On dokuzuncu ve yirminci yüzyıl tarihi denince akla gelen ilk isimlerden biri olan E.J. Hobsbawn, Milletler ve Milliyetçilik´te, milletin icadını, tam da yok olmaya başladığı bir tarihsel andan geriye bakarak anlatıyor. Kitap, artık milliyetçiliğin tarihi üzerine bir klasik haline gelmesinin yanında, bir Marksist tarafından milletlerin gelişimi üzerine yazılmış en iyi çalışmalardan biri olma özelliğini taşıyor. Hobsbawn, milletin nesnel ya da öznel, sabit bir tanımının verilemeyeceğini, çünkü tamamen modern bir kurgu olduğunu ve sürekli değişen bir özellikte olduğunu belirtiyor. Böylece milletlerin “hakiki” bir etnik temele dayanıp dayanmadığı tartışmasını bir kenara bırakıp, kavram olarak milletin politikadaki ve toplumdaki değişim ve başkalaşımlarının izini iki yüzyıl boyunca sürüyor.
Yazar milliyetçiliği, siyasal ve milli birimlerin örtüşmesi gereğini savunan bir hat olarak tanımlayarak yola koyuluyor. Yaygın yaklaşımı izleyip İrlanda veya Polonya gibi ezilen milletlerden yola çıkmak yerine öncelikle Fransa ve İngiltere gibi en erken ulus devletleri ele alıyor ve bu milletlerin icadını aslında hiç de bilmediğimizi gösteriyor. Bu noktada dilin rolünü etraflıca tartışan Hobsbawn, bu devletlerin kuruluş aşamasında halkın ancak küçük bir azınlığının “milli” dili bildiğini ve milli/dilsel birliğin ancak bir lehçenin diğerlerine siyasal güç, zorunlu eğitim ve ekonomik zorla hakim gelmesiyle sağlandığını gösteriyor…
***
İçindekiler
TÜRKÇE BASIMA ÖNSÖZ…7
ÖNSÖZ…12
GİRİŞ…14
I. YEPYENİ BİR ŞEY OLARAK DEVLET:
DEVRİMDEN LİBERALİZME…29
II. POPÜLER ÖN-MİLLİYETÇİLİK…64
HÜKÜMETLERİN PERSPEKTİFİ…102
MİLLİYETÇİLİĞİN DÖNÜŞÜMÜ. 1870-1918…125
MİLLİYETÇİLİĞİN ZİRVESİ, 1918-1950…158
YİRMİNCİ YÜZYILIN SONUNDA MİLLİYETÇİLİK…194
Dizin…228
Haritalar…239
Türkçe Basıma Önsöz
Elinizdeki kitap 1989’da bitirilip 1990’da yayımlanmıştı ve asıl olarak 1985’te verilen bir dizi konferansa dayanmaktadır. Dolayısıyla, Doğu Avrupa’daki Sovyet iktidarının ve SSCB’nin çöküşüyle baş göstermiş olan “milli mesele”nin patlayıcı gelişmeleri üzerine bir yorum olarak tasarlanmadığı tasarlanamayacağı açıktır. Kitabın amacı daha genel kapsamlıydı; yani, umarım güncel ilintisi de olan fikirler ve düşünceleri barındırmakla birlikte, uzun dönemli bir tarihsel perspektifteki milliyetçilikle ilgilidir.
Aynı nedenlerle bu kitap özgül devletlerin özgül milli ve etnik problemlerini ayrıntılı olarak ele almak amacını da gütmüyordu. Okurlar gerek Osmanlı İmparatorluğu gerekse cumhuriyet Türkiyesi hakkında bazı değinmelerle karşılaşacaklardır, ama bunlar geçerken düşülen notlardan pek öteye gitmezler.
Bununla birlikte, 1980’den beri meydana gelen gelişmeler o kadar geniş kapsamlı ki, bunların önemi hakkında muhakkak bir şeyler söylenmelidir. Şimdilerde korkunç bir politik ve etnik istikrarsızlık ve belirsizliğe sürüklenmiş olan bölgenin merkezinde yer aldığından Türkiye’nin durumu hakkında da bir iki söz söylenmelidir.
Sovyet iktidarının ve SSCB’nin çöküşünün “milliyetçi” ya da etnik boyudan hakkında dikkat çekilecek ilk nokta, yaygın inancın tersine, herhalde Yugoslavya dışında bu çöküşe milliyetçiliğin neden olmadığıdır. Sovyet iktidarı Moskova’da sapasağlam durdukça, yerel Rus karşıtı milliyetçiliğin çok derin kökler salmış olduğu uydu devletler, örneğin Polonya bile, Moskova’ya başkaldıracak konumda değillerdi ve bunu ciddi şekilde denememişlerdi. Eski Sovyet egemenlik alanında milliyetçi hükümetlerin ve hareketlerin ortaya çıkması, Moskova’nın geri çekilmesinin nedeni değil, sonucuydu. O ana kadar Batı Almanya’da olsun Doğu Almanya’da olsun, Almanların yeniden birleşmesi ciddi biçimde akla bile gelmiyordu. Yine, Moskova’da merkezi iktidarın çözülmesine kadar, çok etnik gruplu devletlerin hepsinde olduğu gibi SSCB’de de, var olan milli ve etnik gerginlikler Sovyetler Birliği’nin birliğini riske atmıyor ve attığına da inanılmıyordu. Baltık devletleri dışında cumhuriyetlerden herhangi birinin 1980’lerin sonlarına gelinmeden önce ayrılmayı mı istedikleri, yoksa ayrılığın pratik olabileceği bir durumu mu öngördükleri oldukça kuşkuludur. SSCB’nin sırtını yere getiren milli baskı değil, 1991’de merkezi iktidarın çöküşüdür.
Dikkat çekilecek ikinci nokta, eski Sovyet bölgesindeki patlayıcı nitelikli milli ve etnik sorunların kaynağının özünde, Versailles, Saint-Germain, Trianon, Sevres ve Brest-Litovsk anlaşmalarının, yani Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ve Ortadoğu’daki yerleşimin yarım kalan işlerinin yattığıdır. Avrupa’yı etnik-milli doğrultuda yeniden düzenlemeye yönelik bu saçma girişimin bazı sınırlılıkları metin içerisinde tartışılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok etnik gruplu üç arkaik imparatorluktan ikisi (Habsburg ve Osmanlı) dağılmıştı. Üçüncüsü olan Çarlık Rusyası ise Ekim Devrimi’yle üç çeyrek yüzyıllık ek bir süre kazandı, ama şimdilerde benzer bir çözülme sürecine girmiş bulunmaktadır. Ancak, daha somut olursak, bugünkü patlayıcı nitelikli milli-etnik sorunlar, 1918 sonrası döneme aittir, çünkü bu sorunlar 1914’ten önce büyük önem taşımıyorlardı ve bazı örneklerde zaten taşıyamazlardı. Çeklerle Slovakların, Sırplar, Hırvatlar ve Slovenlerin tek bir devlette birleşmesine kadar, hiç kimse onların potansiyel çatışma unsuru olduklarından kaygılanmıyordu. Transilvanya konusunda Rumenlerle Macarların, Moldavya konusunda Rumenlerle Ruslann çatışması, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Büyük Romanya’nın kuruluşuna kadar kimsenin uykusunu kaçıran bir konu değildi. Baltık milliyetçiliği, çan kaygılandıran milli sorunların en önemsiziydi. 1917 Kurucu Meclis (daha sonra Bolşevikler tarafından dağıtılmıştı) seçimlerine göre değerlendirirsek halk da fazla destek vermiyordu. Brest-Litovsk Anlaşması’nın peşinden Türklerin ve Almanların müdahalelerine kadar Transkafkasya ayrılıkçılığının sözü bile geçmiyordu. Buna karşılık, bölgede varlığı uzun süredir kabul gören ve politik bakımdan ciddi sayılan Ukrayna ve Makedonya’daki gibi “milli” problemler, o devletlerin birliğinin başka nedenlerle çöktüğü 1991 ’e kadar, SSCB’nin olsun Yugoslavya’mn olsun istikrarsızlığa sürüklenmesinde hiçbir rol oynamamıştı. Eski milliyetçiliklerin görünüşte canlandığı durumlarda bile eski ve yeni milliyetçilikler arasında fiili tarihsel sürekliliğe çok az rastlanır. Milliyetçilik örneğinde sık sık gözlendiği üzere, geçmiş icat edilir ya da yeniden icat edilir. Bir Çek uzmanın belirttiği gibi: Nasıl on dokuzuncu yüzyıl Çek milliyetçileri Hussçu* olduklarını iddia ediyorlarsa, komünist dönem sonrası Çek milliyetçileri de on dokuzuncu yüzyıl militanlan olduklannı iddia etmektedirler.
Söylenecek üçüncü şey bellidir. Muazzam büyüklükteki Avrasya bölgesinin Balkanlaşması (belki de duruma uygun düşen terim “Lübnanlaşma”dır), yeni devletlerin hepsinin etnik, dilsel ve kültürel homojenlik iddiasında bulunduğu sürece, ne istikrarlı ne de kalıcı bir politik düzen yaratılmasına izin verir. Her durumda, fazla büyük olmayan, hatta minimal* boyutlu önemli sayıda devletin kuruluşu sonucunda, kendilerini savunmaktan aciz olan devletlere yönelik saldırganlığa karşı güvenceler sunan bir milletlerarası düzenin varlığı öngörülüyor. Ancak, 1991’ de Sırbistan ile Hırvatistan arasında çıkan çatışmanın kanıtladığı gibi, bölgenin büyük kısmında böylesi bir milletlerarası düzen artık yürürlükte değildir. 1918’den sonraki Avrupa haritasını etnik-dilsel milliyetçilik temelinde yeniden çizme denemesi, bu girişimin ancak çeşitli halkların topluca sürülmesi ve/veya katliam ve jenosid pahasına başarıya ulaşabileceğini kanıtlamıştı. Günümüzde bir kere daha görülmektedir bu. Şimdi yeni bir istikrarsızlık, insanlık dişilik ve savaş çağıyla yüz yüzeyiz. Ayrılıkçı etnik-dilsel milliyetçilik etkili bir milletlerarası düzen yaratamadığından, sonunda bunun yerini başka bir istikrar ilkesi alacaktır. Bu değişimin gerçekleşmesi uzun sürebilir. Bu arada biz de, eski Habsburg İmparatorluğu sakinlerinin geçmişe baktıklarında imparatorluğun yok oluşunu kederle hatırlamaları gibi, Doğu Avrupa ile eski SSCB’de yaşayan insanların çöküşten önceki günleri kederle hatırladıklarını saptayabiliriz.
Türkiye, kendi iç etnik sorunlarıyla, kendi devletinin sınırlan dışına taşan hem eski hem de yeni bir Türk diasporasıyla bu istikrarsızlık alanının göbeğinde bulunuyor. Ne yazık ki bazı Türklerin, Rus Devrimi ile şimdi ortadan kalkmış bulunan SSCB’nin istikrarlı dönemi arasındaki yıllarda su yüzüne çıkan panturancı emelleri canlandırarak bu istikrarsızlığı körüklemeleri tehlikesi de vardır. Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetlerinin çeşitli halklarıyla etnik ya da dilsel yakınlık iddialarına dayalı politik emeller, bu kitapta serinkanlı biçimde analiz etmeye çalıştığım milliyetçi ideolojinin mistifikasyonlanının bir parçasıdır. Tarihçiler olacakları pek fazla etkileyemezler. Gene de, büyük küçük milli şovenizmin tehlikeleri konusunda uyanda bulunabilirler. Ayrılıkçı küçük millet şovenizmine karşı koyulmalıdır. Ancak Büyük Rus milliyetçiliği, Sırp genişlemeciliği ve Türk yayılmacılığı dahil olmak üzere aynı türde diğer fenomenlerin canlanmasına da karşı koyulmalıdır.
1991
Son bölüm, kitabın ilk basımının metninin tamamlanışından sonraki gelişmeleri değerlendirmek amacıyla genişletilmiş ve büyük ölçüde yeniden kaleme alınmıştır.
Londra, Mart 1992
Önsöz
Bu kitap, Mayıs 1985’te Belfast’daki Queen’s University’de verme onuruna eriştiğim Wiles konferanslarıma dayanmaktadır. Konferansın yeri zaten konusunu akla getiriyordu. Düzenleyicilerin katılımcılardan istedikleri dört konferans metninin oldukça yoğun olan içeriğini burada okura kolaylık sağlamak düşüncesiyle kitabın bütününe yaydım. Sonuçta, eşit olmayan uzunlukta beş bölüm, bir giriş bölümü ile bazı sonuç düşüncelerimi topladığım son bölümden oluşan bir kitap çıktı ortaya. Müsveddemi de, kısmen bazı yeni materyalleri değerlendirmek amacıyla, ama esas olarak çağrılı olan uzmanlarla yapılan tartışmalar (katılma şansına kavuşanlar açısından Wiles Konferansları’nın asıl cazip yönlerinden birisi budur) ışığında yeniden gözden geçirdim. Bu konferansları düzenle yen ve tartışmalara katılan herkese, bilhassa Perry Anderson, John Breuilly, Judith Brown, Ronan Fanning, Miroslav Hroch, Victor Kieman, Joe Lee, Shula Marks, Terence Ranger ve Göran Therbom’a, eleştirileri ve teşvik edici öğütleri, özellikle Avrupa dışı milliyetçilik konusuna daha fazla kafa yormamı sağladıkları için minnettarım. Bununla beraber, burada, konunun ağırlıkla Avrupa merkezli olduğu ya da en azından “gelişmiş” bölgelerde merkezlendiği on dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyıl başlarındaki dönemde yoğunlaştım. Milletler ve milliyetçilik hakkında görüş alışverişine girip soru soracak zamanı bulduğum için bana başka koşullarda edinemeyeceğim fikir, bilgi ya da kitap referansları aktaran başka pek çok kişi de vardır. Haksızlık yapma riskini göze alarak bunlar arasında, Kumari Jayawardene ile Helsinki’de bulunan World Institute for Development Economics Research’teki diğer Güney Asyalı araştırmacıları ve bu çalışmalardan bir kısmını öğrenip tartışmış olan Ne w York, New School for Social Research’teki meslektaşlarımla öğrencilerimi ayırıyorum. Elinizdeki kitapla ilgili araştırmalarım büyük ölçüde Leverhulme Vakfı Emeritus Bursu sayesinde gerçekleşmiştir ve burada Leverhulme Vakfı ’nın sağladığı cömert yardımları büyük bir takdirle karşıladığımı ifade etmek isterim.
“Milli mesele” pek iyi anılmayan bir tartışma konusudur. Ben konunun tartışmalı olan yönünü azaltmaya çalışmadım. Gene de bu konferans metinlerinin, basılı halleriyle, kavramayı denedikleri tarihsel olgular üzerindeki çalışmaları geliştireceğini umuyorum.
Londra, 1989
GİRİŞ
Nükleer bir savaştan sonraki günlerden birinde, galaksiler arası bir tarihçinin, kendi galaksisindeki alıcıların kaydettikleri uzaktaki küçük felaketin nedenini araştırmak üzere artık ölü durumdaki bir gezegene ayak bastığını düşünün. Bu tarihçi (dünya ötesi fizyolojik üreme üzerinde spekülasyon yürütmekten kaçındığımdan erkek ya da kadın demiyorum), gelişkin nükleer silah teknolojisinin eşyalardan ziyade insanları yok edecek biçimde tasarlanması nedeniyle korunmuş bulunan gezegen kütüphaneleriyle arşivlerine başvursun. Gözlemcimiz, bir süre inceleme yaptıktan sonra, yeryüzü gezegenindeki insanın tarihinin son iki yüzyılının, “millet” terimini ve bu terimden türetilen sözcükleri anlamadan kavranamayacağı sonucunu çıkaracaktır. “Millet” terimi insanların ilişkilerinin önemli bir…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma-İnceleme Etnik Sorunlar Kurumlar-Örgütler Siyasal Hareketler-Eylemler-Topluluklar Uluslararası Siyaset
- Kitap AdıMilletler ve Milliyetçilik; 1780'den Günümüze Program, Mit, Gerçeklik
- Sayfa Sayısı224
- YazarEric J. Hobsbawm
- ÇevirmenOsman Akınhay
- ISBN9789755390338
- Boyutlar, Kapak13,5 X 19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAyrıntı Yayınları / 2010-10