Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Mimoza Sürgünü
Mimoza Sürgünü

Mimoza Sürgünü

Nazan Bekiroğlu

Tamam, estetize ediyorum, idealleştiriyorum biliyorum. Düpedüz yazıyorum. Romantik olduğum da bir yafta gibi boynuma asılı. Ama ben gördüğümü söylüyorum. Neticede şu yazdıklarımda ben hem…

Tamam, estetize ediyorum, idealleştiriyorum biliyorum. Düpedüz yazıyorum. Romantik olduğum da bir yafta gibi boynuma asılı. Ama ben gördüğümü söylüyorum. Neticede şu yazdıklarımda ben hem mecazlı hem de gerçekçiyim. Yani düpedüz kinayeliyim. Eğer öyle değilse ya ben hayal görmüşümdür ya bana hülya anlatmışlardı.

Nazan Bekiroğlu’ndan yıllarca okunacak bir deneme kitabı Mimoza Sürgünü. Bir mimoza ağacının altında insanın içine ve dışına doğru bir yolculuk bu. Kördüğümleri çözmekte üstüne olmayan ama basit bir fiyongun ucunu çekemeyen, yüce dağları aşıp da tatlı bir yamaç yolunda sendeleyen bir kalbin gücünün ve kırılganlığının iç dökümü. Aşkın ve metafiziğin, yıllarca biriktirilen hatıraların, yaratılmış her şeyle kurulan incelikli ilişkilerin izleriyle dilin büyüsünün iç içe geçtiği denemeler Mimoza Sürgünü’nde.

***

İÇİNDEKİLER

1. Kalp Sathı / 11

Ekim Yolcusu / 13
“Çok Yorgunum Beni Bekleme Kaptan” / 16
Nerede Kayboldun Sen? / 19
Mimoza Sürgünü / 22
Bir Şey Yazacaktın / 25
Keşke/ 28
Bir Demet Nergis Al Kendine / 31
Mitya’nın Düşü İvan’ın Uçurumu / 34
Küçülsem Biraz / 37
Hiç Kuşku Yok, Seçilmişim / 40
Var / 43
Kar Yağıyor / 46
Bahar, ölüm ve Siz / 49
Aşkın Hâlleri / 52
Pygmalion Düşü Olarak Aşk / 55
Bir Hatırlama Olarak Surete Aşk / 58
El Titremesi / 61
Gibi: Eylül Geldi / 64
Bir Romandan Ayrılmanın Acısı / 67

2. Defter Kağıdı / 71

Yanık Defter / 73
İki Yabancı / 76 Âh Hû I 79
“Hüve’l-Baki Hüve’l-Baki” / 82
Minyatürün Gölgesi / 85
Fasl-ı Lâle / 88
Devrinin Dışında Lâle / 91
Manifatura Mağazası / 94
Sahhaf Dükkânı / 97
Otuz Yıl Kaftanı / 100
Başka Türlü Bir Mezuniyet Yazısı / 103
Ben’im Ben / 106
Altı Yıllık Sıra Arkadaşım / 109
Ortaokuldaki Sınıf Arkadaşım / 112
İsimsiz Simalar / 115
“Ebedî Mutluluk” Sorunsalı: Zamansızlık Zamanı / 118
Silik Kahramanlar / 121
Yıldızname / 124
“Olay Ufku” / 127
Üç Dakika On Yedi Saniye / 130
Anın İmlâsı / 133

3. Seyahat Albümü / 137

Dostoyevski ve Osmanlı Lâlesi / 139
Dostoyevski, Marinski Yoksullar Hastanesi ve “Wicked Game” / 142
Kont Tolstoy’un Malikânesi Yasnaya Polyana /145
Nakkaş Orijinal Bir Leonardo Gördü Sonunda /148
Volga’da Zaman / 151
Üç Rehber İki Ülke / 154
Henüz Tanımadığım İrtiş Irmağı I 157
Taht-ı Süleyman /160
Fotoğraf Düşünceleri /163
George Kennan’ın Sibirya Fotoğrafları / 166
Buhara Emiri Âlimhan’ın Kaftanı /169
Gorski Fotoğraflarına Dair Fihrist Denemesi / 172
“Chokan Valikhanov” Yani Muhammed Hanafiya / 177
Antoin Sevruguin “Antoin Han” / 180
Persep’olis Yorgunluğu / 185
Tebriz Anıları ve Ali Sadr Mağarası / 188
Yezd’de Zorhane /192
Iran, Hülyalar Ülkesi /195
Bakü Vasf-ı Hâli / 198
Kim Daha Irmak Kim Daha Deli? / 201
Suriye Albümü / 204
Olsun / 207
Kudüs Kapısı / 210
Yolların Sonu / 213
Ey Çantam Sen Ne Kadar Ağırsın t 216

4. Dünya Yüzü/ 219

Gecekondular Koruma Altına Alınmalı / 221
Hendese ve Hikmet / 224
Sizin Bir Bahçeniz Var Öyle mi? / 227
Bahar Dalı / 230
“Hey Gidi Karadeniz” / 233
Kestanekarası Fırtınası / 236
Burada Bir Zamanlar Deniz Diye Bir Şey Vardı / 239
Tabii ki / 242
Ben Razıyım, Allah’ım Sen de Razı Ol I 245
Kurtla Kangalın Başka Türlü Hikâyesi / 248
Bursa Hatırası / 251
Brüksel Dönüşü / 254
Gitmeyin, Kalın / 257
“Size Bir Şey Olsa Biz Hemen Gelirdik ki!” / 260
Belediyelerin Hayvan Haklarıyla imtihanı / 263
Hasbihâl / 266
Kürkgiyer’e Notlar / 271
Ben ve Sinek Hanım / 273
Ben ve Yazar Hanım / 276

EKİM YOLCUSU

2011 yılının 2 Ekim i. Bir doçentlik jürisi için Trabzon’dan Erzurum’a gidiyorum. Otobüsün kalkmasına on beş dakika var. Otogarda banklardan birine oturuyorum. Tatlı bir güneş içimi ısıtıyor. Simidimi bir sokak köpeğiyle paylaştıktan sonra yerime geçiyor, camdan dışarı bakmaya başlıyorum. Otobüs üniversite öğrencileriyle dolu. Çoğu bu yola ilk kez çıkıyor, daha birinci sınıf. Ekim. Dönem başı.

Derken henüz on yedi on sekiz yaşlarında bir kız biniyor otobüse, neredeyse bir çocuk. Uzun, dalgalı, koyu kestane rengi saçları, kocaman kahverengi gözleri var. Ufak tefek biri. Aniden irkiliyorum. İlk anda tanıyamayacağım kadar uzak. Mümkün değil! Ama ben bu yüzü tanıyorum. Bu gidişi iyi biliyorum. Yanımdan geçerken, ellerim iki yana düşmüş, büyülenmiş gibi bakıyorum yüzüne. Bir an için göz göze geliyoruz. Gözlerinden bir ilgi kavsi geçse de beni tanımıyor. Yerine oturuyor. Çapra­zımda. Başımı hafifçe çevirsem onu görüyorum.

Yol boyunca bir yabancıyı izler gibi gizlice izliyorum onu. Aslında utanıyorum. Ama üst üste yapışmış ve aslında tek ve mutlak bir ben olan sonsuz sayıdaki benlerden ayrılan bir ben karşıma dikilmişken, başka türlüsü mümkün değil. “Her dem yeniden yaratılan” benlerden biri, bir gölge suretinde karşıma dikilmiş.

Bazı şeyler hiç değişmemiş. İşte o da ben de sarsıntıya aldır­madan dizimize dayadığımız deftere cümleler yazıyoruz meselâ. Ara sıra dışarı bakıyoruz. Asfalt üzerine konmuş kuşu otomobil ezer diye korkuyoruz. Biri elinde diğeri kucağında iki çocukla karşıya geçmeye çalışan bir kadın görünce yüreğimiz ağzımıza geliyor. Yol kenarında otobüse el kaldıran mahzun ihtiyarın nasıl bir hayatı olduğunu düşünüyoruz. Çiçeğe uzanan bir kız çocuğunu bir resim olarak zihnimize işliyoruz. Otobüs bir dağ başında mola verdiğinde simidimizden kalan parçayı minik san kedinin önüne bırakıyoruz. Ayaklarımızın altında uzanan sis denizine, ekim bu, sararmaya başlayan ağaçlara, toprağın üzerinde burgaçlanan kuru yapraklara, tepelere düşmüş ilk kara, geliyorum diyen kışa sevinçle bakıyoruz. Muavinlerin “limon kolonyası” hikâyesinden hâlâ hoşlanmıyoruz. Hâlâ başımızı koltuğa bırakıp da iki satır uyuyamıyoruz.

Bazı şeylerse çok şey değişmiş. Giderken Hamsiköy’e, döner­ken Aşkale’ye kadar ağlayan bir çocuk o. Benimse ağlamalarım bambaşka coğrafyalara çoktan kaymış. O henüz ihtişamı yara almamış bir dağı tırmanacak “Zigana’nın körüne sadaka verme­yi borç bilen otobüslerin içinde. Bense eskiden kıvrım kıvrım tırmanılan dağlan şimdi tünellerle, kestirmeden geçiyorum. O, bu yolun her hâlini her mevsimini bilecek, yeni yollar yapılma­mış daha. Benimse yolum hayli kısalmış, hayli konforlanmış. O iklimin de dağların da ağaçların da renklerin de adım adım değişmesini ilk kez görüyor. Bense ezber etmişim çoktan. Beni otobüs tutmuyor artık. Oysa onun her virajda başı dönecek. Bu berbat bulantıyı eksiltebilmek için Değirmendere’nin, Harşit çayının köprülerini sayacak. Onun bindiği otobüslerde elma bahçeleri ile dolu vadiler boyunca sonuna kadar açık radyodan maç yayınları dinleniyor. Benimse koltuğumun önünde ekran var, sevdiğim şarkılar listede hâlâ olmasa da.

Bilet almakla yerine oturmak arasındaki mesafe bazen hiç bitmeyerek bazen yetmeyerek bindiğim her otobüsteki yol ar­kadaşlarımı bir bir hatırlıyorum. Kulaklarım tıkanıyor. Dönüp çaprazıma bir kez daha bakıyorum. Sırtında o yavruağzı kazak var, kol ağızları eprimiş ama vazgeçilemeyen o sevgili kazak. Başını cama dayamış. Yatımdaki koltuk boş. Küçük çantasını oraya bırakmış.

Gitsem. Dikilsem karşına. Yanındaki koltuğa otursam. Desem ki? Ne desem?

Ne kadar çok yol arkadaşı olacak. Ve bazıları ne kadar fena olacak.

Sus. Konuşma en iyisi.

Geriye dönüp otobüsün arka sıralarına doğru bakıyorum. Göz göze geldiğim ama tanıyamadığım kahverengi gözlü, uzun siyah saçlı (veya belki değil?) benden daha yaşlı bir kadın beni göz hapsine almış mıdır? Belki o beni tanımıştır da ben onu tanımamışımdır.

“ÇOK YORGUNUM BENİ BEKLEME KAPTAN”

Kaç gündür aynı şarkıyı dinliyorsan:

Çok yorgunum beni bekleme kaptan.

Bunu yazmak için ne kadar yorgun olmak gerekir? Bunu böyle söylemek için kaç yorgunluktan geçilmiştir? Kaç haberin yalan, kaç habercinin kâzib çıkması lâzım gelmiştir? Ümit nasıl kesilmiş, bütünüyle iptal edilmiştir gelecek? Geçmiş zaten geçmiştir. Onca yangınlı şikâyet nasıl böyle dingin bir akşam suyuna evrilmiştir? Ve sen. Bir şarkıyı böylesi dinleyebilmek böylesi anlayabilmek için de ne kadar yorgun olmak gerekir?

Bir yorgunluk kaç kişide tekrarlanır, katmerlenir, katlanır? Bir yorgunluk ruhtan ruha, bedenden bedene çarpa çarpa nasıl yankılanır? Öznesini değiştire değiştire nasıl çoğalır? Ben’den sen’e geçse de hükmü bütün zamanlarda aynı kalır.

Yorgunum. Yorgunsun.

Şimdi sen çok yorgunsun. Her gün daha az şaşıracak daha az sarsılacak kadar. Bütün eski defterleri kapatacak ama yeni bir sayfa da açamayacak kadar. Bir ömür boyu can taşır gibi saklanmış sayfaları bulup çıkaramayacak, emanet cümlelere sığacak kadar. Anlatmaktan değil susmaktan. Yaşamaktan değil yaşamamaktan. O kadar yorgunsun.

Henüz açılmamış defterlere bir harf düşmeyecek denli garanti o harflerin tekmilini umuma aşikâr edecek denli de garanticisin oysa. Şiirlerin de şarkıların da yaza yaza biteceklerine inanı­yorsun hâlâ. Hâl böyleyken yazacak tek yazın kaldığını bilsen. Bütün yazdıklarının hâsdası, bütün yazmadıklarının hülâsası bir yazı olsa bu. Kalem oynatamayacak denli yorgunsun. Fıtrata uymayanı hâle yola sokup bir parça estetize edemiyorsun artık. Tahammül edilmez gerçeği fıtrata uygun hâle getirip de katlandır kılamıyorsun. Yorgunluk artık yüzünden bile okunmuyor senin, anla, o kadar yorgunsun.

Komutanı olmadığı bir savaşın ağır yenilgisini paylaşmak zorunda kalan kâtip misin sen? Kırk hadis tamamdır da kırk birincisi bir türlü gelmemekte midir? Öyle olmasa bir köşesine iliştiğin ne varsa onda kendin küçülürken gayri büyütür müydün hiç? Dokunduğu her şeyi yüceltmeye kalkışan ama kendi mükemmeliyetçiliğinden olsa gerek (ya da beceriksizliğinden) sonra da yıkan, üstelik yıktığının altında en evvel kendisi kalan­lara özgü bir yorgunlukla yorulur muydun? Camı ancak elmas keser, elması kesen de yine elmastır biliyorsun. Taş ise camı kesmiyor, kırıyor. Cam kırıkları ellerinde, ortalığı temizlemek de sana kalıyor, öyle yorgunsun.

Her şeyin tuzla buz olması an meselesi. O zaman ne kadar çok şeyi unuttuğunu anlıyorsun. Ama senin unuttuklarını bir başkası hatırlıyor. Çok yorucu olmalı. Neticede dokunduğu her şeyi küle çeviren bu arada kendisi de küle dönen sonra küllerinden doğmakla yazgılananlara mahsus yorgunlukla yorgunsun. Oysa yeniden doğmak filân istemiyorsun.

“Herkese yetecek kadar gözyaşı, herkese yetecek kadar te­bessüm,” der dururdun. Yapma! Fıtratında göç yazmadığı hâlde…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Deneme Edebiyat
  • Kitap AdıMimoza Sürgünü
  • Sayfa Sayısı280
  • YazarNazan Bekiroğlu
  • ISBN9786050812350
  • Boyutlar, Kapak14 x 21 cm , Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2013-10

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Yusuf ile Züleyha ~ Nazan BekiroğluYusuf ile Züleyha

    Yusuf ile Züleyha

    Nazan Bekiroğlu

    Nasıl herkese duyurur da sesimi derim: “Bu anlattığınız ben değilim. Ben bu anlattığınız değilim. Yusuf′u ben nasıl yerim? Ben Yusuf′u nasıl yerim?” Sözünün bu...

  2. Mor Mürekkep ~ Nazan BekiroğluMor Mürekkep

    Mor Mürekkep

    Nazan Bekiroğlu

      Tiryakilik yapan bir dil ustasından denemeler… Nazan Bekiroğlu’nun denemeleri daha şimdiden genç kuşak tarafından bir klasik olarak kabul ediliyor. Mor Mürekkep, birbirinden bağımsız...

  3. Yol Hali ~ Nazan BekiroğluYol Hali

    Yol Hali

    Nazan Bekiroğlu

    Nazan Bekiroğlu'nun güçlü kaleminden İran, Suriye, Mısır güzergâhında bir yol öyküsü...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kendine Ait Bir Oda ~ Virginia WoolfKendine Ait Bir Oda

    Kendine Ait Bir Oda

    Virginia Woolf

    Kendine Ait Bir Oda, çağdaş yazının en etkili feminist metinlerinden ve kadın hareketinin klasikleşmiş manifestolarından biri. 1929’da yayımlanan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un...

  2. Mavi Lale; Yitik Lale ~ Nazan BekiroğluMavi Lale; Yitik Lale

    Mavi Lale; Yitik Lale

    Nazan Bekiroğlu

    Ben şimdilerde on altıncı asırlardan kalma çini bir pencere alınlığında, tam sağ alt köşeye imza düşürülmüş mavi bir Osmanıl lalesi neler düşünür, onu merak...

  3. Cennete Gideceksem Cehennemim de Gelmeli ~ Efe AydarCennete Gideceksem Cehennemim de Gelmeli

    Cennete Gideceksem Cehennemim de Gelmeli

    Efe Aydar

    Antonio Porchia “Boşluğu ancak doldururken fark ediyoruz” demiş. Cennete Gideceksem Cehennemim de Gelmeli de öylesine kışkırtıcı ve elzem bir kitap. Selçuk Altun Ne zaman ki...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur