
Kemal Bilbaşar, edebiyatımızın unutulmaz romanlarından Cemo’da, kömür gözleri ocak alevi gibi yanan, çatıldığında hançere dönüşen kaşlarıyla yürek yakan Cemo’nun destansı öyküsünü anlatmıştı. Bu kült romandan birkaç yıl sonra da Cemo’nun çan ustası kocası Memo’nun trajik öyküsünü yazdı. Tıpkı o iki sevdalı gibi, Cemo ile Memo romanları da o zamandan bu yana edebiyatımızda hep birlikte anıldılar.Cumhuriyetin ilk yılları. Doğu Anadolu’nun amansız koşulları. Aşiret düzeninde çatlakların derinleştiği bir dönem ve patlak veren fırtına: Dersim Olayları. Acımasız ortamın rüzgârlarıyla savrulan, yitip giden insanlar. Bu fırtınada obasını, insanlarını fitneden korumaya ant vermiş, kulları uyarıp diriltmeye baş koymuş bir çan ustası: Memo. Bilbaşar’ın Memo’su, Doğu Anadolu’nun kendine özgü ya- şam biçiminden kaynaklanan bir trajediye tanıklık ediyor.
I. BÖLÜM
Şıh Kızı Senem Anlatıyor
1
Ben Monzur Gözesi’nin dikensiz gülü, Ke… uşağı şıhının biricik dölüyüm. Senem derler adıma. Tujik Baba toprağından karılmış çamurum. Ak süte benzeyen Monzur suyuyla yunulmuş tenim. Gözümün elifinde gün ışığı yanar, kara saçlarımdan gök ışıltıları dökülür. Bu sebeple kalem kaşlı, gül nakışlı güzelliğim dillerde gezer, kara gözlerimin elifi fermanlar bozardı. Kara saçlarımın her teli bir yiğidin bileğini bağlar, kirpiklerimin her oku bir âşığın yüreğini dağlardı. Seyitler uğruma kekosun1 satar, şıhlar, ağalar kapımızda kulluğa can atardı. Dersim yaylasından Dicle düzüne söylenirdi türküm. Öyleyken bir çancı ustasına yanmış, kül olmuşum. Canım helal, gözüm helal Memo’ya. Ben ki şıh babomun ömür boyu beklediği onca ağacın bir tek meyvasıyam, ben kimi bin şıh kızı feda yoluna. Babam Abdo, Koresanlıların ulusu, Ke… uşağının namdar şıhı idi. Sürüsü celebi sayıya gelmez, yatağının2 , toprağının sonu nere, bilinmezdi. Marabası, tüfekçisi oba basar, kervan soyar; ak sakallı seyitleri adak derler, cer toplar, getirir ayağına yığarlardı. Mal desen mal, pul desen pul, koca aşiret halkı kapısında kul… Bir var ki, rızkına onca cömert davranan Tanrı, zürriyetinden nasip göstermemiş; nikâhladığı üç şıh kızının birinden de bir döl ihsan etmemiş. İlk karısı urçanlık1 belasına yediği dayağa katlanamamış, kendisini asmış. İkinci karısı döllenmezliğin utancına ortalıktan kaybolmuş. Ecdat beşiğini boş koyan üçüncü karısını şıh babam ayağı altında ezmiş… Dördüncüye anamı almış A. Aşireti’nden, Seyit Raşo’nun bacısı kızını, lakin Seyit Raşo, kızı satanda demiş ki: “Bak Şıh Abdo… Döl uğruna üç şıh kızını harcadığını bilirik. Anası ikiz dölleyen bir kız veririm sana. Bu kancık urçan çıktı, der de yavruya ziyanlık getirirsen pişman ederim seni. Meyvasız bir ağaç kütüğüne kurban vermezim A. ceyranını. Bunu hatırdan heç çıkarmayasın.” Bu sebebe anam on yıl Ke… uşağı şıhlık postuna oturacak bir döl dünyaya getirmemişse de, olmadık hakaret görmemiş şıh babamdan. Ne var ki döl için başvurmadık çare komamışlar. Ne Zeve köyünün muskası, yağı; ne yüce dağ başlarındaki ziyaretlerin kutsal toprağı fayda vermiş; ne geceleri yıldıza aya yakarmaları, ne gündüzleri ecdat ruhunu imdada çağırmaları yaralarına merhem olmuş. Günlerden bir gün babam, Dersim’in damı sayılan yere, Tujik Baba ziyaretine çıkmış; Sultan Hızır’a adak verip yakarmaya. Hani gökyüzüne yakın çıkar ki, sesini rahat duyura. Ziyarette el kavuşturmuş… “Altmışıma varmış kocalamışım, dalım kurur, köküm çürür. Niyazımı duy, imdadıma yetiş hey sultan atamız, Hızır Babomuz,” diye yaş dökende anam evde yalnızmış. Közleme pişirmiş, yorgunluk dinlendirmeye sedirde uzanmış.
Anam der ki: “Uyur muydum, uyanık mıydım, bilmezim. Bir yel esintisiyle konağımızın örtülü kapısı ardına dek açılmıştır. Başı tavana değen, gözlerinden heybet saçılan, kara sakalı göbeğinde, kara keşkülü elinde bir seyit peydahlanmıştır. Dersim’de o güne değin sıfatını görmediğim bir seyit…” Anam, seyide buyur edip önüne sıcak közlemeleri, yağı ayranı sürer. Karnını bir güzel doyuran seyit, sakalını bıyığını yeniyle silip doğrulanda, ikramdan ziyadesiyle hoşnutluk getirip anamın sırtını okşar, duaya durur: “Tanrı heç keremini esirgemeye sizden. Kısır koyunlarınız kuzulaya, urçan marabanız ikiz döllene, meyvasız ağacınız meyvaya donana.” Seyidin sesi derinden gelirmiş. “Bir ses ki,” der anam, “sanırsın şikeftandan1 yankılanır. Bir ses ki yüreğine ferahlık verir, burnuna amber kokuları getirir.” Anam, Hızır’ı görmüş biri gibi niyaza durup, “N’ola duanı bu kanayaklıdan2 da esirgeme. Bir nefes eyle ki bahtım açıla, üzerime döl bereketi saçıla…” diyende, seyit, anamı sedire yatırıp cılbak karnına taşle efsun okumuş, sıvazlamış, sonra kaldırmış. “Gece, ay ışığında Monzur Gözesi’nde çimeceksin ve de bismillah, çekip Tujik Baba’ya sesleneceksin! ‘Ya Tujik, ya Hızır! On İki İmam hatırına imdadını benden esirgeme!’ diye niyaz edeceksin,” demiş, keşkülünden bir elma çıkarıp vermiş: “Bunu yatmadan erinle bölüşeceksin. Hızır niyazını kabul eder de, döllenirsen, sancın tutanda, kar demeyip kış demeyip, yavrunu gidip Monzur Gözesi’nde doğuracaksın. Kız ise buzu kırıp yavrunu Monzur’un sütünde yuyacaksın. Oğlansa, kundağa sarıp şikeftana varacaksın! ‘Ali, Hızır, Monzur!.. Bu yavru sizin!..’ diye bağışlayıp döneceksin. Bu öğüdümü de zinhar bir kula duyurmayacaksın!” diye tembih geçmiş, yidiklerine helallik dileyip çıkmış gitmiş. Şıh babam ziyaretten dönende kapıyı açık, anamı sedirde uyur bulmuş. Üstünü örtmüş. Ertesi sabaha dek uyanmamış anam.
2
Düşünü sır saklar gibi saklamış anam herkeslerden, lakin kara sakallı seyidin öğüdünü de bir bir yerine getirmiş. Tanrı’nın hikmetine bak ki, çok geçmeden anam mayalandığını, dölleneceğini fark etmiş. Bir var ki babama hemen müjdelemeye cesaret bulamamış. Beklemiş ki iyice emin ola… Yavaştan yavaştan, karnı dolup şişende, müjde fırsatını kollamaya başlamış anam. O günlerde Diyarıbekir’ den bir savahçı1 şıh, adamlarıyla yatak kiralamaya gelmiş obamıza; ziyafet sofrasında pazarlığa oturmuşlar. Anam hizmetlerine dolanırmış ortalıkta. Diyarıbekirli şıh, tamahkârlık eder, “Kışın sizin sürünüz, celebiniz bizim düze iner, döllenir. Yazın bizim mallarımız yaylağınıza çıkar, yayılır. Üste hayvan başına bir mecidiye ne parası istersiz? Everecek oğlun mu var ki, tamahkârlık edersin de, oğullarımın birikmiş başlık parasına göz dikersin,” der, dikilir, şıh babomun yarasına neşter sokarmış. Oysa gelenek böyle. Yaylaya çıkan düzün hayvanlarını haramilerden koruma hakkına alınır bu para. Babam tamahkârlık ne bilmez, konuğuna canını verir, gani yürekli bir şıh. Kem söz söyleyip misafirini küçük düşürmek istemez; sakalını sıvazlar, durmaz, ya sabır çekermiş. En sonu latifeye boğmuş, “Haklısın bre herif! Malım, pulum kalacak oğlum mu var, satılacak kızım mı var? Ha, bir mecidiyeyi de verme, n’ola… Soframızın keyfini kaçırmayak…” demiş. İşte o zaman anam, “Yok ağam, yok şıhım yok,” diye araya girmiş, “aşiretin hakkında bağışta bulunmana ben razı gelmezim!” demiş. Babam, hiç umulmadık bir cüret saymış anamın söze karışmasını. Doğurmamış bir avradın ağzını açıp şu da şu, demeye hakkı mı var obanın içinde? Şıh babam celallenmiş, “Sen konakta söz sahibi olmuş musun ki aşiretin hakkını korumaya cesaret bulursun?” diye kükremiş. Anam heç alınıp pısmamış, “Bir bildiğim var ki cesaret bulurum. Aşiretimin hakkı, dölümün de hakkıdır. Bağışına nece karşı çıksam yeridir,” demiş, sininin üzerindeki boş sahanı alıp yürümüş. Şıh babam o zaman ayılmış, fırlamış peşinden gitmiş. Kulağının duyduğuna bir türlü inanamazmış. Yüreği çarparak yetişmiş, anamı omuzlarından tutmuş çevirmiş. Anam utangaç gülmüş, eğmiş gözlerini yere. “Şıh kızı!” demiş babam, “Doğru musun? Beni boş yere divane etmek dilemezsin he mi?” Anam başını sallayıp, “Tanrı nasip ederse Kegan Bayramı’nda1 ata beşiğin dolup sallanacak…” diyende şıh babam, “Yahhuuu!” diye sarığını fırlatır havaya. Anama sarılır, oda içinde dönderir. Sonra duvardan asılı mavzerini kapar, sıkmaya başlar; konukların ödünü koparır. Anamın, şıh babomu, pazarlık sebebine üzerlerine kışkırttığını sanıp gizlenecek delik aranırlar, sedirlerin altına sığınırlar biçareler. Onların halini görende babam, kasıklarını tutarak güler. “Çıkın herifler, çıkın dışarı. Gizlenecek zaman mı? Gülüp şadlık edecek dem gelmiştir. Hızır Sultan duamı kabul etmiş, ağacım meyvaya donanmıştır. Hey baboo!” diye haykırarak kapıya çıkar, tüfek sıkıp oba halkını ayağa kaldırır. Mavzerini kapan koşar gelir. Harami obayı bastı sanırlar. Oysa şıh babomu şadlık içinde, kabına sığmaz bulurlar. Babom bağırır: “Ule Ke… uşağı, ule itoğluitler! Ule malımı çoğaltan, toprağıma tohum saçan marabalarım. Şaşkın şaşkın bakacağınıza, şıh ananızın ayağına kapanıp yüz sürün ki size bir şıh yavrusu döllemeye hazırlanır. Ule mavzerinizin kurşunu mu tükenmiştir ki, sopa gibi elinizde tutarsınız da havaya sıkmazsınız? Ule davulunuzun derisi mi çatlamış, tokmağı mı kırılmıştır ki, ortalığa şenlik salmazsınız? Ule bu yaylalar, beller nice zamandır hasretini çekerdi bugünün, ne durursunuz?” diye müjdeyi aşiret halkına duyuranda bir mavzer cayırtısı kopar, bir şadlık haykırışı doldurur Monzur’u. Davullar gümülemeye, sazlar, meyler şakımaya başlar. Danalar, koyunlar kesilir, kazanlar ateşe vurulur. Bir şölen edilir ki yer yerinden oynar. Babam yatak kiralamaya gelen konukları, “Obama uğur getirdiniz,” diye bağışa, armağana boğar. “Ben sağ kaldıkça hayvanlarınızdan yatak kirası alınmayacak…” der. Diyarıbekir şıhı şımarır. “Doğacak yavru kızsa oğluma alırım, oğlansa kızım veririm,” diye baboma sarılır. Şadlık içinde olan babam da söz keser, “Söz bir, Allah bir!” der.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıMemo
- Sayfa Sayısı520
- YazarKemal Bilbaşar
- ISBN9789750736926
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bozkır Çiçekleri ~ Selçuk Baran
Bozkır Çiçekleri
Selçuk Baran
İşinde, bodrumdaki odasında, üzerinde yükselen bütün katların ağırlığını duyuyor, boğulacağını sanıyordu. Üst katlarda odası olmayacaktı hiçbir zaman. Hayri Bey emekliye ayrıldıktan sonra onun yerine...
- Operasyon ~ Selman Kayabaşı
Operasyon
Selman Kayabaşı
OPERASYON Türkiye Cumhuriyeti Devleti bağımsız bir devlet olarak mı kuruldu, yoksa? Birinci Dünya Savaşı’nın galibi İngiltere, Türkiye’yi nasıl ve kimler aracılığıyla yönetiyordu? Sultan Abdülhamid...
- Ay Tutulduğu Gece ~ Kemal Bilbaşar
Ay Tutulduğu Gece
Kemal Bilbaşar
Ay Tutulduğu Gece’de Kemal Bilbaşar, Demokrat Parti’nin iktidara gelişinin, daha çok Yunanistan göçmenlerinin yaşadığı bir Batı Anadolu sahil kasabasındaki yansımalarını, kasabada geçici olarak bulunan...