Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Moğollar/tarihin Kara Yazısı
Moğollar/tarihin Kara Yazısı

Moğollar/tarihin Kara Yazısı

Mustafa Alican

13. yüzyılın başlarında tarih sahnesine çıkan Cengiz Han önderliğindeki Moğollar, yarım asır içerisinde dünyanın neredeyse yarıya yakınını işgal ettiler. Horasan, Mâverâünnehir, İran, Irak, Azerbaycan,…

13. yüzyılın başlarında tarih sahnesine çıkan Cengiz Han önderliğindeki Moğollar, yarım asır içerisinde dünyanın neredeyse yarıya yakınını işgal ettiler. Horasan, Mâverâünnehir, İran, Irak, Azerbaycan, Kafkasya, Deşt-i Kıpçak, Doğu Avrupa ve Anadolu’nun tamamını istila etmiş, yaşadıkları yüzyılı tarihin gördüğü en kanlı ve acı dolu kâbus dönemlerinden birine dönüştürmüşlerdi. Önlerine çıkan bütün orduları ezip geçerken kimse karşılarında duramıyordu. Haklarındaki efsaneler her tarafa yayılmış, kendileriyle ilgili söylentiler onları efsane haline getirmişti. Çağdaş müellif İbnü’l-Esîr gibi birçok kimse, onların yaptıklarına şahit olmaktansa doğmamış olmayı diliyordu.

Moğol istilası, çağdaş kaynakların tanıklığına bakılırsa, yüzlerce yıl devam edecek derin bir tarihî kırılmaya neden olmuştu. Onlardan sonra dünya bir daha eskisi gibi olmamış, ne medeniyet ne de tarih alışageldiği şekilde akmaya devam etmişti.

* Peki kimdi bu Moğollar?
* Nasıl ortaya çıkmışlardı?
* Cengiz Han iddia edildiği gibi Türk müydü?
* Moğollar ile Türkler arasında nasıl bir ilişki vardı?
* Beş asırlık bir mazisi olan Abbâsî Halifeliği bir çırpıda nasıl yıkılmıştı?
* Ya Selçuklular, onlar Moğollara karşı tedbir almamışlar mıydı?
* Mevlânâ ve Şems-i Tebrizî gerçekten de Moğol işgaline destek mi vermişlerdi?

Tüm bu soruların cevapları ve daha fazlası Selçuklu Tarihi alanında yaptığı çalışmalarla dikkat çeken Mustafa Alican’ın Tarihin Kara Yazısı Moğollar kitabında…

VIII. BÖLÜM
SONRASI …………………………………………………………………………….153
Mehdî-yi Âhir-Zaman Anadolu’da Yeni Bir Devlet Kurmak
İstiyordu ……………………………………………………………………156
Moğollar Anadolu’da Siyasî Bir
Güç Olmaktan Çıktılar ………………………………………………158
Deşt-i Kıpçak’ın Türk-Moğol Fatihleri ………………………160
Çağatay’ın Evlatları …………………………………………………..164
Moğol Soylu Bir Çin Hanedanı ………………………………….168
IX. BÖLÜM
MOĞOL İSTİLASINA DAİR ……………………………………………….173
İslam Medeniyetinin Çöküş Nedeni
Moğol İstilası Mıydı? ………………………………………………..175
Doğu’da Siyaset Bütünüyle Formatlandı …………………..180
İstila Âdeta Yeni Bir Kavimler Göçüne
Neden Olmuştu …………………………………………………………183
Küresel Bir Ekonominin Temelleri Atıldı …………………..189
Pax Mongolica ve Moğol Çağının Dinsel Manzarası ….194
Moğol İstilası Entelektüel Alana Nasıl Yansımıştı? …..202
X. BÖLÜM
MOĞOLLAR HAKKINDA MERAK EDİLENLER ………………207
Cengiz Han Türk Müydü? ………………………………………..209
Moğollara Tatar Denmesinin Nedeni Neydi? …………..212
Moğollarla Türkler Arasında Nasıl Bir İlişki Vardı? ….213
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Moğol Casusu Muydu? ..215
SONUÇ ………………………………………………………………………….221
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA …………………………………………………227
İNDEKS ………………………………………………………………………….247

I. BÖLÜM
CENGİZ HAN’IN YASASI

Bunlar çok tuhaf insanlardı.
Görünüşleri çok korkunç ve âdeta hayvanlara
benziyorlardı. Tatarlar dünyanın dört bir tarafına yayıldılar.
Onların yaptıkları hakkında hiçbir şey söylememek daha doğru olur.
Çünkü insanın dili ile bunları ifade etmek mümkün değildir.
Ermeni müverrihi Piskopos Stepanos

Moğollar Kimdi? 

13. yüzyıl, dünya tarihinde silinmez izler bırakan bir kavmin, asırlarca kin, öfk e, nefret ve korkuyla anılacak olan Moğolların şaşırtıcı, aynı zamanda da ürkütücü yükselişine tanıklık ett i. Türkçe ve Korece gibi dillerle birlikte Altay dil ailesi içinde yer alan Moğolcayı konuşan ve Batılı seyyah Wilhelm Rubruck böyle adlandırılmaktan hoşlanmadıklarına işaret etse de kaynaklarda kendilerinden “Tatar” adıyla söz edilen Moğollar, coğrafî bir isim olarak Cengiz Han’dan sonra ortaya çıktığı bilinen Moğolistan’ın kuzeydoğusundaki Onon ve Kerulen Nehirleri arasındaki bölgede yaşıyorlardı. Başlarının üst kısmını traş edip saçlarını iki örgü halinde omuzlarına salan bu insanlar göçebeydiler. Korunaklı kaleleri, medeniyete beşiklik eden şehirleri ya da köyleri yoktu. En zenginleri bile evler ve saraylar inşa etmiyorlardı. Bütün yaşamları, suyu temiz ve otlağı taze yerleri bulup oralara göçmekle geçiyordu. Sürekli hareket halindeydiler. Öküz, at ve develerin çektiği arabalarıyla bütün varlıklarını yanlarında taşır, su kıyılarında ve pınar başlarında konaklar, yazın serin yaylalarda, kışın ise rüzgâr almayan dağ eteklerinde ikamet ederlerdi. Belirli bir rotaları ya da durakları yoktu.

Uygun buldukları yerde konaklayıp duvarları ve tavanı keçe ile örtülü çadırlarını kurar, tepesindeki küçük ahşap pencereden içeri giren ışıkla aydınlanan çadırlarının kendilerine sağladığı konfor ve rahatlıkla yetinirlerdi. At yetiştiriciliği hususunda dillere destan yetenekleri olan ve askerlerinin tamamı atlı birliklerden oluşan Moğollar için atın önemi büyüktü. At sırtında büyürlerdi. Henüz iki ya da üç yaşından itibaren bütün Moğollar at binmeye başlar, kadınlar da dâhil olmak üzere herkes biniciliği öğrenirdi. Henüz tay iken binmeye alıştırdıkları atları uçsuz bozkırlarda dolaşan at sürülerinin içerisine bırakır, üç yıl boyunca özgürce dolaşmalarına müsaade ett ikten sonra onları yeniden yakalar, daha sonra da hayvana sanki aile bireylerinden biriymiş gibi muamele ederlerdi.

Titiz bir eğitimden geçirilen atlar, döneme ışık tutan çağdaş kaynaklarda yer alan bilgilere bakılırsa, sahipleri tarafından bir yere bağlanmazlardı. Bırakıldıkları yerde herhangi bir huzursuzluk çıkarmadan bekleyen, sahipleri tarafından gündüz beslenmeyip özellikle gece otlamaya çıkarılan bu Moğol atlarının çifte atma ve ısırma gibi kötü huyları yoktu. Her zaman sâkin ve emre âmâdeydiler. Hayatları bir anlamda yazları sıcak ve kurak, kışları karlı ve soğuk olan yurtlarının çetin iklimi ile mücadele etmekle geçen Moğollar, mensubu oldukları bozkır kültürünü temsil eden diğer topluluklar gibi ağırlıklı olarak hayvancılıkla uğraşırlardı. Öküz, at, koyun ve deve hayvancılığı yapar, bütün ihtiyaçlarını da bu etkinlikten elde ett ikleriyle karşılarlardı. Çin kaynaklarından ticareti bilmediklerini öğrendiğimiz, seyyah ve misyoner Plano Carpini tarafından “ısırabildikleri her şeyi yedikleri” not edilen Moğolların başlıca yiyeceği, Çinlilerle olan temasları arttıkça pirinç yemeye başladıkları bilinse de, temel anlamda et idi. Tavşan, geyik, yaban domuzu, boyun kemiği ile kaşık yapılan dağ sincabı, yuan yong sincabı, ceylan, yaban atı ve nehirlerde yaşayan balıklar gibi çeşitli av hayvanlarının da eşlik ett iği göçebe sofralarını genellikle koyun ve sığır eti şenlendirir, büyük bir toy ya da ziyafet olmadıkça atyenmezdi. Az da olsa haşlama yapılmakla birlikte, et çoğunlukla kavrularak yenir, yemeğin yanında içecek olarak kısrak sütü (kımız) tercih edilirdi. Herhangi bir sebze ya da bakliyatın eşlik etmediği yemeklerine tuzdan başka bir şey katmazlardı.

Carpini, Rubruck, Saint Quentin ve Marco Polo gibi seyyahların özellikle dikkat çektikleri gibi masa, çatal ya da bıçak gibi şeyler kullanmayan Moğollar, kişisel temizliklerine de dikkat etmezlerdi. Balık ve etleri ellerini yıkamadan yer, ellerine bulaşan yağları, yıpranıp da giyilmez hale gelene kadar yıkamadıkları elbiselerine sürerek temizlerlerdi. Sarhoş olmayı övünç kaynağı olarak görür, içki içtikleri yerde kusar ve sonra yine içmeye devam ederlerdi. Aslında Cengiz Han Yasası tarafından herhangi bir şeyin “pis olarak” nitelendirilmesinin suç kabul edilip yasaklanmış olmasına bakılırsa, Moğolların “pis” ya da “temiz” kavramları ile ilgili kendilerine özgü bir bakış açıları bulunuyordu. Sho Hung, Peng Da Ya ve Xiu Ting gibi Çinli müellifl ere göre bir işe başlarken Tanrı’nın adını anmayı âdet edinen Moğolların, organize bir yapısı bulunmayan ve Şamanizm ile Paganizm arasında gidip gelen dinî inançları, özellikle semavî olarak nitelendirilen dinler tarafından “bâtıl” şeklinde görülen inanma biçimlerini barındırıyordu. Yeryüzü ve gökyüzüne büyük saygı duyan Moğollar, fal bakmaya ve kehanett e bulunmaya çok önem veriyorlardı. Koyunun kürek kemiğini ateşte yakarak ya da kurban ett ikleri hayvanların bağırsaklarını inceleyerek gelecek ile ilgili kehanetlerde bulunurlardı.

Carpini’ye bakılırsa, Tabakât müellifi Sübkî’nin “güneşe tapan bir kâfi r” olduğunu belirtt iği Cengiz Han’ın suretini yapıp ona ibadet de ederlerdi. Gökgürültüsü ve şimşekten ölesiye korkar, yıldırım çarpması ya da yangın sonucu ölenlerin günahkâr olduğuna inanırlardı. Bu şekilde hayatını kaybedenlerin eşyalarına dokunmaz, günahkâr olan bu talihsizlerin cesetlerini ateşle arındırırlardı. İki ateş arasından geçirilerek yapılan bu arındırma işlemi yalnızca ölüler için değildi. Aynı zamanda, örneğin, hükümdara gönderilen hediyeleri ve bu hediyeleri getiren elçileri iki ateş arasından geçirir, böylece hem elçileri hem de yanlarında bulunan şeyleri zararsız hale getirirlerdi. Yeni ayı gördükleri zaman ona ibadeti anımsatan bir saygı gösterir; güneş, ateş, ay, su ve toprağa kutsallık atfederlerdi. Cennet, cehennem ya da ebedî hayata dair çok belirgin inanışları yoktu. Öldükten sonra da tıpkı dünyada olduğu gibi bir hayat yaşayacaklarına inanıyorlardı. “Moğol” ismi esasen yazılı Çin kaynaklarında 7. yüzyıla kadar uzanan bir geçmişe sahipti.

Moğollar uzun zamandan beri Moğolistan’ın kuzeydoğusundaki yurtlarında yaşamakla birlikte, varlıkları, Çin’in etkisi ve baskısı altında yüzlerce yıl boyunca küçük ve etkisiz bir topluluk olarak kalmanın ötesine geçememişti. Fakat bu sefer durum farklıydı ve tarih meleği bütün dişlerini de göstererek yüzlerine gülmüştü. 13. yüzyıla gelinceye kadar asırlar boyunca dağınık topluluklar halinde yaşayan Moğollar, tarihlerinde ilk kez güçlü bir lider tarafından bir araya getirilmiş ve tek bayrak altında toplanmışlardı. Üstelik kavmini bir araya getirerek onları birleştiren bu büyük lider, daha sonra Cengiz Han namı ile bilinecek olan Timuçin, o zamana kadar atalarının aklından bile geçirmediği büyüklükte tutkulara sahipti. Bilinen dünyanın büyük kısmına boyun eğdirecek, kendi zamanına kadar tarihin pek de önemli olmayan konu ve konukları arasında olan Moğolları tarihin en etkili milletlerinden biri haline getirecekti. Peki, kimdi bu adam? Medeniyett en uzak, bir yanıyla ilkel ve göçebe bir kavmi, köklü medeniyetleri dize getiren devasa bir kudrete dönüştürmeyi nasıl başarmıştı?

Timuçin Avucunda Bir Topak Kanla Doğmuştu

1162 yılının (bir başka rivayete göre 1155) Ocak ayında, bugün Doğu Sibirya’dan geçen Onon Nehri’nin sağ kıyısında uzanan bozkırı kavuran kar soğuğunun ara ara duyulan köpek havlamaları ile bölünen derin bir sessizliğe gömdüğü obalardan birinde bir erkek çocuk dünyaya geldi. Moğolların Kıyat kabilesine bağlı Borçigin ailesinin reisi Yesügey Bahadır’ın oğlu olan bu çocuk, Moğolların Gizli Tarihi’nde belirtildiğine göre, avucunun içinde bir parça kan pıhtısı ile dünyaya gelmişti. Rivayetlere bakılırsa, kâhinler bunu “Tanrı’nın bir işareti” olarak görmüş ve çocuğun gelecekte dünyaya hâkim olacağı kehanetinde bulunmuşlardı. Aşık kemiği büyüklüğünde ve simsiyah bir rengi olan bu kan pıhtısını gören genç annesi Höelün ne düşünmüştü bilinmez, ama sonraki yıllarda bu çocuğun yaptıklarına bakanlar, o kan pıhtısının aslında onun dökeceği kanlara işaret etmekte olduğuna ikna olmakta güçlük çekmeyeceklerdi.

Anne tarafından Türk olduğu da rivayet edilen Yesügey, bir seferinde göç esnasında unutarak geride bırakmasına bakılırsa çok değer vermediği oğluna, Tatarlarla yapılan bitmez tükenmez savaşlardan birinde esir alıp öldürdüğü bir düşmanının, Timuçin’in adını verdi. Hayatının ilk dönemleri hakkında fazla bilgiye sahip olmadığımız Timuçin ile ilgili ilk tarihî verilere, Moğol geleneklerine göre daha çocuk denilebilecek bir yaşta gerçekleştirilen eş seçimi münasebetiyle erişebiliyoruz. Buna göre, Timuçin henüz sekiz ya da dokuz yaşlarında iken babası ile birlikte ileride hayatını birleştireceği eşini seçmek üzere bir yolculuğa çıkmıştı.

Baba ile oğulun çıktığı bu yolculuğun amacı, annesi Höelün’ün kabilesini bularak bu kabileye mensup bir kızı eş olarak seçmekti. Uzun yolculukları sırasında kendilerine eşlik eden ve Börte isimli bir kızı olan Ongirat kabilesinden Dayseçen ile yakınlaşan Yesügey, iki çocuğun birbirlerinden hoşlanmasını da fırsat bilerek oğluna Börte’yi istedi. Tarafl ar arasında söz kesildikten sonra Moğol âdetlerine göre bir süre müstakbel eşinin ailesine hizmet etmesi gereken oğlu Timuçin’i orada bırakan Yesügey, obasına gitmek üzere geri döndü. Fakat dönüş yolunda karşılaştığı ve tertip etmekte oldukları bir şölene iştirak ett iği, aralarında eskiye dayanan bir husumet bulunan Tatarlarca zehirlenecek, kendisini obasına atmayı başarsa da bu suikastın etkisinden kurtulamayarak hayatını kaybedecekti. Öte yandan olanları öğrenen Timuçin de Börte’yi bırakarak obalarına geri dönecek ve bir yandan babasının ölümü ile iyice zorlaştığı görülen ailesinin hayatına tanıklık ederken, diğer yandan da yaşadıklarından kendisini Cengiz Han haline getirecek olan dersler çıkaracaktı.

Yesügey Bahadır geride iki eşi ve çocuklarını bırakarak öldüğünde, ailesi Onon Nehri civarlarında bulunan Tayciyutlarla birlikte yaşamaktaydı. Fakat onun ölümünün ardından oldukça kalabalık ve topluluğa herhangi bir katkısı olmayan ailesinden kurtulmak isteyen Tayciyutlar, bir gece vakti onları ölüme terk ederek gitt iler. Henüz yirmili yaşların ortalarında ise de güçlü bir kadın olduğu anlaşılan Höelün, ailesinin yok olmasına izin vermedi. Küçük çocuklarının karınlarını doyurmak için gece ve gündüz demeden yiyecek arayan, yavrularına çeşitli meyveler, otlar ve ağaç kabukları ya da kökleri getiren Höelün’ün gayretleri karşılıksız kalmadı ve aile, soğuk kış aylarında fare ve köpek gibi hayvanların derilerinden elde edilen ilkel kıyafetler giyerek de olsa varlığını sürdürmeyi başardı.

Uygun ağaçlardan uçlarına sivri kemikler yerleştirdiği oklar, dikiş iğnelerinden oltalar yapan ve bu silahlarla avlanmaya çıkan Timuçin, bu zorlu süreçte birçok kimse ile tanışmış ve dostluklar kurmuştu. Bunlardan biri ve onun hayatında en önemli yere sahip olanı, kabileleri arasında uzaktan akrabalık da bulunan Camuka idi. Onon Nehri civarında yaşayan topluluklardan biri olan Cacirat kabilesinden Camuka ile Timuçin tanıştıklarında henüz onlu yaşlarının başındaydılar. Birlikte ava çıkıyor, oyunlar oynuyor ve geleceğe dair planlar yapıyorlardı. Beraber geçirdikleri süre boyunca çok iyi anlaştılar. Birbirlerine hediyeler vererek kardeşlik andı içtiler ve kan kardeşi oldular. Bu, bir anlamda birlikte bir tercihte bulunarak kurmuş oldukları bir kardeşlikti ve kişinin tercih hakkına sahip olmadığı soya bağlı kardeşlikten daha güçlüydü. Yapmış oldukları bu kardeşlik andına göre, Timuçin ile Camuka birbirlerine hep destek olacak, büyüdükleri zaman da bu kardeşliği yaşatmaya devam edeceklerdi. Bununla birlikte, bir süre sonra bölgeden ayrılan Cacirat kabilesinin sonraki kış mevsiminde kışlamak üzere geri gelmemesi üzerine iki arkadaş arasındaki bağ zorunlu olarak koptu. Fakat Timuçin ile Camuka’nın yolları sonraki yıllarda yine kesişecekti.

Gelecekte kudretli bir savaşçı ve güçlü bir hükümdar olacağının işaretlerini vermeye başlayan Timuçin, ilk başarısını üvey ağabeyi Begter’i öldürerek elde ett i. Babasının ölümü ile ailenin reisi olan ve Timuçin’den yaşça pek büyük olmadığı anlaşılan Begter, Moğolların geleneklerine göre biraz büyüdükten sonra üvey kardeşlerinin annesi Höelün ile evlenecek ve aileyi idare edecekti. Üstelik Höelün de hazırdı buna, kardeşler arasındaki anlaşmazlıklarda Begter’in tarafını tutuyor, Timuçin ile diğer çocuklarına ağabeylerine karşı saygılı olmalarını tembihliyordu. O da kardeşleri üzerinde otorite sahibi olduğunu her fırsatt a ortaya koymaya özen gösteriyor, kendi yüksek konumunu onlara hissett irmekten çekinmiyordu.

Fakat Timuçin buna katlanabilecek biri değildi. Aynı anadan doğma kardeşi Kasar ile birlikte bir plan kurdu ve iki kardeş, üvey ağabeylerini oklayarak öldürdüler. Anneleri Höelün’ün çok şiddetli tepki göstererek kendilerini azarlamasına ve hakaretler etmesine neden olan bu cinayet, Timuçin’in ailenin reisliğini elde etmesini temin etmekle birlikte onun başına yeni dertler açtı. Kendilerini Onon Nehri havzasının seçkinleri olarak gören Tayciyutlar, ağabeyini katletme pervasızlığı ile ayyuka çıkan başına buyruk davranışlarıyla gelecekte kendileri açısından tehdit olacağını şimdiden belli eden Timuçin’i cezalandırmaya karar verdiler.

Kaçmayı başaramayan Timuçin yakalandı ve tahta bir boyunduruğa (bukağı) bağlanarak gözetim altına alındı. Boynuna geçirilen ve iki tarafında ellerinin geçirildiği delikler olan boyunduruktan dolayı Timuçin hareket edemiyor, yardım almadan yemek dahi yiyemiyordu. Tayciyutların kendisini gözaltında muhafaza etme görevini verdikleri ailenin şefk atli davranışları ile daha katlanılabilir hale geldiği anlaşılan bu esaretin ne kadar sürdüğünü bilmiyoruz. Fakat Timuçin tarihî bir aktör olarak bir kez daha sahneye çıktığında takvimler 1178 yılını gösteriyordu ve henüz onlu yaşlarının ortalarındaydı. Tayciyutların esaretinden kurtulduktan sonra ailesinin yanına dönen Timuçin’in ilk işi, uzun yıllardan beri kendisinden haber alamadığı eşi Börte’yi aramaya çıkmak oldu. Üvey kardeşi Belgütey ile birlikte gitt iği Dayseçen’in obasında onu kendisini beklerken buldu. Evlilik yaşı geçmeye başlasa da Börte inatla onu beklemeyi sürdürmüş, gelmesini beklemişti. Sevgili eşi Börte’yi de alarak geri dönen Timuçin’in, Moğol âdetlerine göre evlendiği zaman babasına bir kürk hediye etmesi gerekiyordu.

Fakat babası öleli uzun yıllar olmuştu. Bu durumu fırsat olarak değerlendiren Timuçin, babası ile eskiye dayanan bir dostluğu olan Türk kökenli Hristiyan Kereyit kabilesinin güçlü lideri Tuğrul Han’ın yanına giderek kürkü ona takdim ett i. Bu hareketiyle bir anlamda ondan babası olmasını talep ediyor, böylece bir yandan çok sayıda Moğol kabilesini bir araya getiren ve hatırı sayılır büyüklükte bir kuvvete hükmeden Kereyitlerin korumasını temin etmeyi, diğer yandan ailesini güvence altına alarak düşmanlarının saldırıları karşısında onları koruyabilmeyi umuyordu. Kardeşleri Kasar ve Belgütey’i alıp yanına gitt iği Tuğrul Han tarafından coşkuyla karşılanan Timuçin, kendisini oğlu olarak kabul eden bu hükümdarın teklif ett iği komutanlık önerisini kabul etmeyerek obasına dönse de, Han’a tâbi olarak ne kadar isabetli bir karar aldığı bir süre sonra anlaşıldı. Bir süre sonra kendileriyle karşı karşıya geleceği Şamanist Merkitlere karşı mücadelesinde en büyük destekçisi Kereyitler olacaktı.

Moğollar: Savaşçı Bir Ulusun Doğuşu

On sekiz yıl önce yaşananların intikamını almak amacıyla bir şafak vakti Yesügey’in obasını basan Merkit savaşçıları, kendilerine karşı koyabilecek güce sahip olmadığı için kaçıp günümüzde Kentey Dağı denilen Burhan Haldun Dağı’na saklanan Timuçin’in ağırlıklarını yağmaladıktan sonra karısı Börte’yi kaçırdılar. Yaklaşık iki bin üç yüz elli metre yüksekliğe sahip olup Moğollar tarafından kutsal kabul edilen bu heybetli dağda üç gün dua edip bir çıkış yolu arayan ve ne yapacağına karar vermeye çalışan Timuçin, sonunda manevî babası Tuğrul Han’a başvurmaya karar verdi. Hem ailesini kurtarabilmesi hem de intikamını alabilmesi için kendisine yardım edebilecek tek kişi oydu.

Nitekim ne kadar doğru bir karar verdiği Tuğrul Han’ın yanına gitt iği zaman anlaşıldı. Merkitlerle kendi kabilesi arasında eski bir kan davası olan Han,Timuçin’in onlara saldırma teklifi ni hiç düşünmeden kabul ett i ve derhal harekete geçtiler. Hoş bir rastlantı eseri Tuğrul Han’ın kendisine destek olarak verdiği askerî birliklerin başında bulunan kan kardeşi Camuka ile Timuçin, Selenge Nehri civarlarında bulunan Merkit obasına yürüdüler. Ani bir baskınla hezimete uğrattıkları Merkitler bozgun halinde kaçarken karısı Börte’yi bulan Timuçin’i bir sürpriz bekliyordu. Börte hamileydi. Kaçırıldıktan sonra bir Merkit’e eş olarak verilen Börte’nin 1179 yılında dünyaya getirdiği oğlan çocuğa “aniden ortaya çıkan ve ansızın dünyaya gelen, misafi r” gibi anlamlara gelen Cuci adını veren Timuçin, onu diğer çocuklarından hiçbir zaman ayırmayacak, kendi soyundan gelen bir hanedan mensubu gibi yetiştirecekti.

Merkitleri mağlup ederek karısı Börte’yi kurtardıktan sonra kan kardeşi Camuka ile aralarında olan kardeşlik akdini yenileyen Timuçin, kendi küçük obasını Camuka’nın büyük ve güçlü obası ile birleştirmeyi kabul etmişti. Bu durum, o zamana kadar dağlarda yaşayan Timuçin ve ailesi için bozkırlara inerek yeni bir hayat tarzını benimseme anlamına geliyordu. Fakat bu gerekliydi. Küçük bir oba olarak varlıklarını daha ne kadar devam ett irebilirlerdi ki? Her an tehlikeye açık olarak yaşamak, Moğollar gibi konar-göçer hayat tarzını benimseyen bir topluluk için uygun değildi. Güçlü olmalı ve kendilerini koruyabilmeliydiler. Bunun yolu da ancak başka bir oba ile birleşmekten, yeni ve büyük bir obanın üyesi olmaktan geçerdi. Fakat oldukça makul gibi görünen bu seçenek, Timuçin ve ailesi için yeni sorunların ortaya çıkması ile sonuçlandı. Aradan fazla zaman geçmeden kan kardeşi ve dostu Camuka ile anlaşmazlığa düşen Timuçin, ondan ayrılarak kendi yolunu çizmek zorunda kalacaktı.

Timuçin ile Camuka’nın aralarının açılmasının nedeni, tarafl ar arasında bir süre sonra kaçınılmaz olarak ortaya çıkan iktidar çatışmasıydı. Aslına bakılırsa, Timuçin, kan kardeşi Camuka ile birlikte olmaktan son derece memnun gibi görünüyordu. Birlikte seferlere çıkıyor, av yapıyor ve hâkimiyetleri altındaki Moğol kabilelerini idare ediyorlardı. Fakat bir sorun vardı: Camuka, Timuçin’e küçük kardeşi gibi davranıyordu ve üvey ağabeyini bile kendisine rakip olarak görüp de öldüren birinin buna uzun süre dayanabilmesi mümkün değildi. Nitekim Camuka da bunun farkındaydı ve bir an önce Timuçin’den kurtulmanın kendisi için daha iyi olacağını düşünmeye başlamıştı. Kan kardeşler arasında devam eden örtülü anlaşmazlık, 1181 yılının bahar aylarındaki göç esnasında su yüzüne çıktı. Ailesi ve kendisiyle hareket edenlerle birlikte bir gece vakti Camuka’nın yanından kaçan on dokuz yaşındaki Timuçin, bu tarihten sonra kendi yolunu çizecek, yanına topladığı ve iradesi etrafında bir araya getirdiği Moğol topluluklarıyla kan kardeşine karşı mücadeleye girecekti.

İki eski dost arasındaki bu mücadele uzun soluklu olacak ve yaklaşık yirmi yıl devam edecekti. Camuka’dan ayrıldıktan sekiz yıl sonra, 1189 yılında Mavi Göl yakınlarındaki bozkır alanda taraftarlarını bir araya toplayan Timuçin, burada düzenlediği kurultayda han unvanını aldı. Henüz yirmi yedi yaşında olan ve han unvanını almakla Camuka’nın etrafında toplanan Moğolları da kendi yanına çekebilmenin hesabını yapan Timuçin, bir yandan da Tuğrul Han’a elçiler göndererek kendisine olan tâbiyetini yinelemişti. Bu şekilde Tuğrul Han’ın da onayını alan Timuçin, ileride inşa edeceği devasa imparatorluğun ilk adımı olan hanlığının temellerini oluşturmaya başladı. Yaklaşık on yıldan beri kendisine sadakatle hizmet etmekte olan iki has adamı Burku ile Celme’yi özel yardımcılığına tayin eden ve kardeşi Kasar’ı obanın ikamet ett iği kampın korunması, üvey kardeşi Belgütey’i de oba hayvanlarının muhafaza edilmesi gibi görevlere getiren Timuçin, bir de özel muhafız birliği oluşturdu. Yüz elli usta savaşçıdan meydana gelen bu birlik gece ve gündüz obanın korunmasından sorumlu olacaktı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Tarih
  • Kitap AdıMoğollar/tarihin Kara Yazısı
  • Sayfa Sayısı256
  • YazarMustafa Alican
  • ISBN9786050822144
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş Tarih / 2017

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Doğu’nun Ve Batı’nın Büyük Sultanı Alparslan ~ Mustafa AlicanDoğu’nun Ve Batı’nın Büyük Sultanı Alparslan

    Doğu’nun Ve Batı’nın Büyük Sultanı Alparslan

    Mustafa Alican

    İslâm âleminin tıkanmışlık hali yaşadığı bir dönemde ortaya çıkan Selçuklularla birlikte İslâm dünyası siyasî birliğini temin etmiş, Sünnî İslâm anlayışı toplumsal hayatın merkezini oluşturmaya...

  2. Büyük Selçuklular ~ Mehmet Ersan -Mustafa AlicanBüyük Selçuklular

    Büyük Selçuklular

    Mehmet Ersan -Mustafa Alican

    Her anlamda Osmanlı Devleti’nin temellerinin atıldığı bir dönemin hükümranları olan Selçuklular, tarihin hangi sahnesinde kalmıştır? En az Osmanlılar kadar bu coğrafyada yaşayan Türklerin atası...

  3. Türkiye Selçukluları ~ Mehmet Ersan -Mustafa AlicanTürkiye Selçukluları

    Türkiye Selçukluları

    Mehmet Ersan -Mustafa Alican

    Önce Ortadoğu’da egemenlik kurdular, sonra Anadolu’ya yöneldiler. Malazgirt Zaferi’nin ardından Anadolu’nun kapılarını Türklere açtılar. Bir yanda köklü bir imparatorluk olan Bizanslılarla mücadele ettiler, sonra...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur