Oscar VVilde, Oğuz Atay, Muse, Ufuk Uras, David Bowie, Huysuz Virjin, Can Yücel, Hemingvvay, ölenler, öldürülenler, sevişenler, sevişmeyi reddedenler, tutuculuktan rant elde edenler, kendine dönüp ruhunun matematik sorularına gömülenler, elementlerin lisanı, seri katillerin romantik yanları, şairin erdemi, şiirin pisliği ve elbette sinema.. Medusa’nın yılan kokulu saçlarında yeni bir makasa yol açıyorlar. Kötü, susmayacak.
küçük İskender, travmanın bir hayal kurma biçimi olduğunu kanıtlamak için kalemle bileklerini kesiyor. Akan zehirde okura da yer var.
kuvarsi milli marşı
“Gazeteyi okudun mu, diye sordum, senin köşe yazarı yine döktürmüş bak, ‘Benzerlik taşımayan, ancak, yakınlaşmayı ve ortak paydayı birlikte şekillendiren, dengesizliği şekilsizlikten ayıran algılar ve anılar, hafızanın ya dürüst ya da gaddar olmasını sağlıyor. Evrimin sakatlığından sorumlu olmak istemiyor, bir bu vazifeden kaçıyorum’ diye yazmış.”
Gülümseyerek arkasına yaslanmaya kalkınca bar taburesinden düşüyordu; toparlandı ve kadehine uzandı.
“Bu kadar da değil, dedim elimdeki gazeteye daha da yaklaşarak, ‘Sıradanız. Asıl sır bizde. Bilginin dehşetine kapılıp yanılgının adını koyamam. Ben cehaletin esrarında varlığın kuvvetine ermeye çalışıyorum. Kaba olmayı ilke edinmiş ve bundan anlam çıkartmış bir ırka dahilim. Saldırganlığını, vahşetini, karanlık düşkünlüğünü kibarlıkla, sözde zarafetle örten bir toplam içinde öldürülmeyi bekliyorum’ diye de giydirmiş.”
İçkisinden bir yudum aldı, gırtlağına kaçan buz parçacıklarını büyük bir gürültüyle aksırarak kadehin içine bıraktı:
“Savaş, tek yönlü değildir; hele bu yüzyılda savaş, nefret ve gasp demektir. Biriktirilmiş bir şeydir. Savaştan önce, bu gizli hafızaya karşı biri o.”
Öğle saatleriydi; bu yüzden boştu bar henüz. Doğulu bir genç ağzıyla arp sesi çıkartarak Andreas Vollenweider’dan bir şarkı mırıldanıyor ve mekânı paspaslıyordu. Az sonra bardaki özel ışıklandırılmış cam kutularda yaşayan iguanaları tuvalet ihtiyaçlarını gidermeleri için parka götürecekti.
“Nesini seviyorsun bu gazetecinin, diye sordum, sonuçta felsefe de yapsa bir at yarışı ekinde yazıyor.”
“Biz de bu ülkede yaşıyoruz, arasında ne fark var bunun? Aynı saçmalığı görev bilinciyle paylaşıyoruz. Biraz Boris Vian’a takıl sen yine; bazı şeyleri unutmaya başlamışsın.” “Haklısın, dedim saatime bakarken, ooo, epey olmuş; çocuklar gelmiş, bekliyorlardır. Derse geç kalmayayım. Ben kalkıyorum.”
“Benim bir iki saat of um var, sana kolay gelsin” dedi dostum. Başımla selamlayarak onayladım ve sınıfa girmek üzere tuvalete doğru hızlı adımlarla yürüdüm.
huzursuzluğun kılçığı
Açık kalp ameliyatında kalp durdurulur: Bu, önünde soluduğun su buharının betonlaşmasıdır eğer fazlaysan ağlarken bile. Avuçlarında, baca klan kırıldığı için vurulmak zorunda kalınan bir bale sanatçısı vardır; taşırsın. Sen onu taşırsın rengârenk bir falezin kenarına; asla sigortalanmadığı için yandıktan sonra yeniden yapılamayan opera binaları bekler sizi orada.
“Endorfin!” diye bağırırsın. “Endorfin oldu sahiplendiğim şu minyatür cesedin adı bundan böyle.”
Caz Dans’in evlat edindiği gençlerin artık uyuşma zamanıdır; sanki ilkbahardır ve havada polenler gibi kokain zerreleri uçuşmaktadır. Rüyadır işte. Kalple birlikte durmak, imkansızlaşır.
“Viskozite!” diye yanıtlar uçsuz bucaksız gök, henüz soruyu ararken sen karanlığın kenarlarında. “Viskozite, tüm bu durur gibi yavaşlamanın nedeni! Ruhun ağır kıvamı duyguyu çağırıyor siyahi yana,”
Eğilir, elindeki Ölüyü tasavvur ettiğin gölün altına bırakırsın. Oradan sana gülümseyerek bakan balık, büyük ihtimal Beethoven’dir.
yağmurla pişirilen çorba
Seni sevmek diksiyonumu bozuyor, diyordu gardaki adam. Sevgilisi başını öne eğmiş, hatta başını kopartıp atmış, koltuğunun altına sıkıştırmıştı. Trenlerin biri iniyor, biri kal
Bagajın nerede, dedi sessizce sevgili. Bagaj, insanı ürküten bir sözcüktür: Bagajın katlarsındır bir yolculuk öncesi. Veda ile Terk, kısadırlar. Kısalıkları, anlarından evvel, hüsranlarından mükemmel, tahammül sınırında güzeldirler.
Bagajım yok, dedi gardaki adam. Seni son bir kez öpebilir miyim?
Lütfen, dedi, sevgili. Lütfen öp.
Bunun üzerine adam telefonunu kapattı, gardan çıktı, ilk taksiye binip şoföre sevgilisinin oturduğu muhiti tarif etti…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıMedusa'nın Makası
- Sayfa Sayısı190
- YazarKüçük İskender
- ISBN9755703572
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Gecelik Aşklar Nereye Gider ~ Mehmet Altan
Bir Gecelik Aşklar Nereye Gider
Mehmet Altan
“Geçen akşam bir ateşböceği gördüm. O, ışıklarını çakarak ‘eşini’ ararken onun kıvılcımlı ışığı benim geçmişimi aydınlattı. Ve çok şeyi farkına bile varmadan yitirdiğimizi düşündüm....
- Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm ~ Aytuğ Akdoğan
Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm
Aytuğ Akdoğan
Geniş, mutlu bir ailede yetişmedim. Mahalleden arkadaşlarım da yok. Öyle çok zengin de sayılmam; ben bir avareyim, çalışmayı düşünmüyorum. Sabıka kaydım olmadan on yedi yaşıma kadar gelebildim. En büyük zevkim iki mezar arasına uzanıp tütün sarmak.
- Asri Rüyalar, Fetiş Rejimler ~ Vâ-Nû
Asri Rüyalar, Fetiş Rejimler
Vâ-Nû
Vâlâ Nureddin ‘Vâ-Nû’, günümüzde sadece Nâzım Hikmet’in yakın dostu ve biyograficisi olarak hatırlanıyor. Oysa çok uzun yıllar “Türkiye’nin bir numaralı fıkracısı” kabul edilmiş, hem...