Küreselleşmenin ulusal sınırları aşındırdığı bir süreçte ulus devlet kavramı, tartışmaların odağında yer alıyor. Bir modernleşme projesi olarak ortaya çıkan ulus devleti oluşturan kavramsal çerçevenin bugünkü şartlarda ne anlama geldiği üzerinde yoğun tartışmalar yapılıyor. Türkiye bağlamında egemenlik ve bağımsızlık gibi ulus devletin temelini oluşturan esaslar tartışılırken, bunların kendine özgü tarihsel, kültürel ve siyasal bir sürecin sonucu olduğu hatırlanmalıdır. Bu tarihsel süreç iyi anlaşılmadan bugünkü tartışmaların sağlıklı bir zemine oturtulması mümkün gözükmüyor.
Misâk-ı Millî sadece ulusal sınırları belirleyen bir kavram olmaktan öte, bir imparatorluğun yerine kurulan ulus devleti oluşturan temel unsurlara gönderme yapar. Askerî ve siyasî bağımsızlığı çağrıştırdığı kadar bu sınırları kendine hayat alanı olarak seçen unsurların kimlik tanımını da içerir. Bu anlamda Misak-ı Millî, siyasî olduğu kadar kültürel boyutu da olan, modern ulus kavramını aşan, tarihi, kültürel ve dini bir içeriğe sahip ulus ve azınlık tanımı yapar.
Bu kitap, küreselleşme ile birlikte Türkiye’de de tartışılan ulus, egemenlik, bağımsızlık gibi kavramların ve azınlık tanımı gibi meselelerin Misâk-ı Millî çerçevesinde ne anlama geldiğini irdeliyor. Yetkin bir tarihçinin titiz bir çalışmayla ortaya koyduğu bu eser, tartışmalara yeni boyutlar ekliyor.
***
ÖNSÖZ
1980’lerin sonunda Sovyetler Birliği’nin dağılması ve onun toprakları üzerinde (Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya’da) yeni devletlerin kurulması, Soğuk Savaşın sona ermesinin tabiî sonucuydu. Fakat kimi uzmanlar, bu sonucu dünyada “mikro milliyetçiliğin başlangıcı” olarak yorumlamış; Kafkaslar ve Balkanlardaki etnik çatışmaları buna örnek göstermişlerdi. Nitekim E.J. Hobsbawm, 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik, (İngilizce’den çeviren Osman Akınhay, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1993. s. 194-195) adını verdiği eserinde bu yorumu yapmıştı. Ayrıca, Kuzey Irak’ta Türkiye’yi de ilgilendiren siyasî anlamda bir Kürt varlığının kendini göstermesi ve de uluslararası camiada kabul görmeye başlaması, yine bu çerçevede değerlendirilmesi gereken olaylardı.
Uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında bu olaylar, Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyada (Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu) büyük güçlerin sergilemiş olduğu “devletler oyunu”ndan ibaretti. Bu açıdan sözkonusu coğrafyadaki sınırların hiçbir önemi bulunmuyordu. İşte bu süreçte Türkiye’nin toprak bütünlüğü sözkonusu olduğunda, Misâk-ı Millî kavramı, içeriği pek bilinmeden sadece “retorik” anlamında dile getirilmeye başlandı.
Tabiatıyla, yeni bir dünya düzeninin kurulmaya çalışıldığı, bu yüzden millî sınırların öneminin kalmadığının söylendiği bir dönemde bir siyasî tarihçi olarak, yine bir savaşın sona erip yeni bir uluslararası düzenin kurulmaya gayret edildiği bir dönemde -mütareke sonrası dönem- Osmanlı-İslâm halkının (çoğunlukla, Türkter ve Kürtler) kendileri için bir “hayat alanı” oluşturma çabalarının ürünü olan Misâk-ı Millî konusunda çalışma yapmam kaçınılmaz idi.
Bu çalışmada, Mondros Mütarakesi’nden Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasına kadar geçen dönemde Türkiye merkezli askerî ve siyasî gelişmeler, klasik tarih anlayışı dışına çıkılarak, “uluslararası ilişkiler açısından” incelenmeye çalışılmış; özellikle İtilâf devletlerinin birbiriyle çelişen Türkiye politikaları göz önünde bulundurulmuştur. Kanaatimizce, bu dönemdeki gelişmeleri değerlendirmek için İtilâf devletleri arasındaki siyasî çelişkileri yeterince bilmek gerekmektedir. Ayrıca, Mustafa Kemal Paşanın İtilâf devletlerine karşı yürüttüğü dış politikadaki başarısını doğru değerlendirmek için de bu çelişkileri öğrenmek gereklidir. Çünkü Mustafa Kemal Paşanın bu başarısı, büyük oranda İtilâf devletlerinin bu çelişkilerini bilmesinden kaynaklanmıştır.
Bu araştırmanın amacı, ilk önce, Millî Mücadele döneminin kaynaklarına giderek Misâk-ı Millî beyannamesinin hangi iç ve dış siyasî şartlar içinde kabul ve ilan edildiğini, ardından da sözkonusu beyannamenin TBMM’nde dış politika konuları görüşülürken, özellikle Lozan Konferansı sürecinde, milletvekilleri üzerinde nasıl bir duyarlılığa sebep olduğunu ortaya koymaya çalışmaktır. Bunu yaparken de, bu süreçte adı geçen şahsiyetlerin söz ve eylemlerinin “hangi bağlamda” gerçekleştiğini ortaya koymaya büyük özen gösterilmiştir. Bu özen, “tarihi mümkün olduğunca gerçeğe yakın bir şekilde anlama” çabamızın bir gereğidir.
Bu çalışma, girişi müteakip beş ana bölüm ve sonuçtan meydana gelmiştir. Giriş bölümünde, I. Dünya Savaşı’na gelinceye kadar Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’ne yönelik politikaları ve buna karşılık Osmanlı Devleti’nin izlemek zorunda kaldığı denge siyasetine genel olarak temas edilmiştir. Birinci bölümde ise, Mondros Mütarekesi’nden sonraki iç ve dış gelişmeler değerlendirilmiş; Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra başlayan işgaller ve bu işgallere karşı Anadolu’da ortaya çıkan tepkiler üzerinde durularak bu tepkilerin Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri haline nasıl dönüştüğü anlatılmıştır. Bu arada, Paris Barış Konferansı çerçevesindeki gelişmelere de yer verilmiş; Osmanlı Hükümeti ile Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin konferans ve uluslararası kamuoyu nezdindeki girişimlerine ayrı ayrı temas edilmiştir.
Misâk-ı Millî’nin hazırlık aşamaları dediğimiz Erzurum ve Sivas kongreleri ile Hey’et-i Temsiliye çalışmaları, Misâk-ı Millî ilânı öncesindeki dış (Suriye İtilafnamesi, Paris ve Londra görüşmeleri) ve iç (Amasya görüşmeleri, Meclis-i Meb’ûsân seçimleri ve Meclis’in açılması gibi) siyasî gelişmeler ikinci bölümün ilk kısmını oluştururken, ikinci kısımda ise tamamen Misâk-ı Millî’nin hazırlık çalışmaları, ilanı ile beyannamesinin tahliline yer verilmiştir. Üçüncü bölümde ilk önce, BMM’nin niteliği ile yine BMM’nde Misâk-i Millî üzerine yemin meselesine değinildikten sonra Sevr dahil Lozan Barış Antlaşması’na kadar Ankara Hükümeti’nin dış politikasıyla ilgili olarak BMM’nde gerçekleştirilen Misâk-ı Millî eksenli hararetli tartışmalar değerlendirilmiştir. Lozan Barış Konferansı birinci aşama görüşmelerinin ele alındığı dördüncü bölümde, BMM’nin Lozan’a gidecek Türk heyetinin belirlenmesi, ona verilen talimatnamenin hazırlanması, Batı Trakya, Musul Vilayeti, Suriye sınırı, azınlıklar, kapitülasyonlar ve borçlar gibi en hayatî sorunlar karşısında göstermiş olduğu Misâk-ı Millî duyarlılığı ifade edilmeye çalışılmıştır. “Yarım Mutluluk: Lozan Barışı ve TBMM” başlığını taşıyan beşinci bölümde, Lozan Konferansı’nın kesintiye uğramasından sonra gerek sözkonusu konferanstaki gelişmelerin yanısıra İtilâf devletleri barış projesine yönelik TBMM’nde ortaya çıkan tepkiler, gerekse Ankara hükümeti ile İtilâf devletleri arasındaki nota teatileri, Lozan konferansı ikinci aşama görüşmeleri ve son olarak Lozan barış antlaşmasının TBMM’nde onaylanması hakkında yapılan tartışmalar anlatılmıştır. Sonuç bölümünde ise, Osmanlı Devleti’nin yaklaşık iki yüzyıllık siyasî ve askerî geri çekilme tarihinin yokolma noktasında, yeniden varolmanın ifadesi anlamında bir ideal olarak ilan edilen Misâk-ı MilIî’nin, yaklaşık dört yıl süren askerî mücadele ve sonunda kazanılan zafere rağmen Lozan Antlaşması gibi bir gerçeğe dönüşmesi değerlendirilmiştir. Ayrıca halihazırda Türk dış politikasında bir retorik özelliği taşıyan Misâk-ı Millî’den hareketle gerek iç ve gerekse dış politikayla ilgili bazı tesbit ve önerilerde bulunulmuştur.
Hiçbir çalışmanın -hele gecesi ve gündüzü birbirine karışan bir çalışmanın- maddî ve manevî destek olmadan yürütülemeyeceği gerçeğinden hareketle, öncelikle ve özellikle, değerli hocam Prof.Dr. Mehmet Saray’a müteşekkirim. İtiraf etmeliyim ki, onun maddî ve manevî desteği olmasaydı bu çalışmayı ikmal etmek mümkün değildi. Doç.Dr. Cezmi Eraslan ise “kirli çıkın” deyimini haklı çıkaracak bir şekilde, kütüphanelerde bulamadığım veya ulaşamadığım kitapları kendi kütüphanesinden çıkararak istifade etmemi sağlamak suretiyle ilmî desteğinin ötesinde kardeşçe bir yaklaşımda bulundu. Ona da yürekten teşekkür ederim. Tabiatıyla, Doç.Dr. Ali Arslan’ı da unutmam mümkün değildir. Onun katkısı Misâk-ı MilIî’nin güney sınırlarıyla ilgili kendine özgü, orijinal tesbit ve değerlendirmeler çerçevesinde oldu. Ona da teşekkür etmek benim için bir kadirşinaslık gereğidir. Ayrıca, aynı ana bilim dalında beraber olduğum Yard.Doç.Dr. Halil Bal’a, Yard.Doç.Dr. Muhammet Erat’a yaptıkları kitap desteklerinin yanısıra sürekli beni teşvik etmelerinden, Araştırma Görevlisi Fatih Sancaktar’a da tashih çalışmalarındaki yardımlarından dolayı teşekkürlerimi sunuyorum. Burada, Hayrullah Cengiz adlı yiğit bir adama daha teşekkür etmem gerekiyor. Onun yardımı bir araştırma görevlisinin “rutin” görevinin dışında bir nitelik taşımaktadır. Bu yüzden, insanların “günahlarını bile” maddi karşılık almadan vermedikleri bir devirde onun hakkını teşekkürlerimle teslim etmem benim için insanî borçtan öte bir şeydir.
Ayrıca, 1997-1999 yılları arasında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde verdiğim seminer derslerini alan öğrencilerimin -özellikle Hayriye Muhammedi’yi anmalıyım- de hakkını teslim etmem gerekmektedir. Çünkü onlar, gazete taramalarıyla bana büyük destek sağladılar. Onlara teşekkür borçluyum.
Tabiî ki sevgili eşim Rabia hanıma, kızlarım Gamzenur ile Gülnihâl’e ve de bu çalışma başladıktan sonra dünyaya gelen oğlum Ahmet Furkan’a da teşekkür etmeliyim. Onlar, bu çalışma süresince rahat bir ortamda çalışmam için birçok fedakârlıklarda bulundular. Eminim ki, bu kitabın tamamlanması en çok onları sevindirecektir.
Son olarak bir çift sözüm daha var: Bunlardan birincisi; elinizdeki kitabın yayınında emeği geçenlere teşekkür ederim. Benim gibi müşkülpesent bir kişiye sabır gösterdiler. İkincisi ise sadece bir temenni: Yazar, bu kitap, “Misâk-ı MilIî’nin anlamı ile “Mîsâk-ı Millî’den Lozan’a” nasıl gelindiği üzerinde düşünmek isteyen insanlara yeni bir ufuk açabilirse kendisini mutlu sayacaktır.
Mustafa Budak,
Bağcılar/İstanbul 2002
İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ
Bu baskı, Irak’ta kirli bir savaşın devam ettiği bir ortamda yapılmaktadır. Bu savaş öyle bir savaştır ki, Batılıların Ortadoğu dedikleri bölgenin siyasî coğrafyasının yeniden çizilmesi sürecini fiilen başlatmıştır. Üstelik, bu sürecin Irak’la başlatılması daha da anlamlıdır. Çünkü Irak, bünyesinde barındırdığı ırk, din, mezhep ve kültürler bakımından adetâ Ortadoğu’nun küçük bir minyatürü gibidir. Hâl böyle olunca Irak’taki gelişmeler, bütün bölgeyi etkileme potansiyeline sahiptir. Tabiatıyla Türkiye de özellikle Kuzey Irak’taki siyasî ve askerî gelişmeler bakımından “Irak olayı”nı yakından izlemektedir. Ayrıca Türkiye, birçok tarihî çağrışımlara sahip olan Kerkük ve Musul’un geleceğiyle birlikte Irak’taki Türkmenlerin güvenliği konusunda da son derece duyarlıdır.
Hemen belirtelim ki, Kerkük ve Musul, dün olduğu gibi bugün için de bölgenin yeniden biçimlendirilmesi sürecinde son derece hayatî öneme sahiptir. Öyle ki, bu yerlerin kimin elinde kalacağı meselesi, sadece Irak’ın geleceğini değil, Türkiye’nin sınır güvenliğini aşan, siyasî varlığını da ilgilendiren bir meseledir. Hatta, Filistin Meselesi’nin çözümünde de anahtar bir rol oynayacaktır. Şundan yaklaşık 80 yıl önce “Musul’un Ehemmiyeti” üzerine yazan bir İngiliz yazar olan K. Williams’a göre Musul o kadar önemlidir ki, o yıllarda “Büyük Britanya’nın bütün Orta Şark siyasetini açan yahud kapayan anahtardır”. Bununla yetinmeyen Williams, Musul Irak’ta kalmamış olsaydı, Filistin’de Siyonizmin kurulmasının mümkün olmayacağını da yazmaktaydı [The Nineteenth Century and After, March 1926’dan tercüme, Ayın Tarihi, VIII/24, Mart 1926). K. Williams’ın bu sözleri, Irak’ın geleceğiyle ilgili senaryolara Filistin’in de dahil edildiği günümüzde yapılan değerlendirmeleri düşünürsek, oldukça anlamlı gözükmektedir.
İşte bütün bu gelişmeler ışığında, Misâk-ı Millî, onun dayandığı kriterler (ortak vatan ve ortak din) üzerinde bir kere daha düşünmek gerekmektedir. Her ne kadar Misâk-ı Millî, feragat temelli bir siyasî savunma belgesiyse de jeostratejik, jeoekonomik ve jeokültürel iç bütünlüğe uygun bir nitelik taşımaktadır. Bu özelliği ile daha doğrusu dayandığı temeller bakımından Ortadoğu adı verilen bölgenin gerçekliklerine uygun düşmektedir. Nitekim, Irak’taki savaşta dikkati çeken iki önemli unsur, din (hava bombardımanı başladığında Bağdat camillerinde okunan salâların yanısıra yayınlanan cihad fetvaları) ve vatan (işgal güçlerine karşı ülkeyi savunma) kavramlarıdır. Zaten kim ne derse desin, bu iki bölge gerçeğini gözardı eden hiçbir çözümün uzun vadede gerek Irak ve gerekse Ortadoğu’nun siyaseten yeniden yapılanması sürecinde uzun ömürlü olması mümkün değildir. Bu gerçeğin farkına varması gereken ülkelerin başında Türkiye gelmektedir ki, İdealden Gerçeğe Misâk-ı Millî’den Lozan’a Dış Politika adlı kitabın ana amaçlarından birisi de budur.
Kitap gündemin etkisiyle epeyce ilgi gördü. Ne yazık ki, akademik camia tarafından pek farkedilmedi. Oysa, okunup eleştirel değerlendirmeler yapılmasını çok isterdim. Fakat, akademisyenlerin bu eksikliğini, İ.ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ndeki öğrencilerim giderdi. Her kitapta az çok rastlanan tashih hataları başta olmak üzere ders içi ve dışında sordukları sorularla yaptıkları hatırlatmalar için de onlara teşekkür ederim. Ayrıca, kitabı yeniden basmaya karar veren Küre Yayınları’na da şükranlarımı sunarım.
Mustafa Budak,
Esenler, 8 Nisan 2003
İÇİNDEKİLER
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Uluslararası Siyaset
- Kitap AdıMisak-ı Milli'den Lozan'a - İdealden Gerçeğe Türk Dış Politikası
- Sayfa Sayısı588
- YazarMustafa Budak
- ISBN9756614549
- Boyutlar, Kapak14x23, Karton Kapak
- YayıneviKüre Yayınları / 2008