Kudreti mutlaktır: Gökte ve yerde hiçbir şey O’na karşı koyamaz ve O’nun hükümranlığından kaçamaz.
O bizi topraktan yarattı, bize can verip hayat bahşetti. Bizi yeryüzüne halklar ve milletler olarak yerleştirdi. Bu dünyadan rızkımızı ve payımızı kolayca elde etmemizi sağladı.
Annelerimizin rahimlerinde de, evlerimizde de bizi koruyan O’dur! Geçimimizi ve bakımımızı sağlayan da O!
Geçen günler ve anlar bizi habire çökertiyor! Kader Kitabında bizim için yazılmış olan ecel bizi bekliyor.
O’dur ancak ebedî olan ve değişmeden kalan! Ölmeyen ve hep diri kalan sadece O!
Salât ve selâm, Tevrat ve İncil’de adı edilen ve tanıtılan Arap kavminden Peygamberimiz, Efendimiz Muhammed’e olsun! Pazarlar Cumartesilerin ardından gelmeden, Zuhal (Satürn) yıldızı Yehmût2 ’tan ayrılmadan bile önce, kâinat onun gelişine hâmile idi3 ! Onun doğruluğuna örümcekle güvercin4 bile şahitlik etti!
Onun ailesine ve ashâbına da selâm olsun! Onlar onu sevmek ve onun izinde gitmekle etkili oldular ve şeref kazandılar. Ona yardım ederken birleşip güçlendiler, onun düşmanları ise, anlaşmazlıklar yüzünden zayıflayıp mahvoldular.
İslâm’ın talihi açılıp durmadan güçlendiği, küfrün de güçsüz bağları giderek zayıflayıp koptuğu sürece, ona ve ashâbına salat ü selâm olsun! Çokça salât ü selâm!
ÖN SÖZ
Tarih ilmi, milletten millete, halktan halka aktarılan en yaygın ilimlerden biridir. İnsanlar onu öğrenmek için uzun yolculuklara çıkar. Sıradan insanlar ile ayak takımı dahi onu bilmek ister. Krallar ve yöneticiler, hırsla onun peşinden koşar. Bilgili kimseler kadar cahiller de ona değer verir.
Dışarıdan bakıldığında tarih, aslında siyasî olayların, devletlerin/ hanedanların ve çok eski dönemlerde olup bitenlerin hikâyesinden ibarettir. Bu hikâyeler, vecizeler, atasözleri gibi alıntılarla süslenerek zarif bir şekilde sunulur. Söz konusu hikâyeler, geniş halk kitlelerine hoşça vakit geçirtirken, bizim de insan ilişkileri hakkında fikir edinmemize imkân verir. O insanların durumunu etkileyen değişimleri, devletlerin yayılışları ve çöküşlerine kadar sahip oldukları topraklar hakkında bize bilgi sağlar.
İçeriden bakıldığında ise, tarihin bir başka anlamı vardır. Tarih demek, derinlemesine düşünmek, meselenin hakikatine ulaşmak için çaba sarf etmek, olup bitenlerin sebep ve kökenlerini maharetle ortaya koymak, olayların niçin ve nasılını bulup bilmek demektir. Şu hâlde tarih, dayanağını ve köklerini felsefeden alır, dolayısıyla da onun bir dalı sayılması gerekir.
Belli başlı müslüman tarihçiler, daha önce tarihî olayları geniş çapta topladılar, kitaplarına bunları kaydettiler ve bizlere emanet bıraktılar. Ne var ki sonradan ehliyetsiz kişiler ortaya çıktı ve onlar bu kitaplara tamamen kendilerinin hayal ürünü olan, boş, anlamsız, yalan dolan bilgileri doldurdular. Peşlerinden gelenler de onlara ayak uydurdular. Anlatılanların sebeplerini, dönemlerin hâl ve şartlarını araştırmadan, büsbütün hakikat dışı görünenleri bile çıkarıp atma gereği duymadan onlardan okudukları şeyleri tekrarlamakla yetindiler.
Hakikate ulaşmak için yeterince gayret yok. Tenkit ve tashih ise, çoğunlukla zayıf. Tarihî araştırmalarda yanlışla kuruntu kol kola. Geleneğe körü körüne bağlılık son derece sıradan. İnsanların bilmedikleri ilmî konulara burunlarını sokmaları da hayli yaygın. Ne var ki cehalet alanından bir şeyler derlemek, insan için hiç de sağlıklı değildir. Hakikatin gücü karşısında hiçbir şey duramaz! Yalan şeytanına karşı, aklın ışığıyla mücadele etmek gerekir.
Anlatıcı (tarihî olayları anlatan kimse), sadece ham gerçekleri kayda geçirip iletir. Doğruyu yanlıştan ayırmaksa, meseleleri dikkatle inceleyen eleştirmene düşer. Eleştirmen doğru olanın netliğini ve parlaklığını da ilimde bulur. Daha önce ayrıntılı tarihî eserler kaleme alındı. Milletlerin ve hükümranlıkların evrensel tarihi derlendi ve yazıldı. Fakat kendilerinden öncekilerin yazdıklarından hareketle özgün eserler ortaya koyup da otorite olarak kabul edilen ve ünlenen tarihçiler azdır. Bunlar iki elin on parmağını geçmez. Hatta belki de Arap dilbilgisindeki ismin hâllerini gösteren fetha, ötre, kesre ve cezm durumları gibi birkaç (topu topu üç dört) kişiden fazla değildir. Birçokları arasından seçkin ve şöhret olmuş şu isimleri sayabiliriz: İbn İshak, Taberî, İbn Kelbî, Muhammed ibn Ömer el-Vâkıdî, Seyf ibn Ömer el-Esedî ve Mes’ûdî.
Elbette uzmanlar çok iyi bilirler: Mes’ûdî ile Vâkıdî’nin eserleri, bazı bakımlardan tartışmalıdır. Ne var ki sonraki tarihçiler, bunların yol ve usullerini benimsemiş ve eserlerinde onların yöntemini izlemişlerdir. Kendi akıl terazisine vurup onların aktardıkları bilgilerin eğrisini veya doğrusunu tespit etmek, uyanık/dikkatli ve bilgili eleştirmenin işidir. Çünkü belli bir umranda7 yaşanılan ortam, o tarihî bilgilerin denetlenmesine, anlatılanların ve belgelerin karşılaştırılmasına imkân verir.
Ortaya koydukları eserlerin çoğunda bu yazarlar, (Emevîler ile Abbasîler) tarafından idare edilen hayli geniş coğrafî alanı esas alarak ve kullandıkları veya kullanmadıkları kaynakların genişliğine bağlı kalarak, genel tarihî bilgiler verirler. Mes’ûdî gibi bazı tarihçiler, İslâm öncesi hükümranlıkları, milletleri ve olayları topluca ele alırlar. Onların takipçileri arasında bazıları ise daha sınırlı bir alanda kalır; kendi dönemlerinin olaylarını anlatmak ve kendi yörelerinin tarihini derinlemesine ele almakla yetinirler. Kendi devletlerinden ve şehirlerinden bahsederler. İspanya ve İspanya Emevîleri tarihçisi Ebu Hayyân böyledir; Afrika ve Kayravan hükümdarlarının tarihçisi İbn Rakîk de öyle.
Daha sonraki tarihçilerin hepsi de, kendi zekâ parıltısını göstermek için çaba sarf etmeyen, kalın kafalı, tutucu kimseler oldular. (Tarihî olayları) öncekilerin tezgâhında dokuyup durmaktan öteye gitmediler. Onları örnek almakla kaldılar. Zamanın getirdiği değişmeleri, milletlerin ve kuşakların tutumundaki farklılaşmaları hiç hesaba katmadılar.
Onların geçmiş hanedan ve olayları sunuşları, kılıçsız kılıflar gibi kof ve boş, gerçeği yanlıştan ayırt edemedikleri için, ilimleri de tutarsızdır. Kaynağını belirtmedikleri olaylardan söz ederler, terminolojileri ise ne mantıklıdır, ne de kontrol etmeye müsaittir. Kendilerinden öncekileri taklit ederek çok iyi bilinen hikâyeleri tekrar ederler. Tarihî değişimlerin önemini görmezden gelirler, çünkü bunları, onların yerine inceleyecek kimseleri yoktur. O yüzden de eserleri bu konuda dilsizdir. Belli bir hanedanı mı tanıtacaklar, o hanedanın tarihini, doğru veya yanlış, kendilerine nasıl aktarılmışsa öyle anlatırlar. O hanedanın kökenini ve çıkış dönemini umursamazlar. Onun nasıl bayrak açtığını, bayrağını neden diğerlerinin üzerinde dalgalandırdığını, niçin son bulduğunu söylemezler. Bundan dolayı da okuyucu, olayların ve hanedanların nasıl ortaya çıktığını boşuna arar. Niçin farklı hanedanlardan birilerinin diğerlerine baskın geldiğini, neden birinin diğerinin yerine geçtiğini, okuyucu kendi başına bulmak zorunda kalır. Hanedanlar arasındaki anlaşmazlık veya uzlaşmalara da ikna edici bir açıklamayı yine okurun kendisi bulması gerekir.
İşte bütün bunlar, elinizdeki eserin Giriş kısmının konusu olacaktır. Sonra başka bir tarihçiler zümresi ortaya çıktı. Bunlar hükümdarların listesini ve ne kadar süre iktidarda kaldıklarını vermekle yetinen, özetlenmiş kitaplar yazdılar. Kitaplarında ne soy kütüklerine yer verdiler, ne de bilinmesi gereken haberlere. İbn Reşîk’ın (Mîzânü’lAmel’inde) ve onu taklit eden, adı edilmeğe değmez, kimselerin yaptığı budur. Onların hiçbiri güvene lâyık değildir. Yetkili kimseler olarak görülemezler, eserlerinin de kalıcı olması mümkün değildir. Çünkü onlar faydalı belgelerin kaybolmasına göz yummuşlar ve tarihçiler katında geçerli olan usul ve kaidelere uymamışlardır.
* **
Ben bu tarihçilerin eserlerini okuduktan ve dünle bugünün olaylarını derinlemesine araştırdıktan sonra, zihnimi uyuşukluktan ve gaflet uykusundan çekip uyandırmaya muvaffak oldum. Hiç de ehil olmadığım hâlde, bir tarih kitabı yazma konusunda gönlümü ikna ettim. İşte böyle bir tarih kitabı (yani Kitâbü’l-İber’i) kaleme aldım. Bu kitapta çeşitli halkları kuşatan hâl ve şartların üzerindeki örtüyü kaldırmak ve onların durumlarını aydınlatmak için elimden gelenin en iyisini yaptım.
Kitabımı bölümlere ayırdım. O bölümlerde hem tarihî olayları anlattım, hem de kendi görüşlerimi dile getirdim. Kitabımda devletlerin ve umranın nasıl ve niçin doğduklarını göstermek istedim.
Ben eserimi bugün Mağrip’i imar eden, bölgelerini ve şehirlerini şenlendiren (kalıcı veya geçici) hanedanlarıyla birlikte, hükümdarlarını ve onların eski yardımcılarını da unutmadan, iki kavmin tarihi üzerine dayandırdım. Bu iki millet, Araplarla Berberîlerdir. Bunlar Mağrip’te o kadar uzun zamandan beri yaşamaktadırlar ki onların başka yerde yaşadıkları güç belâ akla gelir. Çünkü Mağrip halkları başka kavim bilmezler.
Bu eserde işlenen konuları düzgün bir şekilde takdim etmek ve âlimlerle seçkin kimselerin anlamalarını kolaylaştırmak için en büyük itinayı gösterdim. Konuların sunuluş düzeninde ve bölümlere ayrılmasında alışılmadık bir yöntem kullandım. Dikkate değer bir yol, orijinal bir yaklaşım ve bir usul icat ettim. Umranın, şehir hayatı tarzının benimsenmesinin, insan toplumunun temel özelliklerinin durumları hakkında, okuyucunun olayların sebeplerini keşfetmesine ve hanedanların hangi yollarla iktidara eriştiklerini görmesine imkân veren açıklamalar yaptım.
Sonuç olarak okuyucu, kendisine sunulan hikâyelere artık körü körüne inanmayacak, bundan böyle önceki yüzyılların ve halkların tarihini daha iyi bilecek ve hatta ileride ortaya çıkabilecek hadiseleri de önceden kestirebilecektir. Ben çalışmamı bir giriş ve üç kitap şeklinde düzenledim. Giriş tarih ilminin önemini ele alır, bu ilmin çeşitli yöntemleri hakkında yargılarda bulunur ve tarihçilerin hatalarını kaydeder. Birinci kitap (yani elinizdeki Mukaddime), umrana ve onun belli başlı şu özelliklerine ayrılmıştır: Devlet, hükümdarlık, kazanç getiren faaliyetler, kişinin hayatını kazanmasının vasıtaları, bilimler ve sanatlar, ayrıca bütün bu kurum ve faaliyetlerin sebep ve sonuçları. İkinci kitap (Kitâbü’l-İber), dünyanın yaratılışından bu yana Arapların tarihini, kavimlerini ve hanedanlarını konu edinir. Ayrıca Arapların çağdaşı olan şu milletler ve meşhur hanedanlardan bahseder: Nabatîler (Nebâtîler), Süryanîler, Persler, İsrailoğulları, Kıptîler, Grekler, Romalılar ve Türkler.
Üçüncü kitap (Kitâbü’l-İber), Berberîler ile onların topluluğu içinde yer alan Zanâtaların tarihini kapsar: Kökenleri, kavimleri ve Mağrip’in devlet ve hanedanları… Daha sonra benim bir Doğu seyahatim oldu. Hem oranın sunduğu aydınlıklardan istifade edeyim, hem de Mekke ve Medine’yi ziyaret ederek hac vazifemi yerine getireyim istedim. O sırada Şark’ın tarih eserlerini inceleme fırsatı buldum. Böylece Pers ve Türk hanedanlarının tarihi hakkındaki bilgi eksikliğimi giderebildim. Dolayısıyla da o kavimlerin (Persler ile Türklerin) çağdaşları olan milletleri veya hükümranlıkları ele alan eserimin o kısımlarını, yeni bilgiler ekleyerek, ilk yazdıklarımı tamamlayabildim. Bunu yaparken de kısa ve özlü bilgiler sundum, ayrıntıları da soy ağacı tablolarından hareketle verdim.
Elinizdeki eserim (Kitâbü’l-İber) tam bir dünya tarihidir. Şaşıran aklı, doğru yola gelmeye mecbur eder. Hanedanların devlet kurması, yükselmesi ve çökmesinin sebeplerini açıklar. Bir hikmet küpü ve bir tarih dağarcığıdır. Bütün bunların yanında, yerleşik ve göçebe Arap ve Berberîlerin tarihini ele aldığı, bu iki kavmin çağdaşı büyük imparatorluklardan bahsettiği, olayların sebeplerinden olduğu kadar bizzat olup bitenlerden de açıkça ibretler/dersler çıkarıp verdiği için de ben eserime şu adı verdim: Kitâbu’l-İber ve Divânü’l-Mübtedâi ve’l-Haber fî Eyyâm’il-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men Âsarahüm min Zeviyi’sSultânu’l-Ekber/İbretler Kitabı: Arapların, Acemlerin, Berberîlerin ve Onların Zamanındaki Sultanlar Hakkında Olup Bitenleri Anlatan Eski ve Yeni Zamanların Tarihi.
Bu kitabımda hiçbir şeyi unutmadan kaydettiğimi sanıyorum. Kavimlerin ve devletlerin ortaya çıkışlarını, eski milletlerin çağdaşlarını, geçmişteki ve dinî oluşumların içindeki değişmenin sebeplerini, hanedanları, dinleri, şehirleri ve köyleri, güçlüleri ve zayıfları, çoğunlukları ve azınlıkları, bilimleri ve sanatları, kazançları ve kayıpları, değişen genel şartları, yerleşik hayatı ve göçebe hayatını, geçmişte olmuş ve gelecekte olabilecek olanları, umranla ilgili olan her bir şeyi not ettim.
Bütün konuları kapsamlı olarak ele aldığımı, delillerini ve sebeplerini yeterince açıkladığımı düşünüyorum. Bilinmedik bilgilerin ve bize çok yakın, fakat gizli kalmış hakikatlerin (bilgeliğin) bir derlemesi olduğu için benim bu kitabım, kendi alanında eşsizdir.
Bununla beraber, kendimi çeşitli asırların âlimleriyle mukayese edince, kusurlarımın da farkındayım. Bu kadar zor bir alanı derinlemesine işleyebilme konusundaki yetersizliğimi de kabul ediyorum. Ehliyetli ve yetkili kişilerin hatır sayarak değil de, tenkitçi bir bakış açısıyla bu kitabı inceleyeceklerini ve sessizce düzeltecekleri hatalara göz yumacaklarını umuyorum. Tek bir âlimin bilgi sermayesi az bir şeydir. Fakat kusurlarını kabullenmesi onu eleştiricilerinden korur. Meslektaşlarımın iyi niyetli olacaklarına itimadım var. Allah’tan amellerimizi kendi rızasına uygun bir saflığa kavuşturmasını niyaz ederim! Allah bana yeter! O ne güzel vekildir!
GİRİŞ
Tarih İlminin Önemi. Metotlarının Açıklanması.
Tarihçilerin Hataları, Yanlış Anlamaları ve Bunların Sebepleri
Tarih asil bir ilimdir. Faydalı çok yönleri vardır. Asil bir gayeye erişmeyi hedefler. Bize eski milletlerin durumlarını, hâl ve şartlarını öğretir. Peygamberlerin hayatı, kralların/sultanların yönetimi, onların hanedanları ve siyasetleri hakkında bilgi verir. Böylece dileyen kişi, dinî veya dünyevî konularda o tarihî numunelerden bol bol yararlanabilir.
Tarihle ilgili eserler yazmak için, hayli sayıda kaynağa ve çok çeşitli bilgi dallarına sahip olmak gerekir. Araştırmacıyı hakikate götürmek ve kendisini yanılgıdan korumak için, iyi düşünen bir kafa ve bir derinlik de şarttır. Tarihçi, sadece rivayet edilen anlatılara dayanır kalır da, tecrübenin kazandırdıklarının, siyasetin kurallarının, umranın mahiyetinin/yapısının, sosyal hayatın şartlarının ışığı altında onları incelemeye tâbi tutmazsa, diğer taraftan eski veya o dönemlerden kalan tarihî belgeleri daha yeni veya çağdaş verilerle karşılaştırarak değerlendirmezse, yanlış adımlar atmaktan ve hakikatin ana yolundan sapmaktan kendini kurtaramaz.
Tarihçiler, Kur’ân müfessirleri ve tarihî olayları anlatan saygın kişiler, naklettikleri haberleri ve rivayetleri olduğu gibi doğru kabul edip aktardıkları için büyük hatalar işlemişlerdir. Belli kural ve ilkelere göre onları kontrol etmemişler, aynı türden diğer anlatılarla karşılaştırmamışlar, bilgeliğin mihenk taşına vurmamışlar, yaşanılan ortamda geçerli olan belli gerçekleri dikkate almamışlar, akıl ve mantık süzgecinden geçirmemişlerdir. O yüzden de hakikatten uzaklaşıp gitmişler, kuruntunun ve yanlışın çölünde kaybolmuşlardır.
Özellikle paranın miktarı veya asker sayısı söz konusu olduğu her seferinde karşılaşılan durum budur. Bu hususlarda sıklıkla sahte bilgiler ve temelsiz iddialarda bulunulur. O yüzden, bu tür anlatıların mutlaka genel ilkeler ve sağduyuyla belirlenmiş kurallar aracılığıyla kontrol edilmesi gerekir.
Meselâ Mes’ûdî ve diğer birçok tarihçinin, İsrailoğullarının Tîh Çölü’ndeki ordusu konusunda verdikleri bilgi, bu türdendir. Onların anlattıklarına göre, Hz. Musa silah taşıyabilecek yirmi yaş ve üzerindeki herkesin orduya katılmalarına izin verdikten sonra, askerleri gözden geçirirken sayılarının altı yüz binden fazla olduğunu görür. Oysa Mes’ûdî o dönemin Mısır ve Suriye11’sinin o kadar çok sayıda bir orduyu besleyip besleyemeyeceğini şöyle bir aklından geçirmeyi unutur. Hem zaten her ülkenin bakımını sağlayacağı kadar bir ordusu olur, daha fazlasını kaldıramaz. Bu, herkesçe bilinen apaçık bir gerçektir. Dahası, asker sayısı o kadar miktara ulaşmış orduların manevra kabiliyeti de olmaz veya çarpışamaz, çünkü savaş alanı buna imkân vermez. Savaş düzenine girdiklerinde o askerler gözle görülebilecek mesafenin iki veya üç katından daha uzağa yayılacaklardır. Bu şartlar altında bir kanat diğer kanadın ne yaptığını bilmezken, nasıl olur da iki ordu çarpışabilir ve onlardan biri galip gelebilir? Günümüzde bunun böyle olduğunu bizler kesin ve net olarak görüyor ve biliyoruz. Geçmişle gelecek birbirine, suyun suya benzemesinden çok daha fazla benzer.
Dahası da var. Pers ülkesi ve devleti, İsrailoğullarınınkinden çok daha güçlüydü. Çünkü Nabukadnezar (Buhtunnasr) onları yenmiş, ülkelerini istilâ edip yakıp yıkmış, siyasî ve dinî başşehirleri olan Kudüs’ü de yerle bir etmişti. Hâlbuki o sadece ülkenin batı sınırlarındaki eyaletin bir valisiydi. Pers eyaletlerinin toplamı ise -iki Irak (Mezopotamya ve komşusu İran’ın kuzeybatısı), Horasan, Maveraünnehir, Bâbü’l-Ebvâb (Derbend/Dağıstan) ile birlikteİsrailoğullarının krallığından çok daha geniş bir alanı kapsıyordu. Öyleyken Pers ordusu, bu mevcuda veya buna yakın bir mevcuda hiçbir zaman ulaşamamıştır! (Tarihçi) Seyf’in yazdığına göre, Pers birliklerinin en büyük miktara ulaştığı Kâdisiye Savaşındaki asker sayısı 120 bin idi veya artçı yedekleri de dâhil 200 bindi. Hz. Âişe ve (tarihçi) Zührî’ye göre de, yardımcı hizmetler sınıfındakileri saymazsak, sadece 60 bindi. İşte Kâdisiye’de Rüstem, Sa’d ibn Ebî Vakkâs’a karşı bu sayıda bir orduyla savaşmıştı.
Öte yandan, eğer İsrailoğulları o kadar fazla sayıda idiyseler, çok daha geniş bir alana yayılmış olmaları gerekirdi. Gerçekten de ileride Birinci Bölümde göreceğimiz gibi, belli bir hanedan zamanındaki ülkenin idarî birimlerini ve eyaletlerinin büyüklüğü veya küçüklüğü, o ülkenin ordusunun ve o ordunun bakımını sağlayan grupların azlığı veya çokluğuyla doğrudan orantılıdır. Hâlbuki bilindiği gibi İsrailoğullarının toprakları, Suriye bölgesinde Ürdün ve Filistin’i, Hicaz bölgesinde de Medine ve Hayber yörelerini aşmıyordu. Hem zaten konunun uzmanı olan en güvenilir kişiler, Hz. Musa ile Hz. Yakup (İsrail) arasında sadece dört kuşak olduğunu belirtirler. Hz. Musa, İmrân’ın, o Yashur’un, o Kâhet’in (veya Kâhit’in), o Lâvî’nin (veya Levi’nin), o da Hz. Yakub’un (İsrail’in) oğludur. Hz. Musa’nın Tevrat’taki (Çıkış, Bap 6) soy ağacı böyledir. Mes’ûdî, Hz. Yakup ile Hz. Musa arasında geçen zaman için şöyle diyor: “İsrail (Hz. Yakup), Hz. Yusuf’un yanına giderken, Mısır’a vardığında oğulları, torunları ve onların oğullarıyla birlikte toplam 70 kişi idi. Hz. Musa ile çöle çıkıp gidene kadar Mısır’da 220 sene kaldılar. Bu süre zarfında, Kıptîlerin (Mısırlıların) kralları olan Firavunlar onları boyundurukları altında tuttular.” Bu durumda, sadece dört nesil içinde (70 kişilik) bir ailenin (az önce sözü edilen) o sayıya ulaşabilmesi hiç de mümkün değildir.
Daha yukarıda verilen o büyük miktarın Hz. Süleyman ve haleflerinin hükümranlığı sırasında olduğu iddia edilirse, bu da inandırıcı olmaz. Hz. Süleyman ile Hz. Yakup arasında sadece on bir baba vardır: Hz. Süleyman, babası Hz. Davud, babası Jesse (İyeşşa), babası Ûfîz, babası Bâaz (Buaz), babası Selemun, babası Nahşûn, babası Ammînûzeb (Hammeynâzebe), babası Ram, babası Hasrûn, babası Bârese (Beyrese), babası Yehuda, babası Hz. Yakup.
Tek bir adamın torunları on bir kuşak sonunda bu derece çoğalamaz! Elbette yüzlerce veya binlerce olabilirler, sıkça görülen bir şeydir bu. Fakat daha fazlası olmaz, mümkün değildir. Görüp geçirmekte olduğumuz şimdiki gerçeklerle yakın geçmişi göz önünde bulundurup bir kıyaslama yaptığımızda, ortaya atılan iddianın geçersiz ve nakledilen rivayetin yalan olduğunu anlarız. İsrailoğullarının yazılı kaynakları şu kesin bilgileri verir: Hz. Süleyman’ın ordusu 12 bin kişiden meydana geliyordu, binekleri de sarayın kapılarına bağlı 1.400 attan13 oluşuyordu. Onların haberlerinin doğru olanı budur, gerisi masaldan ibarettir. Hâlbuki Hz. Süleyman zamanında İsrailoğullarının Devleti en geniş topraklara sahip ve en gelişmiş durumdaydı.
Şunu hatırlatalım ki tarihçilerin çoğu, kendi dönemlerindeki veya kendilerine yakın dönemlerdeki devletlerin güçlerinden söz ettiklerinde, müslüman veya hıristiyan ordularını tartışma konusu yaptıklarında, hükûmetlerin vergilerinin veya giderlerinin miktarını tahmin ettiklerinde yahut zenginlerin alabildiğince savurganlıklarından ya da malları stok etmelerinden bahsettikleri her seferinde, genellikle abartmaya, inanılmayacak şeyler anlatmaya meylettikleri görülür, tek kelimeyle kendilerini efsanevî bir havaya kaptırırlar. Askerî belgelere bakıldığı ve yetkililere sorulduğunda, zenginlerin malî durumları araştırıldığında, müsriflerin harcamaları sâkince incelendiğinde ise, gerçek rakamların onların iddia ettiklerinin onda birine bile ulaşmadığı fark edilir. Bunun sebebi basittir: Olağanüstü anlatılara duyulan arzu, hesapları şişirme kolaycılığı, aksini iddia edenlere ve eleştirenlere karşı umursamazlık… Böyle yapmakla da insan artık kendi hatalarını veya niyetlerini kontrol etmemeye, ölçülü ve tarafsız davranmaya kendini zorlamamaya, inceleme ve araştırmaya koyulmamaya başlar. Bu tür tarihçiler dillerinin dizginlerini bırakıverir ve yalanlardan haz alırlar: “Allah’ın yolundan saptırmak için boş sözlere sarılırlar!” (Lokman, 31/6). Bu ise onların kendilerine verebilecekleri en büyük zarardır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Başvuru Kitapları İslam Felsefesi Tarih
- Kitap AdıMukaddime - Evrensel Tarihe ve Toplum Bilimlerine Giriş
- Sayfa Sayısı968
- Yazarİbni Haldun
- ÇevirmenCemal Aydın
- ISBN9786050842791
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2022