Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Meraklılar
Meraklılar

Meraklılar

Richard Bach

MARTI VE HİPNOZCU’NUN YAZARINDAN TÜRKÇEDE DAHA ÖNCE YAYINLANMAMIŞ BİR BAŞYAPIT OZ KRALLIĞI’NI çocukken gezdim, on dört kitabın hepsini okudum. Karakterlere ve maceraların geçtiği efsunlu…

MARTI VE HİPNOZCU’NUN YAZARINDAN TÜRKÇEDE DAHA ÖNCE YAYINLANMAMIŞ BİR BAŞYAPIT OZ KRALLIĞI’NI çocukken gezdim, on dört kitabın hepsini okudum. Karakterlere ve maceraların geçtiği efsunlu ülkelere âşık oldum. Gerçek mi anne? Oz gerçek mi? Bütün anneler gibi yanıtlardı, bazen o tek cümle bir ömür sürerdi: Yazarın zihninde gerçekti, şimdi de senin zihninde gerçek. O zamanlar zihnimdekileri nasıl soracağımı bilemediğimden, sonraki yarım yüzyılı sorularımı netleştirmeye çalışarak geçirdim: Eğer Oz zihnimdeyse, ona zarar verebilirler mi? Dünya da mı zihnimizde? Ya kendimizle ilgili gördüklerimiz, sadece düşüncelerimizin bir yansımasıysa? Düşüncemizi değiştirmeye karar verdiğimizde dışarıya ne yansır? İçinde kötülük, savaş ve suç barındırmayan yeni bir kültür filizlenirse diye düşündüm bulunduğum yerden ayrılırken, ne olur? Yıkmak için boşa harcadığımız bunca enerjiyle neler yapılırdı? En karanlık yanlışları değil de en yüce doğruları seçtiğimiz bir dünyada yaşamak nasıl bir his olurdu, sürekli birbirimizi aşağı çekmek yerine yüceltmeye çalışsaydık? Böyle bir uygarlık nasıl başlar, nereye gider? Böylece Meraklılar doğdu, tek bir kişinin bir hareketiyle yön değiştiren lanetli bir uygarlığın hikâyesi. Richard Bach

İçindekiler

Önsöz    5

Kitap 1. Shamrock    7

Kitap 2. Budgeron ve Danielle    93

Kitap 3. Bethany    199

Kitap 4. Monty ve Cheyenne    283

Kitap 5. Stormy ve Strobe    381

ÖNSÖZ

Oz Krallığı çocukken gezdim, on dört kitabın hepsini okudum. Karakterlere ve maceraların geçtiği efsunlu ülkelere âşık oldum.

“Gerçek mi anne? Oz gerçek mi?”

Bütün anneler gibi yanıtlardı, bazen o tek cümle bir ömür sürerdi: “Yazarın zihninde gerçekti, şimdi de senin zihninde gerçek.”

İyi haber-kötü haberle tanışmam o güne rastlar; Oz var! (Ama oraya trenle gidilmez.)

O zamanlar zihnimdekileri nasıl soracağımı bilemediğimden, sonraki yarım yüzyılı sorularıını netleştirmeye çalışarak geçirdim:

Eğer Oz zihnimdeyse, ona zarar verebilirler mi?

Dünya da mı zihnimizde?

Ya kendimizle ilgili gördüklerimiz, sadece düşüncelerimizin bir yansımasıysa?

Düşüncemizi değiştirmeye karar verdiğimizde dışarıya ne yansır?

Haritaların ötesindeki ülkelere erken yaşlarda yaptığım o geziler sayesinde bugün olduğum yerdeyim, kötülükle ilgili dramlardan, savaş, kin ve suçla ilgili filmlerden bütün hücrelerim sıkıldı. Eğer ekranda ister kurgu ister gerçek olsun bir cezaevi sahnesi, bir vahşet, bir devasa, görkemli, hayret verici patlama daha izlemek durumunda katırsam, çıkıp gideceğime ve evreni yeniden inşa etmeye koyulacağıma söz verdim.

-Bum!-

İçinde kötülük, savaş ve suç barındırmayan yeni bir kültür filizlenirse, diye düşündüm bulunduğum yerden ayrılırken, ne olur?

Yıkmak için boşa harcadığımız bunca enerjiyle neler yapılırdı?

En karanlık yanlışları değil de en yüce doğruları seçtiğimiz bir dünyada yaşamak nasıl bir his olurdu, sürekli birbirimizi aşağı çekmek yerine yüceltmeye çalışsaydık?

Böyle bir uygarlık nasıl başlar, nereye gider?

Böylece Meraklılar doğdu, tek bir kişinin bir hareketiyle yön değiştiren lanetli bir uygarlığın hikâyesi.

– Richard Bach

Dağgelincikleri ile İnsanlar

Bir zamanlar sırları araştıran bir dağgelinciği sürüsü varmış, yolları küçük mavi bir gezegene düşmüş ve insanoğlunun yaşadığı topraklara açılan gizli vadiyi keşfetmişler. Dağgelincikleri insanların nazik ve albenili, zeki ve meraklı, nüktelerinde samimi ve aynı zamanda da cesur olduğunu görüp umut vaat eden varlıklar olduklarına kanaat getirmişler.

İşte tam da bu yüzden ve henüz çok genç olan nesillerinin karşısındaki tehlike ve fırsatlardan dolayı, dağgelincikleri karşılarına çıkacak güçlüklerin üstesinden gelebilmeleri için insanlara dört özel güç vermiş.

Bunlardan ilki ateşin gücü, İkincisi tekerleğin gücü, üçüncüsü yazı dilinin gücü, dördüncüsü ise birbirlerine duyacaktan saygı ve nezaketin gücüymüş.

İnsanlar öğrenme konusunda hızlıymış ve dağgelinciklerinin getirdiği güçleri el üstünde tutmuşlar. Kaşifler oradan ayrılmaya hazırlanırken, insanlar daha fazla kalmaları ve ortaya çıkacak olan yeni cesur medeniyetin keyfini onlarla paylaşmaları için yalvarmışlar.

Dağgelincikleri bundan etkilenmiş, geri geleceklerine söz vermişler. Döndükleri sırada bir gün bir insanoğlu dönmiiş ve demiş ki: “Sevgili dağgelincikleri bu güçlerden hangisini diğerlerinden fazla karıtmamızı istersiniz?

“Güzel soru, “ diye yanıtlamış dağgelincikleri. “Ateş olmadan da gelişebilirsiniz, tekerlek ya da alfabe olmasa olur, gezegeninizde de başka galaksilerde de bunlar olmadan refaha kavuşan pek çokları vardır. Ancak, bir medeniyetin hayatta kalabilmesi için olmazsa olmaz olan, sonuncusu yani birbirlerine ve bütün hayata karşı duydukları saygı ve nezaketten gelen güçtür.”

İnsanlar kendi aralarında fisıldaşmışlar ve yeni harflerini kullanarak akik tabletler üzerine, saf gümüş kaplamayla Nezaket Kuralları’nı yazmışlar. Dağgelincikleri gittiğinde yeni ırk, ateş, tekerlek ve alfabe sonatlarında hızla ustalaşmaya başlamış.

Ellerindeki güçlerin en kıymetlisini en iyi hangi şekilde koruyacaklarına uzun uzun ölçüp biçmişler ve sonunda Nezaket Kuralları Tabletleri’ni dünya üstündeki en güvenli yerde saklamaya karar vermişler. Duydukları derin saygıdan ne bu tabletlerin bir kopyası çıkarılmış ne de bu kutsal kelimeleri ilk kez duyan dağgelincikleri haricinde okuyan olmuş.

Ve böylece Dört Hediye’nin en vazgeçilmez olanı, nadir bulunan madenler ve paha biçilemez mücevherler kadar kıymetlisi, devasa bir demir sandığa kilitlenmiş ve özel bir törenle dalgalara teslim edilmiş; sonsuza kadar güvende olacağı denizin en derinliklerine gömülmüş.

Verdiğimiz hediyelerin nasıl kullanılacağı bizim değil hediye ettiklerimizin kararıdır.

– Antonius Ferret, Fobiler

Shamrock Ferret yanındaki sehpaya bir fincan Mandalay böğürtlen çayı koydu, küçük bir kaptan bal ekledi (sadece bir damla ve karıştırmadı) ve kendini Çözümlenmemiş Olaylar Koltuğu’na bıraktı. Bir girdabı andıran deseniyle, iplikten dokunmuş güneş ışığı kadar yumuşak bu antika parçayı ikinci el eşya pazarından almıştı.

Ateş hem içini hem de koyu çikolata rengi kürkünü ısıtırken dedektif küçük yuvarlak bir keçeyi koltuğun üstüne koyup, elindeki bulguları gözden geçirdi

Tarlalara düşen mısır saplarının ortaya çıkardığı desenler düzenli bir şekilde kumaşa işlenmişti; hep aynı desen, sanki bir işaret; Birbirine geniş ve kavisli bir patikayla bağlı biri büyük, diğeri küçük iki yıldız.

Desenler hep sabah fark ediliyordu, alacakaranlık ile şafak vakti arasında, dolunaylı gecelerde bir süre parlayıp, sonra sönüyorlardı.

Her hangi bir araç veya makinenin izine rastlanmamıştı. Bu tasarımların bir sebebi veya bir anlamı yoktu.

Tam bu noktada bir yandan ateşin ışığına dalmış bakarken, pençesiyle uzanıp bıyıklarını sıvazladı ve kendi söylediğini düzeltti.

Görünürde bir sebep yok, diye düşündü. Her gizem perdesinin arkasında bir sebep vardır ve bunlar ancak bizler kendimize farklı açılardan bakmaya izin verdiğimizde anlamını gözler önüne serer.

Sır diye bir şey yoktu, bunu öğrenmişti. Gözlem ve sorgulama yoluyla ve içgüdülerimizin bize sunduğu özel dürbünden bakarak karşımızda duranı tespit edebiliriz.

Ofis olarak da kullandığı evinin şöminesindeki ateşi izleyerek çayından bir yudum aldı.

Koyu lambrili, tevazuyla dekore edilmiş odasında üzeri not defterleri ve kalemlerle dolu bir masa, çocukluğundan beri evde tiktaklarını duyduğu eski bir duvar saati, cilalı pirinçten yapılma, odaklama kolu kullanmaktan aşınmış mikroskobu vardı. Bir de kitaplarla dolu raflar: Sıfırdan Başlayan Çözümleme, Tümdengelim İlkeleri ve otuz ciltlik Bilginin Pençeleri, satır altları çizilmiş ve işaretlemek için sayfa köşeleri kıvrılmış bir kitap seti. Duvardaki bir askıda kan kırmızı renginde İskoç beresi, bir sürü cebi olan kar beyazı atkısı asılıydı. Kapının yanında bir posta kutusu ile eski bir geminin telgrafından bozma. Motor Beklemede konumunda duran tuhaf bir zil vardı. Hepsi huzurlu bir sükûnet içindeydi

Ama dedektif hiç de sakin değildi. Ateşi izliyordu ama gözlerinin arkasında arka arkaya sahneler beliriyordu; desenler, ipuçları, bilinen ile mümkün olan arasındaki bağlantılar.

Bayan Shamrock Ferret hayatını olasılıkları hayal ederek kazanıyordu ve şu an hayaller kontrolden çıkmış, hızla akan bir yansı gösterisi gibi dönüp duruyordu. Arka arkaya sahneler, biri yok olurken diğeri beliriyordu, olasılıklar yanlış açılardan görünüyor, bir şeyler kıl payı kaçırılıyordu; çözülecek sırla eşleşmeyen bir sürü görüntü vardı.

Sonra yuvarlak keçeyi kaldırdı ve pençelerinin arasında nazikçe tuttu, gözlerini kapattı ve hayal gücüne bir kapı açtı. Bu işi ne kadar da seviyorum, diye düşündü, Mandalay kokusunu içine çekerken. Ne çok seviyorum bulmayı!

2

Dağın tepesi karanlıktı ve bu yüzden hepsi de sıcacık atkı ve şapkalarına sarınmış Bayan Ginger Ferret ve dokuz çocuk, yosun ve çimenlerin üzerine oturmaya gelmişler, kuyruklarını kendi etraflarına sarıp kocaman gözlerle yıldızlardan yansıyan ışığa bakmaktaydılar.

“Etrafımızda,” dedi öğretmen, “Uzay boşluğunda dönüp duran milyonlarca yıldız var. Ve bu gökyüzündeki yıldızlardan biri sizin. Onu görünce anlayacaksınız. En sıcak, en dost canlısı o olacak. Size fısıldadığında pençenizi kaldırıp merhaba deyin.”

Gecenin içinde utangaç bir ses duyuldu: “Benim kendi yıldızım mı, Bayan Ginger?”

“Tamamen senin. Bu geceyi hep hatırlayacaksınız. Bu gece çok eskilerde kalsa bile, pek çok şey değişse bile, kendi kanatlarınızla özgürce uçarken ve sınavların ve zorlukların derinliklerinde kaybolmuşken de o yıldız hâlâ sizin yıldızınız olacak. Sizin yıldızınız.”

Kabarık tüylü yüzler ve bıyıklar yukarı çevrildi, ufuk çizgisinden zirve noktasına kadar taradılar.

“Sizin yıldızınız hangisi. Bayan Ginger?”

Öğretmen güneyi işaret etti. “Yedi Çocuk’u görüyor musun Jimkin, dördü aynı çizgide, üstlerinde de bir üçgen var hani? Benimki Corrista, ikinci en parlak olan, mavi ışıltılı.”

Ginger kendi yıldızını ilk kez gördüğü geceyi hatırladı, çayırın üstünde evinden çok da uzak olmayan bir mesafede sessizce parlıyordu. Ne kadar da kararlı ve güven vericiydi gökyüzündeki o ışık! O saatten beri, Corrista hep parladı, Ginger bazen ağlasa da veya kaderinden şüpheye düşse de sanki her şeyin en iyiye doğru gittiğini bilirmişçesine parladı. Ve yıldızı hep haklıydı.

Dağgelinciklerinin pençelerini uzattıklarını gördü. “Merhaba…”

Ginger Ferret her birinin yanına gidip eğildi, gösterdikleri yöne doğru baktı. “Şuradaki mavi olan Mikela, senin yıldızın o mu?”

“Evet, Bayan Ginger.”

“Onun adı Veya’dır, Erinaceus takımyıldızında, Hedgehog. Patilerini görüyor musun, ya gözünü? Veya onun burnu. Hikâyeye göre kirpi bir gece bir yavru tarla faresinin hayatını kurtarmış, fere kaymış ve ırmağın en hızlı aktığı yere düşüvermiş. Erinaceus suya atlamış, bebeği yakalamış ve anne babasının yuvasına geri götürmüş. Sonra da kendi yoluna gitmiş, bu konu aklına bile gelmemiş. Ancak Mustella – Yüce Dağgelinciği – yukardan izliyormuş ve olan biteni görmüş. Derler ki herkesin en küçük canlıya bile nazik olmayı anlaması ve hatırlaması için, kirpi dünya üzerindeki ömrünü tamamladığında yıldızlara yükselmiş.”

Galaksi yavaşça dönerken, Ginger Ferret çocuklara seçtikleri yıldızların adlarını söyledi. Pençesiyle ait oldukları takımyıldızlarını gösterdi, her birinin nasıl olup da gökyüzünde olduklarına dair hikâyelerini anlattı. Dağgelinciklerinin yüzyıllar önce başka bir güneş ve gezegendeki kendi evlerinden ayrılıp Dünya’ya geldikleriyle ilgili efsaneyi anlattı.

Onlara hepsinin etrafında döndüğü Kutupkedisi yıldızını, yakınlarda parıldayan Mustella’nın çerçevesini gösterdi. Mustella uzun saplı bir su kovası şeklindeydi, sapını kavisli dizilmiş üç yıldız oluşturuyordu; bunlardan en parlağı Yüce Dağgelinciği Gözü’ydü.

“Efsaneye göre Mustella Dünya’dan ve Ferra’dan aynı şekilde görülebilen tek takımyıldızdır.”

“Bu doğru mu. Bayan Ginger, yoksa bu da Erinaceus gibi bir hikâye mi?”

“Çoğu hikâye gerçeklerden doğar. Kirpiler bugün bile tarla farelerine karşı nazik davranır. Ama nereden geldiğimiz konusunda kesin bir bilgi yok.”

Çocukların sonuncusu sabırla bekledi; diğerlerini dinledi, izledi.

 

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Hipnozcu ~ Richard BachHipnozcu

    Hipnozcu

    Richard Bach

    İnsanlık tarihinin en çok okunan kitaplarından •MARTI’ nın yazarı RİCHARD BACH’ tan kışkırtıcı sorularla örülü, sarsıcı bir roman. Neden buradayız ve nereye gidiyoruz? İnsanlığın...

  2. Martı Jonathan Livingston ~ Richard BachMartı Jonathan Livingston

    Martı Jonathan Livingston

    Richard Bach

    Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı.  Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara...

  3. Mavi Tüy – Gönülsüz Bir Mesihin Serüvenleri ~ Richard BachMavi Tüy – Gönülsüz Bir Mesihin Serüvenleri

    Mavi Tüy – Gönülsüz Bir Mesihin Serüvenleri

    Richard Bach

    İşte sana yeryüzündeki görevinin tamamlanıp tamamlanmadığını anlaman için bir test: Eğer yaşıyorsan, tamamlanmamış demektir. *** Jonathan Seagutt (Martı) yayımlandıktan sonra bana çok sorulan sorulardan biri...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Öteki Ben ~ Fyodor Mihayloviç DostoyevskiÖteki Ben

    Öteki Ben

    Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

    Devlet memuru Jakov Petroviç Golyadkin, bir sabah işyerindeki masasının karşısında, kendisiyle aynı adı taşıyan, kendisine tıpatıp benzeyen bir memurun oturduğunu görür. Bu onun ikizi,...

  2. Wardstone Günlükleri – 12: Hayalet Benim Adım Alice ~ Joseph DelaneyWardstone Günlükleri – 12: Hayalet Benim Adım Alice

    Wardstone Günlükleri – 12: Hayalet Benim Adım Alice

    Joseph Delaney

    Şiirsel anlatımıyla korku edebiyatında bir başyapıta dönüşen Hayalet serisi, başrollerini Julianne Moore ve Jeff Bridges gibi Hollywood yıldızlarının paylaştığı bir filme uyarlanarak çocuk-genç-yetişkin, herkesi...

  3. Wardstone Günlükleri – 04: Hayaletin Savaşı ~ Joseph DelaneyWardstone Günlükleri – 04: Hayaletin Savaşı

    Wardstone Günlükleri – 04: Hayaletin Savaşı

    Joseph Delaney

    “Pendle bölgesi cadılarla dolu bir muamma,” dedi Hayalet. “En büyük sorunumuz sürekli değişen sayıları. Cadılar genelde kendi aralarında çekişir, kavga ederler; ama ortak bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur