Uluslararası Bestseller Yazarı Caroline Linden, yüreğinizde sımsıcak duygular bırakacak ve keyifle okuyacağınız bir aşk romanı ile karşınızda…
*
Marcus Reece, zamanının büyük bir kısmını kardeşi David’i çeşitli belalardan çekip kurtarmakla geçirir. Oysa ki edilecek bir teşekkür ona yeterli gelecektir. Buna karşılık David, Marcus’un hayatını tamamen değiştirecek bir sürpriz hazırlar…
*
Karakterler o kadar canlı ki, bir süre sonra, bir kurgunun parçaları olduğunu unutuyorum.
Olağanüstü bir roman. Bravo!
Detra Finch, Huntress Reviews
Caroline Linden’in hayat dolu anlatımı, kelimenin tam anlamıyla okuyucularını büyülüyor.
Kenda Montgomery, The Mystic Castle
Usta bir kalemden duygu ve ihtiras yüklü bir roman. Bu kitabı elinizden bırakamayacaksınız.
Elizabeth Boyle, New York Times Bestseller yazarı
Caroline Linden, öyle gerçekçi anlatıyor ki, okuyucu kendini romanın içinde hissediyor.
Deana Monteleone, Romance Reader at Heart
***
ÖPÜCÜKTEN DE ÖTE
Adamın dudakları dudaklarına nazikçe, hafifçe değdi. Kadın kımıldamaya cesaret edemeden nefesini tuttu. Bir parçası sakınmaksızın kendisini rüzgâra bırakıp, öpücüğe karşılık vermeyi ve sonuçlarına katlanmayı istedi. Diğer parçası ise, kalp kırıklığı yaşayacağı yönünde onu uyararak haykırıp protesto etti. Ama bir şekilde bu küçük ses cesaretini yitirmiş gibiydi.
Adam kafasını kaldırdı ve kadının gözlerine baktı, bakışları karanlık ve gölgeliydi. Kadın da ona karşılık verdi, kalbi deli gibi atıyordu. Bir an için ikisi de kımıldamadı, sonra adamın parmakları kadının çenesinden ayrıldı. Omuzuna doladığı kolu çözüldü.
Hannah daha kendisini durduramadan, “Yapma,” dedi. Kollarını adamın boynuna doladı, onu tekrar kendisine doğru çekti. Bu kez adamı o öptü, hem de gerçek anlamda. Adamın elleri onu tekrar, daha derinden ve sert şekilde, sanki sonunda kaybedecekmişçesine öperken sıkılaştı.
Kısa bir süre önce çekingen davranan ağzı, onun ağzını acımasızca sahiplendi. Hannah ona izin verdi. Adam şekerli çay ve brendi tadı aldı ve onu, bunu yapmayı hep beklemişçesine, öptü…
TEŞEKKÜRLER
Benim için ilk kitabı yazmak inanılmaz bir eğlence oldu. İlham perin geldiğinde bir seferde tek bir cümle yazabiliyorsun, yeniden yazmak ve düzeltmek için de sonsuz zamanın oluyor, ayrıca kendin haricinde kimseyi memnun etmen de gerekmiyor, ikinci kitabı yazmak ise çok daha zor. İlham perinin canı istediğinde vals yapmasını bekleyemiyorsun, onu izleyip bulman ve hikâyeyi onun yardımıyla bir an önce oluşturman gerekiyor, çünkü yakalaman gereken bir zaman sınırın oluyor. Bu kitabı yazdığım süre boyunca, aşağıdaki kişilere, beni cesaretlendirdikleri, teşvik ettikleri ve müsamaha gösterdikleri için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum; Kitabımı okuyan ilk kişi olan ve giriş kısmını nasıl düzeltebileceğimi söyleyen Heidi Hermiller’a; dolup taşan e-posta kutuma destek vererek bakan romantizm yüklü arkadaşlarımın hepsine (Paula, Laura, Lori, Kristina, Flo, Sally, Sandy, Jackie, Sophia, Cynthia, Jessica, Eve, Teresa, Kate, Pamela, Kathy, Kathleen, Barbara ve Irene’e); beni aklı başında ve doğru yolda tuttuğu için muhteşem temsilcim Kip Rostan’a; bir yazarın düşleyebileceği en mükemmel editör John Scognamiglio’ya; benim bu yazma alışkanlığımın, beni çıldırttığı anlarda dahi, harika ve heyecan verici olduğunu düşünen kocam ve çocuklarıma.
GİRİŞ
Hiç kimse sonradan gelen adamı fark etmedi. Ev sahibi ve sahibesi misafirleriyle uzun süredir haşır neşirdiler. Neredeyse akşam yemeği müziği başlayacaktı.
Geç gelen kişi diğerlerine katılmadı. Balo salonunda, bakışları şık, canlı kalabalığı tarayarak öylece dikildi. Kısa bir süre sonra döndü ve merdivenleri tırmanarak balo salonundan ayrıldı. Sessiz ve hızlı hareket ederek aile kanadına doğru saptı, her bir kapıda durdu, arada sırada içlerinden bazılarını birkaç santim aralayıp kapatarak yoluna devam etti.
Nihayet, neredeyse holün sonunda, kulağını kapıya dayayıp uzunca bir süre bekledi. Omuzunun üzerinden arkaya kaçamak bir bakış attı, kapıyı açtı ve içeri girdi.
Başkası olsa, tıpkı bu odada olduğu gibi, içeride bir çiftin bulunduğunu fark eder etmez, büyük olasılıkla hemen dışarı çıkardı. Ancak Marcus Reece gördüklerinden hiç de mahcubiyet duymamıştı ve odadan çıkmaktansa, kapıyı arkasından kapattı.
Kadın, şehvet yüklü bir tükenişle aşağı yukarı hareketlenirken, “Tamam… oh evet… evet…” diye inledi. Kafasını arkaya atmıştı ve gözleri de yaşadığı aşırı zevk içerisinde kapalıydı.
Kadının kalçaları altında hareketlenen adam, nefes nefese, “Tamam mı? Oh hayır, neredeyse tamam,” dedi. Elleri kadının kalçalarını kavramıştı, pantolonu hâlâ ayakkabılı ayaklarının etrafına dolanmış duruyordu.
Kadın güldü, nefes neleseydi. “Neredeyse mi? Beni bekle aşkım.”
Adam, tek dirseğinin üzerine doğru dönüp kadının koyu renkli pembe göğüs ucunu ağzına alırken, “Yapamam,” diye inledi. “Şimdi gel.”
“Oh… Oh… Oh oh oh!” Sonunda gözlerini açıp yalnız olmadıklarını fark ettiğinde nidaları haykırışa dönüşmüştü. “Aman Tanrım!” Sevgilisini iteleyerek göğsünden uzaklaştırdı ve gevşetilmiş elbisesini bedenini örtmek için beyhude yere çekiştirerek kucağından sıçrayıp indi. “Burada ne işiniz var?”
Marcus kadına soğuk bir sesle karşılık verdi. “Büyük olasılıkla şu anda hayatınızı kurtarıyorum.”
Koltuktaki adam yaşadığı şoktan doğrulup dönecek kadar çabuk kurtulmuştu. Keskin ve alaycı bir ses tonuyla, “Marcus, babalık, bize katılman ne kadar da büyük bir incelik,” dedi. “Bu memnuniyetsizliği kime borçluyuz?”
“Lord Barlow’a.” Kadından garip bir yutkunma sesi yükseldi ve beti benzi attı. “Bu gece oldukça fazla içti ve görünüşe bakılırsa karısının sadakatsizliklerine ilişkin etrafta gezinen dedikodulara da tahammülü kalmadı. Birisi sonunda ona, kendisi kulübünde otururken, Leydi Barlow’un özel ilgisiyle diğer beyefendileri onurlandırdığı haberini patlattı. Biz burada durmuş konuşurken, kendisi dedikoduların gerçek olup olmadığını bizzat görmek için şu anda buraya geliyor.”
Kadın inledi ve giysisini telaş içerisinde düzeltmeye başladı. Marcus onu dikkate almadı ve erkek kardeşine döndü. Alçak sesle, “Barlow seni öldürmeye niyetli David,” dedi. “Adını işitti. Kalk ve giyin.”
David, pantolonunu aniden çekerek, kadını “Onun bunu umursamadığını söylemiştin,” diye suçladı. Elbisesini bağlamaya çalışırken kolları arkasına uzanan Leydi Barlow ona baktı.
“Umursamıyor! Sadece…” David’in yere atılmış gömleğini alan ve içini dışına çevirerek düzelten Marcus’a hızlı bir bakış attı. Asık bir suratla, “Sadece içtiğinde böyle yapar,” diye sözlerini bitirdi.
“Adam kana susamış bir ayyaş!” Marcus gömleği kardeşine fırlattı ve David de onu kafasından geçiriverdi. “Bana yalan söyledin.”
Leydi Barlow, “Sanki umurundaydı da,” diyerek hızla yanıtladı.
“Kesin!” Marcus ikisini de susturdu. “Bunun artık bir önemi yok. David, at arabam ahırda bekliyor olacak. Bu evden bir şekilde görünmeden çık ve doğrudan oraya git. İşte.” David’e kendi yeleğiyle ceketini uzattı.
David, ceketi sırtına geçirerek, “Neden?” diye sordu.
Marcus vahşice sırıttı. “Barlow buraya hemen peşim sıra gelebilir ve seni bulması durumunda bir arbede çıkacağı da kesin. Ya da seni bulacağına inanması halinde.”
“Oh.” David yerden aldığı kravatını cebine tıkıştırdı ve ayağa kalktı. “Doğru. Ahırda mıydı?”
Marcus, aynaya dönerek, kafasını ani bir hareketle salladı. David giderken kapı hafifçe açılıp kapandı ve Leydi Barlow, “Pekâlâ!” dedi. Marcus ellerini saçları arasından hafif dağıtarak geçirdi. Kadın, Marcus kendisini dikkate dahi almayınca, “Peki ben ne yapacağım?” diye haykırdı. “Sanırım benim buradan gizlice kaçıp kurtulmam için bir planın yok.”
“Siz, hanımefendi, benimle geliyorsunuz.” Jocelyn Barlow somurttu ve kollarını göğsünün altında kavuşturdu.
“Ben buna katılmıyorum.”
Adam ona zoraki baktı. “Sizin onayınızı sorduğumu anımsamıyorum, ancak kocanızın öfkesini göz önüne aldığımda, onu kardeşimden ziyade benimle birlikte olduğunuza ikna etmeniz sizin çıkarlarınıza en uygunu olacaktır.”
Leydi Barlow, “Kardeşinizle de neredeyse hiç beraber olamadım denebilir,” diye homurdandı.
Tehlikeli derecede sakin bir ses tonuyla, “İlişkinizi tatminkâr bulup bulmamanız umurumda bile değil,” dedi. “Siz de umurumda değilsiniz.”
Kadın kahkahalarla güldü ve Marcus ona doğru döndü. Bir an için onu orada bu halde, darmadağın ve düğmeleri çözük şekilde bırakıp gitmek istedi. O sadakatsiz bir eş, görünüşe bakılırsa yalancı bir sevgiliydi ve Marcus gerçekten de onu umursamıyordu.
Oradan çekip gitmese bile, Leydi Barlow ona hiçbir şekilde minnettar olmayacaktı. Kadının kocası öfke içerisindeydi, niyetini herkesin önünde dile getirmişti. Marcus kadının kocasını sakinleştirmek için parmağını dahi oynatmayacağından emindi; bir düelloya sebep olduğu için dile düşmekten haz aldığı açıktı. Marcus, sırf Barlow David’i ertesi sabah kahvaltı öncesi dışarı düelloya çağırdı diye kasabanın diğer ucuna aceleyle gelip paldır küldür içeri girerek sevişmelerini yarıda kesmemişti. “Arkanı dön,” diye emretti. Leydi Barlow ağzını açtı, sonra Marcus’un surat ifadesine baktı ve tek bir kelime etmeksizin döndü.
Marcus kadının elbisesini düzgün bir şekilde bağlarken, “Aşağı inecek ve misafirlerin arasına katılacağız,” dedi. Tanrıya şükürler olsun ki bu korse giymeyecek kadar cesur kadınlardan biriydi. “Seninle salondaki resimlere büyük bir beğeniyle bakıyorduk, David de buradan saatler önce ayrıldı. Bu odada olup bitenlerden bahsetmemiz gerektiğini düşünmüyorum.” Kadını şöyle bir çevirdi ve onu eleştiren gözlerle inceledi. “Saçın dağılmış.” Leydi Barlow kızardı ve toplamak için aynaya döndü.
Marcus, sabırsızlığını kontrol altında tutarak, kapıda bekledi. Barlow gelmeden evvel, birkaç dakikalığına birlikte görülmeliydiler. Leydi Barlow sonunda süslenmesini bitirdi ve Marcus’un uzattığı kola girdi, odadan çıktılar.
“Sana bunu neden yaptığını sorabilir miyim?”
“Hayır.”
Koridordan aşağı yürürlerken Leydi Barlow bir an için sessiz kaldı. “Biliyor musun, bu şekilde bir anda belirmen oldukça şaşırtıcıydı, fakat aynı zamanda, seni orada dikilmiş beni seyrederken görmek oldukça heyecan vericiydi.” Marcus’a kirpiklerinin altından cilveli bir bakış attı. Kolay kolay şaşkınlığa uğramayan Marcus kulaklarına inanamadı. Durdu, Leydi Barlow kendisine bakana kadar bekledi.
“Eğer seni umumi bir fahişe gibi erkek kardeşimin üzerinde inip kalkarken görmenin benim açımdan birazcık olsun heyecan verici olduğunu düşünüyorsan çok yanılıyorsun,” dedi. “Sana zihnini bu düşünceden arındırmanı tavsiye ederim.”
Leydi Barlow tekrar suratını astı, basamaklara erişip aşağı, balo salonuna inerlerken de tek bir kelime dahi etmedi.
Normalde Marcus sadece tanıdığı ve saygı duyduğu kişilerle konuşurdu, ama o gece adımlarını bilerek yavaşlattı. Birisi ona, ismiyle ya da David’inkiyle seslendiğinde, selamlar tarzda başını salladı. Birkaç kişi ona garip garip baktı ama o onları görmezden geldi. Şaşırtmak istediği tek bir kişi vardı, Barlow ve o da içiyordu.
“Siz bayım!” Tıknaz bir beyefendi ve arkadaşları insanları yarıp geçerek gelip arkalarında durdular. “Bir açıklama bekliyorum!”
Marcus, Leydi Barlow’a son bir imalı bakış atarak, arkasına döndü. Odadaki diğer herkes, beklentiden nefes nefese, itham eden kişiye dönmüşlerdi. Ya dedikodu Marcus’un atlarından daha hızlı yol almıştı, ya da bu budala buradaki herkese niyetlerinden bahsediyordu. “Açıklama mı Barlow? Neye dair, sorabilir miyim?”
Ses tonu karşısında, Lord Barlow’un gözleri fal taşı gibi açıldı. Adam yutkundu. “Exeter. Oh! Diyorum ki. Düşündüm ki…” Boğazını temizledi ve arkadaşlarından tekine öfkeli bir bakış attı. “Exeter. Nasılsınız bayım?”
Marcus ona tepeden baktı. “Ben iyiyim bayım.” Kısa bir an için bekledi. “Ya siz?”
Barlow onun buz gibi ses tonuyla hıçkırdı. “Çok iyiyim bayım.” Kısa bir sessizlik daha yaşandı. Barlow, “Jocelyn,” diye mırıldandı.
“İyi akşamlar kocacığım.” Solgun benzini yelpazesinin gerisine saklayarak hafif bir reverans yaptı.
Marcus onun elini dirseğinden çözdü. “Şimdi burada olduğunuza göre Barlow, karınızı kendisine bu akşam bana eşlik etmekle verdiği haz için teşekkür ederek size teslim ediyorum.”
Barlow, karısının elini tutarak, “Eşlik etmekle verdiği haz,” diye tekrarladı. Tam manasıyla afallamış, hazırlıksız yakalanmış görünüyordu. “Evet. Hımm. Evet.”
Marcus, “Bana ev sahibimizin sanat galerisini gezdirme nezaketini gösterdi,” dedi. “Oldukça aydınlatıcıydı.” Leydi Barlow sanat müdavimi olarak bilinirdi. Marcus onun özellikle genç ve yakışıklı sanatçıları himayesi altına almasından şüphelendi ama bu konu dışıydı.
“Oldukça.” Barlow konuşmaktan aciz görünüyordu. Sanki ne söylediklerini anlamamışçasına, bir Marcus’a, bir karısına bakmaya devam etti. Ancak karısını bir fahişe, Marcus’u da bir yalancı olarak isimlendirmeden söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Her ne kadar ilkini yapabilecek kadar sarhoş olsa da, ikincisini yapmaya henüz hazır değildi. Marcus bu kadarının yeterli olduğuna karar verdi.
“İyi akşamlar Barlow. Leydi Barlow.” Arkasını döndü ve Lord Barlow’un arkadaşlarından tekine şu şekilde yakındığını işiterek, yürüyüp gitti: “Greaves, sen aptalsın! Bu Exeter’di, hayta erkek kardeşi değil.”
Greaves, “Onları birbirlerinden hiçbir zaman ayıramıyorum ki!” diye sızlandı.
Marcus, gösterdiği uyanıklıktan kaynaklanan fısıltıları işitmezden gelerek, balo salonundan çıktı. Gözle görülür tek bir telaş işareti olmaksızın, evden arkasına bakmadan ayrıldı. At arabası basamakların dibinde bekliyor, uşak kapının hemen yanında esas duruşta dikiliyordu. Marcus yaklaşırken kapıyı açtı ve bindikten sonra da kapattı. Marcus tavana bir kez vurdu, hemen o an hareket etmişlerdi.
Karşısında, gölgelerin arasından, David’in sesi, “Sanıyorum sana teşekkür etmeliyim,” dedi. “Onun bana yalan söylediğine inanamıyorum.”
“Eğer birazcık sağduyulu olsaydın, bazı şeyleri kendiliğinden anlardın.”
David surat astı. “Pekâlâ, ben ne zaman sağduyulu oldum ki?”
Marcus itiraz etmedi. David sağduyulu değildi, kıskanç bir adamın karısıyla ilişkiye girmiş, bu gönül ilişkisini de hafife alarak arkadaşlarına anlatmıştı. Bu arkadaşlarından biri hikâyeyi etrafa yaymıştı, belli ki o da en az David kadar sağduyusuzdu. “Bu skandal unutulana kadar tatile çıkmanı öneriyorum.”
“Skandal mı?” David doğrulup oturdu. “Nasıl bir skandal yaşanabilir ki? Adam bizi birlikte yakalamadı, hatta yan yana bile görmedi.”
Marcus nefesini yavaşça bıraktı. “Barlow, salak Brixton’ın hikayeyi arkadaşlarına anlatarak eğlendiğine kulak misafiri oldu. Karısını neden senin yerine benimle gördüğünü çözemeyecek kadar sarhoştu ama eninde sonunda gerçeği anlayacaktır. Bu kadının daha önceden seninle birlikte olduğunu bilen yeterli sayıda insan var.”
David burnundan soluyarak arkasına yaslandı. “Tamam.”
Marcus, David kendisiyle bu kadar kolay hemfikir olduğu için anlık bir rahatlama hissetti. Ardından ana noktaya parmak bastı. “Yarın.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMuhafazakar Aşk
- Sayfa Sayısı384
- YazarCaroline Linden
- ÇevirmenE. Özlem Gültekin
- ISBN9786055993467
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviBohem Kitap / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Flashforward ~ Robert J. Sawyer
Flashforward
Robert J. Sawyer
Amerikan ABC kanalında aynı adla yayınlanan ve dünya üzerinde milyonlarca tutkunu olan dizi filmin senaryosunun dayandığı metindir Flashforward. CERN olarak adlandırılan ve çok sayıda...
- Vergilius’un Ölümü ~ Hermann Broch
Vergilius’un Ölümü
Hermann Broch
Broch’un Vergilius’u, bugüne kadar romanın esnek ortamı bağlamında gerçekleştirilmiş en sıradışı ve en temel deneylerden biridir. Thomas Mann Broch, Joyce’tan bu yana Avrupa edebiyatının...
- Ölümün Sonu ~ Cixin Liu
Ölümün Sonu
Cixin Liu
On yılların en önemli bilimkurgu serilerinden Üç Cisim Problemi, Ölümün Sonu ile sona eriyor. Kıyamet Savaşı’ndan yarım asır sonra, Karanlık Orman Caydırması’nın sağladığı gergin...