Krizalitler, Chocky, Triffidlerin Günü gibi, bilimkurgu edebiyatının kilometre taşı yapıtlarına imza atan, çağının çok ötesindeki kalemiyle fark yaratan kült yazar John Wyndham’dan, ilk sayfalarından okurun zihnini kıskaca alan bir eser daha: Midwich’in Guguk Kuşları.
60 yıllık mazisine rağmen güncelliğinden hiçbir şey yitirmeyen bu tedirgin edici roman, kendisinden daha üstün bir yaratımla karşılaşan insanın vereceği tepkiyi ve yaşayacağı korkuyu, etkileyici bir üslup ve kurguyla günümüze taşıyor.
Cezbedici hikâyesiyle iki kez beyazperdeye de uyarlanan Midwich’in Guguk Kuşları; kendi hâlinde yüzyıllardır uyuklayan önemsiz bir köyün yolunu tutarak, sakinlerinin başından geçen tekinsiz olayları gün yüzüne çıkarıyor.
Gözlerden ırak küçük bir İngiliz köyü olan Midwich, bir gün ansızın ve topluca uyuyakalır. Derin uykudan uyandıklarında köy sakinlerinin karşılaştığı manzara, başlangıçta pek şaşırtıcı gelmese de kısa süre sonra işin rengi değişir. Köydeki tüm doğurgan kadınlar hamiledir. Doğan çocuklar ise birbirinden tuhaf, birbirinden ürkütücü, birbirinden yetenekli ve birbirinin neredeyse aynısıdır. Peki, bu çocukların dünyaya gelme sebeplerinin ardından yatan gizem nedir? Soğuk Savaş’ın ürünü, yeni bir tür silah mıdır onlar? Evrimin ve doğanın insanlara bir oyunu mudur? Yoksa daha fenası, dünyadışı canlıların asalak guguk kuşu yumurtaları mıdır?
Hissettirdiği endişe duygusuyla, okurun ruhuna usul usul korku salan Midwich’in Guguk Kuşları, derinlikli hikâyesinin satır aralarında, kasaba ahlakından dünya siyasetine kadar pek çok konuyu sorgulayarak, güncelliğini kaybetmeyen çıkarımlarda bulunuyor.
“Hayatta kalma içgüdüsü, merhametten daha güçlüdür…”
“Heyecan verici, rahatsız edici ve etkileyici bir üslup…”
Spectator
Birinci Kısım
Birinci Bölüm
Midwich’e Giriş Yok
Karımın hayatındaki en mutlu tesadüflerden biri, eylülün yirmi altısında doğmuş bir adamla evli olması. Aksi hâlde, ayın yirmi altısını yirmi yedisine bağlayan gece ikimiz de Midwich’te, evde olurduk ve bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalırdık. Ve bu, esirgendiği için hayatımın sonuna dek minnettar olacağım bir şey. Neyse ki biz, hem benim doğum günüm olduğu hem de bir önceki gün Amerikalı bir yayıncının sözleşmesini aldığım ve imzaladığım için, yirmi altısı sabahı, küçük bir kutlama yapmak üzere Londra’ya doğru yola çıktık. Çok da hoş bir kutlama oldu. Mutluluk verici birkaç arkadaş ziyareti, Wheeler’ın Yeri’nde ıstakoz ve Chablis şarabı, Ustinov’un son oyunu ve hafif bir akşam yemeği. Ardından otele döndük ve Janet, kendine ait olmayan su tesisatlarının onda her zaman uyandırdığı ilgiyle, güzel bir banyonun tadını çıkardı. Ertesi sabah hiç acele etmeden otelden ayrıldık ve Midwich’e dönüş yoluna koyulduk. Alışveriş yapabileceğimiz evimize en yakın kasaba olan Trayne’e uğrayarak birkaç şey aldık. Sonra yine anayola çıktık, Stouch köyünden geçtik, sağa dönerek anayoldan saptık, ama… hayır. Yolun ortasına koca bir direk dikilmişti ve direğe de, üzerinde “YOL KAPALI” yazan bir tabela asılmıştı. Yanındaki boşlukta, elini kaldırmış bir polis memuru duruyordu… Durmak zorunda kaldım. Sürücü kapısına yaklaşan polis memurunun Trayne’den tanıdığım biri olduğunu fark ettim.
“Üzgünüm bayım, ama yol kapalı.”
“Oppley yolundan mı dolanmak zorundayım yani?”
“Maalesef o yol da kapalı bayım.”
“Ama…”
Arkadan bir korna sesi geldi.
“Sola doğru biraz gerileyebilir misiniz bayım?”
Şaşkın şaşkın denileni yaptım ve üç tonluk bir ordu kamyonunun, kenarlarından sarkan haki üniformalı gençlerle birlikte, yanımızdan geçip gitmesine izin verdim. “Midwich’te devrim falan mı oldu?” diye sordum. “Manevralar,” dedi adam bana. “Yol geçilmez durumda.” “Her iki yol birden de öyle değildir kuşkusuz? Memur bey, biz Midwich’te oturuyoruz.” “Biliyorum efendim. Ama şu anda oraya gidiş yolu yok. Yerinizde olsam Trayne’e döner ve yol açılana kadar orada kalırdım. Burada bekleyemezsiniz. Geçmesi gereken araçlar var.” Janet kendi kapısını açtı ve alışveriş çantasını aldı. “Ben yürüyerek gideyim. Sen yol açıldığında gelirsin,” dedi bana. Polis memuru duraksadı. Sonra sesini alçalttı. “Madem orada yaşıyorsunuz hanımefendi, size söylesem de olur… ama aslında bu bir sır.
Oraya gitmeye çalışmanın faydası yok hanımefendi, çünkü kimse Midwich’e giremiyor, orası kesin.” Ona bakakaldık. “Ama neden?” dedi Janet. “Onlar da bunu anlamaya çalışıyor hanımefendi. Şimdi, Trayne’deki Eagle’a giderseniz, yol açılır açılmaz size haber yollarım.” Janet’le bakıştık. “Eh,” dedi Janet, polis memuruna, “bu çok tuhaf. Ama gidemeyeceğimizden eminseniz…” “Eminim hanımefendi. Zaten emir de aldık. Mümkün olan en kısa zamanda sizi bilgilendiririz.” Yaygara koparacak olsak bile bu adama koparmanın anlamı yoktu. Adam yalnızca, elinden geldiğince saygılı bir biçimde işini yapıyordu. “Pekâlâ,” dedim. “Adım Richard Gayford. Göndereceğiniz haber geldiğinde orada olmamam ihtimaline karşı, mesajı benim adıma saklamalarını rica edeceğim Eagle’dan.” Arabaya bindik ve geri geri giderek anayola çıktık. Polis memurunun, Midwich’e giden diğer yolun da kapalı olduğu sözüne güvenerek, geldiğimiz yola döndüm. Stouch köyünü geçince yoldan saptım ve arabayı, bir tarlayı kuşatan çitin kapısına sürdüm. “Bu işten çok tuhaf kokular geliyor,” dedim. “Tarlalardan geçip giderek neler olduğuna bakalım mı?” “Polisin tavırları da bir garipti. Hadi öyle yapalım,” diye onayladı Janet, yolcu kapısını açarak.
İşin tuhafı şuydu ki, Midwich hiçbir olayın yaşanmadığı bir yer olmasıyla ünlüydü. Janet ve ben oraya taşınalı bir seneyi geçmişti ve birlikte, köyün en öne çıkan özelliğinin bu olduğu sonucuna varmıştık. Gerçekten. Köyün girişine kırmızı üçgen şeklinde bir uyarı tabelası koysalar ve altına da.
MIDWICH
RAHATSIZ
ETMEYİN
yazsalar hiç uygunsuz kaçmazdı. Dolayısıyla, 26 Eylül’de gerçekleşen o tuhaf olay için binlerce diğer köy arasından neden Midwich’in seçildiği, sonsuza dek sır olarak kalacak. Hele de buranın bu basit aleladeliği düşünülünce… Midwich, Trayne’in batı-kuzeybatı yönünde, yaklaşık on üç kilometre uzağında. Trayne’in batısından çıkan anayol, komşu Stouch ve Oppley köylerinden geçiyor; ayrıca her iki köyden de Midwich’e giden arayollar var. Yani Midwich, yolların oluşturduğu bir üçgenin tepe noktasını oluşturuyor, Oppley ile Stouch da tabandaki köşeleri. Midwich’in tek diğer yolu, Chesterton’ın eserlerini hatırlatırcasına dolanıp sekiz kilometre boyunca devam ederek beş kilometre kuzeydeki Hickham’a ulaşıyor. Midwich’in tam ortasında, beş güzel karaağacın ve beyaz çitle çevrili bir havuzun süslediği, üçgen şeklinde köy çayırı var.
Savaş anıtı, çayırın kiliseye bakan köşesinde yükseliyor; çayırın kenarlarında ise kilise, papaz evi, han, demirci dükkânı, postane, Bayan Welt’in dükkânı ve birkaç kulübe dizili. Köy, toplamda altmış kadar kulübe ve küçük konuttan, ayrıca köy evinden, Kyle Malikânesi’nden ve Çiftlik’ten oluşuyor. Kilise, dimdik yükselen, süslü bir yapı. Batıya bakan kapısı ve çeşmesi, Norman tarzı. Papaz evi George Döneminden, Çiftlik ise Victoria Döneminden kalma ve Kyle Malikânesi de, sonradan pek çok ekleme yapılmış, Tudor tarzı bir bina. Kulübeler, iki Elizabeth arasında kullanılmış tarzların çoğundan izler taşıyor; ama araştırma amacıyla devraldığı zaman bakanlığın Çiftlik’e eklediği ek hizmet kanatları elbette daha yeni görünüyor. Midwich’in kurulma sebebi hiçbir zaman ikna edici bir biçimde açıklanamamış. Pazaryeri olacak kadar stratejik bir konumda değil. Yük hayvanlarının geçtiği önemli bir yolda bile değil. Bilinmeyen bir zamanda, öylesine ortaya çıkmış gibi görünüyor. Domesday’de1 adı “mezra” olarak geçiyor ve daha sonra da ancak köy olabilmiş; demiryolu çağı ve araba yolları ve hatta ulaştırma kanalları, burayı hep görmezden gelmiş. Bilindiği kadarıyla, yeraltında değerli mineraller falan yok. Hiçbir resmî göz burayı havaalanı, bombardıman sahası veya savaş okulu için uygun bir yer olarak görmemiş. Yalnızca bakanlık bir şeyler yapmış ve Çiftlik’in yenilenmesi de köy hayatını pek az etkilemiş.
Yani Midwich, binlerce sene boyunca, kırsal bir kimliksizlik içinde, bereketli topraklarının üzerinde uyuklayarak yaşamış… daha doğrusu, yaşıyordu. Ve 26 Eylül gecesine dek, gelecek bin yıl boyunca da bu yaşam tarzını sürdürmemesi için hiçbir sebep yoktu. Yine de Midwich’in tarihten tamamen yoksun olduğu düşünülmemeli. Bu köyün de tarihe geçmiş anları var. 1931’de mesela, kaynağı belirsiz bir el, ayak ve ağız enfeksiyonu salgınına sahne olmuş. 1916’da, yolundan sapmış bir zeplin, taşıdığı bombayı sürülmemiş bir tarlaya düşürmüş ama neyse ki bomba patlamamış. Ondan önce, ikinci sınıf bir haydut olan Kara Ned’in, Scythe&Stone Hanı’nın merdiveninde Tatlı Polly Parker tarafından vurulması olayı, manşetlere… eh, en azından, yerel bültenin manşetlerine çıkmış. Ve bu olay, toplumsaldan ziyade kişisel bir intikammış gibi görünse de, 1768’de yazılan halk şarkılarında Polly yine de göklere çıkarılmış. Bir de elbette, yakındaki St. Accius Manastırı’nın sansasyonel biçimde kapanması ve keşişlerin dağıtılması olayı var.
Olayın gerçekleştiği 1493 tarihinden bu yana manastırın neden kapandığı hep tartışılmış ve hâlâ da zaman zaman tartışılıyor. Tarihe geçmiş diğer olaylar arasında, Cromwell’in2 atlarının kilisede barındırılması ve şair William Wordsworth’ün ziyareti var. Wordsworth, manastırın yıkıntılarından o kadar etkilenmiş ki en bilinen methiyelerinden birini yazmış.
Fakat bu istisnaların dışında, zaman Midwich’in üzerinden en ufak dalga yaratmadan geçmiş gibi görünüyor. Köy sakinleri de zaten, evlenmeden önce yaşanan kısa süreli bir “yerinde duramama” dönemindeki gençler dışında belki, böylesini tercih ediyor. Gerçekten de, papaz ile karısı, Kyle Malikânesi’nde yaşayan Zellaby ailesi, doktor, bölge hemşiresi, biz ve elbette araştırmacılar dışında hemen herkes, nesiller boyunca dingin bir süreklilik içinde yaşamışlardı; ki bu artık hak olarak gördükleri bir durumdu.
26 Eylül günü, yaklaşan olaylara dair hiçbir belirti görülmemişti. Belki, bir tek, demircinin karısı Bayan Brant, bir tarlada yatan dokuz saksağan görünce, daha sonra iddia ettiği gibi hafif bir tedirginlik hissetmişti. Ya da postanede çalışan bekâr Bayan Ogle, önceki gece gördüğü olağanüstü büyük vampir yarasalarla ilgili rüyasından rahatsız olmuş olabilirdi. Eğer öyleyse, ne yazık ki Bayan Brant’ın alametleri ve Bayan Ogle’ın rüyaları o kadar sık görülüyordu ki korkutuculuk güçlerini yitirmişlerdi. O pazartesi günü, akşamın geç saatlerine kadar, Midwich’te sıradışı herhangi bir şey olduğuna dair en ufak işaret fark edilmedi. Tıpkı Janet ve ben Londra’ya gitmek üzere yola çıkarken olduğu gibi. Fakat, 27 Eylül Salı günü… Arabayı kilitledik, çitin üstünden aştık ve tarlayı çeviren çalılardan uzaklaşmamaya çalışarak anızların üzerinde yürümeye başladık. Bu tarlayı geçince anızla kaplı başka bir tarlaya geldik ve sola, yokuş yukarı döndük.
Büyük bir tarlaydı, uzak ucunda yüksek bir çalı çit vardı. Soldan yürüyerek, tırmanabileceğimiz bir kapı bulduk. Çayırı aşarken yükseltinin de zirvesine ulaştık ve Midwich’e tepeden baktık. Ağaçların arasından pek bir şey görünmüyordu aslında; birkaç evden tembel tembel yükselen ince, gri duman ipliklerini ve karaağaçların yanındaki kilise kulesini seçebiliyorduk yalnızca. Bir de, bir sonraki tarlanın ortasında, uyuyormuşçasına yan yatmış dört-beş inek vardı. Ben aslen köylü değilim, köyde yaşıyorum yalnızca; ama zihnimin küçük bir köşesinde, bu gördüğümün çok da akla yatkın olmadığı düşüncesinin uyandığını hatırlıyorum: Yere çöküp geviş getiren inekler?
Evet, bu olağandı. Ama yere yatıp uyuyan inekler? Eh, hayır. Fakat o sırada bu, bir şeyin tam olarak doğru olmadığı hissini vermesi dışında, hiçbir şey düşündürmedi bana. Yolumuza devam ettik. İneklerin bulunduğu tarlanın çitini aştık ve yürümeye başladık. Sol taraftan bize doğru seslenen birini duyduk. Döndüm ve yan tarlanın ortasında, hakilere bürünmüş bir adam gördüm. Adam anlaşılmaz bir şeyler bağırıyordu ama sopasını sallama şekli, kesinlikle geri dönmemiz gerektiğini anlatıyordu. Durdum. “Ah, hadi ama Richard. Adam metrelerce uzakta,” dedi Janet sabırsızlıkla ve önden koşmaya başladı. Ben hâlâ duraksıyor; şimdi sopasını daha da heyecanlı bir biçimde sallamakta ve hâlâ anlaşılmaz olmakla birlikte daha da yüksek sesle bağırmakta olan adama bakıyordum.
Janet’ın peşinden gitmeye karar verdim. Yaklaşık on metre kadar önümdeydi. Fakat tam ben yürümeye başladığımda Janet sendeledi, hiç ses çıkarmadan yere yıkıldı ve kıpırdamadan yatıp kaldı. Bense olduğum yerde kalakaldım. İstemsiz bir hareketti. Bileği burkulmuş veya ayağı takılıp düşmüş olsa hemen koşardım. Ama o kadar ani, o kadar eksiksiz bir düşüştü ki, bir anlığına, aptalca, onun vurulduğunu düşündüm. Duraksamam anlıktı ama. Hemen sonra ilerlemeye devam ettim. Soldaki adamın hâlâ bağırmakta olduğunun belli belirsiz farkındaydım fakat artık ona dikkat etmiyordum. Janet’a doğru koştum… …ama ona ulaşamadım. Kendimden geçişim öyle ani oldu ki yere düştüğümü bile fark edemedim.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMidwich’in Guguk Kuşları
- Sayfa Sayısı280
- YazarJohn Wyndham
- ISBN9786055060169
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviDelidolu /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Beyaz Atlar Zamanı ~ İbrahim Nasrallah
Beyaz Atlar Zamanı
İbrahim Nasrallah
Arap Booker Ödülü sahibi Filistinli yazar İbrahim Nasrallah’ın kaleminden yüz yılı aşkın zamandır süren Filistin Mücadelesi’ni anlatan sarsıcı bir roman. İbrahim Nasrallah, ustaca kullandığı...
- Ağustos Işığı ~ William Faulkner
Ağustos Işığı
William Faulkner
Ağustos Işığı, Faulkner’ın kendine özgü anlatım teknikleriyle Amerikan yaşamının çelişik öğelerini, uyumsuzluklarını ve Amerika tarihinde iz bırakan siyahiler ve ırkçılık sorununu deşen başyapıtlarından biri....
- Çırpınan Sular Uyuyan Hatıralar ~ Mükerrem Kamil Su
Çırpınan Sular Uyuyan Hatıralar
Mükerrem Kamil Su
Salon hayatının yıldızı bir kadın… Etrafına ışık ve ihtişam yayıyor… Girdiği her yerde tüm gözleri kendine çeviriyor, etrafında insandan bir halka oluşturuyor… Bunlar herkesin...