Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Mehmet Esad Safvet Paşa
Mehmet Esad Safvet Paşa

Mehmet Esad Safvet Paşa

Hasan Ali Çakmak

19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu için oldukça çalkantılı bir dönem olmuştur. Bir yandan içerideki isyanlar ile uğraşan devlet diğer yandan da “Büyük Güçlerin” siyasi ve…

19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu için oldukça çalkantılı bir dönem olmuştur. Bir yandan içerideki isyanlar ile uğraşan devlet diğer yandan da “Büyük Güçlerin” siyasi ve askerî müdahalelerine karşı koymaya çalışmaktaydı. İmparatorluğun ayakta kalması için gerekli görülen reformların hayata geçirilmesi süreci de Osmanlı bürokrasisinde farklı tecrübelerin yaşanmasına neden olmuştur.

Bu eser, Sultan II. Mahmud döneminde Osmanlı bürokrasisine dâhil olan ve Sultan II. Abdülhamid döneminde sadrazamlığa yükselene kadar bürokratik basamakları yavaş ama emin adımlarla çıkan Mehmed Esad Safvet Paşa’nın hayatını ele almaktadır. III. Selim ve IV. Mustafa haricinde 19. yüzyılda Osmanlı tahtına çıkan bütün padişahlara hizmet eden Safvet Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu asırda yaşadığı değişim ve dönüşümün önemli tanıklarından biri olmuştur. Dr. Hasan Ali Çakmak, Bâbıâli’de Bir Ömür: Mehmed Esad Safvet Paşa isimli bu çalışmasıyla, Osmanlı arşiv belgeleri ve ikincil literatürün yardımıyla Safvet Paşa’nın hayatını ve bürokratik kariyerini tüm detaylarıyla ortaya koyarken Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyıl boyunca geçirdiği dönüşümün izlerinin de arka planda takip edilebilmesini sağlıyor.

Demirkent Eğitim ve Araştırma Vakfı’nın verdiği 2023 Prof. Dr. Işın Demirkent Tarih Ödülü sahibi bu eser, Safvet Paşa’nın yaşamı üzerinden 19. yüzyıl Osmanlı tarihini farklı bir açıdan okuma imkânı sunuyor.

İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ / 7
KISALTMALAR 13
GİRİŞ 15
BÖLÜM 1
SADARETE UZANAN YOL (1634-1676) / 35
Kara Mustafa Paşa’nın İlk Yılları / 35
Köprülü Mehmed Paşa’nın Himayesinde Kara Mustafa Paşa / 46
Fâzıl Ahmed Paşa Döneminde Kara Mustafa Paşa (1661-1676) / 55
Lehistan Seferi’nde (1672-1676) Kara Mustafa Paşa / 86
Kara Mustafa Paşa ve Edirne Şenliği (1675) / 130
BÖLÜM 2
MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA VE İLK SADARET YILLARI (1676-1681) / 135
Sadarete Getirilmesi / 135
İktidarın Dönüşümü: Diplomatik Karşılaşmalar ve Çatışmalar / 139
Sadrazam Kara Mustafa Paşa ve Osmanlı-Rus Mücadelesi (1676-1681) / 147
BÖLÜM 3
KARA MUSTAFA PAŞA VE VİYANA SEFERİ (1683) / 199
Savaşın Arifesinde Genel Durum / 199
Viyana Seferi’ne Doğru / 206
Rüya Başlarken: Osmanlı Ordusunun Sefer Yürüyüşü / 224
Rüyanın Peşinde: Viyana Kuşatması (1683) / 259
Rüya Biterken: Viyana’dan Dönüş / 329
BÖLÜM 4
BİR OSMANLI ELİTİNİN PORTRESİ / 373
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa / 373
Ailesi / 408
Dönemin Sosyal ve Kültürel Hayatındaki Rolü / 427
Devlet Yönetimindeki İcraatları / 437
BÖLÜM 5
BİR HAMİ OLARAK KARA MUSTAFA PAŞA / 447
Edebî Hamilik Geleneğinde Kara Mustafa Paşa / 447
Siyasî Hamiliği / 469
Ulemayla Münasebetleri / 478
SONUÇ / 485
KAYNAKÇA / 496
EKLER / 524
DİZİN / 544

ÖN SÖZ

Bu kitap “Mehmed Esad Safvet Paşa’nın Hayatı ve Faaliyetleri (1815- 1883)” başlıklı doktora tezimin tekrar gözden geçirilerek baskıya hazır hale getirilmiş edisyonudur. Biyografiye ilgim, bu alanda nitelikli eserlerin azlığından dolayı lisans yıllarımda mütevazı bir hatırat kitaplığı oluşturmaya çalışırken başladı. Bu yıllardan itibaren okuduğum her hatıratta temas edilen meselelerle ilgili literatürü tarar, bir yandan edindiğim bilgilerle birikimimi arttırmaya, öte yandan hatırat müelliflerine “meydan okumaya” çalışırdım. Zaman zaman olayların ve meselelerin olduğundan farklı gösterildiğini, hatırat sahiplerinin kendisini temize çıkarmaya çalıştığını veya yanlış bilgi verdiğini tespit edebilmenin hazzı içerisinde kitapların köşe-bucağına derkenarlar yazar; tarihçileri mağdur eden anı yazarlarını da her defasında şükranla anardım. Aldığım notlar çoğalıp bir cilde ulaşınca hatıratları bilhassa mehaz olarak kullananların dikkatine sunmak ihtiyacı hâsıl olurdu, ancak neşre cesaret edemezdim. Hatırat sahipleriyle olan “münakaşalarımın” profesyonel bir ürüne dönüşmesi arzusu doktora dönemime kısmet oldu. Biyografi türünü bu birikimimi her veçhesiyle değerlendirebileceğim uygun bir alan olarak gördüm. Prof. Dr. Ali Akyıldız’ın da kol kanat germesiyle alanda çalışan kıymetli insanları küçücük bir noktada da olsa yeniden düşündürebilecek bir çalışma yapmak istedim. Yüksek lisans dönemimden beri mercek altına aldığım Tanzimat devri ile ilgili hatıratlar müstesna ve sayıca azdı. Bu nedenle tarih yazımında onların yarattığı sorun ve kabullerin rastlandığı benzer nitelikte eserleri gözden geçirirken yeise düştüğüm bir sırada, hocam dikkatimi Safvet Paşa’nın kendi yazdığı evraka çekti. Bu sayede bir hatıratın sunabileceği imkânlardan çok daha öte veriler sağlayabilecek ve tarihi geçmişi olan bir kişisel (aile) arşivin peşine düştüm. Ana eksenini Safvet Paşa’nın meydana getirdiği doktora tezimin kaynağını bu arşiv teşkil etti. Yerli ve yabancı mehazlar da kullanılarak ortaya bir bütün halinde Safvet Paşa’nın kamu görev ve sorumluluklarını esas alan bir metin çıktı. Bu metni kitap olarak yayınlarken görsel ve yazınsal bakımdan yeniden gözden geçirmeye ve cüzi ilavelerle zenginleştirmeye çalıştım.

Mehmed Esad Safvet Paşa, Sultan II. Mahmud döneminde bürokrasiye giren ve Sultan Abdülmecid ile Sultan Abdülaziz dönemlerinde önemli görevler üstlenen bir kişidir. II. Abdülhamid döneminde sadrazamlığa yükselir ve imparatorluğun 19. yüzyıl boyunca geçirdiği dönüşümün bizzat içinde bulunur. Bazen de karar alma mekanizmasının içinde yer alıp sürecin bir parçası olur. Hakkında yazılanların hiçbiri Safvet Paşa’nın hayatı ve faaliyetlerini yeniden anlamlandırma çabasına mani değildir. Bu saikten hareket eden bu çalışmanın da ortaya çıkacak yeni bilgi ve belgelerle yapılacak incelemelere ilham kaynağı olması temenni edilir. Beş bölümden oluşan eserin birinci bölümünde Safvet Paşa’nın hayatı, ailesi ve kariyerinin ilk dönemi; ikinci bölümde Bâbıâli bünyesinde üstlendiği üst düzey kamu görevleri ile Âli ve Fuad Paşaların etkin olduğu bir devirde Tanzimat ricali arasındaki konumu; üçüncü bölümde Safvet Paşa’nın Âli ve Fuad Paşaların ölümünden sonra devlet idaresinde onların yerini aldığı yeni süreç; dördüncü bölümde meslek hayatının zirvesi olan sadrazamlığı ve beşinci bölümde de son görevleri, vefatı ve mirası incelenmiştir. Çalışmanın son halini almasında birçok kişinin katkısı vardır. Bu anlamda öncelikle danışmanım Prof. Dr. Ali Akyıldız’a teşekkür ederim. Müsveddelerimi okuyarak kıymetli eleştirileriyle beni yönlendirmiştir. Ayrıca değerli hocalarım Prof. Dr. Ayşe Emel Kefeli, Prof. Dr. Kemalettin Kuzucu, Doç. Dr. Özlem Çaykent ve Doç. Dr. Ö. Faruk Bölükbaşı’nın süreç içerisinde görüşlerinden yararlandığımda müşfikane muamelelerine mazhar oldum; kendilerine şükran borçluyum. Araştırma ve yazım sürecinde Fransızca kaynaklarda aklımın ermediği noktaları izah eden Bahçeşehir Üniversitesi Öğr. Gör. İlkin Başar Özal’ın yanı sıra bazı bilgi ve belgelere ulaşmamda da katkıları olanlar bulunmaktadır. Abdurrahman Akdağ, Ahmet Tekin, Alan Mellaart, Ayhan Yüksel, Aydın Çakmak, Cengiz Yolcu, Elvan Torun, E. Nedret İşli, Hakan Engin, İlhami Yurdakul, Kenan Yıldız, Kübra Fettahoğlu, Mehmet Korkmaz, Mustafa Yeni, Nursel Manav, Süleyman Ergüven, Şefaattin Deniz, Talip Mert, Yakup Öztürk ve Zeynep Simavi’ye bu bağlamda teşekkürü bir borç bilirim. Çalışmanın verilerinin toplanması ve yayınlanması süresince çeşitli kurumların katkıları da olmuştur. Benim için bir okul hüviyetinde olan Osmanlı Arşivi’ndeki araştırmalarım sırasında Sevgili Reyhan Arslan, Şengül Karaloğlu ve Pınar Çevik-Eralp Yaşar Azap (çifti) yalnızlık hissettirmeyerek ihtiyacım olduğu en zor zamanlarda dahi hızır gibi yetiştiler. Onlar şahsında tüm arşiv çalışanlarına müteşekkirim. İSAM Kütüphanesi, Atatürk Kitaplığı, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Aptullah Kuran Kütüphanesi ve 29 Mayıs Üniversitesi Kütüphanesi de zengin kataloglarını kullanmama müsaade ettiler. Haklarını ödemek mümkün değil… Bir teşekkür de Timaş Yayınları namına editör Zeynep Berktaş’a basım konusunda büyük kolaylıklar gösterdikleri ve çalışmanın yayınlanmasına olanak sağladıkları için. Son olarak, bu araştırmanın tez olarak ele alındığı sırada TÜBİTAK’ın 2211 E-Doğrudan Bursiyerlik Programı ile desteklendiğini ilave ederek hatm-ı kelam edelim.

Hasan Ali ÇAKMAK

Beş Minare Mahallesi, 2023

GİRİŞ

“EVRAK-I METRUKEDEN LİTERATÜRE SAFVET PAŞA”

Osmanlı sadrazamlarından Safvet Paşa geçmişten günümüze popüler tarihin yanı sıra akademik ilgiye de mazhar olmuş devlet adamlarından biridir. Yaşamı, Tanzimat döneminin çalkantılı tarihsel seyri içerisinde hep merak edilen Safvet Paşa’nın ölümünden sonra geride bıraktığı evraktan yararlanarak ilmi metotlarla bir etüt ortaya koyma düşüncesi ilk defa 1920 yılında Mehmed Galip ve Ali Rıza beyler tarafından gündeme getirilmişti. Son dönem biyografi geleneğinin önde gelen isimleri arasında yer alan bu iki biyograf, Peyam-ı Sabah gazetesinde yazdıkları bir tefrikada aileye intikal eden arşivde 1878 tarihli Berlin Kongresi ile ilgili iki ciltten oluşan bazı yazışmaların bulunduğunu belirterek suretlerinin Tarih-i Osmanî Encümeni tarafından alınmasını istemişti.1 Mehmed Galip ve Ali Rıza beylerin yaptıkları çağrı yaklaşık altı yıl sonra cevap buldu. Meslektaşlarından Ali Fuad (Türkgeldi), Servet-i Fünun dergisine “Safvet Paşa” başlığını taşıyan ve altı sayı devam eden makaleler serisi yazarak doğumundan ölümüne kadar Paşa’nın hayatını ve faaliyetini bir bütün halinde ve ciddi manada ilk kez inceledi. Bu makalelerde aileden temin edildiği sanılan görsel ve yazınsal malzeme de kullanılmış ve Safvet Paşa’yı tanıyanların verdiği bilgilerle anlatım süslenmişti.2 Türkgeldi’nin makalelerinden sonra ikinci ve muhtasar bir biyografiyi Mehmed Zeki Pakalın kaleme alarak 1940 yılında Yeni Mecmua’da neşretmişti.3 Bu metnin literatüre pek bir katkı sağladığı söylenemez. Herhalde müellifin kendisi de bunun farkına varmış olmalı ki, Safvet Paşa’nın ahfadından Kadri Cenani Bey ile ilişki kurarak temin ettiği evrak ile 1943 yılında yeni ve daha kapsamlı bir eser yazmıştı.4 Safvet Paşa’nın kişisel (aile) arşivini merak edenler için bu çalışma benzersiz bir malzeme örneği sunar. Bilhassa içerisinde kullanılan ve tespitlerimize göre “Sadr-ı Esbak Mehmed Esad Safvet Paşa’nın Hidemat-ı Saltanat-ı Seniyye’de Sebkeden Memuriyetleriyle Tercüme-i Hali” başlığını taşıyan bir metin bu kapsamda zikredilebilir. Pakalın’ın Hal Tercümesi adıyla bahsettiği ve ailede üretildiği anlaşılan bu metin, önyargılı ve mesnetsiz iddialar taşıdığından Paşa’nın hayatı ve faaliyetlerinin anlaşılmasını uzun zaman zorlaştırmıştır.5 Eserde bunun dışında Safvet Paşa’nın çocukları ve dönemin ricaliyle yaptığı mektuplaşmalarla görevleri sırasında bir nüshasını aldığı veya kendisine gelen resmî yazılar ve bazı hesap pusulaları da bulunmaktadır. Pakalın, elde ettiği verileri doğrudan yayınlamayı tercih ettiğinden ve değerlendirmeye pek yer vermediği için vesikaların -içinde çok sayıda hata da barındıran- transliterasyonunu yapmaktan öteye geçmemişti.6 Bu tutumunu 1944 yılında eserini Son Sadrazamlar ve Başvekiller adıyla çıkardığı grup biyografisinin dördüncü cildine aynen dercetmesiyle de devam ettirmişti.7 Bu arada Safvet Paşa’ya yönelik olarak akademik alakanın da oluştuğu 1941 yılında Veçhiye Söğüt isimli bir talebenin “Me[h]met Esat Saffet Paşanın Hususi Hayatı ve Siyasi Rolü” başlıklı bir bitirme tezi hazırlamasından anlaşılmaktadır. M. Raif Ogan, Cavid Baysun ve Mükrimin Halil Yinanç gibi yetkin isimlerin bulunduğu bir jüriye takdim edilen bu çalışmanın kaynakları arasında Safvet Paşa’nın evrakı yoktur. Ancak sınırlı sayıda arşiv malzemesi, Fransızca kaynaklar ve Safvet Paşa’nın torunu Seniye Hanım ile yapıldığı iddia edilen görüşmeden elde edilen bazı cüzi çıktılar yer almaktadır.8 Dönemin basınını da bir ölçüde kullanmasına rağmen 30 sayfalık bir inceleme olması hasebiyle yüzeyseldir. Paşa’nın hususî hayatının konu edinildiği kısımlarda bu husus bilhassa görülür. İbnülemin Mahmud Kemal’in 1945 tarihli Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar adlı eserinin altıncı cüzündeki Safvet Paşa biyografisi ise kaynak eleştirisi bakımından günümüze kadar gelen süreçte tarihçiliğe en fazla katkı sağlayan yapıttır. Pakalın ile rekabet halinde bulunan biyograf, 1943’te rakibinin yazdığı eserdeki maddi hataları gördüğünden dolayı böyle bir etüde girişmişti. Bu amaçla Safvet Paşa’nın torunu Fuad ve Kadri Cenani beyler ile irtibata geçmiş ve aile arşivindeki bol miktarda malzemeyi kullanmıştı.9 Yabancı kaynaklara pek başvurmayan İbnülemin’i diğer müelliflerden ayıran bir başka özellik de Safvet Paşa’nın ölümünden sonra II. Abdülhamid’in emriyle ailesinden alınarak saraya getirilen evrak-ı metrukesinin Başvekâlet Arşivi’ndeki kalan kısmını da görüp ortaya çıkarmış olmasıdır. Bu verileri babası Mehmed Emin Paşa’dan intikal eden bilgiler ve engin müktesabatı ile birleştirerek Pakalın’ı kopyacılık (intihal) ve tasnifçilikle suçlayacak bir abide ortaya koymuştu. Fakat günümüzde bu çabanın görmezden gelindiği literatürde İbnülemin’in doğrusunu verdiği bilgilerden ziyade Pakalın’ın hatalı aktarımlarının kullanılmasından anlaşılmaktadır.10 Kanaatimize göre bunda evrak-ı metrukenin tarihçiliği yanlış yönlendirmesinin de payı vardır. Safvet Paşa ile ilgili son yapılan çalışmalar ise yaklaşık elli yıllık bir zaman diliminin geçmesinden sonra mümkün olmuştur. 1999 yılında Pelin İskender tarafından kaleme alınan ve “Mehmed Esad Safvet Paşa (1814-1883/H. 1230- 1301)” başlıklı yayınlanmamış bir doktora çalışması bunun bir örneğidir. İlk olması hasebiyle bazı eksiklikler barındıran bu doktora tezi, günümüzdeki gibi hızlı internet imkânlarının olmadığı, arşiv malzemesine erişimin son derece güç olduğu ve fotokopi kolaylığının bulunmadığı bir dönemde İstanbul dışında bir vilayette yapılmıştır. Bundan dolayı Safvet Paşa’nın evrakının takibini yaparak ayrıntılı bir bütün halinde idarî vazifelerini ele almaya pek yönelmemiş, en son görevi olan Devâir Müfettişliği’ne ağırlık vererek raporlarını değerlendirmiştir. Çoğunlukla Türkçe kaynaklara dayanan çalışmada izlenen bu yöntem, Paşa’nın Devâir Müfettişliği’ne 31 sayfa ve bundan daha mühim olduğu aşikâr olan sadaretine 13 sayfa ayrılmasından da anlaşılmaktadır.11 Dönemin yerli ve yabancı basınını da göz ardı eden tezin, bu gibi nedenlerden dolayı literatüre katkısı sınırlı kalmıştır. Son yıllarda ayrıca Çetin Aykurt tarafından da “Bir Osmanlı Bürokratı: Mehmed Esad Safvet Paşa (1815-1883)” başlıklı bir makale yayınlanmışsa da kanaatimizce ilmi katkısı ansiklopedik olmaktan öteye geçmemiştir.12 Safvet Paşa hakkında buna benzer ansiklopedik mahiyette çeşitli biyografiler başka tarihçilerce de yazılmıştır.13 Bu çalışma, Safvet Paşa’nın evrak-ı metrukesinin izini sürerek yerli ve yabancı kaynaklar ışığında hayatı ve faaliyetlerinin bir bütün halinde yazılmasını amaç edinir. Safvet Paşa, 1883’te vefat ettikten sonra ailesinde kalan evrakı ikiye bölünmüştür. İbnülemin’in de ortaya çıkardığı gibi bunların bir kısmı ailede kalmış, diğer bir bölümü de II. Abdülhamid’in talimatıyla el konularak devlet arşivlerine intikal etmiştir. Ailede kalan evrakın boyutunu ve miktarını tespit etmek günümüzde neredeyse imkânsız bir hale gelmiştir. Zira bu evraka yeterince sahip çıkıl(a) madığı bir müddet sonra orijinallerinin başka yerlerde zuhur etmesinden anlaşılmaktadır. Örneğin Paşa’nın İbnülemin ve Pakalın tarafından da kullanılan çocuklarına yazdığı bazı mektuplar, bugün Taha Toros Arşivi’nde muhafaza edilmektedir.14 İki çocuğunun birbirleriyle yaptığı bazı mektuplaşmalar ise -muhtemelen bu arşivden koparak- Sahaf Emin Nedret İşli’nin tasarrufundadır. Görüşümüzü doğrulayan bir başka veri ise Safvet Paşa’nın ahfadından olan Kadri Cenani Bey’in torunu Sayın Alan Mellaart ile 25 Mart 2019’da yaptığımız bir görüşmedir.15 Sayın Mellaart, 1984’te dedesinin vefatı akabinde elde kalan bazı evrakı gösterme nezaketinde bulundu ve bunları yakın zamanda yayınladığı bir kitaba ilave ederek kamuoyu ile de paylaştı. Az sayıda ve birer kopyasına başka kaynaklarda da rastlanabilen malzemenin içinde madalya, berat ve aile fotoğrafları gibi nadir materyaller dikkat çekmektedir.16 Safvet Paşa’nın evrakının bir kısmının da ailenin bir başka kolundan olan Simavî ailesinde olduğu tarafımızdan tespit edilmiştir.17 Ancak aile mensuplarıyla tam olarak iletişim kurulamadığından bu malzemenin boyutuna ve akıbetine dair kesin bir bilgi edinilememiştir. Buna rağmen Sayın Mellaart’ın yardımlarıyla aileden Dr. Zeynep Simavi ile 4 Eylül 2020’de irtibat kurularak Safvet Paşa’nın çantasına ait bir resme ulaşılabilmiştir. Birgün bu mümtaz çevreden daha fazla bilgi ve belgenin ortaya çıkması ümit edilmektedir. Safvet Paşa’nın evrakının günümüze en derli toplu şekilde intikal eden ve bu kitabın omurgasını oluşturan kısmı ise II. Abdülhamid’in saraya aldırıp yok olmaktan kurtardığı evraktır.18 Mabeyn Kâtibi Mehmed Tevfik Bey’in tetkik ve tasnif ettiği bu evrak, yakın zamana kadar çeşitli araştırmaların dipnotlarında “Safvet Paşa Evrakı” adı altında veriliyordu.19 Günümüzde Osmanlı Arşivi’nde bu şekilde değil, arşiv uzmanları tarafından bölünerek Yıldız Esas Evrakı fonunda kayıtlı 41, 42, 43 ve 44 numaralı dosyalara dağıtılmıştır. Bu hususu yayınlanan arşiv rehberlerinin birinde geçen bir bilgiyi değerlendirirken Safvet Paşa’nın tanıdığım el yazısını fon içerisinde arayarak karşılaştırmalar yaptığım sırada fark ettim.20 Söz konusu dosyalardaki toplam evrak 841 gömlek civarındadır. Safvet Paşa’nın kendisinin ve ailesinin ürettiği evrakı esaslı bir kaynak eleştirisi ve derinlikli bir araştırma süzgecinden geçirilmediği takdirde geçmişten günümüze olduğu gibi günümüzden geleceğe de yakın dönem tarihçiliğini gerçek dışı iddiaların ekseninde yönlendirme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle Paşa’nın hayatı ve faaliyetleri kaleme alınırken çalışmanın asıl kaygısını evrak-ı metrukeye dayanan bilgilerin yerli ve yabancı kaynaklar ile mukayese edilerek kullanılması meydana getirmiştir.

HAYATI, AİLESİ VE KARİYERİNİN İLK DÖNEMİ

BÖLÜM 1

Ailesi ve İlköğrenimi

Safvet Paşa, Haziran 1815’te Fatih’e bağlı Haydar mahallesinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Mehmed Esad olup köken itibarıyla Trabzon’un Sürmene ilçesinde yaşayan saygın bir aileye mensuptu.1 Babası Mehmed Hulusi Ağa II. Mahmud döneminde yeniçeri ocağının lağvedilmesi üzerine vilayetlerde asayişi sağlamak amacıyla kurulan kaza voyvodalıklarında istihdam edilmişti.2 Annesinin adını ve geçmişini pek bilemiyoruz. Hulusi Ağa ikinci eşiydi. İlk evliliğinden olan Arif Zeki ismindeki oğlunun eğitim görmek için İstanbul’a gelmesiyle aile Trabzon’dan taşındı.3 Safvet Paşa, çocukluğunu ve gençliğini doğum yeri olan Haydar mahallesi ve Tophane’de geçirdi.4 Tarihi tespit edilemeyen bir Sürmene yolculuğu sırasında Hulusi Ağa vefat etti.5 Veçhiye Söğüt’ün aktardığı bilgiye göre Safvet Paşa’nın Arif Efendi’den başka kardeşi yoktu.6 Safvet Paşa’nın babasının ne zaman öldüğü bilinemediğinden dolayı devlet hizmetine girdiği 1831 yılından önce aldığı ilk eğitimine ve kendisine destek olan kişilere dair bilgilerimiz açık değildir. Osman Nuri’ye göre Safvet Paşa’nın eğitiminde Hulusi Ağa’nın rolü büyüktü. Özel hocalar tutarak konağında çeşitli dersler aldırdı. Başlangıçta oğlunun “ehl-i kalem ve şair” olmasını isteyen Hulusi Ağa, Koca Reşid Paşa’nın telkiniyle bu fikrinden vazgeçerek oğluna bir Fransızca hocası tutmuştu. Safvet Paşa, Latince ve coğrafya dersleri de veren hocasından bir müddet ders aldıktan sonra Journal de Débats gibi Fransızca gazeteleri okuyup haberlerini Türkçe ve Arapça’ya çevirecek kadar ilerleme kaydetti. Akabinde Hulusi Ağa’nın yardımlarıyla hem Fransızcasını ilerletmek hem de siyaset eğitimi almak üzere Paris’e gönderildi.7 Osman Nuri’nin bu iddialarına karşın Safvet Paşa’nın Fransızca’yı 1833’ten sonra Tercüme Odası’nda öğrendiği ve kendi beyanıyla 1858’e değin yaşamını ülkesinde geçirdiği bilinmektedir.8 Paris’te öğrenim gördüğüne dair somut bir delil olmadığı için söz konusu iddialara kuşkuyla yaklaşmak gerekir. Safvet Paşa’nın eğitimiyle ilgili ikinci ve en tutarlı görüş ise Veçhiye Söğüt ve İbnülemin tarafından zikredilmiştir. Bu isimler babasını erken yaşta yitirdiği bilgisini ailesinden edinerek onun eğitiminde baskın rolü ağabeyi Arif Zeki Efendi’ye atfeder.9 Zira Arif Efendi tahsil gördükten sonra bürokrasinin çeşitli kademelerinde işe başlamış ve 1833 yılındaki Tophane Müşirliği sırasında Rıfat Paşa’nın mektupçuluğuna kadar yükselmişti.10 Bunun dışında II. Mahmud’ın kızı Saliha Sultan’ın kethüdalığını ve Bağdat defterdarlığı ile Defter Eminliği gibi vazifeleri üstlendiği kaydedilmektedir.11 Dolayısıyla kardeşine sadece ilköğretim ile sınırlı kalmayacak ve bürokrasiye girişini de kolaylaştıracak bir destek sağlayabilmesindeki ayrıcalığı esasen buradan geliyordu. Bu desteği alan Safvet Paşa, önce ağabeyinin yardımıyla sıbyan mektebine gitti. Ailesinden intikal eden Tercüme-i Hal’de 17 yaşına kadar buraya devam ettiği ifade ediliyorsa da bu bilgiye mektebin öğrenci yaşı ortalaması dikkate alınarak ihtimal verilemez.12 Safvet Paşa daha sonra Beyazıt Camii’nde medrese derslerini takip etmiş ve burada Arapça ve Farsça’yı öğrenmiştir.13 Dolayısıyla ister babasının ister ağabeyinin himayesinde olsun özenli bir eğitim gördüğü ortadadır.

Hane halkına gelince; Mordtmann’ın da ifade ettiği gibi Safvet Paşa’nın kalabalık bir ailesi yoktu.14 Tercüme-i Hal’de üç oğlundan en büyüğü Mehmed Refet Bey’in Nilüfer; Ahmed Faiz15 ve Mahmud Fehim Beylerin de Hüsnidil Hanım’dan doğduğu yazılıdır.16 Öte yandan Veçhiye Söğüt eş adı vermeden Paşa’nın üç kez evlilik yaptığını zikrederken Fehim Bey’in isminin geçtiği bir arşiv belgesinde anne adının Fatma [Zehra] olduğu belirtilir.17 Eğer bu belgede yer alan isim, Hüsnidil veya Nilüfer hanımların kullandığı ikinci bir isim değilse o halde Safvet Paşa’nın üç hanımı olduğu şeklindeki Veçhiye Söğüt’ün beyanına itibar etmek lazım gelir. Bu bağlamda üçüncü kişi de Fatma Zehra Hanım olacaktır. Safvet Paşa’nın eşleri hakkında ayrıntılı bilgiler bulunmadığından kökenlerine dair bilgiler açık değildir. Nilüfer Hanım’ın 24 Şubat 1889’da ölerek Kasımpaşa’da bir yere defnedildiğini kaydeden Tercüme-i Hal, Hüsnidil Hanım ile cariye olduklarını ve Safvet Paşa’nın Faiz Bey’in doğumundan altı ay sonra Hüsnidil Hanım’ı nikâhladığını ifade eder.18 Pakalın tarihsiz bir tezkireye dayanarak Hüsnidil Hanım’ın Safvet Paşa’nın “kadın düşkünlüğü” nedeniyle satın aldığı bir cariyesi olduğunu söyler.19 Son dönem saray hayatı hakkında hatıralarında tutarlı bilgiler veren Afife Rezzamaza ise Hüsnidil Hanım’ın Sultan Abdülmecid’in ikballerinden Şayeste Hanım’ın kız kardeşi olduğunu belirtir.20 Hür ve asilzâde olduğu bilinen Şayeste Hanım’ın bu isimde bir kardeşinin olup olmadığı tespit edilemedi.21 Şayet aynı babanın evladı oldukları doğrulanabilirse Hüsnidil Hanım’ın hürken cariyelik statüsüne geçirildiği ve ardından Safvet Paşa tarafından satın alındıktan sonra tekrar azad edildiği söylenebilir. Biraz tuhaf bir durum olmakla birlikte şerî hukukla ilişkisi tartışmalı olan bu gibi örneklerin varlığını Ali Akyıldız’ın son yaptığı araştırmalar da teyit etmektedir.22 Safvet Paşa’nın veraset ilamında 1892’den önce öldüğü anlaşılan Hüsnidil Hanım’ın baba adının Abdullah olduğu görülürken Şayeste Hanım’ın kaynaklarda Çerkes Beyi Tataş ile Sarey Hanım’ın kızı şeklinde nakledilmesi kanaatimizce bu hususla bağlantılı ele alınmalıdır.

Bürokrasiye İntisabı ve Tercüme Odası

Safvet Efendi 21 Temmuz 1831’de ağabeyi Arif Zeki Efendi’nin referansıyla kâtip olarak Divan-ı Hümayun’a bağlı Mühimme Odası’na girmiştir.24 Gizlilik derecesi bulunan evrakın saklandığı bu oda, onun kariyeri açısından devlet hizmetine başlamanın en parlak mevkilerinden biriydi. Zira buraya alınan kişiler gelişigüzel seçilmez ve güzel yazı yazmak ve güvenilir olmak gibi bazı temel kıstaslar gözetilirdi.25 Ayrıca bir süre gözlemlenen kâtiplere geleneğe uygun olarak hayatının sonuna değin asıl isminin yerine kullanacağı bir lakap verilirdi.26 Safvet Efendi olgunlaştığını gösteren Safvet mahlasını bu şekilde elde etti. Ertesi yıl Mühimme Odası’na rağbetin artması ve iltimas nedeniyle çalışanların sayısı belirlenen kontenjanın aksi yönde arttı ve sadece mühimmenüvislerin adedi yetmişi aştı.27 1833’te gittikçe artan tercüme işleri kurumdaki bu kalabalıklaşmayı iyileştirecek ve yetenekli kişileri yeni bir mecrada değerlendirecek bir imkân sağladı. Sultan II. Mahmud’un “işe yarar adamlar yetiştirilmesi” düşüncesinin üzerine odadan becerikli üç mütercimin seçilip yenilenen Tercüme Odası’nda istihdam edilmeleri kararlaştırıldı. Arapça ve Farsça bilen Safvet Efendi, Nedim ve Âli (Paşa) Efendiler ile birlikte 30 Haziran 1833’te 200 kuruş maaşla Tercüme Odası’na geçti.28 Safvet Efendi Tercüme Odası’nda çalışan memurlara verilen en düşük maaşı alıyordu.29 Bu durum odanın tahsisat açısından yeni oturmuş yapısından ziyade onun kıdem farkından kaynaklanmıştı. Zira Tercüme Odası’nda verilen maaşlar şahsa değil, işgal edilen memuriyete yönelikti.30 Bu dönemde daha önce Mühendishane’den gelen mütercimlerin doldurduğu Tercüme Odası’ndaki personel, yerini büronun kendi elemanlarına bırakmaya başladı.31 Böylelikle Tercüme Odası’nda geleceğin devlet adamlarının yetişeceği bir dönem açılmış ve Safvet Efendi de aylığının azlığına rağmen yeni bir memur zümresinin (Batıcı ve Seküler) ortaya çıkışına önayak olan bu tarihsel sürece katılmış oldu. Bürodaki arkadaşlarıyla birlikte özel bir hocadan Fransızca da öğrendi.32 Safvet Efendi Tercüme Odası’nda tercüman Halil Esrar Efendi’nin maiyetinde ona yardımcı olup rutin işler yapan bir mütercim olarak çalışmıştı.33 Eski önemini kaybeden hacegânlık rütbesini 1836’da aldıktan bir müddet sonra rütbe-i salise ve 2.000 kuruş maaşla tercümanlıktan sonra gelen mütercim-i evvellik vazifesine yükseldi.34 Bu görevdeki bilinen faaliyetleri 6 Nisan 1836’da II. Mahmud’un kızı Mihrimah Sultan ile evlenen Said Paşa’nın düğününe katılması ve ticaret sözleşmesi yapmak için başkente gelen Belçika ortaelçisi O’Sullivan de Grass’ı karşılamasıdır.

Safvet Efendi Ağustos 1838’de o esnada tercümanlıkta bulunan Âli Efendi’nin Londra’daki Osmanlı elçiliği müsteşarlığına atanması üzerine tercüman vekâletini de üstlendi.36 Bu arada ikinci rütbeye terfi ederek teşrifat içerisinde önemli bir konum kazandı.37 Düzenli bir şekilde mektuplaştığı Âli Efendi’nin günümüze ulaşan bazı mektuplarından Safvet Efendi’nin ona İstanbul ve bilhassa Tercüme Odası’nda yaşanan gelişmelere dair malumat verdiği ve mektuplarını ilgililere ulaştırdığı anlaşılmaktadır.

Takvimhane-i Âmire Nazırlığı

Safvet Efendi 16 Ekim 1839’da 7.500 kuruş aylıkla Recai Efendi’nin yerine Takvimhane-i Âmire Nazırlığı’na atandı.39 Takvim-i Vekayi’deki açıklamaya göre bu değişikliğin nedeni kurum idarecilerinin Fransızca bilgisi yetersiz olduğundan Le Moniteur Ottoman gazetesinin çıkarılmasında yaşanan gecikmeydi.40 Orhan Koloğlu ise değişikliğin ilmiye sınıfının etkinliğinden kaynaklanan ilerici-gerici şeklinde kurumiçi bir hizipleşmeden kaynaklandığını zikretmektedir. Daha açık bir ifadeyle, ilerici kesim Safvet Efendi’yi başlarında görmek istediğinden nazırlığa atanmıştı.41 Tercüme Odası’nda Fransızca öğrenen ve yeni bir (Batıcı/Seküler) memur zümresinden bulunan birinin böyle bir iş için tercih edilmesi esasen bu yorumun ortaya çıkış noktası olmuştur. Fakat bahsedilen iç ayrışma olmasa dahi Safvet Efendi’nin göreve atanması nazırlığın tarihi açısından Oda ile Mühendishane arasındaki eski işbirliğine benzeyen yeni bir süreci geliştirmesi hasebiyle önemlidir. Zira Takvim-i Vekayi’nin Fransızca’ya tercüme işi aynı esnada Tercüme Odası’nda devam ettirilen bir faaliyetti.42 Ahmed Lütfi Efendi, Safvet Efendi’nin tayinine “Vech-i takvimlere baka revnak u safvet geldi 1255” diyerek tarih düşmüş ve bu dönemde tebarüz eden iki gelişmeye dikkat çekmişti: gazetenin düzenli çıkması ve basılan….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur