“…O sonbahar beni bir eğitim danışmanına götürdüler, kadın benimle ilgili bir değerlendirme yaptı. Sonra da annemle babama bir mektup gönderdi.
Mektubu okudum.
Mektupta “üst düzeyde yetenekli” yazıyordu.
İnsanlar “alt düzeyde yetenekli” olabilir mi?
Ya da “orta düzeyde yetenekli”?
Ya da sadece “yetenekli”? Muhtemelen bütün etiketler birer lanettir. Deterjan kutuları üstündekiler hariç…”
“YILIN EN İYİ KİTAPLARI” seçkilerinde
Goodreads • Amazon • NPR
Genç Willow Chance yaşıtlarından oldukça farklı ve böyle olmakla ilgili pek bir derdi yok. O, hayatındaki tüm önemli şeylerde parmağının olduğuna inandığı 7 sayısına takıntılı, çiçekli elbiseler yerine botanik bahçesi sahibi olmayı tercih eden, çaktırmadan insanları inceleyip tıbbi teşhisler koyan bir dâhi.
Bu olağanüstü tuhaf ama aynı zamanda olağanüstü sevimli kızın hayatı, anne babasını bir trafik kazasında kaybetmesiyle sarsılıyor. Yeniden başlayacak… ve yolculuğu ona eşlik edecek eşsiz karakterlerle dolu. Gerisi, gündelik mucizeler.
2013 yılında New York Times çoksatanlar listesine giren ve pek çok dile çevrilen Mucizeleri Saymak, hayatın görkemini kutlayan, şaşırtıcı, eğlenceli, nefis bir dönüşüm öyküsü. İzin verin, Willow Chance size de iyi gelsin.
*
1. bölüm
willow chance
Dâhi kimsenin göremediğine
nişan alır ve vurur.
Fosters Freeze’in dışında, su yeşili, metal bir piknik masasında oturuyoruz.
Dördümüz.
Üzerine çikolata sosu dökülmüş (o sos sonradan sertleşip kıtır kıtır oluyor) dondurmalarımızı yiyoruz. Sosun sertleşmesini sağlayan şeyin balmumu olduğunu kimseye söylemiyorum. Ya da daha kesin konuşmak gerekirse: yenebilir, gıda sınıfı parafin balmumu.
Çikolata sosu soğudukça lezzetli vanilyayı içinde hapsediyor.
Bizim görevimizse onu serbest bırakmak.
Normalde dondurma külahını yemem. Olur da yersem, bunu öyle takıntılı bir titizlikle yaparım ki, tek bir kırıntı bile dökülmez.
Ama bugün farklı.
Halkın arasına karıştım.
Üstelik kimseyi gizlice izlemiyorum.
Ve külahım, üstündeki dondurmanın damla damla aktığı vıcık vıcık, kocaman bir kütleye dönüşmüş. Şu anda asıl ben başkalarının ilginç bulup gözlemlemek isteyeceği türden biriyim.
Neden?
Her şeyden önce, Vietnamca konuşuyorum, oysaki bu benim “anadilim” değil.
Anadil lafını gerçekten seviyorum ve insanların kasılıp gevşeyen bu çalışkan kasa hakkını vermediğini düşünüyorum.
O halde sağ olasın dilim.
Akşam güneşi üzerimize düşerken burada oturmuş, dilim döndüğünce Vietnamca konuşmaya çalışıyorum; üstelik hiç fena değilim.
Yeni arkadaşım Mai ile konuşuyorum, ama onun her daim asık suratlı ve bizden büyük, ürkütücü abisi Quang-ha bile, benim için artık sadece yarı gizemli olan bu dilde iki çift laf ediyor.
Arabasıyla bizi buraya getiren Dell Duke ise sessiz.
O Vietnamca konuşamıyor.
İnsanları dışlamayı sevmem (dışlanan hep ben olduğum için bunun nasıl bir his olduğunu biliyorum), ama Bay Duke’un bizi gözlemlemesinde benim açımdan bir sakınca yok.
Ne de olsa okulun psikolojik danışmanı ve dinlemek işinin önemli bir parçası.
Ya da en azından öyle olması gerek.
En çok Mai konuşuyor ve yiyor (doyunca kendi külahımı da ona verdim); yüzümüze vuran güneşin altında bütün dikkatimizi elimizdeki dondurmaya verdiğimiz bugünü asla unutmayacağıma eminim.
Geleli on yedi dakika oldu ve yine Dell Duke’un arabasındayız.
Mai, Hagen Oaks Parkı’na gitmek istiyor. Orada yıl boyu iri kazlar yaşar. Onları görmem gerektiğini düşünüyor.
Benden iki yaş büyük olduğu için, bütün ufaklıkların tombul ördeklere benzer bu hayvanları seyretmek isteyeceğini düşünüyor ama yanılıyor.
Yanlış anlaşılmasın. Su kuşlarını takdir ediyorum.
Ama belediyenin Hagen Oaks Parkı’nda yöreye özgü bitkiler dikme kararı, kuşlardan daha fazla ilgimi çekiyor.
Dell’in yüz ifadesinden (dikiz aynasından gözlerini görebiliyorum) her iki konunun da onu pek heyecanlandırmadığı anlaşılıyor, ama yine de arabayı parka doğru sürüyor.
Quang-ha koltuğa gömülmüş; sanırım otobüse binmek zorunda kalmadığı için mutlu. Hagen Oaks’a gelince kimse arabadan inmiyor, çünkü Dell eve gitmemiz gerektiğini söylüyor.
Fosters Freeze’e varır varmaz, okuldan geç döneceğimi söylemek için annemi aramış, yanıt alamayınca da mesaj bırakmıştım.
Babamı arayınca da aynı şey oldu.
İkisinin de beni aramaması tuhaf.
O an telefona yanıt veremiyorlarsa, ilk fırsatta mutlaka ararlar.
Mutlaka.
Dell Duke köşeyi dönüp oturduğum sokağa girince garaj yolumuza park etmiş bir polis arabası görüyorum.
Güneyimizdeki komşular taşındı, eve de haciz geldi. Evin önündeki kurumuş çimlerin üzerindeki tabelada banka tarafından el konulmuştur yazıyor.
Kuzeyimizde, şimdiye kadar bir kerecik, o da 7 ay dört gün önce buraya taşındıklarında gördüğüm kiracılar oturuyor.
Polis arabasına bakarken, boş eve biri mi girdi acaba diye düşünüyorum.
Annem dememiş miydi, civarda boş konut olması bela getirir diye?
Ama bu, polis arabasının neden bizim evin önünde durduğunu açıklamıyor.
Yaklaştıkça arabada oturan iki polis memurunu daha iyi
seçebiliyorum. Hayatlarından bezmiş göründüklerine bakılırsa, bir süredir bekliyor olmalılar.
Bütün vücudumun gerildiğini hissediyorum.
Önde oturan Quang-ha, “Polisin sizin evin önünde ne işi var?” diye soruyor.
Mai bir abisine bir bana bakıyor. Kafasının soru işaretleriyle dolu olduğu yüzünden anlaşılıyor.
Sanırım aklından babamın hırsızlık yapıp yapmadığı ya da ona buna sataşan bir kuzenim olup olmadığı gibi sorular geçiyor. Hatta belki ailemdeki herkes arıza çıkaran tiplerdir.
Birbirimizi çok iyi tanımadığımıza göre bunların hepsi birer olasılık.
Susuyorum.
Eve geç kaldım. Yoksa annemle babam endişelenip polis mi çağırdı?
Ama onlara mesaj bıraktım.
Onlara her şeyin yolunda olduğunu söyledim.
Böyle bir şey yapmış olabileceklerine inanamıyorum.
Tehlikeli olduğunu bile bile, Dell Duke arabayı durdurmadan kapıyı açıyorum.
Arabadan iniyor, okul eşyalarımla dolu tekerlekli kırmızı valizimi almadan eve doğru yürüyorum.
Garaj yoluna adımımı atar atmaz polis arabasının kapısı açılıyor ve kadın polis memuru dışarı çıkıyor.
Kadın turuncu renkli gür saçlarını atkuyruğu yapmış.
Merhaba demiyor. Sadece güneş gözlüğünü burnuna indirip, “Roberta ve James Chance’i tanıyor musun?” diye soruyor.
Yanıt vermeye çalışıyorum ama sesim bir fısıltıdan ibaret:
“Evet.”
“Ama James değil Jimmy Chance. Kimse babamı James diye çağırmaz” demek istiyorum.
Ama diyemiyorum.
Kadın gözlüğüyle oynuyor. Duruma uygun davrandığı halde bütün otoritesini yitirmek üzereymiş gibi görünüyor.
“Pekâlâ … Ve sen de … ?” diye mırıldanıyor.
Yutkunuyorum, ama ağzımın içi kupkuru, boğazımda bir yumru var sanki.
“Ben kızlarıyım …”
Dell Duke da arabadan iniyor, valizimle birlikte kaldırımda bize doğru yürüyor. Peşinde Mai var. Quang-ha ise yerinden kıpırdamıyor.
Genç bir adam olan diğer polis memuru mesai arkadaşının yanına geliyor. Ama ikisi de konuşmuyor.
Sadece sessizlik var.
Korkunç bir sessizlik.
Derken ikisinin de dikkati Dell’e yöneliyor. Endişeli görünüyorlar. Kadın sonunda konuşabiliyor:
“Peki ya siz … ?”
Dell boğazını temizliyor. Vücudundaki her bir ter bezinden ter fışkırıyormuş gibi görünüyor. Zar zor konuşabiliyor:
“Adım Dell D-D-Duke. Bölge okullarının psikolojik danışmanıyım. Bu-bu çocukların da danışmanıyım. Ben sa-sadece onları eve bırakıyordum.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMucizeleri Saymak
- Sayfa Sayısı328
- YazarHolly Goldberg Sloan
- ISBN9786054729328
- Boyutlar, Kapak13,5x20,5 , Karton Kapak
- YayıneviDomingo Yayınevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Acı Bir Başlangıç Bu ~ Javier Marías
Acı Bir Başlangıç Bu
Javier Marías
“Acı Bir Başlangıç Bu” Madrid, 1980. Kırk yıllık diktatörlükten sonra değişim rüzgârı İspanyol toplumunda ağır ağır esmeye başlar. Genç Juan de Vere, meşhur yönetmen...
- Lou: Özgür Bir Kadının Öyküsü ~ Françoise Giroud
Lou: Özgür Bir Kadının Öyküsü
Françoise Giroud
Üstün bir zekâya, olağanüstü bir güzelliğe sahip olan Lou Andreas-Salomé, 1861’de St. Petersburg’da doğdu. Döneminin önde gelen düşünür ve sanatçılarını baştan çıkaran kadınlardan biri...
- Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler – Ve Yalnızca Diğer Yarımız O Sesi Duyar ~ Jan-Philipp Sendker
Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler – Ve Yalnızca Diğer Yarımız O Sesi Duyar
Jan-Philipp Sendker
Başarılı ve ünlü bir avukat olan babası tam da Julia’nın fakülteden mezun olduğu günün ertesi sabahı ardında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolur. Birkaç yıl...