KÖTÜLÜK HİÇ BEKLENMEDİK BİR YERDEN GELEBİLİR.
Yıl 1939, Berlin… Avrupa yeni bir dünya savaşının eşiğinde…
Reich’ın ileri gelenlerinin güzel eşleri tek tek vahşi cinayetlere kurban gider. Gestapo subayı Franz Beewen, öldürülen kadınların psikiyatrı Simon Kraus ve aristokrat psikiyatr Minna von Hassel, Nazilerin nefes aldırmadığı Berlin’de bu cüretkâr cinayetleri işleyen katilin peşine düşerler…
Jean-Christophe Grangé’den, elinizden bırakmak istemeyeceğiniz, gerilim dolu bir macera…
1
Rüya görenler
– Her şey kırsalda geçiyor. Bir kış sabahı çıkıp geliyor.
– Bölgeyi tanıdınız mı?
– Hayır. Hep Berlin’de yaşadım ve şehirden ayrılma fikri bile tüylerimi diken diken ediyor.
– Şu küçük kız, bana onu tarif edin. Siyah kravatı, uzun eteği, Reich kartalı armasıyla Bund Deutscher Mädel1 üniforması giyiyor. Sisin
içinden bana doğru yaklaşıyor. Bana “Hitler adına geliyorum” diyor.
– Böyle doğrudan mı söylüyor?
– Evet. Hitler ailesinden biriymiş ya da bir yakınıymış gibi, bilmiyorum. Bu oldukça saçma. Tüm rüya boyunca, her ayrıntı tuhaf,
açıklanamaz bir karaktere bürünüyor.
– Rüyalarda bu hep böyle oluyor, değil mi?
Simon Kraus ona yardımcı olmaya hazır bir gülümsemeyle baktı.
Kadın bu gülümsemeye karşılık vermedi. Güzeldi, zarifti, çok şık giyimliydi. Diğer tüm kadınlar gibi.
– Bana biraz daha yaklaşıyor ve onun yüzünü daha iyi görüyorum. Çok solgun bir teni var ve cildi çiçekbozuğu. Saçları sarı. Son
derece iğrenç… bir sarı. Saçlarına bakamıyorum.
– Son derece iğrenç derken ne kastediyorsunuz?
– Saçları… idrar rengindeydi. Rüyamda kendi kendime söyleniyorum: “Bu kızın saçları sidik rengi.” Şiddetli bir mide bulantısı hissediyorum.Simon asla not almazdı. Masasının altında her seansı kaydeden
gizli bir mikrofon vardı. Buna karşılık, hastalarının portrelerini belli etmeden kurşunkalemle çizmeyi seviyordu.
Bu kez tamamen farklıydı.
Onun gibi amatör bir çizer için bu bir
meydan okumaydı. Şapka işaretini andıran kalkık kaşlar (sahte, gerçek kaşlar alınmıştı), bir tutam şekeri andıran dudaklar, isyankâr bir burun, uzun ve ince eller… Dikkatimizi toplayalım.
– Benimle konuştuğunda birçok ayrıntıyı fark ediyorum. Öncelikle, elinde bir kürek tutuyor. Sonra, yanında bir el arabası var. Kuşkusuz onları beraberinde getirmiş, bilmiyorum… Simon hâlâ çiziyordu, ne yaptığı görülmeyecek şekilde defteri kendine doğru eğik tutuyordu. Bu tür hikâyelere alışkındı. İçlerini dökmek, sorunlarından, nevrozlarından bahsetmek –ve özellikle de rüyalarını anlatmak– için gelirlerdi. Simon Kraus psikiyatrdı, kuşkusuz kuşağının en iyilerinden biriydi, ama kendini psikanalist –bu sözcük gitgide tehlikeli bir hal almış olsa bile, bu hanımların sıkıntılarına kulak vermek çok kazançlıydı– olarak tanıtmayı tercih ediyordu. – Beni dinliyor musunuz, doktor? Kadın gri gözlerini ona dikmişti, her ne kadar canlı görünseler de bir nehrin dibindeki çakıl taşları gibi ıslak ve yıpranmışlardı. Kuşkusuz yorgunluktandı. 1939 Ağustosu’nda, Berlin’de kimse rahat bir uyku uyuyamıyordu.
– Sizi dinliyorum, Bayan… (önündeki hasta fişine bir göz attı)… Feldman. Kadın birkaç saniye boyunca muayenehanenin dekorasyonunu inceledi. Simon her şeyi bizzat tasarlamıştı, amacı hastalarının (sadece kadınları kabul ediyordu) kendilerini rahat hissetmelerini sağlamaktı. Kırık beyaz boyalı duvarlar, kahverengi deriden kolçaklı koltuk ve kanepe yerine bir şezlong, insana bulutların üstünde yürüyormuş izlenimi veren Kandinsky motifli kalın yün bir halı, referans eserlerinin özenle yerleştirildiği camekânlı bir kitaplık ve özellikle de, ayakkabılarını çıkarma alışkanlığı olduğundan ayaklarını gözlerden uzak tutacak, ön kısmı kapalı ünlü Art déco çalışma masası.
– El arabasının içinde bir kül yığını olduğunu fark ediyorum. Sabahın ilk ışıklarında, bu yığın kızın yüzünü hatırlatan soluk bir leke oluşturuyor…
Sise rağmen her şey kurumuş gibi: kül, kırağıyla kaplı toprak, kızın teni… Hatta sesi bile. Sanki sesi paslı bir mekanizmadan çıkıyor… Simon portresini neredeyse bitirmişti. Fena değil. Kafasını kaldırdı. – Şu küreğe dönelim. Genç kız o aletle ne yapıyor? – Bana uzatıyor ve bana kazmamı emrediyor. Bu sahnenin ardında Simon sadece her Berlinliyi ele geçirmiş korkunun sıradanlığını görüyordu. Elbette Nazizm’in yükselişiyle ve hatta daha öncesinde, Weimar rejimi altındayken başlayan korkunun…
Psikiyatrı ilgilendiren, diktatörlüğün vicdanlar üzerinde yaptığı karanlık çalışmaydı. Nazi partisi NSDAP2 uyanık beyinlerden mutlu değildi, gerçek bir korku oluşturarak rüyalar âlemine sızmak istiyordu.
– Bu durumda siz ne yapıyorsunuz?
– Kazıyorum. Tuhaf bir şekilde, bunun kendi mezarım olduğunu
hemen anlamıyorum.
– Sonra?
– Çukur yeterince derinleştiğinde, durumu anlıyorum. Bu kız benim enseme bir kurşun sıkacak ve el arabasındaki şeyi cesedimin üzerine boşaltacak. Ama bu kez söz konusu olan kül değil, sönmemiş kireç. Tam o anda, genç kız silahını kılıfından çıkararak gülüyor ve konuşuyor: “Kalsiyum oksidin üstünlüğü, metallere asla zarar vermemesi. Çok güzel mücevherleriniz var, değil mi? Altın dişleriniz de var mı?” Kaçmak istiyordum, ama bacaklarım küreğin sapı gibi kaskatı.
Simon defterini bıraktı. Artık bu yeni hastaya eşlik etmeli ve onu içinde bulunduğu durumdan çıkarmalıydı –ve bunu kelime oyunu yapmadan gerçekleştirmeliydi.
– Siz de benim gibi, bunun sadece bir rüya olduğunu biliyorsunuz, Frau Feldman. Kadın onu duymamış gibiydi. Sanki zorlukla nefes alıyordu.
– Kız beni bir kurşunla gebertecekti ve ben, çukurun dibinde, ben… henüz işimi bitirmediğimi ve işimi bitirmek için bana birkaç saniye daha yaşama şansı vermesine ihtiyacım olduğunu göstermek için kazmaya devam ediyorum… Bu çok dayanılmaz… Ben…
Sustu, çantasından küçük bir mendil çıkardı. Gözlerini sildi, burnunu çekti. Simon, kendine gelmesi için kadını rahat bıraktı. – Aniden, diye devam etti, küreğimi bırakıyorum ve çukurun kenarlarından tırmanmaya çalışıyorum. İşte o anda vücudum kırılıyor.
– Ne demek istiyorsunuz? – Omurgam kırılıp ikiye ayrılıyor. Kırılma sesini net bir şekilde duyuyorum ve yüzümün toprağa yapışmış olduğunu hissediyorum, ikiye bölünmüş bir solucan gibi, bedeninim her iki parçasının birbirinden bağımsız bir şekilde hareket ettiği hissine kapılıyorum.
Başımı kaldırıyorum ve Luger’iyle (silahı tanıyorum, kocamda da aynısından var) bana nişan aldığını görüyorum. Kız daha iyi nişan almak için bir gözünü kapatıyor –açık olan gözü de sarı.
Kadın hıçkırarak alaycı bir şekilde sırıttı.
– Sidik rengi!
Rüyanın bu doruk noktasında, en küçük ayrıntı bile belirleyici
–önemli– olabilirdi.
– O anda siz ne düşünüyorsunuz?
– Altın dişlerimi.
Kadın çığlığını bastırdı ve hıçkırıklar arasında büzülüp kaldı. Simon, kadının Kaufhaus des Westens’te3 bizzat gördüğü bir tayyör
giydiğini tespit etti. Tüm bunlar iyi birer göstergeydi. Bir dahaki seansta ona kocası hakkında sorular soracaktı –mesleği, fikirleri, tam
olarak geliri…
– Yahudi misiniz, Frau Feldman?
Kadın elektrik çarpmış gibi doğruldu.
– Ama… Bu mümkün değil.
– Komünist?
– Kesinlikle hayır! Kocam Hermann Göring Reichswerke’de4 yönetici.
Simon, biraz hayranlık dolu şaşkınlık belirtisi olarak kaşlarını kaldırdı. Aslında, bu konu hakkında bilgi sahibiydi –Frau Feldman’ı ona yönlendiren arkadaşı kesin konuşmuştu: Kocası Alman çeliğinin önemli bir kısmında söz sahibiydi. Simon ona sevecen bir gülümsemeyle baktı. – Tamam, Frau Feldman, emin olun, rüyanız bugün içinde bulunduğumuz koşullara bağlı yaygın bir kaygının dışavurumundan başka bir şey değil.
– Peki, bu ne demek oluyor?
Az kalsın, bu hepimiz şakağımıza dayanacak bir Luger’le öleceğiz demek, diye cevap verecekti, ama “aramızda” yüz ifadesini benimsedi: Bu muayenehanede konuşulan her şey burada kalırdı.
– Zihniniz katı bir baskı altında, Frau Feldman. Geceleri de, bu tür garip senaryolarla kaygılarından kurtuluyor.
– Kötü bir Alman olduğumu düşünüyorum.
– Tam tersi. Bu tür rüyalar, her şeye rağmen sizin Berlin’de mutlu bir şekilde yaşama isteği taşıdığınızı açığa vuruyor.
Bir kez daha söylüyorum, korkularınızdan bu şekilde arınıyorsunuz. Uyku dinlenmektir. Ve rüyalar da ruhun dinlenmesidir, yenilenmesi de diyebilirsiniz. Kaygılanmayın. Bunları söylerken bir yandan da düşünüyordu: Sen ise, sen beklemekle bir şey kaybetmezsin. Şimdi tüm dikkatini kadının alınmış kaşlarına vermişti.
Bu tarz güzellik merakından nefret ediyordu. Yolunmuş kaş kemerlerinin üstündeki bu çizgilerde hem müstehcen hem de sahte bir şeyler vardı. Simon doğal güzelliğe değer verirdi. Bu anlamda tam bir Alman’dı ve sadece saç örgülü, sporcu ve her bakımdan sağlıklı kızlardan hoşlanan Nazilerden pek farkı yoktu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMermer Adam
- Sayfa Sayısı608
- YazarJean Christophe Grange
- ISBN9786258344882
- Boyutlar, Kapak13.7x23 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gizemli Nehir ~ Cheryl Kaye Tardıf
Gizemli Nehir
Cheryl Kaye Tardıf
Çok uzaklara gitmek için ne kadar uzağa gidebiliriz? Güney Nahanni Nehrinin tarihi; gizemli ölümlerle, kaybolma hikâyeleriyle ve başsız cesetlerle süslüdür. Ama aynı zamanda insanlığın...
- Son Sevgili ~ Nora Roberts
Son Sevgili
Nora Roberts
Ortak bir geçmiş, yeni bir başlangıç ve ömür boyu sürecek bir aşk hakkında yepyeni bir roman. New York Times çok satan yazarı Nora Roberts,...
- Su Diyarı ~ Graham Swift
Su Diyarı
Graham Swift
Çalıştığı okulda tarih dersi vermekten sorumlu olan ve tarihe, özellikle de Fransız Devrimi tarihine olan tutkusu yüzünden işini keyifle yapan Tom Crick, çok sevdiği...