Hayalî evrenlerin azametli mucidi Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya”nın yirmi sekizinci halkası olan Muhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri; efsanevi Fareli Köyün Kavalcısı masalını parodileştiren, Carnegie Madalyalı bir başyapıt.
Sadece Diskdünya hayranlarının değil, genç okurların da severek hatmedeceği bir kurgu üstüne temellenen bu çağdaş fabl; dünya çapında 100 milyondan fazla satan külliyatın, alt serilerden bağımsız okunabilen tek kitabı.
İnsanlara mahsus düşünsel yetileri farelere atfederek toplumsal normları sorgulayan bir metne imza atan yazar, yaşam ve varoluş gibi felsefi konuları da parmak ısırtan bir üslupla hicvediyor.
“İnsanları en iyi kediler bilir.”
Zekâsıyla ve kurnazlığıyla dikkat çeken Maurice, konuşabilen bir kedidir. Bu sıradışı becerisini, Görünmez Üniversite civarındaki sihirli atıklarla beslendikleri için “değişmiş” olan farelerden birini yiyerek edinmiştir. Evet, “değişmiş” fareler! Yani bildiğiniz ve hatta görünce çığlığı bastığınız farelerden değil. Gerçi görünümleri aynı olsa da bu değişmiş farelerin çok üstün meziyetleri vardır: Konuşmayı, okumayı, yazmayı ve düşünmeyi bildikleri gibi bir de devamlı kendilerini geliştirirler. Diğer kedilerle vakit geçirmekten artık keyif almayan Maurice de zamanla teselliyi bu farelerle yakınlaşmakta bulur. Tabii dolaylı olarak zekâsı onu hemen düzenbazlığa iter. Aklındaki plan çok basittir: köy köy gezip düzmece fare istilaları planlamak. Yanlarına bir de kavalcı çocuk kattılar mı, gelsin paralar! Peki ama, bu işin bir süre sonra farelerin ahlak anlayışıyla zıtlaşacağını söylesek? Gerçi, yemek için hırsızlık yapan farelerin ahlak anlayışı da bir başka tartışma konusu… O hâlde istikamet dosdoğru Dürüm Hamamı Köyü!
2022 sonunda animasyon film olarak da karşımıza çıkacak Muhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri, hayvanların “insanlaşma” çabasını pek de alışık olmadığımız bir kurguyla, katıksız mizah ve kahkahalar eşliğinde veriyor.
Niran Elçi’nin pürüzsüz Türkçe’siyle, Diskdünya okurları için Delidolu tarafından yeniden gözden geçirilerek yayımlanan roman, David Wyatt’ın karikatür tarzındaki desenleriyle şenleniyor.
BİRİNCİ BÖLÜM
Bay Tavşancık bir gün, yaramazlık etmek için fırsat
ararken, çitin arka tarafına, Çiftçi Fred’in tarlasına
baktı ve tarlanın taze, yeşil marullarla dolu olduğunu
gördü. Fakat Bay Tavşancık’ın midesi marullarla dolu
değildi ve bu haksızlıktı…
– Bay Tavşancık’ın Macerası adlı kitaptan
Fareler! Köpekleri kovalıyor, kedileri ısırıyorlardı. Hatta… Ama bundan fazlası vardı. Muhteşem Maurice’in de dediği gibi, insanlar ve fareler hakkında sıradan bir hikâyeydi bu yalnızca. İşin güç kısmı, kimin insan kimin fare olduğuna karar vermekti. Habise Grim ise bunun masallar hakkında bir hikâye olduğunu söylüyordu… Hikâye, en azından bir kısmı, ovadaki uzak şehirlerden yola çıkan, dağları aşıp gelen bir posta arabasında başladı. Sürücü, yolculuğun bu kısmını hiç sevmezdi. Ormanların içinde kıvrıla kıvrıla ilerlemişler, ufalanmaya yüz tutmuş yollarda dolana dolana dağ yamaçlarına tırmanmışlardı. Ağaçların arasında karanlık gölgeler vardı. Sürücü bazen, gölgelerin arasına saklanmış şeylerin arabayı izlediğini sanıyordu. Ödü patlıyordu.
Ama bu yolculukta ödünü patlatan asıl şey, duyduğu seslerdi. Seslerin arkadan bir yerden, arabanın tepesinden geldiğine emindi fakat orada, yağlı kumaştan kocaman posta torbaları ve genç adamın bavullarından başka şey yoktu. En azından, içine bir insanın saklanabileceği kadar büyük bir şey yoktu. Yine de sürücü, zaman zaman ciyaklayan ve fısıldaşan sesler duyduğuna emindi. Şu anda arabada tek yolcu vardı: sarı saçlı, genç bir çocuk. Sallanan arabanın içinde oturmuş, kitabını okuyordu. Parmağını sözcüklerin üzerinde gezdirerek, ağır ağır ve yüksek sesle… “Ubbervvald,” diye okudu. “Telaffuzu, Übervald,” diye ciyakladı küçücük bir ses, son derece anlaşılır bir şekilde. “Çift v, burada tek v gibi okunur. Ama iyi gidiyorsun.” “O zaman… tek v nasıl okunuyor?
Hiç mi okunmuyor?” dedi oğlan. “Abartma istersen,” dedi bir başka ses. Bu ses biraz uykuluydu. “Onu boş ver de… Überwald hakkındaki en iyi şey nedir, biliyor musun? Sto Lat’tan çok çok uzakta olması. Pseudopolis’ten de çok uzakta. Bekçilerin Kumandanı’nın, gördüğü yerde bizi canlı canlı haşlayacağını söylediği her yerden çok uzakta. Pek çağdaş bir yer değil. Yolları kötü. Bir sürü dağ aşmadan ulaşamazsın. İnsanlar buralarda pek yolculuk etmez. Bu yüzden de haberler fazla hızlı yayılmaz, anlıyor musun? Büyük olasılıkla bekçi teşkilatları bile yoktur. Evlat, burada bir servet kazanabiliriz!” “Maurice?” dedi çocuk, dikkatle. “Evet evlat?” “Yaptığımız şey, yani… dolandırıcılık sayılmaz mı?” Bir duraksama oldu. Sonra ses konuştu: “O ne demekmiş?” “Şey… paralarını alıyoruz ya Maurice?”
Arabanın tekeri bir çukura girince arabadakiler sıçrayıp sallandı. “Tamam,” dedi görünmeyen Maurice. “Ama kendine sorman gereken şu: Parayı aslında kimden alıyoruz?” “Şey… genellikle validen ya da şehir konseyinden. Ya da öyle birinden.” “Tastamam öyle! Ve bunun anlamı… Neydi? Sana daha önce söylemiştim.” “Şey…” “Bu, hü-kü-met parası evlat,” dedi Maurice sabırla. “Söyle bakayım. Hü-kü-met parası.” “Hü-kü-met parası,” dedi çocuk itaatkârca. “Aferin! Peki, hükümetler parayla ne yapıyor?” “Şey, onlar…” “Askerlerin maaşını ödüyorlar,” dedi Maurice. “Savaş çıkarıyorlar. Var ya, parayı alıp zarara yol açmayacağı bir yere koyarak bir sürü savaşı engellemişizdir belki de.
Aslında bir düşünseler, bizim heykellerimizi dikerlerdi.” “Gittiğimiz köylerin bazıları epey fakir köylerdi Maurice,” dedi çocuk kuşkuyla. “İşte! Savaşa ihtiyaç duymayan yerlerdi yani.” “Tehlikeli Fasulye diyor ki, bu…” Çocuk yoğunlaştı ve söylemeden önce telaffuzunu çalışıyormuş gibi dudaklarını oynattı. “Şey… ahlaka mu-gayirmiş.” “Doğru diyor Maurice,” dedi ciyaklayarak konuşan küçük ses. “Tehlikeli Fasulye diyor ki, insanları kandırarak yaşamamalıymışız.” “Dinle Şeftali. Kandırmaca, insanların yaptığı bir şeydir,” dedi Maurice’in sesi. “İnsanlar birbirlerini kandırmayı o kadar sever ki bunu yapsın diye hükümetler seçerler.
Bizse paralarının karşılığında hizmet veriyoruz. Fare istilasına uğruyorlar, bir fare kavalcısına para veriyorlar ve farelerin tamamı, kavalcıyı hopiti hopiti izleyerek köyden çıkıyor. Böylece fare istilası bitiyor, un çuvallarında oynaşan fare kalmadığı için herkes mutlu oluyor. Minnettar halk, hükümeti tekrar seçiyor; her yerde kutlamalar falan yapılıyor. Bana sorarsan bu, iyi bir amaç için harcanmış paradır.” “Evet ama, biz onların fare istilasına uğradıklarını düşünmelerine sebep olduğumuz için fare istilasına uğruyorlar,” dedi Şeftali’nin sesi. “Eh, tatlım… o hükümetçiklerin para harcadığı bir şey de fare avcılarıdır, tamam mı? Neden sizinle uğraşıyorum, hiç bilmiyorum…” “Evet ama biz…” Arabanın durduğunu fark ettiler. Dışarıda, yağmurda, koşum takımları şıngırdadı. Sonra araba biraz sallandı ve koşan ayakların sesi duyuldu.
Karanlıktan bir ses konuştu: “Orada sihirbaz var mı?”
Arabanın içindekiler şaşkın şaşkın bakıştı.
“Yok!” dedi çocuk, neden soruyorsun ki diyen bir sesle.
“Peki cadı var mı?” dedi ses.
“Yok, cadı da yok,” dedi çocuk.
“Tamam. Peki, posta arabası şirketinin tuttuğu ağır silahlı trollerden var mı?”
“Hiç sanmıyorum,” dedi Maurice.
Bir an, yalnızca yağmurun bozduğu bir sessizlik oldu.
“Ya kurtinsan?” dedi ses sonunda.
“Kurtinsan mı? Nasıl görünüyorlar ki?” diye sordu çocuk.
“Ah, şey… son derece normal insanlara benziyorlar ama… sonra… böyle kılları ve dişleri uzuyor, devasa pençeleri oluyor ve pencereden adamın üzerine atlıyorlar,” dedi ses. Konuşan, belli bir
listenin üzerinden geçiyormuş gibiydi.
“Hepimizin kılları ve dişleri var,” dedi çocuk.
“O zaman hepiniz kurtinsansınız, öyle mi?”
“Hayır.”
“Güzel, güzel!” Yağmurun bozduğu bir sessizlik daha oldu.
“Tamam. Vampirler?..” dedi ses. “Böylesi yağmurlu bir gecede uçmak istemezdiniz, değil mi? Orada vampir var mı?”
“Hayır!” dedi çocuk. “Hepimiz son derece zararsızız!”
“Ah, eyvah,” diye mırıldandı Maurice ve bankın altına girdi.
“Harika!” dedi ses. “Bugünlerde ne kadar dikkat etsen az. Çevrede tuhaf tuhaf tipler dolaşıyor…” Pencereden içeri bir haydut sokuldu ve “Hem paranı hem canını,” dedi. “İkisi bir arada, anlıyor
musun?”
“Para, arabanın üzerindeki bavulda,” dedi Maurice’in sesi yer
hizasından.
Haydut, arabanın karanlığına baktı. “Bunu kim söyledi?”
“Şey… ben,” dedi çocuk.
“Dudaklarının oynadığını görmedim evlat!”
“Para gerçekten arabanın üzerinde. Bavulda. Ama yerinde olsam açmazdım.”
“Hah. Eminim açmazdın,” dedi haydut. Maskeli yüzü pencereden kayboldu.
Çocuk, bankta duran kavalı aldı. Bir sent verenin düdüğü çaldığı türden bir kavaldı ama bir kavalın bir sent ettiği günleri artık
kimse hatırlamıyordu.
“Zor Kullanarak Hırsızlık şarkısını çal evlat,” dedi Maurice alçak sesle.
“Parayı versek olmaz mı?” dedi Şeftali’nin sesi. Küçücük bir
sesti.
“Para, insanların bize vermesi içindir,” dedi Maurice sertçe.
Yukarıda, aşağı çekiştirilen bavulun arabanın çatısına sürtünmesi duyuldu.
Çocuk kavalı itaatkârca aldı ve birkaç nota çaldı. Ardından bir dizi gürültü geldi: bir gıcırtı, bir gümleme, pıtırtılar… Ve sonra çok kısa bir çığlık duyuldu. Sessizlik çöktüğünde Maurice yine banka tırmandı ve başını pencereden dışarı, karanlık ve yağmurlu geceye uzattı. “Aferin sana,” dedi. “Akıllı adammışsın. Ne kadar çok çabalarsan o kadar kötü ısırırlar. Muhtemelen daha deriyi delmemişlerdir, değil mi? Güzel… Biraz öne çık ki seni görebileyim. Ama dikkat et lütfen. Kimsenin paniğe kapılmasını istemeyiz, değil mi?” Haydut, lambaların ışığında belirdi. Çok yavaşça ve dikkatle, bacaklarını iki yana ayırarak yürüyor, bir yandan da sessizce sızlanıyordu. “Hah, işte buradasın,” dedi Maurice neşeyle. “Pantolonunun paçalarından yukarı tırmandılar, değil mi? Tipik fare numarası. Başını hafifçe sallaman yeterli, çünkü onları heyecanlandırmak istemezsin. Ne yapacakları hiç belli olmaz.” Haydut yavaşça başını salladı. Sonra gözleri kısıldı.
“Sen… kedi misin?” diye mırıldandı. Sonra gözleri şaşı oldu, inledi. “Ben sana konuş dedim mi?” dedi Maurice. “Konuş dediğimi hiç sanmıyorum. Arabacı kaçtı mı, yoksa onu öldürdün mü?” Adamın yüzü ifadesizleşti. “Ah, hızlı öğreniyorsun. Haydutlarda sevdiğim bir özelliktir,” dedi Maurice. “Bu soruyu yanıtlayabilirsin.” “Kaçtı,” dedi haydut boğuk bir sesle. Maurice başını arabanın içine çekti. “Ne diyorsun?” dedi. “Araba, dört at, muhtemelen posta çuvallarında birkaç kıymetli eşya… En az bin dolar eder. Çocuk arabayı sürebilir. Bir denemeye değer.” “Buna hırsızlık derler Maurice,” dedi Şeftali. Çocuğun yanında, bankın üzerinde oturuyordu. Dişi bir fareydi.
“Hırsızlık sayılmaz,” dedi Maurice. “Daha çok… bulmak. Arabacı kaçtı, yani bu… buluntu olur. Hey, doğru aslında, ödül karşılığında teslim edebiliriz! Bu çok daha iyi. Üstelik yasal. Yapalım mı?” “İnsanlar çok fazla soru sorar,” dedi Şeftali. “Ama burada bırakırsak miyaupun biri gelip çalar onu,” diye feryat etti Maurice. “Bir hırsız alıp gider! Bizim almamız çok daha iyi olur, tamam mı? Çünkü biz hırsız değiliz.” “Bırakacağız Maurice,” dedi Şeftali. “Bu durumda… haydutun atını çalalım bari,” dedi Maurice, bir şeyleri çalmazsa gece güzel bitmeyecekmiş gibi. “Bir hırsızdan çalmak hırsızlık sayılmaz, çünkü iki yanlış bir doğru eder.” “Bütün gece burada duramayız,” dedi çocuk, Şeftali’ye. “Maurice’in hakkı var.” “Evet!” dedi haydut telaşla. “Bütün gece burada duramazsınız!” “Evet!” dedi adamın pantolonunun içinden bir koro. “Bütün gece burada duramayız!” Maurice içini çekti ve başını yine pencereden çıkardı. “Tamam,” dedi.
“Şöyle yapacağız: Sen dosdoğru önüne bakarak hiç kıpırdamadan duracaksın. Numara yapmaya falan kalkışmayacaksın, çünkü şu sözcüğü söylemem yeter…” “O sözcüğü söyleme!” dedi haydut, daha da telaşlı bir sesle. “Tamam,” dedi Maurice. “Ceza olarak, atını alacağız. Sen istersen arabayı al, çünkü buna hırsızlık derler ve ancak hırsızların hırsızlık yapmasına izin vardır. Uyar mı?” “Ne desen haklısın!” dedi haydut; sonra bir düşündü ve telaşla ekledi: “Ama lütfen o sözcüğü söyleme!” Dümdüz önüne bakmaya devam etti. Çocuğun ve kedinin arabadan indiğini gördü. Onlar atını ararken arkasından çeşitli sesler duydu. Ve sonra, kılıcını düşündü. Evet, bu işten kocaman bir posta arabası kazanacaktı belki ama profesyonellik gururu denen bir şey de vardı.
“Tamam,” dedi kedinin sesi, bir süre sonra. “Şimdi hepimiz gidiyoruz. Sen de biz gidene kadar kıpırdamamaya söz vermelisin. Söz mü?” “Hırsız sözü,” dedi haydut, elini yavaşça kılıcına doğru indirerek. “Tamam. Sana kesinlikle güveniyoruz,” dedi kedinin sesi. Fareler dışarı dökülüp koşarak uzaklaşırken adam pantolonunun hafiflediğini hissetti. Koşum takımlarının sesini duydu. Bir an bekledi, sonra hızla döndü, kılıcını çekti ve ileri atıldı. En azından, birazcık ileri. Biri ayakkabı bağcıklarını birbirine bağlamasa bu kadar ani şekilde yere kapaklanmayacaktı. Ona “muhteşem” diyorlardı. “Muhteşem” Maurice. Oysa Maurice muhteşem olmayı planlamamıştı. Öylece oluvermişti. O gün, öğle yemeğinden hemen sonra, bir su birikintisindeki yansımasına bakıp Bu kedi benim, diye düşündüğünde, tuhaf bir şeyler olduğunu fark etmişti.
Daha önce hiç kendisinin farkında olmamıştı zira. Gerçi… muhteşem olmadan önce nasıl düşündüğünü hatırlamak kolay değildi; zihni o zamanlar bir tür çorbaydı sanki. Sonra bir de kendi bölgesinde, bir köşedeki çöp yığınının altında yaşayan fareler vardı. Maurice içlerinden birinin üzerine atladığında ve fare, “Bunu konuşarak halledemez miyiz?” diye sorduğunda, farelerde de “eğitimli” bir hâl olduğunu fark etmişti Maurice. Ve bu muhteşem, yeni beyninin bir parçası, konuşan birini yiyemeyeceğini söylemişti ona. En azından, söyleyeceklerini dinlemeden…
Üzerine atladığı fare, Şeftali’ydi. Bildiği farelere benzemiyordu. Tehlikeli Fasulye, Girmek Yasak, Bronzten, Domuzpastırması, Büyük İndirim, Zehirli ve tüm diğerleri de öyle. Ama öte yandan Maurice de artık diğer kedilere benzemiyordu. Diğer kediler aniden aptal gibi görünmeye başlamıştı gözüne.
Maurice de artık farelerle takılıyordu. Onlarla konuşabiliyordu. Onlardan birini yemediği sürece iyi geçiniyorlardı. Fareler, nasıl olup da aniden akıllandıklarını sık sık düşünüyorlardı. Maurice ise bunu zaman israfı sayıyordu. Bu tür şeyler olurdu işte. Fareler, çöp yığınında bulup yedikleri bir şeyden mi kaynaklandığı hakkında konuşup duruyorlardı ama bunun, Maurice’in neden değiştiğini açıklamadığını Maurice bile görüyordu. Maurice hiç çöp yememişti. Hele de nereden geldiğini bildiği için o çöp yığınından asla bir şey yemezdi. Dürüst olmak gerekirse, farelerin sersem olduğunu düşünüyordu. Tamam, zekiydiler ama aynı zamanda sersemdiler. Maurice dört senedir sokaklarda yaşıyordu, kafasında kulak namına pek bir şey kalmamıştı, burnu yara izleriyle kaplıydı ve akıllıydı. Yürürken o kadar çok kasılıyordu ki yavaş gitmezse ters takla atıyordu. Kuyruğunu kabarttığında, insanlar onun çevresinden dolanmak zorunda kalıyordu.
Sokaklarda dört sene hayatta kalmak için akıllı olmak gerekirdi herhâlde, özellikle de onca köpek çetesi ve serbest çalışan kürkçüler varken. Tek bir yanlış harekette, kendinizi hem öğle yemeği hem de bir çift eldiven olarak bulurdunuz. Yani, gerçekten akıllı olmanız gerekirdi. Aynı zamanda, zengin olmanız gerekirdi. Bunu farelere açıklamak biraz zaman almıştı ama kendisi hızla öğrenmişti. Şehri dolaşmış, işlerin nasıl yürüdüğünü görmüştü ve “Para,” demişti onlara, “para her şeyin anahtarıdır.” Sonra bir gün bir çocuk görmüştü; para atılması için şapkasını önüne koymuş, kaval çalan, aptal görünüşlü bir çocuk. Ve aklına bir fikir gelmişti. Muhteşem bir fikir! Aniden, bam! diye gelivermişti aklına. Fareler, kaval, aptal görünüşlü çocuk… “Hey, aptal görünüşlü çocuk!” demişti ona. “Bir servet kazanmaya ne ders… Hayır evlat, buradayım, aşağıda…”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Genç Yetişkin Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMuhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri
- Sayfa Sayısı264
- YazarTerry Pratchett
- ISBN9786257314640
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviDelidolu /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hizmetçi ~ Freida Mcfadden
Hizmetçi
Freida Mcfadden
Nina Winchester zarif, manikürlü eliyle elimi sıkarak, “Aileye hoş geldin,” dedi. Kibarca gülümseyip mermer hole göz gezdirdim. Burada çalışmak, yeni bir başlangıç yapmak için...
- Karamazov Kardeşler ~ Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Karamazov Kardeşler
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Küçük bir Rus köyünde toprak sahibi olan Fedor Pavloviç Karamazov’un dehşetli, esrarengiz ölümü, kısa sürede yalnız yaşadığı beldenin değil bütün Rusya’nın ilgiyle takip ettiği...
- Atlantis’in Yükselişi ~ Alyssa Day
Atlantis’in Yükselişi
Alyssa Day
Yüzyıllar önce dünyanın en gelişmiş toplumu olan Atlantis’e neler oldu? Atlantis’in prensi ve gelecekteki kralı Conlan, Deniz Tanrısı Poseidon’un çalınan en önemli silahı Trident’i...