Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Muharebelerle Kısa Dünya Tarihi
Muharebelerle Kısa Dünya Tarihi

Muharebelerle Kısa Dünya Tarihi

İlkin Başar Özal

İnsanoğlunun hikâyesi, en başından beri bir mücadele, çatışma ve muharebe öyküsüydü. Göğüs göğüse dövüşen insanları muharebe alanına getiren şey hırslarıydı belki; ama onlara zaferi…

İnsanoğlunun hikâyesi, en başından beri bir mücadele, çatışma ve muharebe öyküsüydü. Göğüs göğüse dövüşen insanları muharebe alanına getiren şey hırslarıydı belki; ama onlara zaferi getiren, liderlerinin stratejileri ve taktikleri olduğu kadar zırhları, miğferleri ve silahlarıydı. Büyük bir Mısır ordusunun başındaki II. Ramses, Asi Nehri’nin kıyısında baş düşmanı Hitit Kralı Muwatalli’yi beklerken; Pers ve Yunan filoları Salamis Adası’nın doğusunda karşı karşıya gelirken; Kartacalılarla Romalılar Akdeniz için savaşırken; Orta Asya steplerinden gelen Hunlar Çin hanedanlıklarına meydan okurken; Halifelik orduları Yermük ve Kadisiye Muharebeleri ile Bizans ve Sasani İmparatorluklarını geriletirken; Alp Arslan Malazgirt Ovası’nda “Bugün burada emreden bir sultan yoktur. Ayrılmayı tercih edenler gitsinler!” derken; Kutsal Roma Cermen İmparatoru Friedrich Barbarossa Kudüs’ü yeniden almaya giderken; Osmanlılar Kosova Ovası’na yürürken; Wallace önderliğindeki İskoçyalılar İngilizlere direnirken; Napoleon Avrupa’yı dize getirmeye çalışırken; Sedan’da, Gelibolu’da, Stalingrad’da, El-Alameyn’de, Vietnam’da, “Irak’a Özgürlük” Operasyonu’nda savaşan yine insandı; ama muharebe alanlarındaki tecrübesi sürekli arttı, kullandığı teknoloji sürekli gelişti. Ancak kararlı liderlerin, mükemmel silahların, harika planların, iyi eğitimin ve sağlam disiplinin zaferi elde etmeye yetmediği anlar da oldu; bazen donmuş bir göl, bazen yıkılan bir köprü, bazen çamura bulanmış bir arazi, muharebeye, sonucuna ve ardından gelen on yılların gidişatına hükmetti.

Muharebelerle Kısa Dünya Tarihi, MÖ 13. yüzyıldan bugüne sadece insanın değil, aynı zamanda insan aklının ürettiği strateji ve tekniklerin mücadelesini de sunuyor okurlarına. Falankslarla esnek orduların, şövalyelerle “alt sınıflardan” gelen piyadelerin, tatar yaylarının, savaş arabalarının, ateşli silahların, tankların, bombaların dünyasında insanın muharebe alanlarına neden geldiği, muharebeler sırasında nasıl savaştığı ve muharebelerden sonra nelerin değiştiği bu kitapta bir film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçecek.

GİRİŞ

İnsanlık tarihinde, toplumlararası etkileşimi artıran ve teknolojinin sürekli olarak gelişmesini sağlayan en ön plandaki iki olgu, ticaret ve savaş olarak karşımıza çıkmaktadır. Biri diğerinin bazen nedeni bazen sonucu gibi görülmüş, bazen ise her ikisi öyle iç içe geçmişlerdir ki, bu neden-sonuç ilişkisini kurmak bile imkansızlaşmıştır. Ama belki de reddedilemeyecek olan, savaşın ticaretten önce hayatımıza girmiş olduğudur. Avcı-toplayıcı atalarımızın dünya üzerinde var olmalarından itibaren karın doyurma çabaları, aynı yeri kullanmak isteyenlerin arasında sürtüşmelere neden oldu. Tarım devrimi ile birlikte üretim havzalarının korunması ya da ele geçirilmesi zorunluluğu bu sürtüşmelerin silahların konuştuğu şiddetli dövüşlere evrilmesine yol açtı. Nihayetinde, ilk medeniyetlerin ortaya çıkışından bu yana yaşanan muharebeler, insanlık tarihinin dünya çapında ve her zaman var olan bir parçası olarak karşımıza çıktı. Savaş, tarihimizi şekillendirmede kilit bir rol oynadı. Muharebelerdeki alınan yenilgiler genellikle; kültürlerin, imparatorlukların ya da ulus devletlerin düşüşünü hızlandırdı. Yaşanan zaferler; toprak, insan ve kaynakların elde edilmesine yol açtı. Yüzyıllar boyunca imparatorlar, krallar, komutanlar, generaller ve amiraller aynı hedefler ve zorluklarla karşı karşıya kaldılar: düşmanlarını alt etmek, diğer tarafın zayıf noktasını tespit etmek, fazlaca kaynak toplamak, tuzağa düşmekten kaçınmak ve üstün gelmek, bir de muharebelerin sonunda uğranılan yenilginin sonuçlarını hafifletmek kadar zaferin coşkusunu da dizginleyebilmek. Yüzyıllar boyunca ulaşım ve silah unsurları hem değişti hem gelişti hem de uyarlandı. Mısır ile Hitit arasında yaşanan Kadeş Muharebesi’ndeki savaş arabaları, II. Dünya Savaşı’nda Afrika’daki tanklardan; Kore amiral Yi’nin kaplumbağa gemileri, Amerikan İç Savaşı sırasında kıyasıya mücadeleye giren USS Monitor ve CSS Virginia’dan, Custer komutasında Little Bighorn’da mücadele veren 7. Süvari Alayı, Vietnam Savaşı sırasında yaşanan Ia Drang Muharebesi’nde bölgeye helikopter ile indirilen 7. Süvari Alayı’ndan; Sezar ile Alesia Kuşatması’na katılmış Roma Lejyoneri, Çöl Fırtınası harekatında görev alan Amerikalı piyadeden çok farklı görünebilir. Ama her birinin ortak bir özelliği vardır: tarihi değiştirme gücü. Nesnel olarak bakıldığında, hiçbir muharebe; bir diğerinden ya da başka bir alandaki olaydan ya da alınan bir karardan, bağımsız, tecrit edilmiş, başlı başına ayrı bir mücadele değildir. Maalesef her birinin yaşanması, en son aşamada, iki nedene dayanmaktadır: imparatorların, politikacıların veya halkların diplomasi başarısızlığı ile kıt kaynaklar için rekabet etme hırsı. Savaş ilkeleri, muharebe alanlarındaki mücadelenin yapı taşıdır; operasyonel, stratejik ve taktiksel hazırlıklar ile alınan kararlar bu ilkelere dayanmaktadır. Amacın seçimi ve sürdürülmesi savaşın ana ilkesi olarak kabul edilir. Tek ve net bir amaç, başarılı askeri operasyonların anahtarıdır. Siyasi ve askeri liderlikten, paylaşılan amaçtan, ortak ülküden, değerler ve grup bütünlüğünden kaynaklanan moral gücün yüksek tutulması ve korunması; azim, kararlılık ve iradeyi kuvvetlendirerek askeri ayakta tutar. Taarruz eylemi, bir komutanın; avantaj elde etmek, momentumu sürdürmek ve inisiyatifi ele geçirmek için uygulayacağı pratik yoldur. Güvenlik, hedeflere ulaşmak için gereken yerde ve zamanda hareket özgürlüğü veren bir operasyon ortamı sağlamak ve sürdürmektir. Sürpriz faktörü, kasıtlı olarak veya tesadüfen beklenmeyeni yaparak düşmanda kafa karışıklığı yaratmaya yarar. İstenen etkileri, gereken yerde ve zamanda gerçekleştirmek için; fiziksel, entelektüel ve ahlaki kaynaklara dayanan üstün savaş gücünün, kararlı bir şekilde senkronize edilmesi kuvvetin yoğunlaştırılmasını ve odaklanmasını sağlar. Hedeflere ulaşılmak için; insan gücünü, malzemeyi ve zamanı akıllıca kullanmak, muharebe etkinliklerinde ekonomik davranışı simgeler ki bu sayede beklenmeyen tehditler karşısında her zaman kullanılacak bir güç hazırda bulunabilir. İşbirliği, ekip çalışmasını ve savaşın her alanında; tehlikelerin, sorumlulukların, yüklerin, risklerin ve fırsatların paylaşımını sağlar. Savaşma gücünün ve hareket özgürlüğünün devamlılığının sağlanması mücadelenin sürdürülebilirliğini garanti altına alır. Görev emir-komuta zinciri, merkezi niyet ile merkezi olmayan uygulama birimlerini birleştirir. Tanımlanmış kısıtlamalar dahilinde; özgürlüğü, eylem hızını ve inisiyatifi teşvik eder. Astlara, görevleri ve bu görevler bağlamında “hangi” hedefe “neden” ulaşmaları gerektiği bildirilir. Astlar da daha sonra, görevlerini en iyi nasıl yerine getireceklerine, kendilerine verilen hareket özgürlüğü dahilinde karar verirler. Emirler, eylem özgürlüğüne izin vererek, yalnızca niyet ve hedefleri belirlemek için yeterli ayrıntıya sahiptir. Manevra, rakibin savaş gücünün güvenlik açıklarına karşı güç uygulayarak inisiyatifi ele geçirme girişimidir. Rakibi şok etmeyi ve sürpriz faktörünü kullanmayı amaçlayan manevranın en önemli özellikleri; momentum, tempo ve çevikliktir. İstihbarat, rakip hakkındaki bilgilerin toplanması, savaş hilesi ise bu bilgiler ışığında girişimlerde bulunarak rakibi olmaya inandırıp aldatmaktır. Aslında savaş daha başlamadan üstünlüğün ele geçirilmesi; disiplinli, eğitimli, teknolojik donanıma sahip, lojistik destek unsurlarının yeterli olduğu bir askeri gücün, sürekli olarak hazır olma durumunda tutulmasına bağlıdır. Bu ilkelerin uygulandığı muharebeler esas alındığında, insanın savaş alanlarındaki tarihsel süreci üç döneme ayrılmaktadır. Kılıç, barut ve tüfek.

Kılıç

Bireysel savaşçı, İlkçağ’da ve Ortaçağ süresince, muharebe alanına egemen oldu. Genellikle kalabalık ama disiplinden uzak ordular halinde savaştı. Antik Yunanistan’da Sparta’nın yükselişi; profesyonel, disiplinli ve ağır piyade gücünün, üstün sayılar karşısında neler yapabileceğini gösterdi. Bu güç, Büyük İskender’in Makedon falanksları ile doruk noktasına ulaştı. Daha sonra Romalıların yarattığı Antik çağın en eksiksiz ve en verimli profesyonel ordusu yüzyıllar boyunca Avrupa ve Akdeniz’in muharebe alanlarına hakim oldu. Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ile askeri teknoloji ve profesyonellik geriledi. Sadece Normanlar ve Bizanslılar profesyonel asker geleneğini devam ettirdi. Orta Asya bozkırlarından gelen Türklerin ve Moğolların atlı-okçu savaşçıları; dayanıklılıkları, manevra kabiliyetleri, yetenekleri ve kararlılıkları ile Çin Denizi’nden Orta Avrupa’ya, Sibirya’dan Hindistan’a kadar olan bölgede önlerine geleni yenerek güçlerini ortaya koydular. XIV. yüzyıldan itibaren, profesyonel ordular yeniden muharebe alanında görülmeye başladı. Agincourt’taki gibi, bu tür ordular sayısal olarak üstün bir düşmanı kesin bir şekilde yenebiliyordu.

Barut

Barut ve topçu, XIV. ve XV. yüzyıllarda muharebe alanlarında görülmelerinin ardından savaş tarzında devrim yarattılar. Komutanları, bu yeni ve yıkıcı derecede etkili teknolojiyle başa çıkmak için; kaleler inşa etmeye, yeni askeri taktikler geliştirmeye, yeni ordu teşkilatlanmaları kurmaya ve yeni stratejik yaklaşımlar sergilemeye zorladılar. Orta Çağ’da ikincil bir rol oynayan piyade, topun küçültülüp bireysel olarak taşınabilir hale getirilmesiyle ortaya çıkan ağızdan dolma tüfek sayesinde muharebe alanındaki birincil rolünü yeniden kazandı. İlkel tüfek, çok sayıda askerin çabucak eğitilebildiği bir silah olarak muharebelerde büyük bir eşitleyici rol üstlendi ve kısa sürede Orta Çağ’ın pahalı silahlara sahip ve zırhlı şövalyesinin egemenliğini sona erdirdi. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda, ağızdan dolma tüfekler daha hafif ve daha isabetli atış yapabilir hale geldi. Bunun sonucunda; profesyonel, düzenli birliklerden oluşan kitlesel piyade orduları, devasa ve ardı arkasına dizilmiş hatlar halinde birbirlerine yakın mesafeden tüfek ve topla ateş ederek muharebe alanlarında boy gösterdiler. Bu ölümcül, yakın mesafeli çatışmalarda sadece bir avuç tüfeğin açtığı yaylım ateşi bir muharebenin sonucunu belirleyebilirdi.

Tüfek

XIX. yüzyılın ortalarında, ağızdan dolma tüfek, bir başka yüzyıl boyunca piyadenin ana silahı olarak kalan modern tüfek tarafından geride bırakıldı. Bunun etkisi ilk olarak, kitlesel piyadelerin ölümcül isabetli top ve tüfek ateşiyle parçalara ayrıldığı Amerikan İç Savaşı’nın kanlı muharebelerinde açıkça görüldü. XIX. yüzyılın ortalarında, ağızdan dolma tüfek, bir başka yüzyıl boyunca piyadenin ana silahı olarak kalan modern tüfek tarafından geride bırakıldı. Bunun etkisi ilk olarak, kitlesel piyadelerin ölümcül isabetli top ve tüfek ateşiyle parçalara ayrıldığı Amerikan İç Savaşı’nın kanlı muharebelerinde açıkça görüldü. Ve bir şey daha görüldü; savaşın topyekün bir hal alması. Artık muharebeler askerler arasında değil, toplumlar arasında yaşanmaya başladı. XIX. yüzyılın sonunda makineli tüfeklerin icadı ve modern topçuğun gelişmesi, piyade taktiklerini durma noktasına getirdi. İlk olarak I. Dünya Savaşı’nın uzun süren yıpratma savaşına yol açtı. Ancak, uçak, tank ve mekanize savaşın ortaya çıkmasıyla birlikte II. Dünya Savaşı’nda, muharebelerin daha akıcı ve mobil hale geldikçe, piyadelerin esnekliği arttı böylece kitlesel piyade orduları yeniden canlandırıldı. Yine de, “uzay çağı”nda hassas bombardımanının ve hızlı hareket etmeye dayalı “mekanize taktiklerin” ortaya çıkmasına rağmen; Kore Savaşı, Vietnam Savaşı ve Körfez Savaşları gibi süreçler, alınan yerleri elde tutulmak ve zaferler kazanmak için hala “kanlı bedeller ödeyen piyadelere” ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Ne demişler “piyadenin ayak basmadığı yer fethedilmiş sayılmaz.”

***

Dünya Harp Tarihi içerisinde yaşanan muharebeler arasında en çok ilgi uyandıranları, en kanlı olanları ve son nokta (son direniş ya da son savunma da denilebilir) muharebeleridir. Kısa bir süre içerisinde o kadar insanın nasıl telef olduğu ya da son ana kadar inatla direnilerek bir savunma harbi yapıldığı kadar, bu muharebelerden çıkarılan derslerin neler olduğu ve sonraki muharebelere nasıl yansıtıldığı da merak konusudur. Büyük İskender’in çarpıcı zaferleri, Mısır çöllerinden Hindistan sınırlarına kadar uzanan bir imparatorluğu birleştirdi. Kuzey Yunanistan’daki Makedonya kökenli İskender’in babasının imparatorluğunu dünya lideri bir güç haline getirme hırsı, tüm Doğu Akdeniz’i ve İran’ı amansız bir savaşa sürükledi. Büyük İskender’in MÖ 333’teki İssus Muharebesi, vahşiliğiyle hatırlanan bir muharebedir. İskender, orduları sahadayken tam zaferden daha azını kabul etmeyen, uzlaşmaz bir savaş lideriydi. İskender, araziyi kullanarak iyi eğitimli ve donanımlı hoplitleri ile süvarileri sayesinde açık alanda Persleri mağlup etti. Ardından İran’a yürüdü. Pers İmparatorluğu’nu çökerterek Orta Doğu’daki hakimiyetini sağlamlaştırdı. İssus Muharebesi’ne katılan her iki taraftan yaklaşık 27.000 kişi bir sonraki güneşin doğuşunu göremedi. MÖ 216 Cannae Muharebesi, Roma cumhuriyeti ve onun savaş makinesinin yaşadığı en kötü yenilgi olarak tarihe geçti. Romalı komutanlar Lucius Paullus ve Gaius Varro, araziyi, birliklerinin kuvvetini ve havayı kullanan Kartacalı Hannibal tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldılar. Hannibal gelmiş geçmiş en büyük askeri taktik ustalarından biri olarak kabul edildi. Alpleri geçip İtalya’nın büyük bir bölümünü fetheden Hannibal ile yüzleşmek zorunda kalan Paullus ve Varro, Kartaca ordusuyla Cannae’de karşılaştıklarında Roma’nın onurunu kurtarmak için aceleci davrandılar. Kanatlarını tehlikeli bir şekilde açık bıraktıklarını gören Hannibal, Romalılar yarım daire içine çekip kuşattı. Dış safları sürekli olarak yıprandı, hayatta kalanlar geri çekilip bir araya geldiler ve sonunda hepsi durdukları yerde öldürüldüler. Muharebenin sonunda iki tarafın toplam zayiatı 75.000’e yakındı. MÖ 201 Red Cliffs Muharebesi, dünya harp tarihinin en büyük savaş hilelerinden birine sahne oldu. Kuzeyli ve güneyli savaş lordları, ülkenin kaderini belirlemek için karşı karşıya gelmişti. Güneyli savaş lordları Liu Bei ve Sun Quan’ın müttefik kuvvetleri, adil bir dövüşte kuzeyli Cho Cho’ya karşı hiç şansları olmayacağını biliyorlardı. Bir savaş hilesine başvurdular. Küçük bir çatışmadan sonra Bei ve Quan teslim olmak istediklerini söyleyip görüşmelere büyük gemilerini gönderdiler. Bazılarını ateşe vererek içine gönderdikleri Cho Cho’nun tüm filosunu yakarak imha ettiler. Kesin sayı bilinmemekle birlikte muharebede ölenlerin sayısı yüz bünlerle ifade edilmektedir. 612 Salsu Muharebesi, askeri tarihin en ölümcül açık alan çatışmalarından biri olarak tüyler ürpertici bir üne sahiptir. Kore krallığı Goguryeo ile Çin’in işgalci orduları arasında yaşanan muharebe, Kore’nin kuzey ovalarında başladıktan birkaç saat sonra ortaya çıkan ölü sayısı dudak uçuklatacak düzeydedir. Sui hanedanı yönetimindeki Çin İmparatorluğu, iç siyaset üzerindeki hakimiyetini güvence altına almak için genişleme eğilimindeydi. Çinliler geleneksel olarak hem askeri hem de siyasi açıdan Korelileri daha zayıf görüldüğünden, küçük Kore krallıklarının topraklarını fethetmek için mükemmel bir alan olarak görüyordu. Bir milyondan fazla Çinli asker, imparatorluklarının o güne kadar teşebbüs ettiği en büyük kara istilalarından birini gerçekleştirmek için Kore yarımadasının kuzeyindeki Goguryeo krallığı üzerine yürüdü. Koreli General Euji Mundeok, işgalcilere karşı kazanma şansı olmadığını biliyordu, bu yüzden doğanın gücünden yararlandı. Geri çekilerek istilacıların istediği yere gelmesini sağladı. Korelileri yakalamaya çalışan Çinliler, suyu sığ olan bir nehirle karşılaştılar ve hemen geçmeye başladılar. Bilmedikleri nehrin yukarısında bir baraj inşa edilmiş olduğuydu. General Euji, tam da Çinliler nehrin ortasındayken barajın kapaklarını açtırarak vadiden aşağı akan dev bir su dalgası yarattı. Su o kadar hızlı hareket etti ki Çinlilerin tepki verme şansı yoktu. Çinli savaşçıların çoğu hantal zırhları içinde boğuldu. Geriye kalanları da, Kore süvariler katletti. Kaçabilenleri de takibe alan Koreliler Liadong Yarımadası’ndaki Çin-Kore sınırına kadar kan ve ölüm izi bıraktılar. Muharebenin Çin’e maliyeti 300.000 ölüydü. İngiltere Kralı Günah Çıkartıcı Edward ölmüş ülkesinin tahtını üzerinde hak iddia edenlerle baş başa bırakmıştı. 1066 Stamford Köprüsü Muharebesi de bu iddialaşmanın bir sonucuydu ve ilginç bir direniş hikayesiyle anılmaktadır. Edward’ın eşinin akrabalarından Harold, İngiliz tacını başına geçirmişti ancak hiç rahat değildi. Edward’ın ölmeden önce tahtı kendisine söz verdiğini söyleyen Normandiyalı William güneyden bir istila hazırlığındaydı. Harold bununla ilgilenirken tahtta hak iddia eden Viking Kralı Harald Hardrada’nın da kuzeyden ülkeyi işgal ettiğini ve York’u ele geçirdiğini öğrendi. Harold kuzey ve güney tehditleri arasında bir seçim yapmalıydı. Kuzeyi seçti ve süratle Viking istilacılarının üzerine yürüdü. Bunu beklemeyen Hardrada, ordusunun üçte birini Ouse nehri civarlarında bırakmasının bedelini ağır ödeyecekti. Harold’ın çoğunluğu süvari olan kuvvetleri, kendilerine katılanlar ile birlikte 25 Eylül sabahı York’a ulaştı. Hardrada’yı tamamen gafil avlayarak Stamford Köprüsü’ne yürüdü. Harold’un ordusu Vikinglere saldırdı ve onları hemen mahvetti. Öldürülmeyenler hemen zırhlarını giyip savunma hattı oluşturmak için mücadele ettiler. İngilizleri geri tutmak için bir çember oluşturmayı başardılar, ancak sürpriz saldırı sayılarını çok azaltmıştı. Harold’un ordusunun ilerlemesi, köprünün dar boğaz noktasındaki bir engel nedeniyle durdu. Yolu tıkayan, büyük bir balta ile tek başına ayakta duran isimsiz bir Viking savaşçısıydı. Kendisini geçmeye çalışan Harold’un birliklerine karşı yalnız başına meydan okuyan Viking, direniş gösterdiği bir saatten fazla sürede 40’a yakın İngiliz askerini öldürdü. Savaşçıyı yüz yüze yenemeyen Harold’ın adamları, köprünün altından gizlice ilerleyerek Viking’i kasıklarından ölümcül şekilde yaraladılar. Nihayet İngiliz askerleri ilerleyebildi. Ardından Kuzeylilerin oluşturduğu kalkan duvarına saldırdılar. Göğüs göğüse çatışmalarda Vikingler direndiler ama çok geçti. Harald Hardrada boğazına saplanan bir okla öldürüldü ve Harold’ın Vikinglere yardım eden hain kardeşi Dük Tostig de muharebe alanında öldürüldü. Tek başına direnen Viking aslında Hardrada’ya kaçabileceği zamanı kazandırmıştı ancak Viking kralı adamları ile kalıp savaşmayı seçmişti. Moğol ordusu, Orta Asya’dan kopup gelerek İran üzerinden geçip Abbasi Halifeliği’ni tehdit ediyordu. Arap çölünün ortasında altın bir vaha olarak oturan Abbasilerin başkenti Bağdat, Moğol hükümdarı Hülagu Han’ın gözardı edemeyeceği kadar cazip bir hedefti. O güne kadarki en büyük Moğol ordusuyla 1258 yılında Bağdat Kuşatması’na başladı. Abbasiler kurtulmak için her şeyi denediler ama olmadı. Sonunda Moğollar direnişi kırdılar. Moğollardan önce Bağdat, büyük kütüphanesi Batı dünyası tarafından kıskanılan bir bilgi ve kültür merkeziydi. Moğollar arkalarında yanmış harabelerden başka bir şey bırakmadan uzaklaştılar. Çeşitli kaynaklardaki verile birbiriyle uzlaşı içinde olmasa da en 200.000 en fazla 800.000 kişinin Moğol yıkımında hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. İngilizler dünya çapında birçok kanlı muharebeye katılmışlardı. Güller Savaşı’nın (1455 – 1485) en önemli çarpışmalarından da biri olan 1461 Towton Muharebesi, İngiliz topraklarında bugüne kadar yaşanmış en kanlı muharebe olarak tarihe geçti. Lancaster ve York hanedanlarının, Yorkshire’ın dondurucu soğuğunda birbirlerine girdiği mücadelede yaşanan göğüs göğüse çarpışmalarda, kar kaplı muharebe alanı kan kırmızıya boyandı. Muharebenin sonunda; Lancaster hezimete uğradı, Edward ilk Yorklu kral olarak güç kazandı ve yaklaşık 30.000 kişi buz tutmuş Yorkshire toprağında hareketsiz yatıyordu. 1709 Malplaquet Muharebesi; İngiltere, Prusya, Avusturya ve Hollanda’nın bir araya gelmesi ile kurulmuş bir ittifakın, Fransa ve Bavyera’ya karşı giriştiği çatışmaydı. İspanya Veraset Savaşı’nın bir bölümünü oluşturan muharebe, tüm mücadelenin en kanlı çatışmalarından biri ve aynı zamanda XVIII. yüzyılın en ölümcül olanıydı. Muharebe, gürleyen top sesleri ve tüfeklerin açtığı yaylım ateşlerinin kreşendosu altında yaşandı. Taraflar muharebe alanında bazen öyle kilitlendiler ki birçok asker dost ateşine maruz kaldı. Fransızlar, Avusturya ve Hollanda kuvvetlerini biçti, İngilizler de Fransızların merkezine darbe indirdi. Fransızlar dağınık bir şekilde çekilirken İttifak askerlerinin onları takip edecek gücü kalmamıştı. Malplaquet, ağızdan dolma tüfeklerin geniş ölçekte kullanılmasının faydasının anlaşıldığı ve komutanları, mevzi tutmanın saldırmaktan daha kolay olduğuna ikna eden bir muharebeydi. Her şey bittiğinde, toplamda 32.000 asker hayata veda etmişti. 1813 Leipzig Muharebesi, I. Dünya Savaşı’ndan önce bir muharebede en fazla insan gücünün karşı karşıya geldiği en büyük çatışmaydı. Napolyon Bonapart’ın karşısındaki büyük koalisyonda; Prusya, İsveç, Rusya ve Avusturya direnmeye kararlı bir şekilde bir araya gelmişlerdi. İki tarafında toplam askeri gücü 600.000’den fazlaydı. Napolyon, koalisyon güçlerini parça parça yok etmeye dayanan bir planla hareket etti ancak kırsal bölgede elde kazandığı küçük çaplı zaferlerinin devamı gelmedi. Fransız birlikleri düştükleri tuzaktan kurtulamadılar ardından da istihkâmcıları tarafından yanlış zamanda gerçekleştirilen bir patlama nedeniyle çoğu ya öldü ya da esir düştü. Napolyon, kariyerinde ilk kez, muharebe alanında böylesine bir yenilgi almıştı. Tarafların hayatını kaybeden askerlerinin sayısı 120.000 civarındaydı. Temmuz 1916’ya gelindiğinde, I. Dünya Savaşı yaklaşık iki yıldır her iki taraf için de bir ilerleme olmaksızın devam ediyordu. İngiliz Ordusu’nun en üst düzey komutanı Sir Douglas Haig, bu çıkmaza bir çare bulduğunu düşünüyordu: Devasa bir topçu ateşi, Alman ordusunu tam anlamıyla yok edecek ardından da Müttefik kuvvetler ara bölgeyi geçip Almanların arta kalanlarını yok edip kolay bir zafer kazanacaklardı. Plan uygulamaya kondu. Ve askeri tarihin en kanlı katliamlarından biri başladı. Topçu barajından kurtulan Alman makineli tüfekleri, Müttefik piyadelerine acımasızca ölüm kustu. 1916 Somme Muharebesi nihayet sonuçlandığında, zayiat hanesine 1.000.000 asker daha eklendi. 1942–1943 Stalingrad Muharebesi, Sovyetler Birliği’nin kaderini ve Hitler’in “lebensraum”unun (yaşam alanı) batı Rusya’daki geleceğini belirleyen muharebeydi. Hitler’in Stalingrad’a olan takıntısı bütün taktik ve stratejik anlayışlara adeta bir meydan okumaydı. Şehir, bir traktör fabrikası ve Führer’in en büyük düşmanı Stalin’in adı dışında çok az stratejik değere sahipti. Muharebenin ortalarına gelindiğinde Nazi zaferi kesin görünüyordu. Ancak Alman ikmal hatlarının uzaması, soğuk hava şartları ve General Georgi Zhukov dengeleri alt üst etti. Sert içki içen ve ağzı bozuk olan Zhukov, taviz vermeyen bir komutan ve faşist işgalcileri yenmek için Kızıl Ordu’nun ihtiyaç duyduğu lider. Zhukov, zayıf noktadaki Alman hatlarını parçaladı, Alman birliklerini Stalingrad çevresinde etkili bir şekilde kuşatarak onların Rusya’daki Alman ordusunun geri kalanıyla olan bağlantısını kesti. Alman VI. Ordunun komutanı General Paulus, Hitler’in izin vermemesine rağmen Kızıl Ordu’ya teslim oldu. 1942 Ağustosundan 1943 Şubatına kadar yaşanan ve Stalingrad’ı harabeye çeviren muharebenin her iki taraf için bilançosu toplamda yaklaşık 2.000.000 personeldi. Bu kanlı muharebeler kadar, cesurca gerçekleştirilen son nokta direnişleri de savaş tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir. Birçoğu kendisinden sonra gelen benzer savunmalara esin kaynağı olmuştur. Hem saldıranlar hem de savunanlar, önceki benzer muharebe ve kuşatmalardan edilen tecrübeyi ve dersleri sahaya yansıtmaya çalışmışlardır. Pers kralı Xerxes’in MÖ 480’de Yunanistan’ı işgal etmesi Yunan şehirlerini savaşta birleşmeye zorladı. Sparta kral Leonidas, 300 Spartalı savaşçı ve bazı destek verenlerle birlikte dağlar ve deniz arasındaki Thermopylae adlı dar bir geçidi savunmayı seçti. Saldırıya geçen Pers ordusu kalabalık asker sayısını işlevsel olarak kullanamadı. Yunanlıların uzun mızraklarıyla tıkadıkları geçidin önünde teker teker öldürüldüler. İki gün sonra bölge yerlilerinin birinden öğrendikleri bir patikayı kullanan Persler Yunan kuvvetlerinin arkasına sarkmayı başardılar. Spartalı savaşçılar bu dezavantaja rağmen kaçmayı reddettiler ve savaşmaya devam ettiler. Sonunda, Pers ok dalgalarına hedef olarak hayata veda ettiler. Thermopylae Muharebesi, muharebe alanının seçiminin ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından harp tarihinde değerli bir örnek olarak bugün dünya çapındaki askeri okullarda öğretilmektedir. 1189 Koromo Nehri Muharebesi, harp tarihinin en ilginç çatışmalarından birine sahne oldu. Kendi ağabeyiyle yaşadığı çatışmada mağlup olan efendisi intihar etmek için kalesine çekilirken, ona zaman kazandırmak isteyen savaşçı keşiş Saito Musashibo Benkei, Koromogawa asma köprüsünde tek başına direniş sergileyerek bütün bir orduyu durdurdu. Benkei’ye yaklaşmanın ölümcül olduğunu anlayan düşmanları uzaktan attıkları oklarla onu durdurabildiler. Saito Musashibo Benkei, hayatını kaybetmeden önce 300’den fazla saldırganı öldürmüştü. 1527’de İsviçreli Muhafızların son direnişi Papa’nın hayatını kurtarmıştı. Olay, İmparator V. Charles’ın (Şarlken) Fransız işgalcileri yendikten sonra, askerlerinin maaşlarını ödeyemeyeceği öğrenmeleri üzerine başladı. Bu duruma kızan askerlerin binlerce kişi isyan ederek, hazinelerini yağmalamak ve Papa VII.Clement’i öldürmek için Roma’ya yürüdüler. İsyancılar şehri yağmaladıkça, Sayıca az olmalarına rağmen İsviçreli Muhafızlar, şehri yağmalayan isyancılara karşılık verdiler. Sadece 183 kişiden oluşan İsviçreli Muhafız birliği, Aziz Petrus Bazilikası’nın merdivenlerinde isyancı askerlere karşı bir savunma hattı kurarak Papa’nın kaçmasına yetecek kadar uzun bir süre tutunmayı başardılar. Roma’da 12.000’e yakın insan öldürüldü. Bu katliam ve isyan, İmparator ile Katolik Kilisesi arasındaki ilişkiye onarılamaz bir şekilde zarar verdi. 1863’te Meksika’nın Puebla Kuşatması sırasında Fransa, Yabancı Lejyon Alayı’nın 3. Bölüğünün koruması altında Veracruz’a bir malzeme sevkiyatı gönderdi. Görevi III.Napolyon’un seferini desteklemek bölük, Lejyon’un resmi olmayan sloganının temeli olacaktı: “Lejyoner ölür, ama asla teslim olmaz”. Yüzbaşı Jean Danjou ve bölüğü, bir Meksika kuvvetitarafından pusuya düşürüldüğünde, Fransız birlikleri yakındaki bir çiftliğe çekilince on saatten fazla sürecek bir kuşatma başladı. Lejyonerler sırtlarını duvara yaslayarak ayakta sadece beş kişi kalana kadar savaştılar. Silahlarına süngü taktılar ve “Yaşasın Fransa!” diye bağırarak hücum ettiler. Son ikisi ancak; alay sancağını ve silahlarını korumak, ölülerini taşımak ve yaralı teğmenlerini tedavi ettirmek için teslim olmalarını müzakere ettiler. Fransız Yabancı Lejyonu, her yıl Cameron Muharebesi’nin yaşandığı 30 Nisan’ı Camaeron Günü olarak kutlayarak bu yiğit çabayı onurlandırmaktadır.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kısa I. Dünya Savaşı Tarihi ~ İlkin Başar ÖzalKısa I. Dünya Savaşı Tarihi

    Kısa I. Dünya Savaşı Tarihi

    İlkin Başar Özal

    28 Haziran 1914… Avusturya-Macaristan Veliahdı Franz Ferdinand ile eşi Sophie’nin Saraybosna gezisi sırasında uğradıkları suikast sonucu hayata veda ettikleri gün… Suikastın, Avusturya-Macaristan’ın egemenliği altında...

  2. Amerikan İç Savaşı ~ İlkin Başar ÖzalAmerikan İç Savaşı

    Amerikan İç Savaşı

    İlkin Başar Özal

    Amerika Birleşik Devletleri, 1860’a kadar olan tarihsel süreçte ülke ve halk için büyük değişikliklere tanık oldu. Teknoloji, toprakların yüzölçümü, nüfus ve ulusal zenginlik her...

  3. Kısa Soğuk Savaş Tarihi ~ İlkin Başar ÖzalKısa Soğuk Savaş Tarihi

    Kısa Soğuk Savaş Tarihi

    İlkin Başar Özal

    20. yüzyılın ortalarında insanlık, II. Dünya Savaşı denen altı yıl sürmüş bir kâbustan kurtulmuştu. Ancak gökyüzünde karanlık bulutlar dolaşmaya devam ediyordu. Bu kez dünya...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur