Meyhane, yayınladığı yıllarda Fransa’da büyük bir tartışma başlatır. Fransız yazaları birbirine düşüren roman, ülkenin edebiyat dünyasını da ikiye böler. Ama yazarını ne kadar olumsuz eleştirenler olursa olsun halk romanı sahiplenir ve takip eden bir yıl içinde tam otuzsekiz baskı yapar. Karşı çıkanların büyük çoğunluğu, Zola’nın işçi ve emekçilerin güçlüklerle dolu yaşamını yalın bir şekilde ele almasına karşıydı. Emile Zola’nın farkı bir bakış açısıyla işçi sorunlarını ustaca ele aldığı bu eseri, ilk çıktığında kendisine yapılan bütün eleştirileri unutturdu ve zamanla bir klasik oldu. Ayrıca o dönemde Amerika’da işçi sınıfının yaşamının konu alındığı roman türünün doğmasına da neden oldu…
Gecenin alacakaranlığına kadar, pencerenin önünde Lantiye’yi bekleyen Jervez, onun gelmediğini görünce soğuktan titreye titreye yatağına girdi Ateşler içinde yanıyor; gözyaşları yüzünün iki yanından akıyordu.
Bir haftadan fazladır yemeklerini dışarıda, “İki başlı Dana” meyhanesinde birlikte yiyorlardı. Lantiye meyhaneden çılanca, Jervez’i eve bırakır iş aramak bahanesiyle ondan ayrılırdı. Ancak şafakta eve dönerdi.
Bu akşam, yemeğe gitmek üzere onu, evden almaya gelmemişti. Jervez pencerenin önünde kocasını beklerken, Lan-tiye’nin karşı meyhaneye girdiğini gördü. Peşinden Adel de aynı yere, girmişti.
Kızın sokakta öyle bir yürüyüşü vardı ki, sanki, avare bir şekilde iki yanma sarkıtmış olduğu kollan az önce, Lanti-ye’nin kolundan çıkmış gibiydi.
İşte bu nedenle Jervez, gözyaşlarını daha fazla tutamamış, kendisini yatağına bırakmıştı. Uyandığında şafak söküyordu; vücudunun kaskatı kesildiğini fark etti. Etrafına bakındı; Lantiye henüz eve dönmemişti.
Genç kadın hıçkırıklarını tutamadı. Geceleri çok geç kalmasına rağmen onun, dışarıda kaldığı görülmemişti. Demek ki kocası, bu geceyi başka bir kadınla geçiriyordu.
Doğruldu; gözlerinde toplanan yaş nedeniyle, buğulu bi şekilde görülen odaki eşyaları gözden geçirmeye başladı.
Çekmecesinin biri olmayan bir konsol, üç kırık hasır ‘ kemle ve üzerinde, ağzı kırık bir sürahi duran küçük masadan ibaretti. Çocukları, odanın bir kenarında, boyaları dökük, bir karyolada yatıyorlardı.
Karyolanın bulunduğu köşenin karşısında elbise sandığı duruyordu. Sandığın dibinde kirli, kokan bir iki çift çorap; eski bir kaç gömlek ve yırtık bir şapka sefalet görüntüsünü tamamlıyordu. Odanın içinde başka, kırık dökük eşya daha vardı.
Burası binanın sözde en geniş ve en güzel odasıydı. Çocuklar, başlarını aynı yastığa koymuş uyuyorlardı. Sekiz yaşındaki Klod, mini mini ellerini yorganından çıkarmış; dört yaşındaki kardeşi Etien de kolunu, kardeşinin boynuna dolamıştı. İki kardeş de tatlı düşlerle gülümsüyorlardı.
Annenin gözleri yavrularına takılınca, hıçkırıkları arttı. Ağlarken, çocuklarını uyandırmamak için, mendilini ağzında tutuyordu.
Biraz sonra, tekrar pencereye yaklaştı, içinde, Lantiye’nin köşeden görünüvereceğine dair hâlâ bir ümit saklıyordu.
Oturdukları yer Puvassoniyer Bulvarının solundaki Şapel Bulvarı’nda, iki katlı bir binaydı. Birinci katı koyu şarap rengine boyanmış, çürük panjurluydu. Yağmurun hırpaladığı pencere kanatları, yer yer kırılmış, aşağıya sarkıyordu.
Pencerelerden ikisi arasında asılı bir fenerin soluk ışıkları, binanın ön kısmına asılı bulunan levhadaki Bonkör Oteli sözcüklerinin okunmasını sağlıyordu. Bu ismin altında da şu iki kelime yer alıyordu “Sahibi: Marsullie”.
Sarı renkte büyük harflerle yazdı levhanın bazı yerleri küflenmiş duvar sıvası ile birlikte dökülmüştü.
Jervez, fenerin kısmen aydınlattığı sokağı görebiliyordu. Sağ tarafta, Ruşşuvar Bulvan’ndaki mezbahaların önünde, üzerlerinde kanlı gömlek giymiş bir yığın kasap, o gün satacakları etleri almak için bekliyorlardı.
Hava, yeni kesilmiş hayvanların kan kokusuyla doluydu.
Paris, yavaş yavaş uyanıyor; cadde ve sokaklarda, rutin hayat başlıyordu.
Fakat Jervez bunun farkında bile değildi. O, bazen bu kalabalığın arasından birisini kocasına benzetince, pencereden sarkar gibi eğiliyor; sonra yanıldığını anlayınca, mendilini dudaklarına sıkı sıkı bastırıyordu.
Birdenbire odanın içinde çınlayan bir sesle irkildi.
– “Beyiniz henüz gelmedi mi Madam Lantiye?” Jervez, zoraki bir tebessümle cevap verdi:
– “Hayır, Mösyö Kupo…”
Kupo, aynı otelde kalan bir işçiydi ve bir kat üstteydi. Sabah işine giderken, komşusunun kapısını açık görünce uğramıştı.
– “Haberiniz var mı?” diye devam etti, “ben hastanede yeni bir iş buldum.”
Sonra derin bir nefes alarak ilâve etti.
– “Ne kadar güzel bir mayıs sabahı değil mi? Hava âdeta insanın yüzünü okşuyor…”
Jervez cevap vermeyince; Kupo önce, onun ağlamaktan kıpkırmızı kesilen yüzüne sonra yatağın bozulmamış haline baktı. Ardından hâlâ karyolalarında birer melek sessizliğiyle uyuyan çocuklara yaklaştı ve yavaşça:
Karşısında Paris’in üzerine doğru yavaş yavaş yüksele güneş, ona sanki göz kırparak bakıyor, gözlerini kamaştırıyordu.
Sonunda, pencerenin önünden ayrılarak bir sandalyeye çöktü. Kollan yanlarına sarkmış, ağlamaya bile hali kalmamışta. Tam bu sırada Lantiye girdi içeri.
Kocasını, beklemediği bir anda karşısında gören Jervez yerinden fırladı:
– “Geldin mi?”
– “Evet! ne olacak? Eğer tekrar başlayacaksan!..” Hışımla karısını iterek, başından çıkardığı siyah şapkasını konsolun üzerine fırlattı.
Lantiye, 25-26 yaşlarında, sarışın, ufak tefek, oldukça yakışıkta bir adamdı. Durmadan ince bıyıklan ile oynuyordu. Üzerinde eski bir ceket altında bir amele gömleği vardı. Giyinişinden dışarda bir yerlerde kaldığı anlaşılıyordu.
Jervez, tekrar sandalyesine oturmuş, şikâyetçi bir sesle konuşmaya başlamıştı:
– “Bütün gece uyumadım! Başına bir kaza geldi diye o kadar korktum ki… geceyi nerede geçirdin? Sakın bir daha böyle yapma! Vallahi meraktan çıldırdım. Söyle!.. Neredeydin?” Lantiye, omuzlarım silkti:
– “İşimin olduğu yerdeydim… Dostlarımdan birisi, yalanda bir şapka fabrikası açıyor; onunla iş konusunda konuştum. Biraz geç katanca da orada yattım. Hem sana birşey söyleyeyim mi? Ben arkamdan, hafiye gibi dolaşılmasını sevmem. Haydi git, beni rahat bırak!”
Jervez tekrar hıçkırmaya başlamıştı. Gürültüden çocuklar da uyanmışlar; yataklarının içinde gülümseyerek bakıyorlardı.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMeyhane
- Sayfa Sayısı366
- YazarEmile Zola
- ISBN9789758414734
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviKUM SAATİ YAYINLARI / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Mal Sayımı ~ Erlend Loe
Mal Sayımı
Erlend Loe
Boğaziçi’ni izlerken şiirine yeni kelimelerle sarılmış bir şair Nina Faber. İstanbul seyahatinden Oslo’ya dönüp yeni şiir kitabını çıkarıyor ama olaylar beklediği gibi ilerlemiyor. Şiirlerinin...
- Haydut ~ Robert Walser
Haydut
Robert Walser
Haydut, burjuva toplum düzenine uyum sağlamayı beceremeyen bir iflah olmazın hikâyesidir. Romanla aynı adı taşıyan kahramanı, kendini keşfetme yolculuğunda daldan dala konan bir bohemdir....
- Ağaç İşçileri ~ Thomas Hardy
Ağaç İşçileri
Thomas Hardy
“Aracın, tekerleklerin hareketiyle sallanan kare şeklinde siyah bir tentesi ve şoförün kafasının üzerinde bir noktada arada bir dizginlerin takılmasıyla atın omuzlarından itibaren kavis oluşturan...