Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Muhayyelat
Muhayyelat

Muhayyelat

Giritli Aziz Efendi

Muhayyelât; hayal ile gerçeğin, sözlü kültürle yazılı kültürün, macera dolu hikâyelerin iç içe geçtiği, efsunların, ifritlerin, dervişlerin, aşıklann kol gezdiği fantastik bir yapıt. Yayımlandığı…

Muhayyelât; hayal ile gerçeğin, sözlü kültürle yazılı kültürün, macera dolu hikâyelerin iç içe geçtiği, efsunların, ifritlerin, dervişlerin, aşıklann kol gezdiği fantastik bir yapıt. Yayımlandığı dönemde büyük bir ilgiyle karşılanan eser, Türk edebiyatında gelenek ile modem anlatım tarzının buluştuğu noktadır. Binbir Gece Masalları tadında kaleme alman Muhayyelât, sürükleyici ve mistik yapısıyla okuyanı geçmişin büyülü derinliklerinde yolculuğa çıkaracak bir klasik…

***

MUHAYYELÂT-I LEDÜNNÎ-İ İLÂHÎ-İ GİRİDÎ ALİ AZÎZ EFENDİ

Aziz Efendi, 1211’de (1797) bu kitabı kaleme almış ve o sıra elçilik memuriyeti ile Prusya tarafına gidip 1213 tarihinde orada vefat etmiştir. Tasavvuf ve hikmet ilimlerinde mâhir bir üstattır. Anlaşılması zor sorulara ikna edici cevaplar vermeye yetkindir. Nitekim Avrupa bilginlerinden parmakla gösterilen bazı kimselerin felekiyyât, maddenin özleri ve diğer tabiî ilimlere dair sorularına verdiği hikmetli cevapları özel bir risâle şeklinde tertip etmiştir. Üstün bilgi derecesini, onu dikkatle okuyup inceleyen ilim erbabı anlar. Tasavvuf konusunda da Vâridât adlı eseri ve başka kitapları vardır. Lâkin varisleri kıymetini bilmeyerek eseri telef ve ziyan etmiştir. Bazı kitapları ise merhumun kimi dostlarının eline geçmiş olup, bu eserler kaydedilmiş ve neşredilmiştir. Sırrı muazzez olsun.

AZİZ EFENDİ’NİN MUHAYYELÂTI

Bu şirin efsaneyi güzel sözle tertip eden kişi Yeni nağmelerle onu süsleyip terennüm etti Hayranlık uyandıran sözleri bu güne taşıyan Eski hikâyelerin nakışlarında şöylece gezindi
Acizane bu eser, mukaddime ve takdim kaideleri bir yana bırakılarak tarafımdan meydana getirildi.

Bir gün, emel medresesi ve hayaller kütüphanesinde ilham ve fikir sayfaları arasında dolaşırken, unutulma türbesine terk edilmiş eski bir kitap gözüme ilişti. Hulâsatü’l-Hayal adındaki bu kitap, Süryanice, İbranice ve başka dillerden derlenmişti. Tamamı okunup acayip manaları üzerinde düşünülünce anlaşıldı ki Lâmi’nin İbretnümâ’sı ve Binbir Gece misali öğüt veren manevî hikâyelerle dolu, hakikate uyandıracak bir hikmet nüshasıdır. Bunun üzerine bazı garip hikâyeleri seçilerek dervişlerin usûlü üzere sade bir ifade ile kaleme alınıp zekâ sahiplerinin nazarlarına arz edildi.

Bu hikmetli kitap, her ne kadar muhayyelât (içe doğan hayaller) kabilinden ise de uygun vakitler gözlenerek okunursa, gönül kasvetini giderici özelliği mutlaka görülür ve bir tecrübe edilip sırlarına erildiğinde, aciz adımın dua eden dillerde anılacağı temenni olunur.

Eser-i hâme olsa da nâçiz
Zikr-i hayra vesile ola Aziz

BİRİNCİ HAYAL

Eski zamanlarda İsfahan şehrinde İran diyarına hükümdar olan Harizmşah’m yakışıklılığı, marifet ve olgunluğu yönünden cihanda benzersiz olan bir oğlu vardı. Kamercan adındaki bu şehzade on beş yaşma girip buluğ çağma eriştiğinde Harizmşah’ı torun arzusu kapladı. Bu hususta Kamercan’m annesiyle ve sadrazamıyla görüştü. Böylece talihi açık şehzadenin cariye veya hürlerden istediği biriyle evlendirilmesi kararlaştırıldı. Huzura Kamercan’ı çağırıp ona pek çok öğüt verdi. Şah, tatlı sözlerle başladığı konuşmasının sonunda arzusunu açıkladı Şehzade’ye. Bu konuda tam teslimiyet gösterip boyun eğmesini istediğini söyledi. Kamercan bir süre heyecan terlerine gark olduktan sonra içinden geçeni Sultan’m huzurunda şöyle dile getirdi:

“Kudretli yüce babam, kadınların aşkta kararsız ve vefasız olduğunu eskilerin tarih yazılarından okuyup öğrendiğim için bu konuda bir ümitsizlik kalbimi kuşatmış ve Hazreti İsa gibi hayat boyu yalnızlığa beni ikna etmiştir. Şöyle ki sizin tarafınızdan bir zorlama ve ısrar olursa buralardan çekip gitmek benim için kaçınılmaz bir şeydir” diye sözünü bitirdi. Şah, Kamercan’m çekinmeksizin bu tarz cevabındaki vahim sonucu idrak ederek sözün dizginini başka tarafa çevirip hoşgörülü davrandı ve konuyu değiştirdi.

Şehzade yerine dönünce Harizmşah, sadrazamıyla baş başa kaldı ve bir çare önermesini istedi. Sadrazamı ise şöyle bir çıkar yol ileri sürdü:

“Kamercan’m Sultan emrine karşı gelmesi, henüz padişahların öfke ve gazabını bilmeyişinden olsa gerektir. Bundan dolayı biraz sertlikle muamele edilsin!”
Böylece birkaç gün azarlama ve korkutmalardan sonra nihayet daha fazla sıkıştırmak için Sehzade’yi bir hizmetkâr ile hususî bir hapishaneye koydular. Şehzade bu baskıyı evlenmekten daha kolay bularak gönül ferahlığı ile inziva köşesini seçip Hudâ şivesini hatırlatan gizli (hikmetli) âlemlere yöneldi.

Hapishanenin avlusundaki eski kuyuyu uzun süreden beri perilerden biri mesken edinmişti. Bu eski kuyunun perisi bir gece kuyudan çıkıp yoluna gitmek üzereyken avluda bir ışık fark edince “Acaba ne ola ki?” diye işin iç yüzünü araştırmak için Kamercan’m yattığı odaya girdi. Sehzade’nin yakışıklılığını ve hoş çehresini görünce perinin sabır ve kararı yağma oldu. Duramayarak iki yanağından öpüp uyandırmaksızm odadan çıkıp gitti. Havada giderken hasımlarmdan bir başka periye rast gelip kavgaya tutuştular. Düşman periyi helâk etmek üzereyken, mağlup olan cin canını kurtarmak için galip periye yalvararak:

“Efendim, size nadir rastlanan ve tam zevkinize göre olan bir av haber versem beni azat eder misiniz?” dedi. Teklifi kabul edilince de sözlerini sürdürdü:
“Birkaç gün önce yolum Çin şehrine düşmüştü. Çin diyarına padişah olan Sah Sücâ’nm güzel bahtlı bir kızı var. Gördüm ki yüzünün güzelliği ve edasının cazibesi bakımından bir benzeri şu yeryüzünde yoktur” diyerek kızın vasıflarını ballandıra ballandıra anlatmaya başlayınca galip peri alaycı bir gülümseme ile söze girdi:

“Ben bugün öyle bir dünya yakışıklısı gördüm ki senin anlattığın güzel, o yiğide müjde için verilen bahşiş bile olamaz!”
Bu konuda tartışma uzadı ve sonunda şu karara vardılar: Mağlup peri gidip güzelliğini anlattığı kızı getirecek ve ikisi bir araya getirildikten sonra eğer Çin padişahının kızı Şehzade’den güzelse bu perinin işlediği kabahatler bağışlanacak ve ikram olunacaktır.

Mağlup peri Çin’e gitti ve yarım saat geçmeden Çin Şahı’nm kızını uykusundayken getirip Şehzade’nin yanma yatırdı. Daha güzel olanı belirlemek için ikisini yüz yüze getirdiler. Fakat ne görsünler! Birbirlerine o kadar benziyorlardı ki onları ayırmak yalnızca giysilerinden mümkündü. İki taraf eşitliği kabul etti.

Bu kez uyanıklıkta hallerini ve tavırlarını denemek için Şehzade’yi uyandırdılar. Şehzade gözünü açınca koynunda âlemi süsleyen bir kızın yattığını gördü. Öyle ki bu kız, akla ve fikre şaşkınlık verecek bir dünya güzeliydi. Bir bakışta ona mecnûn gibi âşık oldu. Sandı ki anne babası kendisini kandırması için bu kızı bulmuş ve evlendirmeye teşvik maksadıyla yatağına yatırmışlar. Ancak peri yüzlü kızın güzelliği Sehzade’nin sabır ve kararlılığını tüketti. “Her neyse, ben bunu zevceliğe kabul ettim!” diyerek gül renkli yanağından, billur gerdanından ve gonca ağzından öpüp kucakladıktan sonra onu uyandırmak için her ne çareye başvur-duysa da bu mümkün olmadı.

“Ne güzel sevgili! Ancak uykusu gayet ağırmış. İnşallah yarın sohbet ederiz; uyandığında kendisini kabul ettiğimi bilsin!” deyip parmağındaki yüzüğü kızın parmağına, kızın yüzüğünü de kendi parmağına taktı.

Bu esnada periler efsun hüneri ile şehzadeyi derin uykuya daldırıp bu defa Çin padişahının kızını uyandırdılar. Kendisini başka bir evde, bir sevgili kucağında bulan kız, Şehzade’ye baktığında onu beşer suretinde bir melek gibi gördü. Siyah saçlarına ve ışıltılı yüzüne bakıp canı gönülden sevdaya tutularak ona delicesine âşık oldu. O da Şehzade’yi uyandırmaya çalıştı. Bu sırada parmağındaki yüzüğün değiştiğini görünce:

“Bunda bir hikmet var. Acaba bu civanın ağır bir uykuya dalmasındaki sebep nedir?” diye endişe içinde düşünürken efsun üfürüğü ile Gülruh da yarı uykulu hale döndürülüp hemen eski yerine götürüldü.

Sabahleyin Kamercan, gece yatağında olan kızı yanında bulamadı. Eline bakıp kızın yüzüğünü görünce olayın gerçekliğini anladı ve yüzüğün pahalı olmasından ötürü gördüğü güzelin kral kızı olduğuna hükmetti. Lalasından durumun hakikatini sorduğunda, kızdan haberi olmadığını ve oda kapısını sıkıca kapadığı için içeriye kimsenin giremeyeceğini söyledi. Dolayısıyla bu hayalin ancak bir şeytan aldatmacası olduğunu ve rüya olmaktan gayrı bir ihtimal olmadığını ileri sürdü. Sehzade’nin bu hayalini sevda illetine yükleyip Sah’ı olaydan haberdar etti. Sah, durumu sorunca Şehzade olayı anlattı ve davasına delil olarak yüzüğünü göstermekle babasını ikna etti. Böylece bu konuda Sah’m şüphesi kalmadı. Görülen hayalin kim olabileceğini öğrenmenin imkân ve çareleri için pek çok kez toplandılarsa da herhangi bir ipucu bulmak mümkün olmamıştı. Şehzade yâr hayali derdiyle hasta ve yatağa esir ola dursun, biz gelelim Gülruh’a…

O da yazıldığı üzere bilmediği bir sevgilinin aşkıyla hasta, mecalsiz ve hasret derdiyle perişandı. Bu hal babası Çin Şahı için derin bir yara ve yakıcı bir yürek derdi olup kızının elemine çare aradı. Bir yüksek divan kurup, tek varisi olan kızının hastalığı günden güne artıyor olduğundan, öleceği kati görünüp mülkünün yâd ellere geçeceğinden bahsederek nihayet şöyle bir neticeye vardı: “Hangi hünerli hekim ve maharetli efsuncu, kızımın derdine deva bulursa kızımı ona nikâhlayacak ve mülküme veliaht edeceğim!” diye halka ilan eyledi.

Saltanat hırsıyla etraftan nice hekim, efsuncu ve büyücüler gelip baktılarsa da Gülruh’un bedeninde ve ruhunda bir hastalık olmadığından bunun aşk eseri olduğuna karar verdiler. Kız ise bunu ısrarla inkâr ediyordu. Durum bu haldeyken Gülruh’un ilim ve irfan öğrenmek hevesiyle uzun süredir seyahatler eden Sabâ adındaki süt kardeşi o sırada tesadüfen çıkagelip kız kardeşiyle görüştü. Hastalığının sebebini sorup inceden inceye araştırdı. Gülruh süt kardeşi Sabâ’yı çok sevdiğinden, içini döküp gönlündeki derin acıyı paylaştı ve başına gelen hikmetli olayı anlattı. Şehzade’nin yakışıklılığını ve onun aşkının derdiyle bir gün helâk olacağını açıkladı. Konuşmasını bitirdiğinde Sabâ şu sözlerle Gülruh’a teselli verdi: “İnşallah bu kapalı kapı, bu fakirin eliyle açılır ve benim vasıtamla mutlu olursunuz. Malûmunuzdur ki memleketleri dolaşmak artık bu kulunuza bir tutku olmuştur. Bundan sonra araştırıp soruşturarak bütün ülkeleri ve şehirleri bir kat daha dikkatle gezip dolaşır ve o vasfettiğiniz yiğidin kim olduğu haberini alıp size getiririm!” diye söz verdi. Hemen bir iki gün durduktan sonra kalkıp gitti.

Nice beldeler ve kaleler, sayısız kasaba ve ülkeler gezip görerek iki sene geçtiğinde Pars (İran) hududunda Behmenâbad şehrine geldi ve bir kervansaraya misafir oldu. Dilden dile dolaşan…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Dünya Ağrısı ~ Ayfer TunçDünya Ağrısı

    Dünya Ağrısı

    Ayfer Tunç

    “Hayat, kayaç katmanları gibi parçalarına ayrılan değersiz bir kütledir.” Türkçe edebiyatın sözünü sakınmayan kalemi Ayfer Tunç, yazarlık hayatının 25. yılında sarsıcı bir romanla karşımızda....

  2. İçimizdeki Şeytan ~ Sabahattin Aliİçimizdeki Şeytan

    İçimizdeki Şeytan

    Sabahattin Ali

    Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok, içimizde...

  3. Cumhuriyet Çocuğu ~ Hekimoğlu İsmailCumhuriyet Çocuğu

    Cumhuriyet Çocuğu

    Hekimoğlu İsmail

    Cumhuriyet Çocuğu, Hekimoğlu İsmail´in, Osmanlı´nın son döneminden Cumhuriyet sonrasına uzanan batılılaşma sürecini anlattığı son romanı. Alim bir dedenin terbiyesinde yetişen Yahya´nın yaşadığı olaylar çerçevesinde...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur