Bruno Nardini, pek çok dile çevrilen Michelangelo: Bir Dâhinin Yaşam Öyküsü ve Leonardo da Vinci: Bir Ustanın Portresi adlı iki olağanüstü yaşamöyküsü çalışmasıyla bugün bu alanın en ünlü yazarları arasında. Michelangelo kitabı, Nardini’nin sanat duyarlığı ile kılı kırk yaran araştırmacılığının başarılı bir bileşimi. Ressam, heykeltıraş, mimar ve şair Michelangelo, Avrupa sanatını yönlendiren bu dâhi sanatçı, Rönesans İtalya’sında nasıl bir ortama doğmuş, nasıl bir kültür ikliminde yetişmişti? Döneminin eğilimi uyarınca birkaç sanat dalında birden ürün vermesine, en ünlü yapıtlarından birinin Sistina Şapeli tavan resimleri olmasına karşın, neden kendini her zaman bir heykeltıraş olarak nitelemişti? Michelangelo: Bir Dâhinin Yaşamöyküsü, daha hayattayken çağının en büyük sanatçısı olarak benimsenen bu Rönesans ustasının yapıtları, özel yaşamı ve döneminin siyasal güçleri arasındaki bağları sımsıkı örerek, benzersiz bir portre sunuyor okurlara.
İçindekiler
BİRİNCİ BÖLÜM
Yaşayanların işliğinde, ölülerin okulunda……………………… 13
Buluşma…………………………………………………………………. 16
Muhteşem Lorenzo’nun evinde …………………………………. 21
Kardan heykel…………………………………………………………. 29
Mum mühür…………………………………………………………… 34
Fransa kralını uğurlarken…………………………………………… 37
“Sulugözler” ile “Öfkeliler” arasında ……………………………. 42
Gece atılan imza……………………………………………………… 47
Tutumluluk ile sefalet………………………………………………. 55
Sapan ile yay…………………………………………………………… 60
Meydandaki dev heykel ……………………………………………. 65
Eli sıkı dost…………………………………………………………….. 70
Büyük meydan okuma ……………………………………………… 75
İKİNCİ BÖLÜM
Üstünlük saplantıları………………………………………………… 81
Kıskançlık ve batıl inanç …………………………………………… 84
Papalık bildirileri……………………………………………………… 88
Dua kitabı ile kılıç …………………………………………………… 92
“Böyle gösterişsiz olacak”………………………………………… 100
Bir cellat gibi yalnız ……………………………………………….. 109
“Medici’ler! Medici’ler!”………………………………………….. 111
Ağlayarak ayrıldı mezardan……………………………………… 114
“Tarikat işi bunlar”…………………………………………………. 118
Uğursuz bir kehanet ………………………………………………. 122
Dante şapellerde……………………………………………………. 124
Larga Caddesi’ndeki “Katırlar”…………………………………. 129
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Papanın arzusu………………………………………………………. 139
Derisi yüzülen aziz ………………………………………………… 143
İki dostluk…………………………………………………………….. 147
“Pantoloncu”…………………………………………………………. 153
İmparator kanı………………………………………………………. 161
Ruhunun esenliği için …………………………………………….. 171
Dördüncü esin perisi ……………………………………………… 175
Tiberio’nun coşkusu ………………………………………………. 180
Bramante’nin mirası……………………………………………….. 183
Floransa özlemi……………………………………………………… 187
Donyağı mumu……………………………………………………… 189
Ticari eşya balyası ………………………………………………….. 191
YAŞAMI VE YAPITLARI………………………………………………. 197
YAPITLARININ BULUNDUĞU YERLER………………………. 207
BİRİNCİ BÖLÜM
Yaşayanların işliğinde, ölülerin okulunda
On üçüncü yüzyılın sonuna doğru Floransa tam bir şantiyeye dönmüştü. Filippo Strozzi, şehrin göbeğindeki sarayının yapımı için duvarcılar ve yapı işçilerinden oluşan bir orduyu işe almıştı; yıkılan evlerin molozundan insanlar anayollardan geçemiyordu, el arabalarının, katırların ve eşeklerin biri gidip biri geliyor, şehir ile şehrin dışında uzanan kırlık alan arasında, bir toz bulutu içinde mekik dokuyorlardı. Floransa’nın soylu ailelerinden Gondi’ler, saraylarını yaptırıyor; Santo Spirito ve Sant’Agostino bazilikalarının keşişleri, kendi kiliselerinin duvarlarını örüyorlardı; Borgo Pinti’de, Cestello’da, Sant’Ambrogio semtinde binalar yapılıyordu; Lorenzo de’ Medici, San Marco bahçelerindeki köşklerin yapımı sona erip içleri döşendiği için, Cascine Parkı’nı düzenleme çalışmalarını başlatıyor ve Poggio a Caiano’daki sarayın temelini atıyordu; Santa Maria del Fiore Katedrali’nde çalışan işçiler, kilisenin kubbeli kulesine son biçimini veriyorlardı. Bu dönemde henüz bostanlar ile bahçeleri de içeren üçüncü halka surların içinde, Floransa hızla değişiyordu. Zenginleri örnek alan alt kesimler de birbirlerine “sıva hastalığı”nı bulaştırıyor; Signoria yönetimi yangına körükle giderek yeni bir bina yapmakla uğraşan herkesin kırk yıl süreyle “her tür vergi yükümlülüğü”nden muaf tutulmasına izin veriyordu.
Herkese iş vardı. Vakanüvisler, “O dönemin insanları,” diye aktarıyor, “öyle bir inşaat çılgınlığına kapılmışlardı ki, artık Floransa’da boş bir duvarcı bulmak mümkün değildi.” Yolda herkes, Michelozzo ve Giuliano da Sangallo’ya, Verrocchio ve Sandro Botticelli’ye, genç Leonardo da Vinci ve nazik Lorenzo di Credi’ye, hâlâ kendine bir iş arayan gencecik Machiavelli’ye ve Kont Pico della Mirandola’yla Larga Caddesi’ndeki saraydan çıkmakta olan bilge Poliziano’ya rastlayabilirdi. Bu köklü yenilenme ortamında her sanat ya da uğraş için en etkili ders, bir ustayı örnek alarak öğrenilebilecek olanlardı. Her sanatçının kendi öğrencileri, her ustanın kendi çömezleri vardı.
Donatello’nun işliğinden Michelozzo gibi mimarlar ve Bertoldo gibi heykelciler çıkmıştı; Botticelli, Perugino, Lorenzo di Credi ve Leonardo gibi sanatçılar, Verrocchio’nun işliğinde yetişmişti. Giovanni Tornabuoni’nin, Santa Maria Novella Bazilikası’nın koro bölümündeki freskleri yapmakla görevlendirdiği Ghirlandaio’nun işliğinde, kardeşleri David ile Benedetto’nun yanı sıra, gelecek vaat eden bir grup genç çalışıyordu. Bu gençler arasında, Giuliano Bugiardini, Francesco Granacci, “l’Indaco”1 lakabıyla bilinen Jacopo Torni ile çok genç Michelangelo Buonarroti de vardı. Ama yaşayanlardan alınan ders yeterli değildi. Gençler öğrenmek, özellikle de öğrendiklerini uygulamak istiyorlardı. Freskler için toz boyaları öğütmek, seyreltmek, tasarımı eskizden sıvaya taşımak ya da bir sahnedeki ışık-gölgeye son biçimini vermek, yaşayarak edindikleri, gerekli deneyimlerdi; ama bunlar, yeni ve daha doğrudan bir araştırmayı yok etmiyor, tam tersine teşvik ediyorlardı. Dolayısıyla, gruplar halinde aralarında sözleşip kâh Santa Croce Bazilikası’ndaki Giotto yapıtlarını kâh Carmine Kilisesi’ndeki Masaccio ya da San Marco Bazilikası’ndaki Beato Angelico fresklerini görmeye gidiyorlardı. Buluştukları yerde, başlarında sürekli iş buyuran işlik ustaları ve patronları olmadan, dâhi sanatçıların yapıtlarıyla doğrudan karşı karşıya geliyor, bunları seyrediyor, inceliyorlardı. “Öyleyse, anlaştık. Yarın, Santa Croce’ye, Giotto’ya gidiyoruz!” Ve üstü başı dökülen bu gençler, kararlaştırdıkları saatte Peruzzi Şapeli’nde buluşuyorlardı. Kimi yere oturuyor, kimi ayin masasına tünüyor, kimi bir sıranın üzerine dikiliyor; her biri kendi tarzınca, figürleri, hareketleri, en ince kıvrımlarıyla kumaşları, perspektif kurallarına göre çizilmiş nesne, kişi ya da manzaraları ve kalabalık grupları kopya ediyorlardı; bakıyor, yapılmış olanı yeniden yapıyor ve anlıyorlardı. Her biri kendi inceleme ve çalışma programına uygun olarak yeni buluşmanın gün ve saatini belirliyor; ta ki “usta”nın bütün resim deneyimi bu gönüllü öğrencilerin notlarına ve çizimlerine geçinceye kadar, aynı yapıtın karşısına geçiyorlardı.
“Yarın Carmine Kilisesi’nde, Masaccio’dayız!” Santa Croce Bazilikası’nda altı ay boyunca büyük bir tutkuyla Giotto’yu inceledikten sonra, onları küçük Brancacci Şapeli’ne alt alta üst üste sığışmış, dünyanın en çarpıcı fresklerinden birinin karşısında görebiliyordunuz. Freskteki tonları, hacimleri, hareketleri inceliyor, parça parça kopyalıyor, sorular soruyor, çözümlemelerde bulunuyor, birbirleriyle izlenimlerini, görüşlerini ve hükümlerini paylaşıyorlardı. Genç Michelangelo, tevazu göstermiyordu. En yeteneklileri oydu ve bunu biliyordu. Kendisinden daha büyük olmalarına karşın, arkadaşlarına hiç taviz vermiyordu. Çizimlerine şöyle bir göz gezdirip onları “kuş gibi avlıyor,” yani o bıçaktan da keskin tipik Floransa alaycılığıyla onlarla alay ediyordu. İşte bütün bunlar, bir gün, Pietro Torrigiani’nin sözden eyleme geçmesine yol açtı (Vasari’ye göre, “Michelangelo’yu kıskandığı” için; başkalarına göre ise, “Michelangelo’nun tahriki” yüzünden). Torrigiani’nin yaptıklarını onun ağzından aktaran Benvenuto Cellini’ye kulak verelim:
Bu Michelangelo ile ikimiz, çocukken Carmine Kilisesi’ndeki Masaccio Şapeli’ne gider, oradaki freskleri incelerdik. Michelangelo’nun orada çizim yapan herkesi alaya almak gibi bir huyu vardı. Bir gün, başkalarının yanında canımı sıktı, her zamankinden çok öfkelenip yumruğumu sıktım ve burnuna öyle okkalı bir yumruk indirdim ki, elimin altında burun kemiğinin ve kıkırdağının kurabiye gibi dağıldığını hissettim. Yaşadığı sürece, böyle, burnuna attığım imzamla yaşayacak.
Michelangelo’nun yaşamöyküsünü yazan öğrencisi Ascanio Condivi, sanatçının “eve ölü gibi getirildiğini” belirtiyor; bu arada, bütün arkadaşları Torrigiani’ye, Lorenzo de’ Medici’nin hışmına uğramadan kaçmasını söylüyorlardı.
Buluşma
Bu noktada, doğal olarak akla şu soru geliyor: Lorenzo de’ Medici’nin, yani Muhteşem Lorenzo’nun Michelangelo’nun burnuyla ne ilgisi var? Michelangelo –ya da adının eski yazımıyla Michelagnolo– Buonarroti, 6 Mart 1475’te, Caprese’de, Val Tiberina’da doğdu:
O 6 Mart 1474 tarihini bugün gibi hatırlıyorum, bir oğlum dünyaya geldi, adını Michelagnolo koydum; pazartesi günü, şafak sökmeden dört-beş saat önce doğdu, ben Caprese’nin belediye başkanıyken…
Bu anıları yazan kişi, o dönemde Chiusi’nin ve Caprese’nin belediye başkanlığını yapan Floransalı Lodovico di Leonardo Buonarroti Simoni’dir. Sanatçının doğum tarihi, Floransa takvimine göre hesaplandığı için, bir yıllık fark söz konusudur. Gerçekten de, Floransa’da, İsa’nın Vücut Bulması (25 Mart) yılın ilk günü kabul ediliyor; oysa, Roma takvimine göre, yıl hesaplanırken İsa’nın Doğumu (25 Aralık) temel alınıyordu. Her durumda, Roma takvimini kesin olarak benimsemiş olduğumuzdan, bizim için Michelangelo 1475’te doğmuştur. Ondan önce ağabeyi Leonardo dünyaya gelmişti; ondan sonra da, kardeşleri Buonarroto, Giovan Simone ve Sigismondo dünyaya gelecekti.
Lodovico’nun belediye başkanlığı görevinin sona ermesine bir aydan az bir süre kalmıştı; bu yüzden, nisan ayında ailesini Floransa’ya götürdü. Michelangelo, hem babası hem kocası taşçı olan Settignano’lu bir sütanneye bırakıldı. Yaşlılığında bir gün Michelangelo, “Giorgio,” demişti Vasari’ye, “mizacımda kötü ne varsa Arezzo’nuzun sert havasında doğmuş olmamdan kaynaklanıyor; keza, eserlerimi yaptığım taşçı kalemi ve çekicine olan sevgimi, sütannemin sütünden almışım.” Michelangelo’nun annesi Francesca (Ser Miniato del Sera’nın kızı) çok genç ölmüştü, belki de ikinci çocuğu henüz altı yaşındayken. Lodovico, hiç olmazsa çocuklarına üvey bir anne verebilmek için, Lucrezia degli Ubaldini’yle ikinci evliliğini yaptı. Michelangelo’nun ilk öğretmeni, Francesco da Urbino adındaki bir hümanistti; Floransa’da Latince dersleri veren bu kişinin Michelangelo’ya çok büyük yararı olmadı. Sanatçı, okuma yazmayı öğrendi; ama Latincenin temel kurallarını öğrenmediği kesin. Daha sonraları, Michelangelo şunu itiraf edecektir: “Beni çizim yapmaya ve ressamlardan bir şeyler öğrenmeye çeken Tanrı’nın gücüne karşı koymam olanaksızdı.” Bu yüzden, ilk arkadaşı bir ressamdı. Domenico del Ghirlandaio’nun öğrencisi Francesco Granacci. Michelangelo, onunla 1486-1487 yılları arasında tanışmış olmalı, kendisi yaklaşık on iki, 1469’da doğmuş olan Granacci ise yaklaşık on sekiz yaşındayken: “Resim yapmak mı istiyorsun? Bana bırak, ben hallederim. Babanla konuşur, seni Domenico Usta’nın işliğine vermesini söylerim. Bu arada, sen bu çizimleri al, artık senin bunlar. Tek tek kopyala.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Biyoğrafi-Otobiyoğrafi
- Kitap AdıMichelangelo-Bir Dâhinin Yaşamöyküsü
- Sayfa Sayısı216
- YazarBruno Nardini
- ISBN9789750734281
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2017
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Birand – Bir Ömür, Ardına Bakmadan… ~ Can Dündar
Birand – Bir Ömür, Ardına Bakmadan…
Can Dündar
Bundan kırk sene önce, dış haberleriyle Türkiye’ye Avrupa’nın gündemini getirdi; 32. Gün‘le, yaklaşık otuz senedir siyasetin nabzını tutuyor. Yazdığı kitaplarla, çektiği belgesellerle yakın tarihimize...
- Hatıralarda ~ Cengiz Dağcı
Hatıralarda
Cengiz Dağcı
Yazarın kendi kaleminden hatıraları… Bir bakıma roman kahramanlarıyla kendisi arasında kurulan ilişkiye açıklık getirir. Çocukluğunu, savaşa gidişini, esir düşüşünü, iltica edişini ve yazarlığının merhalelerini...
- Yılmaz – Hakkari’den İstanbul’a Bir Şöhret Yolculuğu ~ Muhsin Kızılkaya
Yılmaz – Hakkari’den İstanbul’a Bir Şöhret Yolculuğu
Muhsin Kızılkaya
Muhsin Kızılkaya, bu biyografik romanda en yakın arkadaşı Yılmaz Erdoğan’ın Hakkari’den İstanbul’a yani şöhrete uzanan hikayesini anlatıyor. Onun aşklarını, özlemlerini, hayallerini, hayatındaki önemli kişileri,...