“Herkes hikâyesini en başından anlatmalı, yoksa anlaşılmaz.”
Beş yaşında bir çocuk günün birinde Karılar Tekkesi’ne emanet edilir. Sorun şu ki çocuk erkektir. Ancak hikâye bununla başlamaz. Öncesi vardır: bitik bir imparatorluk, işgal, savaş, gezginler, erotik maceralar, kabadayılar, mezarlık, ölüler, diriler, tekke karıları, eli kulağında Cumhuriyet… Tekkeleri kapatılmasın da evsiz kalmasınlar diye Mustafa Kemal Paşa’yı ikna etmeye çalışan tekke karılarının mücadelesiyle devam eder hikâye. Ancak böyle bitmez. Devamı vardır: Cumhuriyet, Ankara, Florya, Savarona, Dolmabahçe, sürgüne gönderilen halife, Nişantaşı, Teneke Mahallesi, Arnavutların konağı ve yine Mustafa Kemal Paşa.
Yüzyılın sonu gelmez hikâyesini hatıraların gizemli mihmandarından “şimdi” dinlediğimizde bir çırpıda bitecek. Ne de olsa geçmiş bizi gelecekte bekliyor.
Şebnem İşigüzel’in kaleminden dünün, bugünün, yüzyılın romanı Memoria.
Başımıza gelmeyen kalmazdı. Neden? Çünkü dünya, yüz yıl önce tam da buradan yırtıldı da ondan. Koskoca imparatorluk, çökerken peşinden dünyayı sürükledi. Bu yüzden de başımıza gelmeyen kalmıyordu.
Dediklerimi anlıyor musun? Bu, sadece bu toprakların hikâyesi değil. Dünyanın hikâyesi.
1.BÖLÜM
KARILAR TEKKESİ
Muazzez Hanım öldü.
Daha bu sabah, nefes darlığından, hasta yatağında.
Beni bankaya göndermişti. “Geldim ben,” dedim buna.
Baktım gözleri, ağzı dehşet içinde bir bilinmeze açılmış yatıyor, çığlığı bastım.
Savcı, yirmi bir yaşında, Nişantaşı’nda apartman kapıcısı olmama şaştı. “Kocam şehit oldu,” dedim. “Yoksa kapıcı oydu. Bir yıldan fazladır benim.” Büyük oğul, kardeşini suçlamasa soruşturmaya gerek kalmayacaktı. Önce karakolda ifade verdik, şimdi burada. Annesinin Azrail’le pazarlıkta olduğunu bilerek iftira etti. Savcı gerek görürse otopsi yapılacak:
“Yazıktır Muazzez Hanım’a. Kesilip biçilmesin huzur içinde gömülsün. amin,” dedim ben.
“Dur bakalım,” dedi Savcı. “Buna ben karar veririm. Demek kocan şehit oldu.”
“Vatan sağ olsun,”demem lazımken diyemedim. Herkes öyle söylüyordu. Oysa ben “vatan” diye bir yeri gözümün önüne getiremiyordum. Belki bayrak. Belki toprak. Ama onlar için de ölünmez, diye düşünüyordum. Benim yerime Savcı Bey söyledi, ucundan yakaladım.
Hazır adamını bulmuşken, “Ağabeyim de kayıp benim. Sırra kadem bastı. Bulamadılar, bulamadık,” dedim.
Başını bilgisayar ekranından çevirip baktı. Böyle yapınca yüzü bilgisayar 1şığından kurtulup soldu. Hakikaten kasımpatıya benziyordu. İnsanları çiçeklere benzetirim. Dikkatli bakın, benzerler.
Ağzını araladı kasımpatı. Bir şey söyleyecek sandım ama söylemedi. Onun yerine ben konuştum:
“Olayı soruşturdular. Sonra dosya kapandı, dediler.”
“Öyle dedilerse öyledir.”
Fırat’ı da sormak isterdim:
Memleketine gitti, dönmedi. Taksici arkadaşları, “Gelemez artık o geri.” diyorlar.
Benim bütün sevdiklerim gitti, gelmedi. Bu işte bir iş var, Savcı Bey
Güneş, Savcı Bey in makamını aydınlattı. Sorduğum bütün soruların cevabını alacakmış gibi bir hisle doldum: Muazzez Hanım başucunda oksijen tüpleriyle ölürken ne düşünmüştü? Şehit kocam Mesut ölümden korkmuş muydu? Ağabeyim nereye kaybolmuştu? Dedemin, babamın, annemin canını alan Azrail, bana niye dokunmamıştı? Fırat günün birinde çıkıp gelir miydi?
Işık sadece ışıktır. Güneş, güneş. Çiçeklerin, çiçek olması gibi. Her şey içimizde olup biter. Gün ışığı elimize, yüzümüze değer. Etraf aydınlanır. Gözümüz görür. Ama kimi zaman içimiz hep karanlıkta kalır.
Bazen gün bütün ışığını bahçeme boşaltırdı. Öyle zamanlarda ne yapar ne eder kapıcı daireme kaçardım. Kaçar gider, bahçemi seyrederdim. Işığın altında bahçem, porselenmiş gibi görünürdü. Çiçeklerim porselenmiş gibi; bahçe, porselen. Porselen bahçe. Böyle söyler, hayranlıkla seyrederdim bahçemi. Yok artık o bahçe.
Beton döktüler.
Sinek böcek yapıyor, diye söktüler bahçemi.
Boğazlanmış çiçeklerimi ilk gördüğümde ağlamıştım ama sessizce. Çünkü birisi ağladığınızı görürse gün gelir sizi bir de o ağlatır.
“Burayı imzala. Apartman ikisine de yeter. Neymiş paylaşamadıkları?” Dört numaranın söylediğini kendi sözümmüş gibi söyledim: “Huzur içinde gömdürmeyecekler kadını. Yazıktır günahtır, ah!”
Dört numaranın söylediklerinin devamı vardı ama demedim: “Gerçi hak etti. Muazzez bütün fenalıkları hak etti.”
“Sen vazifeni yaptın, kızım,” dedi Savcı. “Bu onların sorunu.”
O zaman anladım kasımpatının yaşlı olduğunu. Hiç büyümemiş bir çocuğun bakışlarına sahipti oysa. Ben hangi vazifemi yapmıştım ve hayırsız oğulların derdi neydi? Saf görünürüm ama akıllıyımdır.
Ne güzel günlerimiz geçti Cennet Apartmanı’nda. Öncesinde çalıştığım Sultanbeyli’deki gelinlikçiyle, Nişantaşı’ndaki mağazayı da severdim. Ama Cennet Apartmanı başkaydı. Burayı cennetim bildim. Bakın, ne güzel konuşuyorum. İçimden hep böyle güzel güzel konuşurum. Dışarıya susarım ama
Dışarıya sessizimdir. Dedem, benim için, “Çocuk dilsiz mi?” diye soranlar olduğunu söylerdi. Sobadan zehirlendiler. Ağabeyim askerdeydi. Ben şans eseri kurtuldum.
Cennet Apartmanı kaloriferliydi. Ağabeyimin evlendikten sonra tuttuğu ev de öyle. Kaloriferli evlerde ölünmez, diye düşünüyordum. Hele Cennet Apartmanı’nda hiç ölünmez. İnsan burada yüz yaşına kadar yaşar.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Roman (Yerli)
- Kitap AdıMemoria
- Sayfa Sayısı936
- YazarŞebnem İşigüzel
- ISBN9786253692414
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEverest Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kendine Ait Bir Oda Bir Salon ~ Okşan Mağara
Kendine Ait Bir Oda Bir Salon
Okşan Mağara
“Delirdiğimi düşünüyorlar. Ben de öyle düşünüyorum. Benim onlardan farklı düşündüğüm kısım şu; delirmiş olmam saçmaladığım anlamına gelmiyor. Boyut değiştirdim, bunun kabul görmüş adı da...
- Geç Kalan ~ Tarık Tufan
Geç Kalan
Tarık Tufan
Herkes kendi kuyusunu kalbinde taşır, biliyordun. Karşısına çıkan her şeyi yakarak üzerine gelen, sinsice etrafını kuşatan bir hayat yangınında korku içinde ne yapacağını düşünürken...
- Baba ve Piç ~ Elif Şafak
Baba ve Piç
Elif Şafak
Elif Şafak’ın Baba ve Piç adlı kitabını okudunuz mu? Okuyun. Üzerine çok yazıldığı için çok kısadan söyleyeceğim: Farklı katmanları, farklı okumaları, farklı çağrışımları keşfetmek...