Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir cadı ailesinden gelen Yadriel, herkese kendini kabul ettirip güçlerine kavuşmak için yanıp tutuşuyordu. Kimsenin yanında olmayacağını fark edince, en yakın arkadaşının yardımıyla cadılığa geçiş törenini tek başına tamamlamaya karar verdi.
Bu esnada kuzeni öldürülmüş ve ruhu ortadan kaybolmuştu. Kuzeninin ruhunu bulup serbest bırakmak, köklü kurallar üzerine inşa edilmiş topluluklarında yerini almak için önemli bir fırsattı.
Ancak çağırdığı ruh kuzeni değil, okulun asi çocuğu Julian Diaz’dı ve öbür tarafa öyle hemen gitmeye niyeti yoktu. Böylece bir anlaşma yaptılar: Yadriel, Julian’ın başına ne geldiğini öğrenecek ve Julian da zamanı geldiğinde Yadriel’in onu göndermesine müsaade edecekti. Ama zamanları gitgide azalırken kalplerindeki gerçekle yüzleşmek zorunda kalacaklardı.
- 2020 Bram Stoker Ödülü En İyi Genç Yetişkin Romanı Adayı
- 2020 Goodreads Okur Ödülleri En İyi Fantastik & Bilimkurgu GençYetişkin ve En İyi Çıkış Romanı Adayı
- 2020 Amerikan Ulusal Kitap Ödülü Gençlik Edebiyatı Adayı
- 2021 Locus Ödülü En İyi Çıkış Romanı Adayı
- 2021 Lodestar ÖdülüAdayı
- 2021 YALSA En İyi Genç Yetişkin Romanı İlk On
- 2022 Rhode Island Gençlik Kitapları Ödülü Adayı
- 2023 Deutscher Jugendliteraturpreis En İyi Genç Yetişkin Romanı Adayı
- 2023 Lincoln ÖdülüAdayı
“Nefes kesen paranormal bir macera.” —Isabel Sterling
“Kitabın sonunda resmen hüngür hüngür ağladım ama kesinlikle üzüntüden değil. Mezarlık Çocukları’nı herkes mutlaka okumalı.” —Mark Oshiro
“Aiden Thomas’ın ilk kitabı her yaştan okuru büyüleyecek. Karakterlerin her birini daha da sevilesi kılan laf dalaşlarına bayılacaksınız.” —Booklist, starred review
“Thomas, paranormal romans türünü yenilikçi bir yaklaşımla, oldukça detaylı bir Latinx kültürüyle harmanlıyor. Aynı zamanda kültür yağmacılığı, sınır dışı edilme ve sınıf konularına da değinmeden geçmiyor.” —New York Times
“Bu kitap büyüleyici, nazik, sevgi dolu ve çok ama çok önemli. Mezarlık Çocukları’ı kalbimi çaldı.” —Mason Deaver
“Mezarlık Çocukları canlı, enerjik Latinx kültürüyle kabul görme, sınır dışı edilme, sömürgecilik ve yetkili kurumlar içindeki ırkçılık gibi ağır konuları mükemmel bir şekilde dengeliyor.” —TeenVogue.com
“Thomas, dokunaklı olduğu kadar muhteşem de olan bu romantik kitapta harikalar yaratmış.” —Publishers Weekly, starred review
“İki karakter arasındaki aşk keyifli ve çığır açan bir temsil sağlıyor.” —Kirkus
“Mezarlık Çocukları’nın hayranlık uyandıran bir sanat eserinden eksik kalır yanı yok. Aiden Thomas, kabul görme ve kendin olma hedefiyle çıkılan bu iç ısıtan yolculukta aile, arkadaşlık ve aşk konularını ustaca birbirine bağlıyor.” —C.B. Lee
“Sınırlı kaldığı sayfalardan çok daha büyük bir hikâye. Mezarlık Çocukları hepimizin bunca zamandır beklediği macera.” —Kayla Ancrum
“Mezarlık Çocukları, okumayı bitirir bitirmez bu zevki paylaşabilsinler diye tüm arkadaşlarınızı okumaya zorlayacağınız türden bir kitap.” —Buzzfeed
“Kalbinizin tam şu anda ihtiyacı olan şey.” —TOR.com
“Thomas, Yadriel’in yaşadığı zorlukları büyük bir hassasiyetle ele alıyor – göğüs korsesini takmamanın getirdiği özgüvensizlik, aile üyelerinin ölü ismini kullanması, ona yanlış cinsiyet zamiriyle seslenen insanları sürekli affetmesi… Bu gibi bazı ağır konulara rağmen, Mezarlık Çocukları romantizme dönüşen keyifli bir hayalet hikâyesi.” —BCCB
“Bağ kurmanın kolay olduğu karakterler ölüm, kayıp, terk edilme ve reddedilme gibi temaları işleyen bu çıkış romanına mizah ve neşe ekliyor.” —Horn Book
Yasımı tutma,
Benim için ağlarsan
Acının yasını ben çekerim,
Ama bana şarkı söylersen,
Her zaman yaşarım
Ve ruhum asla ölmez.
“La Martiniana,” Meksika Halk Şarkısı
BİR
Yadriel teknik olarak haneye tecavüz ediyor sayılmazdı zira hayatı boyunca bu mezarlıkta yaşamıştı. Ama kiliseye zorla girmek ahlaki açıdan biraz muğlaktı.
Yine de eğer bir brujo* olduğunu sonunda kanıtlayacaksa geçiş törenini Ölüm Leydisi’nin huzurunda yapmalıydı. Ve o da kilisenin içinde Yadriel’i bekliyordu. Mezarlığın önündeki ailesine ait küçük evin yanından gizlice geçerken içi tavuk kanı dolu siyah termos Yadriel’in kalçasına çarpıyordu. Tören için gereken diğer malzemeler sırt çantasının içindeydi. O ve kuzeni Maritza, kafalarını pervaza çarpmamaya dikkat ederek pencerenin önünden eğilerek geçtiler. Perdelerde içeride kutlama yapan brujx** siluetleri dans ediyordu. Gülüşleri ve müzik sesi mezarlığa yayılıyordu. Yadriel duraksadı ve etrafta kimsenin olmadığına emin olmak için gölgelere sığındı, ardından verandadan atlayıp koşmaya başladı. Maritza onu yakından takip ediyordu, taş yollardan ve su birikintilerinden koşarlarken ayak sesleri aynı tempoda yankılanıyordu.
Yadriel’in kalbi güm güm atıyordu, mezarlıkta görev yapan brujolardan bir iz ararken parmakları güvercinlikli ıslak duvara sürtündü. Ölülerin ruhlarının bela çıkarmadıklarından emin olmak için mezarlıkta bekçilik yapmak erkeklerin görevlerindendi. Ruhların maligno’ya* dönüşmesi sık görülmediğinden brujoların mesaileri genelde dışarıdan birinin içeri girmediğinden ve mezarların yabani otlarla kaplanmadığından emin olmak gibi genel bakım işleriyle geçiyordu.
İleriden bir gitar sesi duyunca Yadriel, Maritza’yı da kendisiyle sürükleyerek bir lahitin arkasına saklandı. Köşeden göz attığında Felipe Mendez’i bir mezar taşına yaslanmış hâlde vihuela** çalıp şarkı söylerken gördü. Felipe, brujx mezarlığının yeni sakinlerindendi. Öldüğü gün, bir haftadan biraz daha önceydi, yanındaki mezar taşında yazıyordu. Brujx bir ruhun yakında olduğunu bilmek için onu görmek zorunda değildi. Topluluktaki erkekler de kadınlar da sanki havadaki soğuk bir esintiymiş ya da zihinlerindeki bir kaşıntıymış gibi onları hissedebiliyorlardı. Leydileri tarafından onlara bahşedilmiş yeteneklerden biri buydu. Ölüm ve yaşamın güçleri: yaşayanlardaki hastalığı veya yarayı hissetmek ve ölüleri görüp onlarla iletişim kurabilmek. Bu yetenek ruhlarla dolu bir mezarlıkta pek işe yaramıyordu tabii. Brujx mezarlığında gezmek Yadriel’i aniden üşütmek yerine boynunda sürekli soğuk bir gıdıklanma hissi yaratıyordu. Karanlıkta, Felipe’nin neredeyse şeffaf görüntüsünü zar zor seçebiliyordu. Parmakları vihuelanın tellerini çekerken hayaletimsi bir bulanıklık içinde hareket ediyordu – vihuelası onu bu dünyaya bağlayan en önemli eşyasıydı, onu yaşayanlar diyarında tutuyordu. Felipe öteki dünyaya geçmeye henüz pek de hazır değildi.
Zamanının çoğunu mezarlıkta müziğini icra ederek ve hem ölü hem diri brujaların*** ilgisini çekerek geçiriyordu. Kız arkadaşı Claribel onları sürekli kovalamak zorunda kalıyordu ve ikili sanki ölüm onları hiç ayırmamış gibi mezarlıkta saatlerce vakit geçiriyorlardı.
Yadriel gözlerini devirdi. Ona sorarsanız tüm bunlar fazla dramatikti. Felipe öteki dünyaya geçmiş olsa çok iyi olurdu, bu sayede o da Felipe ve Claribel’in didişmelerine ya da daha kötüsü, Felipe’nin berbat Wonderwall yorumlarına uyanmak zorunda kalmazdı. Ama brujx, ruhları geçişe zorlamaya karşıydı. Ruhlar barışçıl oldukları ve maligno’ya dönüşmedikleri sürece brujolar onları rahat bırakırdı. Yine de hiçbir ruh sonsuza kadar kalamazdı. Eninde sonunda, kendilerinin daha karanlık ve zalim hâllerine dönüşürlerdi. Yaşayanlar ve ölüler diyarları arasında bir yerde olmak ruhlarını yoruyor ve yavaş yavaş insanlıklarından götürüyordu. Onları insan yapan parçaları sonunda tamamen solup gidiyordu ve bu durumda brujoların onların bağlarını koparıp öteki dünyaya geçmelerini sağlamaktan başka yapabilecekleri bir şey kalmıyordu. Felipe onları görmesin diye Maritza’ya eliyle onu yan patikalardan birine doğru takip etmesini işaret etti. Etrafta kimsenin olmadığından emin olduktan sonra Maritza’nın gömleğinin manşetini çekiştirdi ve ona başıyla onay verdi. Öne doğru atıldı ve ona doğru uzanan parmaklardan birine sırt çantasını takmamaya dikkat ederek meleklerin ve azizlerin heykelleri arasından koştu. Yerüstü lahitleri ve koca bir ailenin sığabileceği anıtmezarlar vardı burada. Yadriel bu yolu yüzlerce kez yürümüştü ve mezarlardan oluşan labirenti uykusunda bile geçebilirdi.
Elim sende oynayan iki küçük kızın ruhuna denk gelince yeniden durmaları gerekti. Birbirlerini kovalarlarken koyu kıvırcık saçları ve birbirleriyle uyumlu elbiseleri uçuşuyordu. Yakılmış kalıntıların bulunduğu, kuş yuvasına benzer küçük mezarların arasından koşarak geçerken çılgınca kıkırdadılar. Mezarlar parlak renklerle elle boyanmıştı ve altın sarısı, güneş ışığı turuncusu, gök mavisi ve deniz köpüğü yeşili kalabalık sıralar hâlinde dizilmişti. Cam kapılar içerideki kil çömlekleri gösteriyordu.
Yadriel, Maritza ile saklandıkları yerde topuklarının üzerinde yaylandı. Ölmüş iki kızın ruhunu etrafta koşuştururken görmek muhtemelen çoğu kişiyi ürkütürdü ama minik Nina ve Rosa tamamen başka sebeplerden ötürü korkunçtu. İkisi de koca ispikçilerdi ve onu babasına ispiyonlamayacaklarına güvenemiyordu. Kızlar kirli çamaşırlarınızı öğrendiler mi bunu kafanıza kakar ve sizi aklınızın almayacağı seviyede işkencelere maruz bırakırlardı. Mesela, bedensizliklerinden faydalanarak sürekli hile yaptıkları, saatlerce süren saklambaç oyunları gibi; sizi sıcak bir Los Angeles öğleden sonrasında, saklandığınız leş kokulu çöp konteynerinin arkasında sobelenmeyi bekler hâlde kasten bırakıp giderlerdi. O ikisine borçlu olmaya kesinlikle değmezdi. Kızlar sonunda koşarak uzaklaştığında Yadriel hedeflerine varmak için hiç zaman kaybetmeden fırladı. Köşeyi döndüler ve kilise bahçesine açılan kapıyla yüz yüze geldiler. Yadriel yukarı baktı. Önünde üst üste dizilmiş kireç badanalı tuğlalar bir kemer oluşturuyordu. “el jardín eterno” kelimeleri siyah boyayla zarif bir el yazısıyla yazılmıştı. Sonsuz Bahçe. Boya solmuştu ama Yadriel, kuzeni Miguel’in Día de Muertos* kutlamaları başlamadan önce orayı boyamakla görevlendirildiğini biliyordu. Ağır, sürgülü bir kilit istenmeyen misafirleri dışarıda tutuyordu. Anahtarlar, brujx ailelerinin lideri olduğu için Yadriel’in babası Enrique’deydi ve o da anahtarları sadece o gün mezarlıkta bekçilik yapma sırası hangi brujo’daysa ona veriyordu. Yadriel’in anahtarı yoktu, bu da sadece gün içinde ya da ritüeller veya kutlamalar için oraya girebildiği anlamına geliyordu.
“Vámonos!”** Maritza’nın sert fısıltısı ve manikürlü parmaklarından birinin yan tarafını dürtmesiyle Yadriel sıçradı. Kızın kısa, gür saçları rüzgârdan dağılmıştı. Pastel pembe ve mor bukleleri kalp şeklindeki yüzünü çevreliyor, kahverengi teniyle tezat oluşturuyordu. “Biri bizi görmeden içeriye girmeliyiz!”
Yadriel kızın elini vurarak uzaklaştırdı. “Şşş!” Kendi uyarılarına rağmen, Maritza belaya bulaşmaktan endişeleniyor gibi görünmüyordu. Hatta düpedüz heyecanlı duruyordu. Koyu gözleri fal taşı gibi açılmış, Yadriel’in çok yakından tanıdığı şeytani gülümsemesi yüzünü kaplamıştı. Yadriel kapının soluna doğru gizlice süründü. En sondaki dövme demir parmaklık ve duvar arasında tuğlaların göçtüğü bir boşluk vardı. Yan dönüp o aradan sıkış tepiş geçmeden önce çantasını duvarın üstünden karşı tarafa fırlattı. Polyester-elastan göğüs korsesine rağmen parmaklık göğsüne sürtünerek canını acıttı. Diğer tarafa vardığında korsesinin tokalarını gömleğinin altından yan tarafına batmayacak şekilde düzeltmek için duraksadı. Kaşındırmadan ve boğacak kadar sıkı olmadan görünüşünü maskülenleştiren bir göğüs korsesi bulması biraz zaman almıştı. Sırt çantasını omzuna atıp arkasına döndüğünde Maritza’nın ona kıyasla zorlandığını gördü. Kızın sırtı tuğlalara yapışmış, kendini sürükleyerek geçmeye çalışırken parmaklığa ata biner gibi oturmuştu. Yadriel kahkahasını bastırmak için elini yumruk yapıp ağzına götürdü. Maritza kıçını kurtarmaya çalışırken ona pis bir bakış attı. Sonunda sendeleyerek çıkmadan önce dişlerinin arasından, “¡Cállate!”* diye tısladı. “Yakında buraya girmenin başka bir yolunu bulmamız gerekecek.” Kot pantolonuna bulaşmış toprağı silkeledi. “Fazla büyüdük.” “Kıçın fazla büyüdü,” diye sataştı Yadriel. “Pastelito** yemeyi kesmen gerekiyordur belki de.” Sırıttı.
“Yaa, sonra bu kıvrımlarımı kaybedeyim, öyle mi??” diye sordu Maritza ellerini belinden aşağı doğru kalçalarında gezdirerek. Yadriel’e alaycı bir gülümsemeyle baktı. “Teşekkürler ama ölmeyi yeğlerim.” Kiliseye doğru yönelmeden önce Yadriel’in kolunu yumrukladı.
Yadriel ona yetişmek için koştu. Taş yolun iki tarafı da sıra sıra çuhaçiçeğiyle –flores de muerto* – kaplıydı. Uzun, turuncu ve sarı çiçekler sarhoş arkadaşlar gibi birbirlerine sarılmıştı. Día de Muertos’un yaklaştığı aylarda iyice coşmuşlardı. Düşen yapraklar yerde konfeti gibi görünüyordu. Kilise beyaza boyanmıştı ve çatısı kildendi. Büyük meşe kapının iki tarafında kemerli pencereler vardı. Üstündeyse, yarım daire şeklindeki duvarın oluşturduğu nişte başka bir haç daha duruyordu. Her iki tarafta da içinde demir çanlar olan bölmeler vardı. “Hazır mısın?” Yadriel’i izlerken Maritza’nın yüzünde kaygıdan eser yoktu. Işık saçıyordu resmen ve heyecandan dans etmek üzereymiş gibi kıpır kıpırdı. Yadriel’in nabzı damarlarında gümbür gümbür attı. Kaygı midesini altüst etti. Maritza’yla çocukluklarından beri mezarlığa geceleri gizlice giriyorlardı. Küçükken kilisenin bahçesi saklambaç oynamak için ideal bir yerdi. Lita onları yemeğe çağırdığında duyabilecekleri kadar eve yakındı. Ama daha önce hiç kilisenin içine girmemişlerdi. Bunu yaparlarsa sayısız brujx kuralını çiğnemiş olacaklardı. Bunu yaparsa, geri dönüşü olmayacaktı. Yadriel kaskatı kesilmiş bir şekilde başını salladı, elleri yumruk hâlinde yanında duruyordu. “Hadi yapalım.” Ensesindeki tüyler diken diken olduğu anda Maritza yanında titredi. “Neyi yapalım?” Kükrer gibi sorulan soru ikisini de yerinden zıplattı. Maritza geriye doğru öyle bir sıçradı ki Yadriel onu düşürmesin diye kızı kollarından tutmak zorunda kaldı. Tam sollarında, şeftali rengi bir mezarın yanında bir adam duruyordu.
“Hasiktir, Tito.” Yadriel soluğunu verdi, bir eli hâlâ kapüşonlusunun önünü tutuyordu. “Ödümüzü kopardın!” Maritza öfkeyle burnunu çekti. Bazen Yadriel ve Maritza bile hayaletleri fark etmeyebiliyorlardı. Tito, bordo rengi bir Venezuela futbol forması ve şort takımı giyen tıknaz bir adamdı. Başında yıpranmış, hasır bir şapka vardı. Çuhaçiçeklerine doğru eğilirken şapkasının altından Maritza ve Yadriel’e baktı. Tito uzun süredir mezarlığın bahçıvanıydı. Şey, tabii, eskiden. Tito dört senedir ölüydü. Hayattayken çok yetenekli bir bahçıvandı. Tüm brujx kutlamalarının yanı sıra Doğu Los Angeles’taki büyüsüz insanların düğün, tatil, cenaze gibi toplanmalarına çiçek temin ederdi. Yerel bitpazarında kovalardan çiçek satarak başladığı iş sonunda büyüyerek bir dükkâna dönüşmüştü. Uykusunda öldükten ve bedeni gömüldükten sonra, hayatının çoğu boyunca titizlikle baktığı çiçeklerine bakmaya devam etmeye kararlı bir şekilde yeniden belirmişti. Yadriel’in babasına hâlâ yapması gereken bir iş olduğunu ve başka kimseye güvenmediğini söylemişti. Babası da Tito kendisi olarak kaldığı sürece devam edebileceğini söylemişti. Yadriel, Enrique denese de adamın düpedüz inadının Tito’nun ruhunu öteki dünyaya serbest bırakmasına engel olur muydu diye merak ediyordu. “Neyi yapalım?” diye tekrarladı Tito. Kilisenin turuncu ışıklarının altında oldukça cismani görünüyordu, sadece elindeki oldukça gerçek bahçe makasına kıyasla biraz daha transparandı. Ruhların etrafı bulanık olurdu ve etraflarındaki dünyaya kıyasla renkleri bir tık daha soluk kaçardı. Doygunluğu azaltılmış ve odaklanmadan çekilmiş bir fotoğraf gibiydiler. Yadriel kafasını biraz çevirse, Tito bulanıklaşıp arka planda kaybolurdu. Yadriel kafasında kendini tekmeledi. Endişesi Tito’yu daha erken hissetmesini engelleyecek kadar kafasını kurcalamıştı.
“Siz ikiniz neden diğerleriyle evde değilsiniz?” diye sordu Tito ısrarla. “Ah, kiliseye girecektik de,” dedi Yadriel sesi cümlenin ortasında titreyerek. Boğazını temizledi. Vahşi kaşlarının tekini kaldırışına bakılırsa Tito buna kanmamıştı. “Erzak kontrolü için, bilirsin ya.” Yadriel omuz silkti. “Her şeyin… hazır olduğundan emin olmak için.” Bir çıt sesiyle Tito solmuş bir çuhaçiçeğini sapından kesti. Maritza, Yadriel’i dirseğiyle dürttü ve kafasını bir mesaj vermeye çalışır gibi eğdi. “Tabii ya!” Yadriel sırt çantasını güçbela çıkardı ve bir süre içini kurcaladıktan sonra bohça yapılmış beyaz bir mutfak havlusu çıkardı. “Sana bir şey getirdim!” Felipe kız arkadaşıyla, Maritza ve Yadriel’in neyin peşinde olduğunu umursamayacak kadar meşguldü ve Nina’yla Rosa’nın yanından gizlice geçmek çok kolaydı ama Tito biraz tahmin edilemez biriydi. Yadriel’in babasıyla iyi arkadaşlardı ve saçmalığa hiç tahammülü yoktu. Ama yemekle bahşiş verildiğinde başını öteki yana çevirmeye meyilliydi. “Lita daha yeni yaptı, hâlâ sıcaklar!” Yadriel örtüyü açıp içindeki conchayı* sundu. Leziz, tatlı ekmeğin üstü kıtır kıtırdı ve deniz kabuğuna benziyordu. “Senin için yeşil olanlardan aldım, en sevdiğin!” Tito eğer Yadriel’in beceriksiz yalanına inanmadıysa belki en azından pan dulce** onu ikna ederdi. Tito elini sallayarak onu başından savdı. “Siz iki buscapleito*** neyin peşindesiniz umurumda değil,” diye homurdandı. Maritza dramatik bir edayla derin bir nefes alıp elini göğsüne götürdü. “Biz mi? Biz asla böyle bir şey…”
Yadriel, Maritza’yı susması için itekledi. Baş belası olduklarını düşünmüyordu, hele ki daha genç diğer brujx’e kıyasla, ama aynı zamanda çok masummuş havalarının Tito’ya işlemeyeceğini de biliyordu. Şanslılardı ki Tito onlardan kurtulmak istiyor gibiydi. “Pa’ fuera,”* dedi başından savarcasına. “Ama sakın kadife çiçeklerime dokunmayın.” Yadriel’in bu emri tekrar duymasına gerek yoktu. Maritza’nın kolunu kaptığı gibi kiliseye yönlendi. “Conchayı bırakın,” diye ekledi Tito. Tito çuhaçiçeklerini budamaya dönerken Yadriel de conchayı şeftali rengi mezar taşının üzerine bıraktı. Maritza peşinde, son hız kilisenin basamaklarını tırmandı. Sert bir ittirmeyle ağır kapılar gıcırtıyla açıldı. Yadriel ve Maritza koridoru gizlice geçti. İçerisi sıradandı. Normal bir kilisenin aksine çok fazla sıra yoktu ve arkada da oturabilecek hiçbir yer görünmüyordu. Brujx ritüel ve törenler için buluştuğunda, herkes açık alanda bir çember oluşturacak şekilde ayakta dururdu. Uzun üç pencere kilisenin apsisini oluşturuyordu. Gün içinde, Kaliforniya güneşi renkli, karmaşık desenli camlardan içeri süzülürdü. Ana sunak onlarca sönük mumla doluydu. Duvarın ortasındaki çıkıntıda, yaratıklar ve tanrılar binlerce yıl önce Latin Amerika ve Karayipler’de kol gezerken brujx’e özel güçlerini bahşetmiş olan kutsal tanrıçanın bir heykeli duruyordu: Ölüm Leydisi.
İskelet beyaz taştan oyulmuştu. Kemikli parmakları, otuz iki diş gülümsemesi ve boş gözleri ortaya çıkarılacak şekilde siyahla boyanmıştı. Ölüm Leydisi geleneksel, beyaz dantelli bir huipil** ve katlı etek giyiyordu. Başındaki örtü omuzlara doğru dökülüyordu. Elbisesinin boyun kısmına ve örtünün kenarına altın iplikle zarif çiçekler işlenmişti. Kemikli ellerindeyse Tito’nun yeni bıraktığı çuhaçiçekleri duruyordu.
Farklı isimleri ve yorumlamaları vardı – Santa Muerte* , la Huesuda**, Gölgelerin Tanrıçası, Mictecacihuatl***. Hepsi kültüre ve dile göre değişse de tüm suretleri ve görüntüsü aynı kapıya çıkıyordu. Ölüm Leydisi tarafında kutsanmak, kendi portaje’sine sahip olmak ve ona hizmet etmek Yadriel’in bu hayatta en çok istediği şeydi. Diğer brujolar gibi kayıp ruhları bulup öteki tarafa geçmelerine yardımcı olmak istiyordu. Sıkıcı bir mezarlık görevi yüzünden bütün gün ayakta kalmak istiyordu. Hatta eğer halkı tarafından bir brujo olarak kabul edileceği anlamına gelecekse, saatlerini yabani ot sökmeye ve mezarları boyamaya bile harcardı. Yadriel hizmet etme arzusuyla Leydi’ye doğru çekilirken tam burada quinces’ini**** gerçekleştirmiş nesiller önceki atalarını düşündü. Eski tanrıların güç bahşettiği, buraya dünyanın her yanından –Meksika ve Küba, Porto Riko ve Kolombiya, Honduras ve Haiti, hatta antik Aztek, İnka ve Maya uygarlıklarından– gelmiş sayısız kadını ve erkeği. Muhteşem incelikleri olan canlı kültürlerin tamamı birleşmiş ve toplumlarını bir bütün hâline getirmişti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Fantastik Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMezarlık Çocukları
- Sayfa Sayısı368
- YazarAiden Thomas
- ISBN9786258387889
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYabancı Yayınevi / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Emanet Dolabı Bebekleri ~ Ryu Murakami
Emanet Dolabı Bebekleri
Ryu Murakami
Tokyo’daki bir tren istasyonunda, bitişik emanet dolaplarına terk edilen iki çocuk: Haşi ve Kiku. Yokohama’daki bir yetimhaneden birlikte evlat edinilen çocuklar 16 yaşına bastıklarında...
- İzlenemez ~ Joanne Ellis
İzlenemez
Joanne Ellis
1. BÖLÜM Lucas Pazartesi Lucas, buz gibi su tenine batarken kâbusunun etkisini üzerinden atmayı denedi. İçine çökmüş derin acı onu her an boğabilirdi. Zihnindeki...
- Adam Connor’dan Nefret Etmek ~ Ella Maise
Adam Connor’dan Nefret Etmek
Ella Maise
Lucy Meyer erkek arkadaşı tarafından terk edilip de evinden çıkmak zorunda kaldığında, yardımına koşacak tek bir kişi vardı: En iyi arkadaşı Olive. Geçici bir...