Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Metruk Ev – Halit Ziya Romanında Modern Osmanlı Bireyi
Metruk Ev – Halit Ziya Romanında Modern Osmanlı Bireyi

Metruk Ev – Halit Ziya Romanında Modern Osmanlı Bireyi

Zeynep Uysal

Zeynep Uysal, Halit Ziya romanlarını yekpare bir roman olarak okuyor. Bir modernlik deneyimi olarak metrukiyete sürüklenen bireylerin tekrar eden hikâyesi… İki kadın bir erkek…

Zeynep Uysal, Halit Ziya romanlarını yekpare bir roman olarak okuyor. Bir modernlik deneyimi olarak metrukiyete sürüklenen bireylerin tekrar eden hikâyesi… İki kadın bir erkek ya da iki erkek bir kadından oluşan üçlü aşklar, şiddetli arzuların yarattığı çatışma ve gerilim, kamusal olanla mahrem olanın sınırındaki kırık hayatlar…

Tanzimat romanının aksine Halit Ziya’nın edebiyat anlayışını mesajlar ya da angajmanlar belirlemez. Yarattığı karakterlerle insanı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Metruk evin çatısını bu yüzden kaldırır ve altındaki mahrem dünyayı sergiler. Metruk Ev, Halit Ziya’nın kurmaca dünyasındaki metruk karakterleri, onların çatışmalarını, arzu edenle arzu edilenin ilişkisinin nasıl kurulduğunu incelerken değişen edebiyat algısını da gösterir.

Halit Ziya romancılığına ve Türkçe romana ilişkin ufuk açıcı yeni bir yorum.

İÇİNDEKİLER
Teşekkür………………………………………………………………………………………………………………………..11
Giriş………………………………………………………………………………………………………………………………….13
BİRİNCİ BÖLÜM
Osmanlı’da “Asır Sonu” ve “Beşer Hayatı”……………………………23
Bir paradigma değişimi olarak asır sonu edebiyatı
ve Dekadanlar tartışması ……………………………………………………………………………………….37
Tanzimat romanı karşısında Halit Ziya ve realizm……………………………………51
İKİNCİ BÖLÜM
Metruk Evin Kadınları…………………………………………………………………………………..61
Bir bağ/kök metin olarak Sefile………………………………………………………………………….68
Melek/çocuk kadınlar……………………………………………………………………………………………….90
Metruk kızın “müebbet bayramı”: Nihal………………………………………………………112
Metruk kadınların nesneler dünyası ……………………………………………………………..129
Kötü özneye doğru …………………………………………………………………………………………………..141
Sonuna kadar fail, her daim kötü özne:
Bihter ve Aşk-ı Memnu………………………………………………………………………………………….144
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Metruk Evin Erkekleri……………………………………………………………………………….173
Her zaman hayal ve hakikat:
Arzularla gerçekliğin müsademesi………………………………………………………………..174
Metruk bireyliğe giden Faustyen yol……………………………………………………………..181
Faust’un izinde bir romantik şair: Ahmet Cemil …………………………………….195
Romantik şairin çatışması: Hayal ve hakikat……………………………………………200
Romantik şairin çatışması: Yazı ve gerçeklik……………………………………………214
Yazıdan gerçekliğe: Ahmet Cemil’in
“beşer hikâyesi” olarak “Mai ve Siyah” şiiri ………………………………………………232
Suskunluk metni olarak Mai ve Siyah……………………………………………………..235
Suskunluktan epifaniye: Hakikatin ortaya çıkışı………………………………..241
Hayattan çekiliş ya da uyumlu bireyin imkânsızlığı……………………………….244
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Metruk Ev………………………………………………………………………………………………………………..259
Ev: Kendine ait bir hayat ya da
kamusalın tehdidi altındaki mahremiyet…………………………………………………….262
Yıkılan ev, parçalanan aile, dağılan özne…………………………………………………….275
Modernizmin kıyısındaki realist roman:
Anlamın kaybı, hayatın kavranamazlığı………………………………………………………..289
Uyumlu bireyin imkânsızlığı:
Ömer Behiç ya da “siyehendiş” karakter…………………………………………………….295
Sonuç……………………………………………………………………………………………………………………………301
KAYNAKÇA…………………………………………………………………………………………………………………….315
DİZİN……………………………………………………………………………………………………………………………….319

Giriş

Halit Ziya’nın romanları, odakları ve ayrıntıları değişse de, yazarın aslında hep aynı hikâyeyi yeniden ve yeniden yazdığı yekpare, büyük bir romanın parçaları gibidir. Çoğunlukla bir erkek iki kadın ya da bir kadın iki erkekten oluşan üç ana karakterin hikâyesine, üçlü aşkına, ama en çok da karakterlerin şiddetli arzularına odaklanan romancı, hep aynı hikâyeyi, bir bakıma arzuların hikâyesini anlatır. Arzular da bizi Halit Ziya romanında “beşer hayatı”na, diğer bir deyişle arzulayan bireyin, eylemlerinin faili olan insanın hayatına götürür. Mai ve Siyah romanının başkarakteri Ahmet Cemil’in en büyük arzusu “beşer hikâyesi”ni, “beşer hayatı”nın şiirini yazmaktır. Büyük arzularla şiddetli duygulanımların, neşeyle kederin, zaferlerle hüsranların arasında salınan bir hayat tasavvurudur bu. Hikâye adlı kitabında kendisinin realist romandan ne anladığını anlatırken realist romanın “hissiyat-ı kalbiye-i beşeriye”yi [insan kalbinin duygularını] anlattığını, iyi romanların “beşer hayatı”nı bütün ayrıntılarıyla anlamamızı sağladığını söyleyen1 Halit Ziya da ilk romanından itibaren Ahmet Cemil’in şiirini yazdığı bu “beşer hikâyesi”nin romanını yazar. Başka bir ifadeyle, Ahmet Cemil’in romantik şair imgeleminde tasarlanan “beşer hikâyesi”, Halit Ziya romanında, arzularını göz ardı edemeyen bireylerin trajik hikâyesine dönüşür.

Tam da bu nedenle bu kitap, realist romanın derdinin insanın kendisinin, iç dünyasının, hayatına neyin nasıl yol açtığının anlaşılması olduğunu söyleyen Halit Ziya’nın, romanın bu genel derdinden hareketle belli bir “beşer hikâyesi”ni ısrarla kurcalayan romanlar yazdığını ve hep aynı hikâyeyi olgunlaştırmaya çalışan yekpare bir “Halit Ziya romanı” oluşturduğunu ileri sürmektedir. Çalışma, yazarın Sefile’den Kırık Hayatlar’a giden, Kırık Hayatlar’da son halini alan2 bu büyük romanını bireyleşme sancısının, cemaatten kopuşun, bireysel arzularla toplumsal ahlak uzlaşımlarının arasında sürüklenişin romanı olarak okur. Arzularını toplumsal sözleşmenin öngördüğü uzlaşımlara uydurması beklenen bireylerin bir anlamda “kötü özne”lere dönüştüğünü, kırık ve metruk kaldığını; dahası “metrukiyet”in kaçınılmazlığını gösterir. Halit Ziya’nın karakterlerini tasvir ederken sıklıkla kullandığı “metruk”luk halini merkezine alan kitap, bir varoluş biçimi olarak metrukiyeti, yani insanın dünyanın ortasında tek başına, hamisiz, korumasız, arzularıyla dolu ama arzularını da tamamen gerçekleştiremeden yalnız ve çaresiz kalma/hissetme durumunu; bir nevi modern birey olma halini, metruk bireyin tekrarlanan anlatısını ayrıntılı olarak çözümler.

Bu çerçevede “metruk ev” Halit Ziya’nın kurguladığı kırık hayat hikâyelerinden oluşan romanın temel metaforu olur. Başka bir deyişle beşer hikâyesini, bireyin metrukluğunu evde, evin içinde ama dışarıdan, dıştan etkilenen, zedelenen bir ev üzerinden anlatan, kısaca hayatı ev eğretilemesiyle biçimlendiren yazar, bireyin metrukluğunu anlatan romanı, bir metruk ev anlatısı olarak inşa eder. Evin içinin ve dışının çatışma halinde olduğu, bir anlamda modern bireyin özel alanla kamusal alan arasındaki gerilimle biçimlendiği, giderek kamusalın özele nüfuzunun daha görünür hale geldiği bir anlatıdır söz konusu olan.

Tam da bu çatışma hali, Halit Ziya romanında öne çıkarılan özel alan olarak ev içi ve aile ilişkilerinin politik olduğunu imler. Zira arzuları ve ıstıraplarıyla öne çıkan modern birey üzerinden, insanı ve hayatı anlama / anlamlandırma çabası kamusal olandan, evin dışında olup bitenlerden, toplumsal olandan ayrı düşünülemez.3 Bireyin dışındaki otoritenin, ailenin, devletin mutlaklığının parçalandığı noktada, bireysel arzu ve arzunun biçimlendirdiği iktidar mücadelesi görünür olmaya başlar. Hem de evin içinde, yani özel alanda. Halit Ziya romanında evin içindeki bireylerin arasındaki iktidar ilişkisi mülkiyet üzerinden biçimlenir. Nesnelere ve birbirlerine temellük etmek demek, arzunun gerçekleştirilmesi demektir. Metruk ev anlatısı bu anlamda temellük etme mücadelesi üzerine inşa edilir.

Bu nedenle bu kitap, genel kanının aksine, bireyi ve evin içini öne çıkaran Halit Ziya romanının politik olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak kendinden önceki veya kendinden sonraki romanların belli toplumsal angajmanlarla biçimlenen politik tavrının yerine Halit Ziya romanı bireye ve özel alana içkin bir politik tavır sergiler. Romanın toplumsal bir işlevi, misyonu olduğunu reddeden bu tavır, Jonathan Culler’in Gustave Flaubert’in romanları üzerinden biçimlendirdiği kavramsallaştırmayı anımsatır. Culler, Flaubert: The Uses of Uncertainty adlı kitabında Flaubert’in, edebiyatta çarpıcı bir dönüşümü temsil ettiğini vurgular. Ona göre Flaubert, romanı, çeşitli toplumsal işlevlerinden özgürleştirerek özerkliğini kurar. Böylece romanın kendisi sorunsallaşır.4 Culler, Flaubert’in romanı iletişim aracı olmak yerine estetik bir obje haline getirdiğini, konuşma dilinden edebi dile geçtiğini belirtir. Bu anlamda yazar, “iletişimsel kontrat”ı5 bozacak hareketler yapar: Anlatının bakış açılarını değiştirerek otoriter bir mesaj iletimini önler. İletişimselliğini bozmakla romana yeni bir özerklik ve estetik bir statü verir ama diğer yandan artık neden üretildiği açık değildir eserin. Yani niyeti, mesaj kaygısı olmaz. Yazmak için yazar. Edebi eserin işlevi basitçe var olmaktır.6 Bu anlamda Culler’in Flaubert’in edebiyatına yüklediği bu ayırt edici özelliklerin çoğunun kendi edebiyat dairesi içinde Halit Ziya için de geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tanzimat romanının ya da daha doğru bir deyişle ilk Türkçe romanların iletişimsel olmayı, muhatabı bilinçlendirmeyi hedefleyen, yer yer didaktik ve ahlakçı üslubu Halit Ziya’nın eserlerinde yerini edebi bir dil yaratma, insanı anlama ve anlamlandırma kaygısına bırakır. Özellikle konuşma dilinden uzaklaştığı için eleştirilen Halit Ziya’nın derdi zaten mesaj iletmek değildir; çünkü içinde yaşadığı dünya “Tanzimat romancısı”nın emniyetli, doğruları ve yanlışları açık seçik dünyasından farklıdır. Bu yüzden Halit Ziya karakterlerinin birçoğunun iyi ya da kötü olup olmadıklarına, doğru ya da yanlış davranıp davranmadıklarına karar vermek zordur. Anlatıcıları da mutlak otoriter bir tavır takınmazlar.

İlerleyen bölümlerde romanlar üzerinden ayrıntılı olarak görüleceği gibi Halit Ziya da 1887’deki ilk romanı Sefile’den itibaren sadece realist olmak değil, üstüne üstlük belli bir estetizmle hareket ederek romanı özerkleştirmek derdindedir. Halit Ziya’nın edebiyat anlayışını mesajlar ya da angajmanlar belirlemez. Tam tersine Hikâye’den itibaren edebiyat üretmekle meşgul olan yazar, mesaj kaygısıyla değil, yarattığı karakterlerle insanı ve (onun) hayatını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmak kaygısıyla hareket eder. Bu yüzden Halit Ziya herhangi bir hikâyeyi değil, belli bir mekân içinde, ki o mekân hem ülke şartlarının, âdetlerinin izlerini taşıyan hem de onlardan kaçıp sığınılan bir mekândır, kendi macerasını yaşayan ya da aslında yaşamak isteyen bireyin hikâyesini kurar. Ev içinde biçimlenen bu bireyin dilinde, odaklayan olarak karakterin kurulumunda anlatıcının rolü de belirgin biçimde değişir. Halit Ziya birey/beşer hikâyesini anlatısallaştırırken anlatıcının karakterlerle kurduğu ilişkiyi öne çıkarır. İlk romanlarda her şeyi bilen anlatıcının yer yer düşüncelerini saklamadığı, hangi karakterin yanında olduğunu açıkça gösterdiği anlatıcı konumuna karşılık, Mai ve Siyah ve Aşk-ı Memnu’da karakterleri odaklayan olarak kullanan anlatıcı romanları biçimlendirmeye başlar.7 Birincisinde tümüyle Ahmet Cemil’in odaklayan olduğu bir anlatıcı, diğerinde ise Bihter ve Behlül’ün sırayla odaklayan oldukları bir anlatıcı konumu söz konusudur. Halit Ziya’nın kurduğu bu anlatıcı konumu, realist romancının dünyayı anlamlandırırken algıları, bakış açılarını, bireylerin iç dünyalarını öne çıkaran, yazar otoritesini ise geriye çeken bakışının sonucudur. Bu anlatıcı konumu Halit Ziya’nın romanlarında kullandığı dili ve üslubu da biçimlendirir. Dekadanlar tartışmasında ortaya konduğu gibi, ısrarla estetik bir edebi dil arayışı onun ve diğer Servet-i Fünuncuların ilgi alanına girer. Çünkü bu yazarlar ve şairler için esas olan hissedilen duyguları, düşünceleri aktarabilecek bir dil yaratmaktır. Hayatın karanlık yüzü, ıstıraplar sadece Halit Ziya’nın romanında değil, diğer Servet-i Fünuncuların eserlerinde de görünür. Hakikat görünen değil, kurulan bir şeydir sanatla. Yani sanat doğayı, hakikati şairin hissine, fikrine göre yeniden yaratır.

Halit Ziya da bunu yapmak için romanlarında “metruk ev”in çatısını kaldırır ve öncelikle altından görüneni, mahrem olanı gösterir. Bu doğrultuda yazar, Flaubert’in “Hakikat yoktur, görme biçimleri vardır” sözünü örnekler gibidir.9 Altındakini görmek ve göstermek için çatıları kaldırır ya da çocuğun oyun oynaması gibi, hayatın aksine kontrolün hikâyeyi kuranda olduğu bir özgürlük alanı, bir dünya yaratır.10 Ama bu dünyada bile kontrole sahip olamayış vardır. Halit Ziya’nın anlatıcıları, neredeyse karakterleri kadar, hayat karşısında çaresizdirler. Çünkü Halit Ziya çatısını kaldırdığı evlerin içine bakarken, ilk izlerin, intibaların ardına geçer; karakteri yapan, karakterin dünyasını oluşturan şeylerin, nesnelerin nasıl algılandığını, farklı görme, algılama biçimlerini gösterir. Böylece Halit Ziya romanında nesneler, şeyler aynı zamanda parayla, sahip olmakla, mülkiyet kavramıyla, yeni ekonomik süreçlerle metruk bireylerin ilişkisinin anahtarı olurlar. Bireyin objelerle, parayla kurduğu ilişkiye koşut biçimde arzularıyla, arzu nesneleriyle kurduğu ilişkiyi öne çıkaran bu romansal dünya “kesin hakikatler”in, mutlak doğruların değil, “bireyin algısının” belirleyici olduğu bir realist romanın dünyasıdır. Bu doğrultuda bu kitap Halit Ziya’nın romansal dünyasındaki metruk karakterlerin etrafına ve kendi içine bakışını, bakışın nesnesi ile yani arzulanan, seyredilen arzu nesnesi ile ilişkisini inceliyor. Arzu edenle arzu edilenin ilişkisinin nasıl kurulduğunu görmeye ve göstermeye çalışıyor. Arzunun niteliğinin, toplumsal olanla ilişkisinin, toplumsal olana uyumu ya da uyumsuzluğunun bireyi nasıl biçimlendirdiğini; diğer bir deyişle, karakterlerin arzuları ve kendilerine cebrettikleri ahlaki değerler arasında yok oluş hikâyelerini ele alıyor. Böylece bireyin kuruluş, biçimleniş ve parçalanış hikâyesinin Tanzimat’ın ya da daha doğrusu angaje edebiyatların tabi kılan ahlakçılığına, diline, roman biçimine karşı konumlandığını gösteriyor. Bu çerçevede kitabın “Osmanlı’da ‘Asır Sonu’ ve ‘Beşer Hayatı’” başlıklı birinci bölümünde bütün bu çözümlemeyi bağlamsallaştırmak üzere önce, 19. yüzyıl sonunda değişen toplumsal yapı içinde edebiyat anlayışının Servet-i Fünunculara gelene dek nasıl/ne türde bir etkileşim, dönüşüm geçirdiği tartışılıyor. Daha sonra Servet-i Fünun edebiyatının doğrudan biçimlenmesine hizmet eden “Dekadanlar Tartışması” ele alınıyor. Bu tartışmanın Servet-i Fünuncuları birleştiren edebiyat anlayışını ortaya çıkarışına koşut olarak, tartışma bağlamında Halit Ziya’nın asır sonunda yaşanan dönüşüme nasıl eklemlendiği gösteriliyor. Bu doğrultuda Halit Ziya’nın realizmle kurduğu ilişkinin sadece edebi bir seçim değil, “asır sonu” kimliğinin bir tezahürü olduğunu da tartışan bu bölüm böylece, temelde Halit Ziya romanının siyasi, kültürel ve edebi koşullarını sergilemiş oluyor.

“Metruk Evin Kadınları” adını taşıyan ikinci bölüm, yazarın Sefile (1886/87), Nemide (1892), Ferdi ve Şürekâsı (1895) romanlarından Aşk-ı Memnu (1901)’ya uzanan bir çizgi çekerek arzu eden, başka bir yaşamı özleyen kadın karakterlerin metrukiyet hikâyelerini ayrıntılı olarak inceliyor. Halit Ziya romanındaki kadınlar bireyliklerini gerçekleştirme imkânından mahrum kalan melek/çocuk kadınlar ile arzuları pahasına toplumsal sözleşmeyi ihlal eden “kötü özne”ler arasındaki gerilim üzerinden değerlendiriliyor. Arzu eden, sahip olmak isteyen kadınların nesneler dünyasıyla kurdukları ilişkinin kendilerini de nesneleştirdiği ya da uyumsuz bireyler/kötü özneler olarak yok oluşa sürüklediği gösteriliyor. Bu anlamda özellikle kötü öznelik üzerinden biçimlenen metrukiyetin Halit Ziya romanında olumsuzlanan bir hayat biçimi değil, sakınılması pek de mümkün olmayan bir insanlık durumu olduğu ortaya konuyor. Böylece yazarın, arzu eden kadınların metrukiyete sürüklenişlerini modern bir bireylik deneyimi olarak inşa ettiği vurgulanıyor.

Kitabın “Metruk Evin Erkekleri” başlıklı üçüncü bölümünde erkek karakterlerin metrukiyet hikâyeleri ele alınıyor. Ian Watt’ın bireyselliğin mitleri arasında saydığı Faust figüründen yola çıkarak bu defa Bir Ölünün Defteri (1892), Ferdi ve Şürekâsı (1895) ve Mai ve Siyah (1898) romanlarındaki erkek karakterlerin uyumsuz bireylere dönüşümleri, hatta yok oluşa sürüklenişleri tartışılıyor. Özellikle Mai ve Siyah’ın başkarakteri şair Ahmet Cemil’in yazdığı “Mai ve Siyah” şiirindeki modern bireye dair hayat tasavvurunun aynı zamanda Halit Ziya romanının asıl hikâyesini oluşturduğu gösteriliyor. Böylece Halit Ziya romanının modern bireylik deneyimini ısrarla benzer biçimde kurmaya devam ettiği sergileniyor.

Kitabın “Metruk Ev” başlıklı dördüncü bölümünde ise hayatın ya da aynı zamanda romanın metaforu olarak “metruk ev”i öne çıkaran Kırık Hayatlar (1922) romanına odaklanılıyor. Müsademe, kırıklık, ölüm kavramları üzerinden hayatın bilinmezliğini, kavranamazlığını sorgulayan romanın, uyumlu bireyin ya da daha doğrusu mutlu bir bireylik halinin imkânsızlığına vurgusu tartışılıyor. Bu bölümde romanın, anlamın kaybını, hayatın kavranamazlığını sorgulamasıyla realist romandan modernist romana yol veren çizginin, roman biçiminin değilse bile ruh durumunun başlangıcını işaret ettiği ileri sürülüyor. Halit Ziya romanında duyularla, bakışla gerçeklik arasındaki mesafenin müphemliği ve dolayısıyla bireyin dış gerçeklik yerine iç dünyasında yarattığı âlemin, kendi gerçekliğinin çöküşü tartışılıyor. Bu bağlamda realist romanın gerçekliği yansıtmaya dayalı tekil bir söylemle değil, diyalojik bir söylemle biçimlendiği vurgulanıyor ve hakikatlerin karakterlerin görme, algılama biçimleriyle kurulduğuna tekrar dikkat çekiliyor.

Nihayet birer metrukiyet anlatısı olarak “beşer hikâyesi”ni kurcalayan Halit Ziya romanının, bütün ikircikleri, zaafları ve hesaplaşmalarıyla sergilenen asır sonu modern Osmanlı bireyinin anlatısına dönüştüğü gösteriliyor. Böylece asır sonu edebiyatına yöneltilen köksüzlük, yabancılık eleştirilerine rağmen, Halit Ziya romanında biçimlenen bireyin Osmanlı’nın modernlik deneyiminin hem sahici bir mahsulü, hem de bu deneyimin bizatihi öznesi olduğu ortaya konuyor.

BİRİNCİ BÖLÜM
Osmanlı’da “Asır Sonu” ve
“Beşer Hayatı”

Halit Ziya romanının metruk bireyin hikâyesinin etrafında kuruluşunu anlamlandırmak için “asır sonu”nda Osmanlı’da sadece edebiyatın değil, dünya algısının da değiştiğini dikkate almak gerekir. 19. yüzyıl sonunu imleyen Fransızca fin de siecle hem bir kapanış hem de yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bir dejenerasyon dönemi olarak görülmekle beraber aynı zamanda yeni başlangıçlara dair umudu da imler. Aynı yıllarda Osmanlı entelektüelleri arasında “asır sonu” terimiyle karşılanır.1 Bu anlamda Osmanlı’nın asır sonunda, edebiyatın dünya algısı ile ilişkisi demek sosyal, siyasi, kültürel, toplumsal iklimin neden olduğu bir zihin dünyasının ve kavrayış biçiminin edebiyat metninin biçimlenişindeki olası etkileri, etkileşimi demektir.

Halit Ziya edebiyatı işte asır sonunda, bu ilişkiselliğin deneyimlendiği karmaşık süreçte üretilir. Bunun için aşağıda önce Halit Ziya edebiyatının oluşumunu hazırlayan toplumsal ve kültürel dinamikler ortaya konduktan sonra Servet-i Fünun edebiyatını biçimlendiren edebi ortam “Dekadanlar Tartışması” ve realizm üzerinden tartışılmaktadır.

19. yüzyılın ikinci yarısında Tanzimat hareketiyle ivme kazanan değişim, yüzyılın son çeyreğinde imparatorluğun baskıcı siyasi atmosferine rağmen, sosyal ve kültürel alanda da büyük ölçüde görünür olur. Servet-i Fünun kuşağını da biçimlendiren bu değişimin, toplumsal yapıda, kültürel iklimde ve edebiyattaki izlerinin kısa bir çözümlemesini yapan bu bölüme Fatma Müge Göçek’in Burjuvazinin Yükselişi İmparatorluğun Çöküşü: Osmanlı Batılılaşması ve Toplumsal Değişme adlı kitabında dönemin önde gelen aktörlerinden Cevdet Paşa’dan yaptığı bir alıntıyı hatırlayarak başlamak yerinde olur. Cevdet Paşa Fransız Büyükelçisi ile İstanbul’da yolculuk ederken kendisine orada geçirdiği zaman içinde İmparatorluğu yeterince tanıyamadığını söyleyen Büyükelçi’ye şu cevabı verir: “Siz Beyoğlu’nda oturdunuz. Değil memalik-i Osmaniyenin, nefs-i İstanbul’un bile ahvalini layıkıyle öğrenemediniz. Beyoğlu Avrupa ile memalik-i İslamiye arasında bir berzahtır. Buradan İstanbul’u siz durbin ile görürsünüz. Lakin kullandığınız durbinler hep çarpıktır.” Göçek bu değerlendirmenin Avrupa’nın Osmanlı’ya “bakışına getirilen kökleşmiş eleştiriyi” ortaya koyduğunu; “Tıpkı Avrupalı teorisyenlerin Doğu’ya ilişkin yorumlarının yetersiz kanıtlara dayanması gibi, imparatorluk içinde yerleşmiş Batılılar[ın] da Osmanlı’nın gerçek niteliğini nadiren anlayabilmiş” olduklarını ve bu yüzden imparatorluğu, yerli kaynaklardan yararlanarak “çok nedenli değişim çerçevesi içinde” incelediğini belirtir.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kuzular Vadisi ~ Üstün DökmenKuzular Vadisi

    Kuzular Vadisi

    Üstün Dökmen

    İyi insanlara ilişkin bir roman… Yaşam çatışmaların, çelişkilerin sürdüğü bir döngü… Bu döngü içinde yer alan insan ilişkilerindeki roller genellikle “kurt” ve “kuzu” ikilemi...

  2. Zulmün Artsın ~ Yaşar KemalZulmün Artsın

    Zulmün Artsın

    Yaşar Kemal

    “Egede, Akdeniz yörelerinde gene ormanlar yanıyor. Benim şaşırdığım daha yanacak orman kaldığıdır. Nereden buluyorlar da, bu kadar ormanı yakıyorlar? Ben bu yörelerde dikili ağaç...

  3. Çalkantı ve Dalga ~ Ebubekir EroğluÇalkantı ve Dalga

    Çalkantı ve Dalga

    Ebubekir Eroğlu

    Ebubekir Eroğlu´nun yeni kitabı Çalkantı ve Dalga, Modern Türk Şiirinin Doğası gibi çok önemli bir eserin sahibi, Türk şiirinin göz ardı edilmeyecek damarlarından biri...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur