Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Muhalif
Muhalif

Muhalif

Alimuddin Osmani, Gilad Atzmon

Gilad Atzmon; Yahudi kimliği, siyaseti ve kültürü ile ilgili birtakım felsefi sorular ortaya koyarak Siyonizm, İsrail ve Filistin incelemeleri üzerine yoğunlaşmaktadır. Yahudi kimlik politikalarını irdelemek ve Yahudi kültürü ile siyasetini eleştirmek sorunlu bir uğraştır. Hatta çok az entelektüel ve akademisyen bu konuların üzerine eğilme cesaretini gösterebilmiştir.

Önsöz

Gilad Atzmon; Yahudi kimliği, siyaseti ve kültürü ile ilgili birtakım felsefi sorular ortaya koyarak Siyonizm, İsrail ve Filistin incelemeleri üzerine yoğunlaşmaktadır.
Yakın zamana kadar küçük bir bölge (Filistin) ile sınırlı olan Nakba (Felaket1), artık bölgesel bir felakete evirilmiş durumdadır. Orta Doğu’daki siyasi kargaşa, İslam Devleti’nin ortaya çıkışı ve mültecilerin Avrupa’ya ve Akdeniz’e doğru topluca göç etmesi, Atzmon’a göre, epey bir süredir Batı’da dış politikaya egemen olan İsrail yanlısı lobilerin ve Yahudi baskı gruplarının yönlendirdiği müdahaleci politikaların doğrudan yol açtığı bir sonuçtur.
Yahudi kimlik politikalarını irdelemek ve Yahudi kültürü ile siyasetini eleştirmek sorunlu bir uğraştır. Hatta çok az entelektüel ve akademisyen bu konuların üzerine eğilme cesaretini gösterebilmiştir.
Atzmon, bir cerrah kesinliği ve hassasiyeti ile Yahudi gücünü masaya yatırıyor. Bu da ona karşı yürütülen amansız kampanyanın sebebini açıklamaktadır. Atzmon’ın eserleri çoğu saygın akademisyen ve hümanist tarafından desteklenmiş ve teyit edilmiş olmasına rağmen, kendisi düzenli olarak karalanmakta ve iftiraya uğramaktadır. Ancak aleyhinde konuşan tek bir kişi dahi onun felsefi sisteminde bir kusur bulmayı başaramamıştır. Doğrusu buna yeltenmiyorlar bile.
Bu kitap, dünyanın güncel sorunlarına ilişkin basiretli ve sofistike bir anlayış sunmaktadır. Ayrıca düşünür, müzisyen ve muhalif Gilad’ı tanımak için de büyük bir fırsattır. Gilad, içinde yaşadığımız dünya hakkındaki alışılmadık ancak derin fikirlerini şekillendirmesine rehberlik eden o eşsiz sezgi ve ilim bileşimini anlatıyor.
Son olarak, bu kitap kabilecilik ve kimlik politikaları tarafından esir alınmış herkese bir davet niteliğindedir. Şu an için kendini idrak edemeyen bir dünyayla ilgili olarak taze, evrensel bir ahlaki bakış açısı sunmaktadır.

Alimuddin Usmani

Bölüm I

Caz Benim Cihadımdır

Günlük yaşamınızda maneviyatın öneminden bahseder misiniz?
Geçimimi, caz sanatçısı olarak kazanıyorum. Benim sanatım mekân-zamansaldır; yani aynı anda hem mekân hem zaman içinde var olmaktadır. Gerçek zamanlı olarak doğaçlama yapıyorum. Müziğin kendini tekrar keşfetmesine olanak tanımak için, kendimi bir hiçliğe indirgeyip serbest bırakmam ve ilham perisinin kontrolü ele almasına izin vermem gerekiyor. Kendimi, (güzelliğin önündeki en büyük engel olan) bilinçten kurtarmak zorundayım. Enerjinin içimden akıp geçmesine izin vermeliyim. Saksafon sanatçısı olmaktan ziyade, bir “rodi2”ye, yani saksafonu taşıyan kişiye indirgeniyorum. Ancak müzik başladığında o ruh ve enerji devreye giriyor.
Aslında yukarıda tarif ettiğim şey ideal senaryo. İşler nadiren bu şekilde gelişiyor; o eşsiz, ruhsal, aşkın moda genellikle ulaşamıyorum. 1950’lerde ve 60’larda, caz sanatçıları bu mükemmel duruma ulaşmalarına yardımcı olsun diye uyuşturucu kullanırlardı. Bugünlerde caz daha temiz ve genellikle daha az maneviyat barındırıyor; hatta çoğu durumda “sıkıcı bir nüktedanlığa” sahip. Yaptığım işi, en azından manevi açıdan Bird, Miles ve Coltrane’in yarattığı caz ruhunun bir devamı olarak görmeyi tercih ediyorum. Bu intihara meyilli kahramanlar bana müziği, bilhassa siyahi müziği sevdirdiler ve hayat tarzı olarak cazı seçmeme neden oldular.
Bu yaşam tarzı, müzik yapmak için dünyayı dolaşmanıza imkan sağlıyor. ABD’ye de sıklıkla gidiyorsunuz. Bize bazı izlenimlerinizi aktarır mısınız?
Caz benim cihadım ve New York şehri benim Mekke’m. Yılda en az iki kere ABD’yi ziyaret ediyorum. Hayranlarımın birçoğu Amerikalı. Müziğimi paylaşmak ve düşüncelerimi onlarla müzakere etmek benim için önemli.
ABD şu an üzücü bir halde. Ancak her yerde kendini belli eden yoksullukla ve ayrımcılıkla boğuşsa da, Amerika büyüleyici bir ülke. ABD’de her zaman İngiltere’de olmayan (en azından artık var olmayan) bir entelektüel coşku gözlemlemişimdir. Düşünce ve ifade özgürlüğünün ABD’de temel değerler olarak görülmesinin bununla bir alakası olabilir.
Fakat bu durum giderek kayboluyor. Politik doğruculuğun ve sözde “ilerici” düşünce ekollerinin yıkıcı ve devasa etkisi ABD’de kendini daha çok göstermeye başlıyor. Özellikle Yahudi solunun (İsrail, Siyonizm, Filistin, Kimlik politikaları, LGBT vb.) egemen olduğu söylemler içerisinde bu durum daha bariz. Emareler her zaman aynı; temel hak ve özgürlüklerle ilgili İlk Anayasa Değişikliğinden geriye kalan ne varsa yok etmek için daima hazır kıta bekleyen doğruculuk ve komiserler terör estiriyor.
Düşünme ve ifade etme özgürlüğü, kendiliğinden verilen bir hak değildir. Sürekli bir özgürlük mücadelesi olduğu takdirde devam ettirilebilir. Bir caz sanatçısı olarak, tam da bu mücadele benim işim. Caz Amerika’ya özgü tek gerçek sanat biçimi ise, o halde son özgün Amerikalı ben olabilirim. Hal böyleyse, sanırım İngilizcemi geliştirmemde kesin olarak fayda var.
Sanatın değeri gerçekliği kesin bir şekilde temsil etmeye bağlı olmasa da, belli bir tür ‘hakikat’i aktarması hasebiyle sanatın bir şekilde gerçeklikle ilgili olduğu söylenebilir. Bir sanatçı değişimi nasıl kolaylaştırabilir?
Bu çok önemli bir soru. Dürüstlük ve gerçeklik konusundaki sezgiler bu meselenin temelinde yer alıyor.
Önce gerçekliği ele alalım.
Siyasetçi, kısıtlı bir gerçeklik vizyonunun dikte ettiği verili bir sembolik düzen içerisinde iletişim kurmak zorundadır. Sanatsal deha ise bu sembolik düzeni yeniden şekillendiren, yeniden keşfeden ve yeniden düzenleyen alternatif bir gerçeklik sunabilir. Siyasetçi bir söylem ile kısıtlanmışken, sanatçı yeni bir zihniyet3 ortaya koyar ve pratikte dünyayı yeniden şekillendirir.
Sanatçı, dürüstlük ilkesiyle bağlıdır ki kimi zaman siyasetçiye yabancı olan bir kavramdır bu. Sanatçı güzelliğin – kolaylıkla açıklanamayan veya gerçekleştirilemeyen şu eşsiz tatmin duygusunun – üretilmesiyle ilgilenir. Beethoven’in Dokuzuncu Senfoni’sinin veya Gaudi’nin Sagrada Familia’sının muazzam etkisi inkar edilemez veya yadsınamaz. Vittorio De Sica’nın filmlerindeki ya da Van Gogh’un tablolarındaki hümanizmden kimse kuşku duyamaz. Astor Piazzola’nın Milonga del Ángel’ini dinlerken, yitirdiğiniz gerçek aşkınıza karşı uyanan derin özleme engel olabilir misiniz? Ben olamam ve kimsenin de olamayacağına inanıyorum. Böylelikle, sanatçı insan deneyiminin gerçek, yani varoluşsal anlamı ile temas kurmayı başarmaktadır.
Estetik haz ile ilişkilendirilen ‘öznel’ niteliklerin, mutlak dürüstlükle ve güzelliğin evrenselliği ile ilişkili olduğunu anlamam için yıllarca düşünmem ve Immanuel Kant’ın yardımını almam gerekti.
Sanatsal güzellik, inkar edilemez bir güçtür. O, hepimizi birleştiren parıltılı gerçek özdür. Dürüstlüğün anlamını içinde barındırır. Aynı zamanda da, diğer insanlara benzese de tanrıların gücünü ele geçirme yeteneğine sahip olan başka bir insan tarafından üretilmiş, şekillendirilmiş, kurulmuş ya da icat edilmiş gizemli bir niteliktir.
Bana göre, sanatçıyı toplumda ve insanlık tarihinde en devrimci gücüne dönüştüren şeyin özünde, dürüstlüğe düşkün olma vardır.
Bu anlayış, kültürel endüstrinin yıkıcı gücünü anlamamızı sağlamaktadır. Endüstri, güzelliği ‘moda’ya indirgemekte; estetiği de bir ‘ürün’ derecesine düşürmektedir ve bunda da şu ana kadar gayet başarılı olmuştur.
Gerçekten de güzelliğin özünde bulunan dürüstlük, Yahudiliğin figüratif sanatı ve heykeli neden yasakladığını da açıklıyor. Hahamlar güzelliğin gücünü kavramışlar ve onu Getto’nun dışına atmışlardır.
Bu aynı zamanda, kültürel Marksistlerin kamu kaynakları ve sanat konseyleri vasıtasıyla güzelliği bastırmak için neden bu kadar enerji sarf ettiklerini de açıklamaktadır. Estetik hazzın içinde saklı bulunan büyülü toplumsal gücü fark etmişlerdi. Gerçek güzelliğin ‘doğruculuk’un düşmanı olduğunu kavramışlardı. Görünüşe göre, Fransa’daki kültürel Marksistler, Dieudonne’nin içindeki gücü kendisinden bile çok daha önce görmüşlerdi. Galiba aynı şey benim için de söylenebilir; aleyhimde konuşanlar, eserlerimin bıraktığı etkiyi benden çok daha önce anladılar.
Yahudi kültürüyle alakalı başka bir müzik türünü sormak istiyorum. Klezmer, Doğu Avrupa’da bulunan Aşkenaz Yahudilerinin bir müzik geleneği. Kariyerinizde bu müziğin etkisi oldu mu?
Klezmer’in bir müzik türü olduğu pek söylenemez. Daha çok, Doğru Avrupa Yahudilerinin kendilerine ev sahipliği yapan milletlerden ödünç alıp bir daha geri vermedikleri kopuk müziksel fikirlerin bir derlemesidir. Genellikle gürültülüdür ve bir nüansı ya da derinliği yoktur. Ancak Giora Feidman ve bazı erken dönem Yahudi soul müzik sanatçılarının beni gerçekten heyecanlandırdıklarını ve kariyerimin ilk aşamasında beni etkilediklerini itiraf etmeliyim.
Pink Floyd’un “The Endless River”4 isimli son albümünde yer aldınız. Bu deneyimden bahsedebilir misiniz?
Davet gelince onur duydum. Oğlumun yaşındayken Pink Floyd dinlerdim. Şu an 15 yaşında ve ne zaman odasının önünden geçsem Dark Side Of The Moon’u duyabiliyorum. Pink Floyd hala radikal bir ses; başka hiçbir şeye benzemiyor ve genç müzikseverlere hitap ediyor. Grubun o efsanevi sadeliğinin ölümsüz bir yanı var. Pink Floyd, 1960’ların sonundan itibaren her müzisyeni ve sanatçıyı etkileyen yeni bir estetiği ortaya çıkardı. Grupla kayda girmek bir bakıma hayatımda bir döngüyü tamamlamış oldu. Eve dönüş gibiydi.
Grupla çok az muhatap oldum. Yaklaşık 3-4 saatlik tek bir seanstı. Ama David Gilmour’un nasıl çalıştığını, sesleri nasıl duyduğunu, ayrıntılara gösterdiği dikkati ve her notanın üretilmesine verdiği katkıyı izlemek gerçekten muhteşemdi. Böyle bir müziksel karşılaşmayı tecrübe ettiğim için çok şanslıydım.

Bölüm II
Yahudi Kimliği
Fransız-İsrailli film yapımcısı Esti, çektiği kısa filmlerde bazı Yahudi ve Yahudi olmayan ünlülerden şu soruyu bir dakika içinde cevaplamalarını istiyor: Yahudi olmak ne demektir? Siz bu soruya nasıl bir cevap verirsiniz?
Yahudi olmak, diğer insanlarda nefret uyandırmaktır. Sanırım daha kısa olamaz…
Fakat bu tanım sizin için de geçerli olabilir.
Hemen hemen. Eski bir Yahudi olarak, Yahudilerde nefret uyandırmak konusunda eşsiz bir yeteneğe sahibim.
Fransız yazar Agnès Michaux biraz daha uzun bir yanıt verdi: “Dünya tarihinin eski bir dönemine ait olmak demektir. Yani bugün Yahudi olmak antik bir durum.” Siz bu cevap hakkında ne düşünüyorsunuz?5
Yanlış ve aldatıcı. Siyasi ve kültürel kimlikler arasında yeni şartlara en çok uyum sağlayanı Yahudiliktir. Yirmi beş yüzyıllık sürgün kültürü, Yahudilerin evrimsel olarak birçok hayatta kalma stratejisi geliştirmesine yol açtı. Politik Yahudi, her fikri, düşünceyi ve olayı bir Yahudi dinine dönüştürebilir.
Holokost’un yeni Yahudi dini olduğuna dair çok şey yazılıp çizildi. Örgütlü bir din için gerekli tüm unsurları barındırıyor; mabetleri, ruhani liderleri, intikam ile kefareti, havarisi, inanmayanı, hatta bir “Tanrı figürü” bile var ki bu da yanıp küle dönüşen ve ardından eşi benzeri görülmemiş bir siyasi kudretle tekrar dirilen Yahudi’dir.
Ancak Musevilik ve Holokost, birçok Yahudi dininden sadece ikisi. Marksizm, Bolşevizm, İnsan Hakları, Gay Hakları ve Ahlaki Müdahalecilik farklı şekillerdeki Yahudi dinleridir. Her biri doğruculuk içerir ve “ilerici” bir seçilmişlik hissi ile hareket eder. Her birinin gözünde, ötekilerin hepsi “gerici”dir. Farklı Yahudi dinlerinin ortak noktası, insanlığı “öteki” durumuna düşürmesidir.
Yahudi dininden biraz daha bahseder misiniz? Talmud çağdaş Yahudiler için nasıl bir anlam taşıyor?
“Çağdaş Yahudi” muğlak bir tabir. Dindar Yahudiler için Talmud esas kanun metnidir. Daha ilginç olanı ise, Talmud’un Yahudi seküler kültürü, ideolojisi ve siyaseti üzerindeki etkisi. Seküler Yahudilerin çoğu Talmud’un metnine aşina olmasa da, çağdaş Yahudi siyasetini ve kültürünü tanımlayıp belirleyen şey, katı Talmudçu ikili düşünce biçimidir. İlerici Yahudi kimlik siyasetinde saklı olan ‘seçilmişlik’ duygusunun kaynağı, bu düşüncedir. Yahudi ıstırabının üstünlüğünü söylem haline getiren Holokost dininde gömülü halde bulunan şey de, seküler Talmud yorumudur. Neo-muhafazakârlık ve ahlaki müdahalecilik de aynı ikili Talmudçu mantıktan esinlenir; ‘insan hakları’ adına öldürmek ve çeşitli çıkar gruplarının hakları, yeni ‘koşer’6 yol haline geldi.
Yahudi kültüründe gömülü olan “Seçilmişlik”in kökeni ilginçtir. Yahudiler her halükarda ‘seçilmiş’ değil mi? Siyaset bilimci Charles Murray, olağanüstü başarı yakalayanların arasında Yahudi oranının çok fazla olması hakkında yazmıştı. Murray’e göre, bunun sebeplerinden biri Yahudilerin “İlk Yahudi deneklerin test edilmesinden bu yana, IQ testlerinde ölçüldüğü üzere alışılmadık derecede yüksek bir ortalama zekaya sahip olduklarının tespit edilmiş olmasıdır.” Murray makalesini şöyle sonlandırıyor: “Bu noktada, hala mevcut olan hipotezime sığınıyorum ki hem eşsiz biçimde sadedir hem de -bereket versin ki- çürütülemezdir. Yahudiler, Tanrının seçilmiş halkıdır.”7
Murray’nin vardığı sonuç hakkında ne düşünüyorsunuz?
Büyük Profesör Richard Herrnstein’in desteği olmasa Murray’nin akademisyenliği zayıftır, bu benim için çok açık. Görünüşe göre Charles Murray, Herrnstein ile birlikte yazdığı ‘The Bell Curve’ (Çan Eğrisi8) kitabının önermelerini tam olarak anlamamış.
Murray’nin makalesinde yer alan şu kısım bizi meselenin özüne yaklaştırıyor. “Zeka için evlenme teorisi nedir? ‘Talmud (Pesahim 49a), ‘Kişi bir âlimin kızıyla evlenmek yahut kızını bir âlimle evlendirmek için elinde ne varsa satsın.’ diye öğütlüyor. Nitekim kurtuluş öncesi (ve sonrası) dönemde birçok Yahudi topluluğunda âlimliğin toplumsal bir saygınlığı olmuştur.”
Murray, Avrupalı Yahudilere ait bu uygulamanın sonuçlarını kavrayamamaktadır. Yaklaşık 1500 yıl boyunca, Avrupa Yahudileri kendilerine özgü bir protokol izlediler. Yahudi Gettosunda, varlıklı tüccarlar (gvir) kızlarını Talmud öğrencileriyle (iloui ba-torah) evlendiriyorlardı. Nesiller süren bu çöpçatanlık yöntemi, Avrupa Yahudi toplumu üzerinde öjenik bir etki yarattı. İçlerindeki en akıllılarıyla evlenen zengin sınıf, bilişsel yeteneğin bir noktada toplanmasını sağladı ve hem finans hem akademi alanlarında üstün olan eşsiz bir bilişsel elit sınıfı yarattı.
Murray’in yanılgıya düştüğü yer tam da burası. “Yahudi Dehası”nı Yahudiler arasında eşit oranda dağıtmak yerine, son derece sofistike ve zeki bir Yahudi bilişsel eliti oluşturuldu. Benim çalışmam, yüksek seviyede gelişmiş bir grup olarak ‘Yahudi dehası’ ya da ‘Yahudi halkı’ yerine, tam aksini iddia etmektedir. Yahudi ‘öjenik’ projesi, Yahudi kitlelerini en akıllı bireylerinden yoksun bıraktı. Bu da, Avrupa Yahudi halkları içinde Orta Avrupa’da toplanmış küçük bir Batılı elit (Aşkenaz) ile Yahudi folkloründe Ost yuden (‘odun kesenler ve su çekenler’) diye adlandırılan ‘Doğu’daki geniş alt sınıf kitleleri (Yiddiş Topluluğu) arasında bir bilişsel bölünmeye yol açtı. Bazıları, Batı ile Doğu arasındaki bölünmenin fiili olmaktan ziyade mecazi nitelik taşıdığını ileri sürebilir. Ancak Doğu’da sadece birkaç hahamlık merkezi bulunduğu bilinmektedir.
Bu bilişsel bölünmenin etkileri İsrail’de ve Yahudi diaspora topluluklarında kendini göstermeye devam etmektedir. Yahudi aydınlar sınıfının medya, bankacılık, kültür ve akademi alanlarındaki gücünü fark etmemek imkansızdır. Halbuki Yahudi toplulukların çoğu o kadar ‘doğuştan yetenekli’ değildir ve genellikle çok da iyi eğitim almamış orta sınıfa mensupturlar.
Yahudi gettosunun işlevinden bahsediyorsunuz ancak bir şeyler Yahudi dini yaşamını sekteye uğrattı. Haskala (Yahudi aydınlanması) seküler Yahudi kültürünün oluşmasına yol açtı. Bugün eleştirdiğiniz Yahudi ideolojisi, Haskala’nın maneviyatsız çocuğu mu?
Haskala, Yahudi varlığının kalbine oldukça aldatıcı bir üslup yerleştirdi. Bütünleşme ve asimilasyon amacı taşısa da, Yahudi aydınlanması ‘kabile’ fikrini korumakta ısrar etti. Haskala Yahudileri, bir yandan kabilenin parçası olmaya devam edip gizlice Yahudi kültürünü yaşarlarken, bir yandan da ötekilerin gözüne girmeye çalıştılar.
İbrani şair Judah Leib Gordon’ın (sıklıkla Moses Mendelssohn’a atfedilen) meşhur sözü “evinde Yahudi, sokakta adam ol”, Haskala yaklaşımının sahtekârlığına vurgu yapar. Haskala Yahudisi, sokaktaki Yahudi olmayanları (Goy) kabilesini bırakmış sıradan bir adam taklidi yaparak kandırırken, eve geldiğinde ise gerçek bir Yahudiymiş gibi davranarak bu defa da Tanrı’ya yalan söylemektedir. Bu aldatmacanın arkasındaki sebep ne? Kabullenilme. Kurumsallaşmış Yahudi düşmanlığına ve nihayetinde Shoah’ya (Holokost) evirilen Avrupa’daki muhalefeti de Haskala Yahudilerinin uyandırdığı dikkate alındığında, bu çok acı bir durum.
İlk dönem Siyonizmi, Haskala’nın Yahudi olmayanları memnun etmek için gösterdiği aşırı çabadan hoşnut değildi. Bunun yerine, Yahudilerin hayal gibi gözüken fakat geniş çaplı bir ‘eve dönüş’ ile kurtarılabileceği konusunda ısrar ediyordu.
Yukarıdaki tespite rağmen, Haskala tarzı aldatmacanın aslında çağdaş Siyonist ve İsrail kültüründe yerleşik olduğunu anlamak önem taşıyor. Başlangıçdaki Yahudi karşıtı Siyonist düşüncelerine rağmen, Siyonizm Yahudiliğe mağlup oldu. Yahudilerin sesi haline geldi çünkü yeterli düzeyde Yahudiydi.
Ancak Haskala tarzı aldatmaca daha da ileriye gitti. Çağdaş sol ve ilerici düşüncenin merkezine oturdu. İdeolojik sağ söylem, akademisyenlik ve aktivizm arasında açık bir ikili karşıtlık ortaya koyarken, solda ise böyle bir ikilik bulunmuyor. “Halk hareketi” olma vaadi nedeniyle, sol bir hakikati bastırma kültürünü benimsedi. Solcular ve ilericiler için ‘yeni müttefikler edinmek’, bir kesimi uzaklaştırma pahasına doğruyu söylemekten daha önemli hale geldi.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Söyleşi
  • Kitap AdıMuhalif
  • Sayfa Sayısı110
  • YazarGilad Atzmon, Alimuddin Osmani
  • ISBN9786056712418
  • Boyutlar, Kapak, Ciltsiz
  • YayıneviMANA YAYINLARI / 2017

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. İlk Sayfası ~ Can Kozanoğlu-Mirgün Cabasİlk Sayfası

    İlk Sayfası

    Can Kozanoğlu-Mirgün Cabas

    Can Kozanoğlu ve Mirgün Cabas, edebiyatımızın önemli isimlerine kitaplarının “ilk sayfası”nı nasıl yazdıklarını soruyor! Bu soruyla başlayan keyifli sohbetler, yazarların birbirinden farklı ve değerli...

  2. Aşkın Sonu Cinayettir ~ Pınar Kür-Mine SöğütAşkın Sonu Cinayettir

    Aşkın Sonu Cinayettir

    Pınar Kür-Mine Söğüt

    Mine Söğüt’ün Pınar Kür ile yaptığı uzun sohbetin kitabı Aşkın Sonu Cinayettir, bir kadın yazarın dünyasına bir başka kadın yazarın rehberliğinde yapılan bir ziyaret....

  3. Hayali Bir Hayat – Sieglinde Geisel ile Söyleşi ~ Alberto ManguelHayali Bir Hayat – Sieglinde Geisel ile Söyleşi

    Hayali Bir Hayat – Sieglinde Geisel ile Söyleşi

    Alberto Manguel

    “Okumanın Tarihi”, “Geceleyin Kütüphane”, “Kelimeler Şehri” gibi kitaplarıyla dünya çapında bir okur kitlesine kavuşsa da kendini her şeyden önce bir okur olarak tanımlayan Alberto...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur