“Gelecek öngörülebilir mi? Metal Fırtına 3 Karşı Saldırı’yı okuyun ve buna siz karar verin.”
Yazdığı Metal Fırtına kitabıyla olası bir Amerika -Türkiye savaşını öngörüp Beyaz Saray’ı bile ürküten ve dünyayı sallayan, Üçüncü Dünya Savaşı’yla Avrupa’daki göçmenlerin eylemlerini tahmin eden Burak Turna bu sefer de okuyucuyu dünyanın en sıcak çatışma bölgelerine götürerek, heyecanlı bir aksiyon kurgusunun içine sokuyor.
Kötülük baronu, bütün operasyonlarda kendisini engellediğini düşündüğü Gri Takım’dan kurtulmak için bir plan geliştirir. Afrika’nın Atlas Okyanusu’na açılan Gambiya isimli küçük ülkesinde pek az kişinin bildiği bir Türk eğitim birliği vardır. Kötülük baronu, bu birliğin subaylarını kaçırttırır ve Türk Özel kuvvetlerinin onları kurtarması için girişim başlatmasını sağlar. İlk amacı bu özel birliği pusuya düşürmektir.
Ancak esas amacı bu komployu Gri Takım’ın öğrenip engellemeye çalışmasını sağlamak ve Gri Takım’ı, savaş alanına geldiğinde yok etmektir.
Peki Gri Takım, bu büyük tuzaktan kurtulup karşı saldırıya geçebilecek mi? Kurt, bu ölümcül mücadeleden sağ kurtulabilecek mi? Mert ve Gökhan’ın ilişkileri nasıl bir şekil alacak? Metal Fırtına 3’ü okumaya başladığınızda zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak ve bir sonraki sayfayı heyecanla bekleyeceksiniz.
AKDENİZ ÜZERİNDE BİR NAKLİYE UÇAĞI
ŞİMDİKİ ZAMAN
Uçağın içindeki askerlerin hepsi gözlerini tek bir noktaya dikmiş, derin düşüncelere dalmışlardı. Çoğu ailelerine bile haber verecek zamanı bulamamıştı. Onlara telefon etmek için birkaç dakika verilmişti ve ailesi ile haberleşebilenler çok şanslıydı.
Kimsenin bilmediği, çok gizli bir askeri birliğin en seçkin askerleriydi hepsi de. Uçağın içindeki atmosferde garip olan bir şeyler vardı. Hepsi de yakın zaman öncesindeki şiddetli çatışma ortamında daha da bilenmiş olan askerler, şimdi barış zamanı görevleri olan gizli operasyonlardan ilkine gidiyorlardı. Akdeniz’in yüksek semalarında, otuz kişilik özel askeri birliğin kalbi aynı şey için atıyordu.
Afrika’nın Atlas Okyanusu’na bakan yüzünde bulunan Gambiya’daki Türk Jandarma Eğitim Birligi’nden subaylar, garip bir şekilde bölgedeki silahlı bir grup tarafından esir alınmışlardı. Buna kimse anlam veremiyordu. Gambiya hükümeti devreye girmiş, ancak silahlı grubun çok güçlü olması onları bir operasyon yapmaktan alıkoymuştu.
Bunun üzerine gizli Türk askeri timi, acil biçimde yola çıkarılmıştı. Kaybedilecek zaman yoktu. Türk askerlerinin bir an önce kurtarılması gerekiyordu. Bölgede yelerince istihbarat çalışması yapılmamıştı ve silahlı grubun istediği fidye ödenemeyecek büyüklükleydi. Verdikleri zaman hızla doluyordu.
Gizli askeri tim, ordu içinde “Şahinler1′ olarak biliniyordu. Bu otuz asker neredeyse birer gölge savaşçıydı. Dosyalan çok gizli birimlerde tutuluyordu ve en üst düzey subaylar dışında operasyonları hakkında bilgi sahibi olan neredeyse yok gibiydi. Dünyada çok az askeri birliğin cesaret edebileceği harekatları rahatlıkla başarmışlardı. Onları çok daha etkin kılan şey ise, otuz kişilik birliğin aynı zamanda çok İyi birer sivil ajan görünümünde çalışabilin esiydi. Bu dünyada eşine rastlanmamış bir durumdu. Böyle yetenekli bir askeri birliğin başaramayacağı iş yok gibiydi.
Komutan Ali, neden içim böyle sıkılıyor, diye düşündü. Hava güzeldi. Yolculuk iyi geçiyordu. Atlas Okyanusu üzerinden küçük bir tur atıp havaalanına ineceklerdi. Başkent Banjur’daki havaalanına indikten sonra hızla kamyonlara allayacak ve askerlerin tutulduğu ve ülkenin en hareke di kenti olan Serekunda’ya geçeceklerdi.
Ali komutan aklında gereken planı yapmıştı. Oradaki askeri birimlerden de mümkün olduğuna) bil^i alınmıştı. Otuz kişilik Türk özel askeri birimi, kendilerine destek verecek olan 400 kişilik bir Gambiya jandarma kuvveti ile kurtarma operasyonu düzenleyecek ve sekiz kişilik Türk subay grubunu kurtaracaktı. Tabii her şey yolunda giderse. Karşılarında, kalaşnikof ve roketatarlarla donanmış yüz kişilik bir haydut birliği vardı.
Ali Komutan, burada yanlış olan bir şeyler var, diye düşündü. İstedikleri fidye çok yüksekli. Bu bölgede istenmeyen bir fidyeydi. Ve adamlar gayet rahat davranıyorlardı. Türkiye’den yardım geleceğini bile bile bu bekleyişi sürdürmeleri de garipti. Sanki Türkiye’den oraya bir yardım gelmesini istiyor gibiydiler.
İçindeki sıkıntı buydu işte; kimsenin panik halinde görmediğini düşündüğü bir ayrıntı vardı ortada. Türk Ordusu’nun bu en gizli birliğinin gittiği operasyon, ne yazık ki istihbarat açısından çok zayıf temellere dayanıyordu.
Ali komutan, askerlerine baktı. Hafif kırmızı ışığın aydınlattığı uçak içinde, dev cüsseleri ve o cüsselerini daha da büyük gösteren teçhizatları içinde, hepsi de kararlı ve vakurdu.
Saatler geçerken, Akdeniz’i geçmiş, artık Afrika anakarası üzerinde uçmaya başlamışlardı. Uzun yolculuğun etkileri görünmeye başlanıyordu askerler üzerinde. Sinirleri haddinden fazla gergindi. Bunun neden olduğunu kimse bilmiyordu. Normal şartlar altında, bu tür streslere karşı fazlasıyla dayanıklıydılar. Sanki profesyonel hisleri onların içinde kendi kendine bir şeyler söylüyordu. Bazı askerler teçhizatım ve kendisini saran pek çok kemeri gevşetip rahatlamaya çalışıyordu.
Bu tim içinde rütbe yoktu. Sadece Ali komutan vardı ve onun da rütbesi, hemen hemen her yerde generale eşitti. Yani askerlerin hepsi ona bağlıydı. Askerlerle arasında da görev dağılımı vardı. Silah ve teknik konulardaki uzmanlıklarına göre sınıflanmıştı şahinler. Uzun yılların verdiği beraber çalışma duygusuyla beraber derin bir empati ve iç iletişime sahiptiler. Herkes kimin nasıl hareket edeceğini çok iyi bilirdi. Ali, onların birer kardeş olduğunu düşünürdü. Kendisi de en büyük kardeş.
Biraz dolaşmak için ayağa kalktı. Sürekli hareketsiz kaldığı zaman ne kadar çok düşüncenin beynini işgal ettiğine şaşırdı kendisi de. Uçak türbülansa girmişti, en sevmediği durumlardan birisiydi bu Ali komutanın. Kötü hislerine bir de sarsıntının etkisi karışmıştı; şimdi iyiden iyiye can sıkıntısı ile baş etmek zorundaydı. Uçağın en arkasında oturmuş, başını bacaklarının arasına alarak Oturan ve dua eden askerlerden birisine yaklaştı. Timin en cesur askeriydi Mahmut. Kimse onun karşı tarafında yer almak islemezdi. Korkunç bir görüntüsü vardı. Esmer, kalın yüz hattan ve dışarıdan taşlaşmış görünen kollarının yanı sıra, dev bir cüsseye sahipti. Genelde uçaksavarı o kullanırdı. Bir yere monte etmeden 12,7 mm’lik silahı ayakta rahat bir biçimde kullanabilen tek asker oydu. Ancak yakından tanıyanlar, hayatı boyunca kimseyi incitmediğini duyduklarında çok şaşırırdı. Gerçek bir çocuktu Mahmut. Şiddeti hiç sevmezdi. Belki çelişkili görünüyordu; ama şiddet uygulamanın, şiddeti hayatında kendini ispat etme yöntemi olarak kullananların, kendilerinden emin olmayan zavallı insanlar olduklarını düşünürdü. O mesleğini yapıyordu. Şiddeti hiçbir zaman ilk araç olarak kullanmazlardı. Ali komutan ise genelde Mahmut ile dertleşirdi; onun kendisini en iyi anlayan asker olduğunu düşünüyordu. Aralarındaki iletişim pek çok operasyon sırasında yararını göstermişti. Sayısız defa ölümden kurtulmalarının nedeni, çok uzaktan bile en basit bir mimiklerinden ne düşündüklerini anlamalarıydı.
Ali komutan, Mahmut’un yanına geldi ve oturdu. Mahmut toparlandı biraz, gülümsedi.
“Komutanım biraz tedirginsiniz.”
“Tamamen profesyonel oğlum.”
“Farkındayım, nasıl bir pisliğin içine gittiğimiz tamamen belirsiz değil mi?”
“Evet, birilerinin subaylarımızı esir aldığını biliyoruz. O kadar.”
“Evet, garip ve tehlikeli bir durum.”
“Çok tehlikeli. O nedenle gerginim. Dikkatli olmalıyız.”
“Her zaman öyle komutanım. Ama size bir şey itiraf edeyim
mi? Ben de aynı hisleri taşıyorum. Valla, bilmiyorum ama karşımıza her ne çıkacaksa çok dikkatli olmasında [ayda var. Çünkü ona karşı çok hazırlıklıyım ve inanamayacağı kadar sinirliyim.”
“Neden Mahmut, ne oldu?”
“Komutanım, tam nişanlımla işleri yoluna koymak üzereydim ki, bu görev çıktı. Ve işler tekrar bozuldu, belki de düzelmeyecek. İşte bu nedenle.”
“Anladım, Mahmut anladım. Karşımıza her ne çıkacaksa şimdi onun için daha da üzülüyorum.”
Birbirlerine güldüler. Ali komutan ayağa kalkıp askerler arasında dolaşmaya devam etti. Biraz içi rahatlamıştı. Bu ruh işiydi işte, paylaşarak sıkıntısını yenmişti biraz.
Dev elmas madeninin yer aldığı alandaki yüksek kayalığın içine oyulmuş duran şato benzeri yapı, önünden geçen herkesi hayran bırakıyordu. Afrika’nın insanları için bu yapı bir güç sembolüydü. Hepsi de bir zamanlar çeşitli batılı ülkelerin özel kuvvetlerinde görev yapmış yüzlerce öze! güvenlik görevlisi tarafından korunan bir yerdi.
Ve Sir Eli, bu dağa oyulmuş şatoyu dünya operasyonları için merkez olarak kullanıyordu. Doğrusu: Dışarıdan yıkılmaz görünen taş duvarların arkasındaki geniş salonlarda ve çalışma odalarında dev ekranlar vardı. Bu ekranlara dünyanın bütün borsaları, televizyon kanalları ve özel kanallardan bilgiler akıyor, daha sonra bu bilgiler bilgisayarlara aktarılıyordu.
Sir Eli, her zaman kullandığı büyük çalışma salonundaydı. Geniş, ağır maun masasının karşısındaki koltuklarda oturan iki orta yaşlı ve sportmen görünüşlü adamın söylediklerine dikkatle kulak kabartmıştı. Odanın içinde en kaliteli hava purosunun kesif dumanı İle oluşan bir ağırlık vardı. Bu ağır havana, Afrika nemi ile birleştiğinde alışık olmayan birisi için sıkıntı verici bir özellik kazanabilirdi.
“Bakın!..” Yaşlı adam sağ elini havaya kaldırıp bileğini iki konuğuna doğru uzattı: “Bu gördüğünüz yarayı, bir çatışma esnasında aldım. Ruh hastası genç bir Türk ajanı beni neredeyse öldürüyordu.”
Sir Eli’nin konukları, şimdi ona biraz daha saygı duymuştu. Bu adam bir çeşit gaziydi. Ölümcül bir saldırıdan kurtulmuştu.
“Ama o saldırıyı organize eden Türk yeraltı grubu sanırım gri (akım diye adlandırıyor kendisini…”
“Evet, Bay Eli, gri takım… Ama çok ciddi takip altındalar. Son üyeleri bir araya geldiklerinde onları her an takip edebilir hale gelecekler. O zaman kısa süre içerisinde yok edilebilirler.”
“Bakın, benim öyle bir derdim yok. Sanırım üç beş kişilik bir ekipler şu anda. Kendini kaybetmiş yaşlı bir adamın motive ettiği birkaç eski ajanın işi o grup sanırım…”
“Aslında böyle de denebilir” diye ekledi diğer konuk. O biraz daha az konuşuyor, daha çok dinliyordu. İyi bir saha adamı olduğunu belli eden özelliklerdi bunlar.
“Esas sorunum, yeni yeni kendisini göstermeye başlayan bir Türk özel kuvvet birimi. Amerikan 5EAL komandolarını alın, onla çarpın, içine CIA ve DIA’in en iyi elemanlarını katın, işte size ‘Şahinler.’ İsimlerini, Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı saldırı sırasında vurulan bir Türk özel kuvvet askerinden alıyorlar. Yani, son derece iyi ve öfkeliler. Savaş sonrası pek çok yasa ötesi Sir Eli için yasa dışı yoktu, yasa ötesiydi onun işleri işimi baltalayan operasyonlara imza attılar. Her şey yolunda sanıyorsunuz; ama birden bakıyorsunuz ki, o bölgede sivil sanılan insanların yansını bu tim oluşturuyor. Ve sonra öfke içinde her şeyi parçalıyorlar.”
Sir Eli’nin konukları ağızlan açık kalmış bir biçimde hayretlerini gösteren bir ifade takındılar. Sir Eli Şahinleri anlatırken, onlara duyduğu hayranlığı da gizlemiyordu.
“Ve beyler,.. En sonunda bu soruna bir çözüm bulmaya karar verdim. Biliyorsunuz, Gambiya’daki Türk askerleri, bu ülke ile şu anda size açıklayamayacağım çok önemli bir işbirliğini geliştiriyorlar. Küçük bir oyun hazırladım. Gambiya’da eğitim veren Türk jandarma subayları geçen gün bir pusuysa düşürüldü. Ve şimdi bu subayları kurtarmak için kim geliyor dersiniz? Tabii ki Şahinler. Bu sefer çok zor oldu her şey, ama başardım. Çok para harcamak zorunda kaldım. İçeriden bağlantıyı bulmak hayli güçtü Ancak bir kız bana yardım etli ve gereken bağlantıyı buldu.”
“Bay Eli, organizasyon kabiliyetiniz müthiş. Demek ki Grilerle şahinleri aynı anda yok etmeyi düşünmüyorsunuz.”
“Bakın, Şahinler nasıl bir tuzağa düştüklerinin farkında değiller. Türk subaylarını rehin alan haydut çetesine yaklaşık beş yüz bin dolar ödedim. Aslında bu para az bile; çünkü Şahinler bu haydutları fena paralayacak. Ancak esas iş bundan sonra başlıyor. Sierra Leone’den getirdiğimiz, ki bu da çok ama çok zor bir işti, sekiz yüz kişilik bir gerilla kabilesinin liderine bu madenden pay önerdim ve o da Şahinleri yok etmeyi kabul elti. Yani Şahinler iş bittiğini düşündüğü anda kendilerine ağır silahlarla saldıran bir taburu bulacaklar.”
“Madenden pay önermek… Bu çok yüksek bir meblağ değil mi Sir Eli?”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Komplo Teorileri
- Kitap AdıMetal Fırtına 3 / Karşı Saldırı
- Sayfa Sayısı168
- YazarBurak Tuna
- ISBN9759960582
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviProfil Yayıncılık / 2009