“Tracie Peterson ve Judith Miller birinci sınıf bir iş çıkarmışlar. Miras hakkındaki her şey kusursuz.”
Kay James
Tarihin, müthiş bir zenginliğin ve Thousand Adaları’nın zarafeti içinde kendinizi kaybedeceksiniz.
Amanda, Sophie ve Fanny Broadmoor kız kardeşten bile daha yakın olon üç kuzendir, fakat ölen büyükbabalarının vasiyetinden dolayı ilişkileri bozulmaya başlar. Diğer taraftan on yedi yaşındaki Fanny toplum kurallarına çok da uyan bir kadın değildir. Kalbiniyse ailenin teknelerine göz kulak olmakla görevli çalışanı Michael’a kaptırmıştır. Fanny kendisine büyükbabasından kalan büyük mirası öğrenince toplumdaki ikiyüzlü ve baskıcı tutumla da baş etmek zorunda kalır ve bu noktada Fanny’nin yapması gereken tek şey güveneceği doğru insanı bulmaktır.
Acaba Fanny kalbini dinleyip ailesini yok sayarak riske girip her şeyini kayıp mı edecek yoksa toplum ve toplumun kendisine sunduklarına boyun mu eğecek?
***
Pazar, 2 Ağustos 1891
Broadmoor Adası, Thousand Adası
On bir yaşındaki Fanny Broadmoor nehir kıyısından yukarı çıkarken ılık yaz havası kahkahalarla çınladı. Günü mükemmel geçmişti, dolayısıyla mutlu olmamak elinde değildi.
Arkadaşı, atkuyruğunu çekti. On beş yaşındaki Michael Atwell, “Neden kıkırdıyorsun?” diye sordu. Michael yaklaşık bir senedir adada, Broadmoor Kalesi’yle arazisine bekçilik yapan ailesi ile yaşıyordu.
“Bir sebebim olmak zorunda mı?” diye yanıtladı Fanny. “Sadece mutluyum. Bir sürü harika balık yakaladık. Annen sevinecek.”
“Bence büyükannen tüm günü güneşin altında geçirdiğini görünce pek heyecanlanmayacak. En azından yüz tane daha yeni çilin var.”
Fanny yüzüne dokunarak omuz silkti. “Babam onların kızıl saçlarımla uyumlu olduğunu söylüyor ve oldukça hoş göründüklerini düşünüyor”
Michael balıklan ipte kaydırıp onlan havada salladı. “Bence asıl bunlar daha hoş. Annem onları kızartmaya başladığında sen de aynı şeyi düşüneceksin.”
Fanny ona sevgi dolu bir gülüşle yanıt verdi. Michael’ın üzerinde yürüdüğü toprağa bile tapıyordu. Havalı ve maceracıydı, Fanny’ye nazik davranmayı da asla unutmuyordu. Diğer hizmetçiler ona çocuk gibi davranıp pek fazla aldırmıyorlardı, ama Michael asla öyle yapmazdı. Her zaman onu dinleyecek kadar nazikti ve asla isteklerini yerine getiremeyecek kadar meşgul olmazdı.
Evin arkasına ulaştıklarında Michael, “Geride kalıyorsun,” dedi. “Muhtemelen tüm o kıkırdamalar yüzünden.”
Fanny ona yetişip taşıdığı oltaları bir kenara koydu. “Grand-mére¹ hep neşeli olmanın uzun yaşamanın sırrı olduğunu söyler.”
Michael arka kapıyı açıp sırıttı. “O zaman sen yüz yaşına kadar yaşayacaksın.”
Bayan Atwell mutfaktan çıkarken, “İşte buradasınız,” dedi. “Peşinizden babanı göndermek zorunda kalacağımı düşünmüştüm.” Balıklara göz attı. “Verimli bir gün olmuş anlaşılan.” Fanny, “En iyisinden,” diyerek onayladı. “İlk balığı ben yakaladım ve sonra Michael iki balık yakaladı. Ondan sonra sırayı takip edemedim.”
Bayan Atwell güldü. “Eh, görünüşe göre çok işim var.” Oğluna dönerek, “Onları şuraya, lavabonun yanına koy,” dedi. “İkinizin de birazcık bir şeyler atıştırmaya ihtiyacınız olduğunu düşünüyorum.”
“Evet. Gönderdiğin sepetteki her şeyi yedik. Şimdi ikimiz de açlıktan ölüyoruz.”
“Şaşırmadım.” Bayan Atwell sevgiyle oğlunun dalgalı saçlarını karıştırdı. ‘‘Atıştırmalıklan verandaya getireceğim, ama ilk önce gidip Fanny’nin babasını çağırmalıyım. Siz geldiğinizde tam da gitmek üzereydim. Büyükannen onunla konuşmak istiyor.” Fanny, “Onu ben çağırabilirim,” dedi. “Nereye gitti?” Bayan Atwell cana yakın bir gülümseme ile “Özel yerinize,” dedi. “Eskiden anneni götürdüğü yere.”
Fanny büyük bir hevesle başını salladı. “Ben giderim. Çok uzak değil.”
“Ben de onunla gideyim,” dedi Michael. “Genç bir hanımın tek başına gidemeyeceği kadar uzak.”
“Adanın tümü bile o kadar büyük değil,” diye bildirdi Fanny. “Üstelik de ben on bir yaşındayım.”
Michael güldü. “Çok da dik başlısın”
“Tamam, siz ikiniz, iyi geçinin. Bayan Fanny, Michael’ın size eşlik etmesine izin vermek akıllıca olabilir. Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam, babanız yanında bir piknik sepeti de götürmüştü. Michael onu bana geri getirebilir.”
Fanny aslında Michael’ın kendisine arkadaşlık etmesine aldırmıyordu. Sadece onun kendisini aciz, sürekli korunması gereken bir çocukmuş gibi düşünmesini istemiyordu.
Bakımlı çimenliği geçip ağaçların seyrekleşerek kayalıklara yer açtığı adanın kuzey tarafına doğru ilerledirler. Fanny babasını nerede bulacağını biliyordu. Langley Broadmoor kızına, annesine bu adada nasıl kur yaptığını, bu korunmuş yerde romantik kaçamakları esnasında nasıl kendilerine sakin anlar çaldıklarını sıklıkla anlatırdı. Fanny her yıl buraya gelmeyi seviyordu. Annesinin adaya ne kadar değer verdiğini bilmek, buradayken kendisine annesinin varlığını hissettiriyordu.
Yaz aylarında aile adada az da olsa zaman geçirmeye çalışırdı. St. Lawrence Nehri’nin Thousand Adası zenginler için bir inzivaya çekilme yeriydi ve oldukça popülerdi. Büyükbaba adayı aldıktan sonra geçen yıllardaysa popülaritesi artmaya devam etmişti. İnsanların daha da zenginleşen yaşam tarzı da kendisini gösteriyordu. Bir zamanların mütevazı toplanma mekânı şimdilerde büyük ve görkemli bir araziyle altı katlı, elli odalı bir kaleydi.
“Şurada bazı fosiller buldum,” dedi Michael. “Belki bugün gidip yenilerini arayabiliriz.”
“Muhteşem olur,” diye yanıtladıktan sonra Fanny kaşlarını çattı. “Ah, ama yapamam. Baban bizi diğer adalardan birinde bir doğum günü partisine götürecek. Amanda ve Sophie onlarla gitmem için ısrar ettiler.”
“Kuzenlerin epey patronluk taslıyor, ama eminim parti benimle çamur içinde kalarak izcilik yapmaktan çok daha eğlencelidir.”
Fanny bu fikri reddetmeyi düşünüyordu ki ilerideki patikanın aşağılarında babasını fark etti. Adam bir ağaca yaslanmıştı, piknik sepeti de yanındaydı. Belli ki nehri izlerken uyuyakalmıştı.
“Baba!” Fanny patikadan aşağı hızlıca ilerledi. Gevşek kayalar oynadıkça zorlukla ayakta duruyordu.
Michael, “Yavaşla seni kaz kafalı!” diye arkasından seslendi. “Düşüp elbiseni yırtmak istemezsin.”
Fanny adımlarını kontrol ederek az da olsa yavaşladı. “Baba, uyan. Büyükannem seni görmek istiyor.” Oraya ulaştığında babasının yanına diz çöktü. Uzanarak uyanması için onu sarstı, ama babası gözlerini açmadı.
“Baba?”
Adamı yeniden sarstı, bu sefer bedeni aniden diğer tarafa düştü. Eli annesinin küçük, çerçeveli bir fotoğrafını ortaya çıkaracak şekilde kenara düştü.
‘‘Michael, yanlış bir şeyler var.” Michael’ın durduğu yere baktı. “O… O hasta. Uyanmıyor.” Fanny babasını daha sert bir şekilde sarstı, fakat adamın bedeni daha da çok çok yere kaydı. “Baba!”
Saniyeden kısa bir süre içinde Michael, Fanny’nin yanındaydı. “Bay Broadmoor. Uyanın efendim.” Nazikçe adama dokunmak için uzandıysa da hemen geri çekildi. “Fanny, sanırım gidip babamı getirmelisin. Belki Jonas Amca’nı da.”
“Ama neden? Sorun nedir?”
“Sadece git. Çabuk.”
Fanny doğrularak Michael’ın suratındaki ifadeyi görüp kendisine söyleneni yaptı. Patikadan yukarı, deyim yerindeyse uçarak çıktı ve büyükannesinin onaylamayacağının farkında olsa da yardım alabilmek için olabildiğince hızlı koştu.
Erkekleri bulmak kolaydı. Fanny nefes almaksızın, şüpheye yer bırakmayacak şekilde durumun ciddiyetini anlattı. Adamlar, onun olduğu yerde kalmasını isteyerek fırladılar, fakat Fanny olayların dışında kalmayacaktı. Adamların kendisi olmadan ayrılmalarına izin verdi, ardından da kuzenlerinin oynama davetini görmezden gelerek adamları takip etti.
Fanny’nin göğsünde bir şeyler sıkışmıştı. Vücudunu saran dehşeti görmezden gelemiyordu. Babası çok hastaydı yoksa mutlaka uyanırdı. Şimdi ne olacaktı? O iyileşirken adada mı kalacaklardı yoksa erkenden Rochester’a mı döneceklerdi? İçinde, derinlerde bir yerdeki en berbat düşünce korkutucu fikirlerin arasından yüzeye çıkmaya çalışıyordu. Ya hasta değilse? Ya o…
O kelimeyi düşünemedi bile. Fanny sevgili babası olmadan bir hayat hayal edemiyordu. Daha şimdiden annesiz yaşamanın korkunç yalnızlığına dayanmak zorunda kalmıştı. Annesi Fanny’yi doğururken ölmüştü ve ondan geriye kalan ylanızca bir iki incik boncuktu.
Fanny sessizce Michael’ı babası ile bıraktığı yere vardığında, adamların durumla ilgilenmelerini izledi.
“Bu harika,” dedi Jonas Amcası. “Langley’nin her zaman dramatik şeylere yatkınlığı vardı.”
“Jonas, bu söylediğin yakışıksız,” diyerek karşı çıktı Quincy Amca. “Biliyorsun ki Winifred öldüğünden beri yas tutuyordu.”
“O güçsüzdü. Hayatını bir erkek gibi sonlandıramadı bile. Hangi aklı başında adam zehirle intihar eder?”
Fanny kafasını sallayarak onlara doğru ilerledi. “Hayır’ Babam ölmedi.” Quincy Amca’sını itip geçerek babasına ulaştı. Onu durduran Michael oldu. Fanny’yi çabucak oradan uzaklaştırdı.
“Uzaklaş buradan,” diye gürledi Jonas Amca. “Onu buradan hemen götür Michael.”
Michael, Fanny’yi sürüklerken o şiddetle buna karşı çıkıyordu. “Hayır! Babamla olmak istiyorum. Bana ihtiyacı var.”
“Fanny, o artık hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor.” Michael’ın yumuşak, nazik sözleri onun mücadeleye son vermesini sağladı.
“Ama… o… o… olamaz…” Geri dönüp amcalarının ve Michael’ın babasının durduğu yere baktı, sonra cesurca babasının sessiz vücuduna doğru kaydı gözleri. Michael’a bakmak için döndüğünde gözyaşları dökülmeye başlamış, görüşü yaşlardan bulanmıştı.
“Haydi gel.”
Fanny, Michael’ın elini sıkıca tuttu ve o, patikadan yukarı çıkarken, kendisine rehberlik ederken gözlerini kapadı. Babası ölmüştü. Bu imkânsız gibi geldi, korkunç bir yanlıştı. Bu nasıl olmuştu? Jonas Amca zehir demişti. Babası ölmek için bir şeyler içmişti.
“Neden… bunu yaptı?” Fanny kelimeleri zorlukla fısıldadı. “Benim hatam mıydı?”
Michael dizlerinin üzerine çöküp Fanny’yi kendine doğru çekti. Fanny ona yaslanarak birkaç dakika ağladı.
“Senin hatan değildi,” dedi Michael, Fanny sonunda sakinleştiğinde. “Baban çok üzgündü. Annenin yokluğunun acısına dayanamadı.”
“Ama ben vardım,” dedi Fanny, Michael’dan uzaklaşırken. “Ben vardım ve şimdi benim kimsem yok.”
Michael uzanıp nazikçe onun gözyaşlarını sildi. Buruk bir gülümseme ile “Ben varım Fanny. Senin için hep burada olacağım,” dedi.
Salı, 1 Haziran 1897
Rochester, New York
“Saçmalık. Neredesiniz?”
Frances Jane Boadmoor’un topuklu ayakkabıları girişteki koridorda yürüdükçe İtalyan mermeri üzerinde ritmik tıkırtılar çıkarıyordu. Şu ana kadar bu yöntem sabırsızlığını gidermede işe yaramamıştı. On yedi yaşındaki Fanny’nin genelde bu tarz gösterişli tepkilere eğilimi yoktu, fakat bu durum hayal kırıklığı yaşamasına neden olmuştu.
“Amanda asla geç kalmaz. Sophie kendi cenazesine bile geç kalabilir, ama Amanda asla.” Pencereye yürüyerek şeffaf kumaşı kenara çekti. Son on beş dakikadır bildiği şeyi tek bir bakış onayladı. Kuzenleri geç kalmıştı.
Birbirlerini Fanny’nin olgunlaşma enstitüsünü bitirip eve döndüğü geçen Noel’den beri görmemişlerdi. Amanda buluşmalarından kısa süre sonra büyük bir Avrupa turuna çıkmış, Sophie’yse evde kalmıştı. Ayrılık kızlar için tam bir sefalet olmuştu. Birçok kız kardeşten daha yakınlardı.
“Neden bana bu şekilde işkence etmek zorundalar?” Perdeyi bırakarak yeniden yürümeye başladı. Büyükbabasının çalışma odasının önünden geçerken büyükannesinin dekoratif çerçevedeki fotoğrafı gözüne çarptı. Grand-mére. Fanny Fransızca kelimeyi düşünürken gülümsedi. Grand-mére’nin aristokrat ataları kelimenin İngilizce kullanımını bilseler dehşete düşerlerdi.
Bazıları Fanny’nin grand-mére’ye benzediğini söylerlerdi, ama genç kadın bir benzerlik göremiyordu. Fanny’nin korkunç koyulukta siyah bukleleri varken, Daphine Broadmoor’un saçı olgun buğday rengindeydi. En azından gençken. Kar beyazı saçları ve ilerlemiş yaşına rağmen bugün bile, büyükannesi güzelliğiyle tüm rakiplerini geride bırakırdı.
Fanny dışarıdan gelen bir ses duyunca cama doğru atıldı. Kaşlarını çatarak genç bir bayana yakışmayacak şekilde iç çekti. Dışarıdaki sadece Bay Pritchard’dı, bahçıvan. Adam gülümseyerek el salladı. Günün erken saatlerinde bahçede birlikte çalışmışlardı. Bahçe Fanny’nin en büyük keyiflerinden biriydi. Fanny de el salladı, ama ardından aceleyle pencereden uzaklaştı.
Eğer kuzenlerinin geç kalacağını bilseydi, bahçede daha fazla zaman geçirirdi. Bay Pritchard da yarım saat daha yardım edeceği için sevinirdi. Bahçıvan bazen garip bir tip olsa da Fanny yıllar önce kendisini, adamın kendisine gelecek yardıma memnun olacağına inandırmıştı. Hamilton Broadmoor onun kadar emin değildi, fakat büyükbabasının fikri Fanny’nin Bay Pritchard’dan öğrenecekleri konusundaki isteğini bastıramamıştı.
Büyükbabasının aklına gelmesiyle birlikte Fanny büyük merdivenlere göz attı. Gün ışığı yuvarlak tavanın penceresinden süzülerek merdivenlerle görkemli sahanlıkta dans eden gökkuşakları oluşturuyordu. Yukarı çıkmalı ve büyükbabasının uyanıp
—-
1 Grand-mére (Fr.): Büyükanne. (Çev. n.)
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMiras
- Sayfa Sayısı400
- YazarJudith Miller, Tracie Peterson
- ÇevirmenNazlı Ceyhan Sümter
- ISBN6055514815
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviFeniks Kitap / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ya Hep Ya Hiç ~ Ernest Hemingway
Ya Hep Ya Hiç
Ernest Hemingway
Tarık Dursun K.’nın çevirisiyle… Ya Hep Ya Hiç, ailesini ekonomik olarak ayakta tutabilmek için Küba ve West Adası arasında kaçakçılık yapmak zorunda kalan dürüst...
- Cazibe ~ Raven Hart
Cazibe
Raven Hart
“Şüpheci… Seksi… Havalı…Eğlenceli… Publishers Weekly “Savannah’ın Gölgeleri serisine Anita Blakes fanları gerçekten âşık olacak.” Deborah Smith, New York Times çok satan yazar “Yeni bir...
- Orlando ~ Virginia Woolf
Orlando
Virginia Woolf
Orlando, Virginia Woolf’un en tuhaf, en ilginç, mizah dozu en yüksek kitaplarından biridir. Yazar, en büyük eserleri sayılan Deniz Feneri ve Dalgalar arasına sıkıştırdığı...