Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Mrs. Dalloway’in Partisi
Mrs. Dalloway’in Partisi

Mrs. Dalloway’in Partisi

Virginia Woolf

Kendi türünü seven bu iki kişi birbirlerinden nefret ederek, onlara bu acı dolu, bu yanılsamaları yıkan geceyi yaşatan bütün bir ev dolusu insandan nefret…

Kendi türünü seven bu iki kişi birbirlerinden nefret ederek, onlara bu acı dolu, bu yanılsamaları yıkan geceyi yaşatan bütün bir ev dolusu insandan nefret ederek ayağa kalktı ve tek kelime etmeden sonsuza dek ayrıldı.

Virgina Woolf’un, modern romanın dönüm noktası sayılabilecek ünlü Mrs. Dalloway’inin altyapısını oluşturan bu yedi öyküsü zamanında farklı mecralarda yayımlandıktan sonra 1973’te bir araya getirildi.

Parti öncesinde alışveriş yaparken, parti sırasında konukları birbiriyle tanıştırırken rastladığımız Clarissa Dalloway’in yanı sıra başka anlatıcılara, yani partinin konuklarına da kulak verdiğimiz bu öyküler birbirinden bağımsız okunabildiği gibi, bir arada bütünlüklü bir eser de oluşturuyor.

“Bu kılıktan kılığa, kılıftan kılıfa girme ustasının sadece insanın türlü hallerini değil dünyadaki başka yaratıkları ve ‘varoluş biçimleri’ni de (ya da kendi tarifiyle ‘varoluş anları’nı) merak etmesi belki ondan bize kalan en esaslı mirastır.”

Fatih Özgüven

İçindekiler

Mrs. Dalloway Bond Sokağı’nda ………………………………….. 11
Kendi Türünü Seven Adam ………………………………………… 23
Tanıştırma ……………………………………………………………….. 31
Atalar……………………………………………………………………… 39
Birlikte ve Ayrı …………………………………………………………. 43
Yeni Elbise ………………………………………………………………. 53
Bir Özet………………………………………………………………….. 65

MRS. DALLOWAY BOND
SOKAĞI’NDA

Mrs. Dalloway eldivenleri kendi alacağını söyledi. Sokağa çıktığında Big Ben saat başını vuruyordu. Sabahın on biriydi; kumsalda çocuklara ayrılmışçasına tazeydi bu el değmemiş saat. Ama ardı ardına çalan çanın kararlı sallanışında bir ağırbaşlılık vardı; tekerleklerin uğultusunda, adımların hışırtısında bir heyecan vardı. Kuşkusuz herkes mutluluk verici bir iş halletmeye çıkmamıştı. Bizimle ilgili Westminster sokaklarında yürüdüğümüzden çok daha fazlası söylenebilir. Yapı Bakanlığı1 bakımını üstlenmese Big Ben de pas tutmuş çelik sütunlardan ibaret kalırdı. Ânın sadece Mrs. Dalloway için bir bütünlüğü vardı; Mrs. Dalloway için haziran ferahtı. Mutlu bir çocukluk; Justin Parry’nin iyi bir adam olduğunu (kürsüde zayıftı tabii) düşünen sadece kızları değildi; akşamları çiçekler, yükselen duman; ekinkargalarının gaklamaları ta yukarılardan, ekim havasının içinden aşağılara yayılıyor – çocukluğun yerini hiçbir şey tutmaz. Bir nane yaprağı her şeyi geri getiriyor ya da mavi kulplu bir fincan.

Zavallıcıklar, diye iç çekerek ilerlemeyi sürdürdü. Ah, tam da atların burnunun dibinde, afacan şey seni! İşte, kaldırımda elini uzatır halde kalakalmıştı, Jimmy Dawes ise biraz ileride sırıtmaktaydı. Çekici bir kadın, zarif, heyecanlı; pembe yanaklarına bakınca kır saçlı olması tuhaf duruyor; CB Nişanı1 olan Scope Purvis ofisine koştururken onu böyle gördü. Mrs. Dalloway hafiften gerildi, Durtnall kamyonunun geçmesini bekliyordu. Big Ben onuncu, on birinci kere çaldı. Kurşundan halkalar havada dağıldı. Gurur onu dik tutuyordu, miras almak, bayrağı devretmek, disipline de acıya da aşina olmak. İnsanlar nasıl acı çekiyor, nasıl acı çekiyorlar, dedi kendi kendine dün akşam konsolosluktaki Mrs. Foxcroft’u düşünerek; mücevherlerle bezenmişti, kendi kendini yiyordu çünkü o tatlı çocuk ölmüştü, şimdi eski malikâne mecburen (Durtnall’ın kamyonu geçti) bir kuzene gidecekti. “Günaydın!” dedi Hugh Whitbread porselen dükkânının önünde heyecanlı sayılabilecek bir hareketle şapkasını çıkararak; çünkü çocukluk arkadaşıydılar. “Nereye gidiyorsun?” “Londra’da yürümeyi çok seviyorum,” dedi Mrs. Dalloway. “Gerçekten kırsalda yürümekten çok daha güzel!” “Biz de yeni geldik,” dedi Hugh Whitbread. “Ne yazık ki doktorlara görünmeye.” “Milly mi?” dedi Mrs. Dalloway, sesi ânında şefkatli bir tona bürünmüştü. “Kendini iyi hissetmiyor,” dedi Hugh Whitbread. “O tür bir şeyler. Dick iyi mi?”

“Bomba gibi!” dedi Clarissa. Tabii, diye düşündü yürümeye devam ederken, Milly benim yaşlarımda – elli-elli iki. O yüzden muhtemelen o türdür, Hugh’nun tavrından da belli, alenen anlaşılıyor; sevgili Hugh, diye düşündü Mrs. Dalloway; gülerek, minnet duyarak, hislenerek Hugh’nun her zaman nasıl da bir kardeş gibi –insan kardeşiyle konuşacağına ölmeyi yeğlerdi– çekingen olduğunu hatırladı, Oxford’dayken, onlara uğradığında ve belki biri (lanet olasıca!) ata binemediğinde. Kadınlar o zaman mecliste nasıl oturacaktı? Erkeklerle birlikte bir şeyler nasıl yapacaklardı? Çünkü insanın içinde bir şey, olağanüstü derecede derin bir içgüdü var ve bunu aşamıyorsunuz, aşmaya çalışmayı denemek nafile; Hugh gibi erkekler de buna sessizce saygı duyuyor, insanın, diye düşündü Clarissa, sevgili Hugh’yu sevmesinin sebebi de bu. Amirallik Kemeri’ni geçmiş, ince ağaçlı boş yolun sonunda Victoria’nın beyaz setini1 görmüştü; Victoria’nın köpük köpük yükselen anaçlığını, bolluğunu, evcimenliğini, her daim gülünç ama yine de nasıl da haşmetli, diye düşündü Mrs. Dalloway, aklına Kensington Bahçeleri, kemik çerçeve gözlüklü yaşlı hanımefendiyi ve dadının ona kıpırtısız durup kraliçeye reverans yapmasını söylemesi geldi. Sarayın üstünde bayrak dalgalanıyordu. Demek kralla kraliçe dönmüştü. Dick kraliçeyle geçen gün öğle yemeğinde tanışmıştı – iliklerine kadar iyi bir kadındı. Bu yoksullar için çok önemli, diye düşündü Clarissa, askerler için de öyle. Bronzdan bir adam bir kaidede kahramanca yükseliyordu, Clarissa’nın solunda kalan tarafta da bir silahı vardı – Güney Afrika savaşı. Önemli, diye düşündü Mrs. Dalloway Buckingham Sarayı’na doğru yürürken. İşte karşısında duruyordu, sapasağlam, gün ışığının altında, boyun eğmez, sade. Ama mesele karakterdi, diye düşündü, ırkta kalıtsal olan bir şeyler, Hintlilerin saygı duyduğu şey. Kraliçe hastanelere gidiyor, pazarların açılışını yapıyordu  İngiltere kraliçesi, diye düşündü Clarissa, saraya bakarak. Daha bu saatte bile demir kapılardan bir otomobil çıktı, askerler selam durdu, kapılar kapandı.

Yolun karşısına geçen Clarissa da dimdik durarak parka girdi. Haziran ağaçların bütün yapraklarını ortaya çıkarmıştı. Westminster’lı anneler lekeli memeleriyle bebeklerini emziriyordu. Son derece saygıdeğer kızlar çimlere uzanmıştı. Zar zor öne eğilen ihtiyar bir adam yerden buruşturulmuş bir kâğıt aldı, dümdüz açtı, sonra fırlattı. Ne korkunç! Dün gece konsoloslukta Sir Dighton, “Atımı tutmak için bir adam aradığımda elimi kaldırmam yeterli,” demişti. Ama din mevzusu ekonomiden çok daha ciddi, demişti Sir Dighton, Clarissa da Sir Dighton gibi bir adamın böyle bir şey demesini fevkalade ilginç bulmuştu. “Ah, bu ülke ne kaybettiğini hiçbir zaman bilmeyecek,” demişti Sir Dighton kendiliğinden, sevgili Jack Stewart’tan bahsederek. Clarissa küçük tepeyi uçarcasına tırmandı. Havaya bir hareketlilik hâkimdi. Donanmadan amiralliğe mesajlar akıyordu. Piccadilly, Arlington Sokağı ve The Mall adeta parktaki havayı ovuşturup yaprakları sıcak, göz alıcı bir şekilde havalandırarak Clarissa’nın çok sevdiği o ilahî canlılığın dalgalarına kapılmalarına yol açıyordu. Ata binmek, dans etmek; Clarissa bayılırdı böyle şeylere. Sonra kırsalda uzun yürüyüşlere çıkmaya, sohbet etmeye, kitaplardan ve insanın hayatta neler yapacağından konuşmaya, ne de olsa gençler fevkalade ukalaydı ah, insan neler neler dememişti ki! Ama insan o zaman kendine güveniyordu. Orta yaş şeytani bir şey. Jack gibileri bunu hiçbir zaman anlamayacak, diye düşündü; çünkü o bir kere bile ölümü düşünmemişti, ölmekte olduğunu, demişlerdi, hiçbir zaman bilmiyordu. Ve artık yasını tutamayacak –neydi devamı?– kırlaşan saçların… Dünyayı usulca saran bulaşıcı kirden…1 önceden içmişler bir-iki kadeh.2 Dünyayı usulca saran bulaşıcı kirden! Dimdik durdu.

Ama Jack olsa nasıl bağırırdı! Piccadilly’de Shelley’ den alıntılar yaparak! “Sana bir broş lazım,” derdi. Rüküş kadınlardan nefret ederdi. “Tanrım, Clarissa! Tanrım, Clarissa!” Şimdi Devonshire Evi’ndeki sesi kulaklarındaydı, zavallı Syliva Hunt’ın kehribar kolyesiyle o eski, demode ipeğinden bahsediyordu. Clarissa dimdik durdu zira yüksek sesle konuşmuştu, şimdi Piccadilly’deydi, ince yeşil sütunlu, balkonlu evin önünden geçiyordu; camları gazete dolu kulüplerin önünden geçiyordu; yaşlı Lady Burdett-Coutts’un, eskiden sırlı beyaz papağanın asılı durduğu evinin önünden geçiyordu; artık yaldızlı leoparların olmadığı Devonshire Evi’nin önünden geçiyordu; Claridge’s Oteli’nin önünden geçiyordu, Dick burada Mrs. Jepson’a kartlarını bırakmasını rica etmişti, unutmamalıydı, yoksa hanımefendiyi kaçırırlardı. Zengin Amerikalılar çok büyüleyici olabiliyorlar. İşte St. James Sarayı şuradaydı; tuğladan bir çocuk oyuncağını andırıyordu; şimdi de –Bond Sokağı’nı geçmişti– Hatchards Kitapçısı’ndaydı. Akıntının sonu gelmiyor, gelmiyor, gelmiyordu. Lord’s, Ascot, Hurlingham – hangisinin kalabalığıydı bu? Ne tatlı şey, diye düşündü, kavisli vitrin boyunca dizilmiş bir anı kitabının ilk sayfalarındaki resme bakarak, Sir Joshua imzalıydı belki ya da Romney; kurnaz, zeki, ölçülü; öyle bir kız kendi Elizabeth’i gibi– tek gerçek kız. İşte şu absürd kitap da oradaydı, Yağcı Sponge,1 Jim habire bu kitaptan alıntılar yapardı, bir de Shakespeare’in sonelerinden.

Clarissa da ezbere biliyordu soneleri. Phil’le bütün gün Esmer Hanımefendi’yi tartışmışlardı, Dick o gece yemekte doğrudan onu hiç duymadığını söylemişti. Aslında onunla sırf bu yüzden evlenmişti! Hiç Shakespeare okumamıştı! Milly’ye almak için ucuz, küçük bir kitap bulabilirdi herhalde – Cranford tabii! Jüpon giymiş inek kadar büyüleyici başka bir şey olabilir miydi? Keşke insanların hâlâ bu tür bir mizah anlayışı, bu tür bir özsaygısı olsaydı, diye düşündü Clarissa, zira geniş sayfaları hatırlamıştı; cümlelerin bitişini; karakterleri – insanların karakterlerden gerçekmiş gibi bahsetmesini. İnsanın bütün güzel şeyler için geçmişe dönmesi gerekiyor, diye düşündü. Dünyayı usulca saran bulaşıcı kirden… Korkma artık güneşin sıcağından.2 Ve artık yasını tutamayacak, yasını tutamayacak, diye tekrar etti bakışları vitrine kayarken çünkü zihninde dönüp duruyordu dize; şiirin büyük sınavı; çağdaşlar ölüm üstüne insanın okumak isteyeceği hiçbir şey yazmadı, diye düşündü ve döndü. Otobüsler otomobillere karışıyordu, otomobiller kamyonlara, kamyonlar taksilere, taksiler motosikletlere – işte üstü açık bir otomobilde bir kız geçiyordu, yalnızdı. Sabahın dördüne kadar ayaktaydı, ayakları uyuşmuştu, biliyorum, diye düşündü Clarissa, çünkü kız bitkin gözüküyordu, yarı uyuklar haldeydi, dans sonrası arabanın köşesine gömülmüştü.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hikaye-Öykü
  • Kitap AdıMrs. Dalloway’in Partisi
  • Sayfa Sayısı72
  • YazarVirginia Woolf
  • ISBN9789750763809
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Üç Gine ~ Virginia WoolfÜç Gine

    Üç Gine

    Virginia Woolf

    Yaklaşan faşizm ve savaş tehdidi altında yazılan Üç Gine, Virginia Woolf’un kadınları erkek egemen düzene başkaldırmaya çağıran en cesur yapıtlarından biri. Savaş karşıtı bir...

  2. Virginia Woolf| Bütün Öyküler ~ Virginia WoolfVirginia Woolf| Bütün Öyküler

    Virginia Woolf| Bütün Öyküler

    Virginia Woolf

    Virginia Woolf modernizmin ilk kadın yazarlarından biri olarak, edebiyat tarihinde ayrı bir öneme sahip-tir. Bilinçakışı tekniğinin, feminist akımın edebiyattaki temsilcilerinden olması dolayısıyla yazdığı bütün...

  3. Deniz Feneri ~ Virginia WoolfDeniz Feneri

    Deniz Feneri

    Virginia Woolf

    Deniz Feneri, Virginia Woolf’un geçmişin bellekte bıraktığı kalıcı izleri eşine az rastlanır bir yoğunlukla sergileyen en başarılı romanlarından biri. Virginia Woolf’un çocukluğunda ailesiyle beraber...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur