Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Muinar
Muinar

Muinar

Latife Tekin

Kim kimin hayatını yaşıyor belli mi bu, adaletiniz adalet olsa yapacağımı bilirdim ya, neyse… Hepinize sahte kimlik davası açardım, düşerdiniz topluca içeri, yeterince iyi…

Kim kimin hayatını yaşıyor belli mi bu, adaletiniz adalet olsa yapacağımı bilirdim ya, neyse… Hepinize sahte kimlik davası açardım, düşerdiniz topluca içeri, yeterince iyi olsan anlardın ne söylediğimi, yaşadığı hayata inanarak benim diyebilecek kaç kişi çıkar aranızdan acaba?Muinar, kendisine ses verdiği Elime sayesinde, başka zamanlarda başka başka insanların hikâyelerini dillendiren bir ruh, bir iç ses. Dayak yiyenler, hor görülenler, köleler, tanrılara kurban edilenler – kimler yok ki ses verdiği bu insanlar arasında. Ancak ortak noktaları, elbette hepsinin birer kadın olması…Bunu yankılarcasına iki büyük derdi var Muinar’ın: insanın doğaya, erkeğin kadına hükmetmesi…

Ya da daha genel anlamda iktidar üzerine kurulu ilişkiler… Kim bilir, tarihin derinlerine inerek bu iki izleği gün yüzüne çıkaran Muinar, binlerce yıldır süregiden bir kültürü alaşağı etmeye kararlı mı kararlı, yerkürenin ölmeye pek niyeti olmayan dişil ruhudur belki de. Kimi zaman ağzı bozuk, kimi zaman dediğim dedik ve hayli ters. Gelgelelim alabildiğine sevgi dolu, duyarlı ve canlı…Bir nesir şiir, kısa, parçalı öykülerle örülen çetin bir anlatı ya da dişil dilin hâkim olduğu ekofeminist bir roman olarak da okunabilen Muinar ilk olarak 2006’da yayımlanmıştı. Latife Tekin, yüzyıllardır kabul edegeldiğimiz tabuları hedefe aldığı bu benzersiz metinde, gerek insanlar gerekse doğayla ilişkimizin hükmetmeyi değil uyumu esas alması gerektiğini gösteriyor.

Birinci Bölüm

Geceleri uykum derinleşince başucumda biri el çırpıyordu sanki; yağmur sesi gibi kulağıma ulaşan alkışlarla kalbimin üstü açılıyor, rüya arasında korkusuz düşünüyordum işte, yaşlı kadınlardan fısıltısını işittiğim o bilinmez üşüme bu, göğsümden bir ateş ağacı fışkıracaktı… Işıksı bir çadırda uyanacağım geceyi bekleyerek yatağımda titrediğim aylardan sonra bir sabah, alacakaranlıkta, içimin sessizliğinde gümbürdeyen davul sesiyle araladım gözlerimi, kadın olduğum için at gönderilmeyecekti bana, dallarına tutunarak göğe yükseleceğim ateş ağaç. Süzülüp gidecektim artık, gümbürtü hafifledi…

Duman mavisi bir gölge sıyrılıp kalktı göğsümden. “Görgüsüz ruhlu soysuzlar! Kül olsun kemikleriniz, tröstlerin piçleri!.. Şelonlara yedirdiniz dünyayı…” Bulutları geçen ateşin şarkısını mırıldanmaya başladım. Rüya melekleri el uzatacaktı bana, tavanımda görünmez bir delik açılacaktı. Korkuya yenilmemem gerekiyordu, karnı şiş doğruluk tüccarlarına benim sesimle bağıran engelleyici bir varlığın güç alanına girdiğimi düşünüp kurtulmaya çabaladım, savurduğu küfürlerin hızıyla soluğum içime çekildi, başım yastığa gömüldü birden. “İskeletiniz paslansın, geyik boynuzu takmış köpekler!

Finans kapitalin çarmıhında…” Boşlukta bir sihir yaratmaya uğraşıp başaramıyormuş gibi bükülerek dağıldı gölge. “Elime kalk! Yedi nefes al ayakta… Bir şişede üç damlacık konyak bulundursan ölür müsün sanki!” Duyuş şaşkınlığıyla kapadım gözlerimi, bahar ortasına kadar susup dinledim neredeyse… Kalbim derin vuruşlarla çarpıyor, göğsümde bir nokta aşı yeri gibi sızlıyordu. “Zehir zaman içinde sıkıştım, kalk.”

“… Biz öyle sahipsiz değildik sizin gibi, acı sesimizle dünyada yalnız bırakılmamıştık, cesur neşeye kavuşursun, uzaklara kaçırma gözlerini, süzülmüş gönlünle dinle beni, hizmetçi perilerimiz, perilerimizin uşakları döner dururdu çevremizde, benim özel Tanrım vardı, seslendiğimde ses verirdi hemen, ölene kadar ayrılmadı başımdan, ağzım kapanıp sesten düştüğümde rütbesini yükseltip daha yukarısı olmayan yukarıya çağırdılar onu, hiç gelmeyeceklere karıştı, Siyutu… … Eskisiyle, yenisiyle bütün düşünceler çökecek, dünyada bir hayatın sonuna gelindi, sen şimdiden bu zamanı geçmişe gömülmüş say, dinle beni, bir yüzyıl ileri fırlamış olursun.

Antik taşocağına doğru yürüyorum, yol boyunca akasyalar açmış, salkım saçak Kıbrıs akasyaları, sapsarı… “Kafan durulmayacak sanmıştım, sözlerimi sözlerinden ayırmaya başladın, şu belirsiz havadan çıkaralım ilişkimizi,” dedi, “sende gök sevgisi var, bende yer sevgisi.” Saldırgan sarı, fazla sıcak… Denize dönüp soluklandım, yüzü yok, benim yüzümü kullanıyor, ellerimi, ayaklarımı… Sürekli konuşuyor, sesi yok, konuşuyor yine de, benim sesimle konuşuyor. “Göğsümden sızıp içime yerleştin,” dedim, “bir adın var mı? Sana nasıl sesleneceğimi söylersen… Sözlerimizi ayıramayacak olsaydım, günümü zamanımı şaşırırdım.” “Zaman sizin nerenizden tutuyor da güveniyorsunuz ona o kadar, bilmiyorum ki… Benim adım Muinar.” Susarak sırrını çözemeyeceğim onun, koparıp uçuruyor sesimi, “Kalk, uyan, bugün ruhun gözlerinde, dün ayaklarındaydı, kımıldamadın yerinden, kirpiğin oynamıyor, son rüyan olmasın bu? Kaldım buralarda… Beni Bozdağ’a götür, bahar ayinine, taşa söylesem dileğim yerine gelmişti.” Havası değişiyor birden, “Yükseklerde yakaladım saçından, yere düşürdüm ruhunu, yüzüne üfleyip uyuttum seni, yer gök suçlusuyum, öyle düşün, bana neyin hesabını soruyorsan…

Erkekler öldüremediğinden, kadınlar gülemediğinden delirir… Korkma diye söylüyorum, yüzün gülecek senin.” Kim olduğunu bilsem, gidip uzanacağım kum servilerinin altına, kum zambaklarına karşı! Dolunayda diyorsa dolunayda, açmamışlardır daha ama olsun… Dünyadan uzakta hayatı özlemiş çok, gezip dolaşmak istiyor. Durumu kabullenmiş görünüp varlığını hafife almak en doğrusu, “Sen O’sun, Deli Muyinar!” dedim… “Çocukluğumdan. Çam kütüğü! Anladım işte, sonra seni bir tarlada ölü bulmuşlardı.”

“Yaklaştın, evet… İçindeki kocakarıyım, ama köylü değilim, ne tarlası? Kimmiş deli? Öyle ölmedim, deli olmadığımı pekâlâ biliyorsun.” Akıllı bile olsa fazla akıllı bütün o düşünceler köylü bir kadının kafasından çıkıyor olamazdı. “Haklısın, Muyinar’ı unut,” dedim, “topuklarından saçlarına delinin tekiydi o.” Sessizlik… Sonra bir sessizlik oldu, bahar sessizliği. Sırtımı bir ağaca yaslayıp, “Kentli misin peki?” diye sordum. “Değilim, yok, coğrafyası gizli bir kocakarıyım, her kadının içinde benim gibi bir kocakarı uyur derinde, uyanması şans işi, şarta bağlı,” dedi. “Sır değilse söyler misin, ne yaptım da içimde uyandın böyle?” “Sır!.. Uyandım, göbek atıyorum işte, benim bir tohum olduğumu, çatladığımı, ama niye canlandığımı bilemeyeceğimi düşün.” “Yıllardır içimdeydin, sustun öyle mi?”

“Boşlukta cezasını çeken sapkın bir ruh olduğumu düşünüyorsun, bilmiyor değilim bunu, hakkımda kimler yanılmadı ki…” “Uyanışında hile yok mu?” dedim, rüya meleklerini atlatıp yakalamış ışığımı. “Belirtiler kendi dışıma çıkıp senden çok daha üst varlıklarla buluşacağımı gösteriyordu.” “Tüm o belirtiler benim uyanışımın belirtileriydi, üşüyüp durman hariç.” Araya girdiğinden eminim ama neyse, sayıklamaya başladı birden, sesim uzağa çekildi, bakışım göğe… “Bedira kara kuşunu uçurdu peşimden, adımını bozma yürü… Sarı bulutlar otursun başına, bu çınar burada yoktu Elime, üstümüze kaya yuvarlamasın!..” Yakalatıp boğazlatacakmış Bedira’nın kuşunu, çift gagalı güvercin!

“Ne yaptın da sana düşman kesildi kim bilir?” dedim… “Açma lafını, boş ver, suratını görsen, üçgen çeneli, ta ne zamandan kalma, göğün alt katında bir orospu, piramit hırsızı, gözler dörtgen, serbest bölgede, yasak koydurdum, uyanamıyor kimsenin içinde, kuduruyor ne olacak, sanki biz bilmiyoruz göğe hazine kaldırmayı, gününü gün ediyordu, uyuyor tanrılar, melekler, ne halt karıştırdığından haberleri yok, o kara kuş da sevgilisi bunun, bana askıntı oldu, defledim, bir asır yattılar uğultu hücresinde, gardiyanları fırtına, rüzgâr…

İhbar ettim, açığımı yakalayıp o da beni kamçılattıracak, yalan yutmuş kahpeyi; Bedira, bakire ölmüş bir prensesin adı, tapınak mı yönetmiş neyse, sabah akşam kız kesip kurban ediyormuş, öyle girmiş tanrıların gözüne, ruh kalpazanı bunlar, kaç masumu yolundan çevirip karanlığa gömdüler, boşluğun dili olsa da söylese, sise sarıp götürüyorlar, intikam peşinde anladın mı? Yukarıda da temizlik şart, dünyanın derdine düştük, bakma sen, ilk üç katın kokusu cenneti sarmış durumda.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıMuinar
  • Sayfa Sayısı248
  • YazarLatife Tekin
  • ISBN9789750740299
  • Boyutlar, Kapak, Karton kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Aşk İşaretleri ~ Latife TekinAşk İşaretleri

    Aşk İşaretleri

    Latife Tekin

    Onda doğaüstü bir güç var. Ucuz bir araba kokusunu ümitsizce kapanmış güneşten, kükreyen rüzgârdan daha önemli kılabiliyor! Dilinin görünmez ışığıyla büyülenip içine düşeceğimiz havai...

  2. Rüyalar ve Uyanışlar Defteri ~ Latife TekinRüyalar ve Uyanışlar Defteri

    Rüyalar ve Uyanışlar Defteri

    Latife Tekin

    Sahicilik, yanmış ormanlardan artakalan kül yamaçların kederiyle soluklanmaktır diyelim, yapayalnız ve bir başına soluklanıp iç geçirmek; ama kilometreler boyunca arabalardan fırlatılmış pet şişelerin, meşrubat...

  3. Zamansız ~ Latife TekinZamansız

    Zamansız

    Latife Tekin

    Anlat bana sevgilim, imgeler ülkesine doğru giden bir arabadayız, direksiyon çok hafif, her an savrulabiliriz göğün içine, anlat, yan koltukta zamanı aşmış çılgın bir...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Karakol Cinayetleri ~ Armağan TunaboyluKarakol Cinayetleri

    Karakol Cinayetleri

    Armağan Tunaboylu

    Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız… Yok canım, nerdee! O,...

  2. Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır ~ Suat DervişBu Roman Olan Şeylerin Romanıdır

    Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır

    Suat Derviş

    Menekşe Toprak’ın önsözü, Serdar Soydan’ın titizlikle hazırladığı kronolojik biyografisiyle Bir dokuma fabrikasında sömürülen, bütün hakları gasp edilmiş bir avuç insanın hayatının anlatıldığı roman toplumcu...

  3. Çıkmaz Sokak Çocukları ~ Cenk ÇalışırÇıkmaz Sokak Çocukları

    Çıkmaz Sokak Çocukları

    Cenk Çalışır

    (…) Merdivenlerin sonunda yüzükoyun yatan bir ceset vardı. Bacakları üst kat zemininde, belden aşağısı basamaklardaydı. Sağ elinin gevşemiş parmakları halen bir tabanca tutuyordu. Arkasında...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur