Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Mevzumuz Derin
Mevzumuz Derin

Mevzumuz Derin

Ahmet Büke

“İnsanın en becerikli olduğu alan, kendini ikna etmesidir işte. Annemi hıçkırıklar, kendimi de uçuşan sorular içinde bırakıp, içi boş bir elbise gibi gidip yatağa…

“İnsanın en becerikli olduğu alan, kendini ikna etmesidir işte. Annemi hıçkırıklar, kendimi de uçuşan sorular içinde bırakıp, içi boş bir elbise gibi gidip yatağa uzandım. Havadaki tehlike kokusunu sonuna kadar alıyordum. Ama uyursam, yarın olursa, güneş doğarsa, hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edebilirim sanıyordum.”

BEDO’NUN İZMİR’İ

Telefonum çaldı. Elimi uzattım. Yok! Ulaşamıyorum. Hâlâ çalıyor. Gözlerimi açmadan doğruldum. El yordamıyla sese ulaşmaya çalışıyorum ama nafile. “Bu uyandırma tonundan nefret ediyorum,” diye içimden geçiriyorum. Çaresiz açtım gözlerimi. “Yuh, ama!” Yatarken başucuma koymuştum ben bunu. Şimdi karşıda koltuğun üzerinde duruyor. Çaresiz kalkıyorum. Telefonun altında küçük bir not var: Kahvaltı yapmadan sakın çıkma. Annen Zeynep. Ah, bu annemin işleri… Telefona çok yakınsam, kapatıp yeniden uyuyacağımı nasıl da biliyor. Şimdi ne yapsam uyuyamam artık. Yataktan adımımı attığım anda, dünya içine alıp sarıyor beni. Davullar, ziller, itfaiye çığlıkları, bağıran çocuklar, nayloncu amcalar, kuşlar, kumrular, güzel şarkılar, hepsi beni bekliyor sanki: Hu hu, Bedo!..

Kalk artık! Kalk da bir tepinelim hadi seninle! “Bedo Bedo Bedo…” Hah, dedemin muhabbetkuşu da anladı kalktığımı. Üç yıldır bizimle bu zilli. Adını da Zilli koyduk. Öğrendiği tek kelime benim ismim oldu. Dedem çok bozuluyor. “Besleyen benim, hastalanınca bakan ben. Eşek herif, bir defa olsun ‘dedeciğim’ demedin bana.” “Dede,” diyorum, “delikanlı adamsın, neden öyle desin sana?” Gülüyoruz karşılıklı. Benim dedem emekli kütüphane memurudur. Kitap okumaz, kitap yer adeta. Ama aynı zamanda uzun mesafe koşucusu kendileri! Kahvedeki arkadaşlarının dediğine göre, bir on kilometre koşusunda Agatha Christie’nin Köşkteki Esrar kitabına başlamış. Son kilometreye geldiğinde son bölümü bitirmiş, kitabı fırlatıp depar atmış ve birinci gelmiş. Bunu gülerek anlatıyorlar hep. Dedem, “Ben okuduğum kitabı asla atmam. Yalan olduğu buradan belli,” deyip kızıyor onlara. Çok eğleniyorum onlarla ben. “Bir ki, üç, dört…”

Hah işte, onun da sesi terastan geliyor. Dedem idman yapıyor. Mutfağa geçtim. Annem masayı hazırlamış. Zilli’nin kafesi buzdolabının üzerinde. Beni görünce bir cıvıldadı. Telden tele attı kendini. Aynasına, çıngırağına vurdu gagasını. Nasıl maviş, nasıl pırıl pırıl yanıyor tüyleri. “Bedo Bedo Bedo…” Dedem teras kapısından başını uzattı. “Bedrettin tembeli. Uyandın mı?” “Yes!” “Yes de ne demek! Sizi İngiliz hastanesinde doğurmadı anneniz.” “Nerede doğdum peki?” “Anlı şanlı İzmir Karataş Hastanesi doğum servisinde cır cır ağladın sen. Ona göre!” İdman atletini giymiş dedem.

Eline lobutları almış, ayağına da kum dolu ağırlık torbalarını takmış. Hafif terlemiş. Göğsündeki beyaz tüyleri parlıyor bahar güneşinde. Ardından balkona çıktım. Bu evi dedem gençken almış. Varyant’ın en tepesindeki apartmanın teras katı. Büyük değil ama tam bize göre. Yazları esen meltemle püfür püfür mesela. Sonra o güzelim Körfez var aşağıda. Vapurlar sakin suları üçe dörde bölüp duruyorlar. Her sabah balıkçı motorlarını dinliyoruz buradan. Yamanlar Dağı’na tırmanan Karşıyaka evlerinin ışıkları, geceleri yanıp sönüyor karşımızda. “Dershaneye geç kalmadın mı sen?”

“Öğleden sonra başlıyor bugün.” “A iyi o zaman. Kahvaltını yap da İsmet’e gidelim. Yeni kitaplara bakarız.” Kitapçı İsmet Amca da dedemin eski arkadaşı. Yazar olmak için tıp fakültesini bırakmış. Dedemin dediğine göre, çok çok kırılgan biriymiş. Öykülerini basan olmayınca küsmüş. “Oysa iyi yazıyordu çocuk,” der onun için. Kitapçı açmış. Tam kırk yıldır Kemeraltı’nda aynı sokakta kitap satıyor. “Yok, benim işim var dede. Zaten elimdeki kitabı bitirmedim daha.” Hızla kahvaltı, koşarak merdivenlerden inme, durakta otobüsü yakalama…

Her gün başarıyorum bunu. Alsancak otobüsünün en arka koltuğu, cam kenarını boş bulmak nasıl da büyük ödül bana. En az yirmi beş dakikam var kitap okumak için. Ama şöyle de kötü bir alışkanlığım var. Her kitaba yirmi beş sayfa hak tanıyorum ben. Eğer yirmi beş sayfanın sonunda, etrafımda akan dünyadan kopmamışsam elimden bırakıyorum. Çünkü hayat çok kısa ve okuyacak çok kitap var. Zamanımı böyle harcamak istemiyorum. Dedem bu huyuma çok kızıyor. “Huy değil bu dede,” diyorum, “bir prensip!” Kitapların ruhu olduğuna inanıyorum ben. Elinize alırsınız, kapağına, cildine, haline, tavrına şöyle bir bakarsınız. Hatta koklarım da ben. Bir fikir verir bütün bunlar. O ilk merhaba iyi geldiyse okumaya başlarım. Bence kitapların girişi, yani ilk sayfaları, ilk karşılaşmalar gibidir. Kantinde, okul sırasında, hatta sayısal oynamak için çöktüğünüz bayinin önünde birisiyle nasıl tanışırsanız kitaplarla da öyle işte. Hem güzel gözlü kızlara takılıp kalmıyor muyuz? Hele bu son dediğime dedem köpürüyor.

“Kitaplar, onların dünyasına girdikçe sarar sarmalar insanı. Çiğdem çitlemiyorsun Bedrettin Efendi!” Kitapçı İsmet Amca beni anlıyor ama. “Muhittin Bey, torun haklı olabilir. Başka bir dünyadayız artık. Bu kadar hızlı akan zamanda yazarlar da bunu düşünmeli.” Bir de okumaya başlamadan mutlaka internete göz atıyorum. Kitap hakkında yazılanları değil de yazarın fotoğrafını bulmaya çalışıyorum. Yazarın bakışlarını, tam da fotoğraf çekilirken gözlerini nasıl açtığını, kaşlarının duruşunu, saçlarını nasıl taradığını, ifadesini, işte burada ifade edemeyeceğim bin bir türlü halini görmek ya da tahmin etmek istiyorum. Ve elbette bu da dedemin cinlerini harekete geçiriyor. “İnternet dediğin bir çöplük zaten. Sen de eşelen dur orada uyuz tavuklar gibi!” İsmet Amca öyle düşünmüyor ama. “Bak,” diyor, “interneti anlatacak değilim ama yazarları görme konusu ilginç. Hani seneler önce tam şurada oturmuş, yaz yağmurunun geçmesini bekliyorduk. Çat kapı açıldı. Attilâ İlhan girdi içeriye. Bize uzun uzun baktı, hatırladın mı Muhittin Bey?” “Evet, oldu galiba öyle bir şey.”

“Tepeden tırnağa ıslanmıştı. Üşümüştü de kesin. Soğuktan kaçan serçe gibiydi. Birden bakışları değişti. Trençkotunun yakalarını düzeltip ne demişti, hatırlıyor musun?” “Ne demişti?” “Tanrım burası ne kadar da tozlu!” “Ah, evet. Arkasını dönüp gitmişti sonra.” “Evet. Günlerce onu konuşmuştuk. Artık onun şiirlerini bir başka okumuştuk. O bakışları ve duruşu gördükten sonra.” Elimi çantama atınca fark ettim, kitap almamışım yanıma. Kahretsin! Doğru Kemeraltı’na, İsmet Amca’ya gitmeliyim. Çayın yanında ödünç bir kitap mutlaka verir bana.

BEDO’NUN KİTAPLARI 

İsmet Amca’nın dükkânı Arap Fırını Sokağı’nda. Eski, cumbalı bir Rum evinin giriş katı. Ev o kadar eski ki, Lodos fırtınası çıktığında geriye doğru kaçacak gibi oluyor. Dedem, “Bir gün hepimizi Kadife Kale’den toplayacaklar,” diyor. “Sen, ben, Bedo ve kitapların, Mardinli midyecilerin pilav kazanına düşeceğiz.” Yine de oradan vazgeçmiyor. Bakmayın dedemin dediğine. İkisinin ömrü bu sokakta, yazları sokağı örten hanımeli çardağının altında, kışları da dükkânın ortasındaki kovalı kömür sobasının etrafında geçmiş. Üstelik kitap sevenlerin burnu tilki gibi oluyor. Bu sapa sokaktaki yeri illaki buluyorlar.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıMevzumuz Derin
  • Sayfa Sayısı164
  • YazarAhmet Büke
  • ISBN9786054603596
  • Boyutlar, Kapak12 x 18, Karton Kapak
  • YayıneviOn8 Kitap / 2017

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Çiğdem Külahı ~ Ahmet BükeÇiğdem Külahı

    Çiğdem Külahı

    Ahmet Büke

    Orada oturmuş her şeyi tersine çevirebilir miyim, diye düşünüyordum. Bu mümkün müydü? Altımda çırpınan suya baktım. Dipteki midyelere, sağa sola kıvrılan yosunların arasında gizlenen...

  2. Cazibe İstasyonu ~ Ahmet BükeCazibe İstasyonu

    Cazibe İstasyonu

    Ahmet Büke

    Kurt indi. Tek başına. Arka ayağında duman rengi bir akıtma. Alnından gözüne inen siyah lekesiyle kurt indi çok uzakta bir yerde. Havayı derin derin kokladı. Yanık kokusunu takip etti. Et ve kemik çekti onu.

  3. Varamayan ~ Ahmet BükeVaramayan

    Varamayan

    Ahmet Büke

    Bak oğlum, dedi. İnsan dediğin yozdur. Hem de Kayacık kayasından daha karadır yüzü. İnsan ne işe yarar? Bir boka yaramaz. Ama karga dediğin mübarek...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Çukur ~ Berrin KarakaşÇukur

    Çukur

    Berrin Karakaş

    Altıparmak Dağları’nın avcuna gömülmüş, bekliyor öksüz, köksüz Çukur. Ölmüşü çok, gidenlerden dönmüşü yok: En kalabalık meydan kabristan. Ölüler hatırlanmak, diriler deprem bekliyor. Berrin Karakaş...

  2. Sinoplu Marcion’un Kayıp İncili ~ Kutsal TopaloğluSinoplu Marcion’un Kayıp İncili

    Sinoplu Marcion’un Kayıp İncili

    Kutsal Topaloğlu

    Dünyanın ilk İncili olarak bilinen, Roma İmparatorluğu ve Kilise tarafından yasaklanan Marcion İncili, Anadolu topraklarında yaklaşık iki bin yıldır kayıptır. Bir Hıristiyan Ortodoks Türk’ü...

  3. Gozo ve Sagre ~ Uğur ErbaşGozo ve Sagre

    Gozo ve Sagre

    Uğur Erbaş

    “Dağların, ovaların, ırmakların, göllerin ve denizlerin arasında, havada, karada, suda ve toprak altında yaşayıp giden her çeşit varlığın orta yerinde dururdu bu koskoca kaya....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur