Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Medinede Sosyal Hayat
Medinede Sosyal Hayat

Medinede Sosyal Hayat

Feyza Betül Köse

Mekke ve Medine başta olmak üzere Müslümanların etkin oldukları ve siyasî tarihin sadece mekânı değil öznesi olan şehirlerin tarihlerinin yazımı oldukça erken dönemlere dayanmaktadır. İslâm dünyasında ilk örneklerini hicrî ikinci yüzyılda görmeye başladığımız şehir tarihleri, İslâm tarihi yazıcılığında siyasî tarihle boy ölçüşecek yoğunlukta olmasa da önemli bir yer tutmaktadır.

İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ 7

ARAŞTIRMANIN YÖNTEM VE KAYNAKLARI 11
GİRİŞ: MEDİNE’NİN BULUNDUĞU COĞRAFYA ve ARAPLAR 23
A. Arap Yarımadası 23
B. Hicâz 27
C. Yesrib 29
1. İslâm Öncesi 29
2. İslâm Sonrası 52
I. BÖLÜM 75
FİZİKÎ YAPI
A. İdarî Yapılar 75
B. Adlî Yapılar 79
C. Dinî Yapılar 83
D. İktisadî ve Sosyal Yapılar 89
1. Pazarlar 90
2. Tarım Arazileri ve Meralar 93
3. Mahalleler 99
4. Konutlar 102
II. BÖLÜM 109
DEMOGRAFİK YAPI
A. Mevcut Yapı 109
B. Demografik Yapıyı Etkileyen Unsurlar 112
1. Göçler 112
2. Fetihler 117
3. Çatışmalar 121
4. Sürgünler 122
III. BÖLÜM 127
SOSYAL YAPI
A. Toplumsal Yapı 127
1. Kabile 127
2. Aile 132
3. Birey 146
B. Sosyal Tabakalar 154
C. Sosyal Yaşam 164
1. Günlük Yaşam 164
1.1. Giyim Kuşam ve Süslenme 165
1.2. Yemek 173
1.3. Eğlence ve Sportif Faaliyetler 178
1.4. Cenaze ve Defin 187
1.5. Sağlık 199
2. İlmî Faaliyetler ve Eğitim Kurumları 202
3. Kültürel ve Sanatsal Faaliyetler 211
3.1. Edebiyat 211
3.1.1. Şiir 212
3.1.2. Hitâbet 216
D. Dinî Yaşam 220
IV. BÖLÜM 229
İDARÎ YAPI
A. Halife 229
B. Kâtipler 236
C. İstişâre Heyeti 239
D. Adliye 243
E. Şurta 248
V. BÖLÜM 253
İKTİSADÎ YAPI
A. Ekonomi Yönetimi 253
1. Gelirler 253
2. Giderler 262
2.1. Askerî Harcamalar 262
2.2. İmâr Harcamaları 265
2.3. İdarî Harcamalar 267
2.4. Sosyal Harcamalar 274
B. Kurumlar 278
1. Beytülmâl 278
2. İhtisâb 281
C. Sivil Ekonomi 285
1. Tarım 285
2. Hayvancılık 288
3. Ticaret 290
4. Zanaat 295
SONUÇ 301
KAYNAKÇA 313
EKLER 34

ÖNSÖZ
Mekke ve Medine başta olmak üzere Müslümanların etkin oldukları ve siyasî tarihin sadece mekânı değil öznesi olan şehirlerin tarihlerinin yazımı oldukça erken dönemlere dayanmaktadır. İslâm dünyasında ilk örneklerini hicrî ikinci yüzyılda görmeye başladığımız şehir tarihleri, İslâm tarihi yazıcılığında siyasî tarihle boy ölçüşecek yoğunlukta olmasa da önemli bir yer tutmaktadır. Ülkemizde ise son dönemlerde siyasî tarihle sınırlı kalmayan ve sosyal tarihe yönelen ilgi, şehir tarihlerine verilen önemi artırmış ve buna paralel olarak İslâm tarihi alanında çalışmalar yapan birçok akademisyen bu alanda kıymetli eserler vermişlerdir.
İslâm dini, Hz. Peygamber’in vefatının üzerinden henüz birkaç yıl geçtikten sonra fetihlerle muazzam bir yayılma gösterdiğinde Müslümanlar bir taraftan kadîm medeniyetlerin merkezlerine giderken diğer taraftan da Kûfe, Basra, Fustat, Bağdat gibi sonraki döneme damgasını vuran yeni şehirler inşa etmişlerdi. Adı o günden itibaren İslâm ile yan yana anılacak bu şehirler kuşkusuz İslâm tarih ve medeniyetinde önemli olay ve süreçlere ev sahipliği yapsalar da Müslüman toplumun belleğinde Hicâz bölgesi şehirleri her zaman ayrı bir yere sahip olagelmiştir.
İslâm tarihinde Medine’yi ayrıcalıklı kılan husus, Hz. Peygamber’in, risâlet döneminin daha çok yeni bir toplum dizaynına ayrılan yaklaşık on yıllık süreci burada geçirmiş olmasıdır. Şekilden muhtevaya kadar Medine toplumunun çerçevesini çizen ana unsurlardan birinin vahiy olması, söz konusu topluma nebevî modeli yaşama aktarma olarak tanımlayabileceğimiz tarihî misyonu da yüklemiştir. Dolayısıyla Medine şehir ve toplumu üzerine yapılan bir araştırma, sadece dönem okuması veya bir şehir tanıtım çalışması değil aynı zamanda, çerçeve şartlarında neyin model olup neyin olamayacağını belirlemek kaydıyla, doğru nebevî modelliğe ulaşmak için de önemli bir çalışma olacaktır.
Öte yandan bir toplumun sosyal hayatının, siyasî hayatı kadar hızlı bir değişim göstermediği malumdur. Buna dayanarak ele aldığımız dönemin sosyal yapıyla ilintili yönlerinin vahyin indiği dönemin devamı niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte sosyolojik bir realite olan bu durumdan sosyal hayatın hep yatay bir çizgide ve durağan seyrettiği sonucu da çıkartılmamalıdır. Toplumların yaşantılarında belli kırılma noktalarının olduğu ve bu kırılmaların da toplum üzerinde köklü değişikliklere neden olduğu unutulmamalıdır. Kuşkusuz Medine toplumundaki değişimleri, kırılmaları, yatay ve dikey toplumsal, iktisadî ve hatta dinî hareketliliği tespit, sadece dünü anlama açısından değil, bugün ihtiyaç duyulan model toplumun yeniden inşası için de oldukça önemlidir. İşte bu çalışmamızın, nebevî modelin topluma yansıması, ve ilgili modelliğin yaşadığı tarihî süreci ortaya koyması açısından önemli olduğu kanaatindeyiz.
Hz. Peygamber’in nebevî davetine sadece şahit olmayıp aynı zamanda destek veren bir toplumun nasıl kısa bir zaman içerisinde birbirlerinin boğazına sarıldıklarını anlayabilme meselesi, İslâm tarihçiliğinin kadim bir problemidir. Bu meselenin hallinde göz ardı edilmemesi gereken en önemli husus, toplumun içtimaî ve iktisadî yönden yaşadığı dönüşümlerin teşhisidir. Bu nedenle çalışmamızın, sadece sosyal tarih değil, toplumun yön verdiği siyasî hâdiseleri anlamlandırma ve konumlandırma açısından da yardımcı olacağını düşünmekteyiz.
Araştırmamızda Medine toplumunu, yaşadığı değişim ve dönüşümleri ortaya koyarken bunu şehir ve fiziki yapısı, kurumları ile bir bütün olarak ele almaya çalıştık. Bu bakımdan çalışmamız ne sadece bir sosyal tarih, ne de bir şehir tarihi çalışmasıdır. Bilakis her iki türü de bünyesinde barındıran ve Medine şehri özelinde sahabe toplumunu irdelemeyi hedefleyen bir araştırmadır.
Çalışmamın yayımlanması vesilesiyle bir kez daha tez danışmanım Prof. Dr. Mustafa Ağırman’a, doktora öğrenimimin başından itibaren maddi manevi desteğini aralıksız sürdüren Prof. Dr. M. Hanefi Palabıyık’a, çalışmam boyunca katkılarıyla destek olan Doç. Dr. Şaban Öz’e, bu süreçte sıklıkla desteğini aldığım Prof. Dr. Adnan Demircan’a, tez izleme komitesinin kıymetli üyesi Prof. Dr. M. Zeki İşcan’a, bu konuyu seçmemde katkısı bulunan Prof. Dr. Nahide Bozkurt’a, akademik yaşantımın her safhasında yanımda olan eşim Mustafa Köse’ye ve çalışmamın yayımlanmasını üstlenen Mana Yayınları’na minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
Feyza Betül Köse
Mersin-2016

ARAŞTIRMANIN YÖNTEM VE KAYNAKLARI
Araştırmamız bir giriş ve beş ayrı bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde Arap Yarımadası, Hicâz ve Yesrib ile burada yaşayan Araplar ve Yahudiler hakkında genel bilgiler verirken Yesrib başlığını İslâm öncesi ve sonrası olmak üzere iki kısımda inceledik. Bu bölümü ayrıntılı ve geniş alma gerekçemiz Hulefâ-i Râşidîn dönemi Medine’sinin dinî, siyasî, iktisadî ve içtimaî arka planını ortaya koyabilmektir. Takdir edileceği üzere toplumları sahip oldukları köklerinden –coğrafya, soy, tarih, kültür, din vb. – bağımsız olarak incelemek mümkün değildir. İşte bu nedenle çalışmamızın giriş bölümünü bu fikirsel zemin üzerine inşâ etmeye çalıştık. Çalışmamızın birinci bölümünde Medine’nin fizikî; ikinci bölümünde demografik, üçüncü bölümünde sosyal; dördüncü bölümünde idarî; beşinci ve son bölümünde ise iktisadî yapısını ele almaya çalıştık. Çalışmanın esasını sosyal tarih oluşturduğu için ele aldığımız bu bölümlerde bakış açımızın ve değerlendirmelerimizin özünü fizikî veya siyasî yapı değil, bu fizikî yapıda yaşayan ve siyasî hayata yön veren insanların hayatlarının incelenmesi oluşturdu. Bu perspektifi esas alarak bu dönemin toplumunu mümkün olduğunca doğru bir şekilde bugünün insanına ulaştırmayı hedefledik.
Asırlardır Müslümanların âdeta tek yaşam modeli olarak kabul ettiği ve model zaman olarak gösterilen “Asr-ı Saadet” vurgusunun temel yapı taşlarını belirleme açısından önemli olduğunu düşündüğümüz çalışmamızda gözden uzak tutmamaya çalıştığımız en önemli husus; tarih yazımındaki en büyük hata konumunda olan genellemecilikten kaçınmak olmuştur. Başka bir ifadeyle münferit ve hatta şaz bir rivâyeti kullanarak bunu, “Medine toplumu”na ait temel umde veya algı olarak sunmaktan titizlikle kaçındık. Takdir edileceği üzere böyle bir yaklaşımla doğru bir tarihî çerçeveye ulaşmak da zaten mümkün değildir. Bu nedenle çalışmamız esnasında hiç gündeme getirmediğimiz bazı rivâyetlerin dışarıda bırakılması savunmacı bir yaklaşımdan veya koruma güdüsünden değil, tarih yazımı açısındandır. Bu tür rivâyetlere dayanılarak yapılan popüler çalışmaların da anlık bir takım bireysel kazanımlar getirmekle beraber uzun vadede ciddi olumsuzluklar doğurduğu kanaatini taşıdığımızı da ifade etmeliyiz.
Ülkemizde genel tarih çalışmaları içerisinde sosyal tarihe ait olanların son derece sınırlı olduğu malumdur. Söz konusu İslâm Tarihi olunca bu sınırlılığın düzeyi daha da artmaktadır. Son dönemlerde şehir tarihlerine olan ilginin artmasının bu alandaki çalışmaları artıracağı muhakkaktır. Ancak şu an itibariyle elimizde sadece bir iki şehir tarihinin içeriğine sığdırılmış veya didaktik tarih yazıcılığına örnek olabilecek çalışmalar haricinde yeterli örneğe sahip olmadığımız da bir gerçektir. Binaenaleyh hem örneksizliğin hem de metoda dair usûlün oluşmaması bazı sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Her ne kadar bu problemlerin aşılmasına, başka bir ifadeyle metne yansıtılmamasına çalışılmış olsa dahi, takdir edileceği üzere usûle dair sorunların tek bir çalışma özelinde giderilmesi mümkün değildir. Mamafih eksiklikleriyle beraber çalışmamızın ülkemizdeki sosyal açıdan İslâm tarih araştırmalarında usûl ve içerik yönünden yeni çalışmalara örneklik teşkil edeceğini umuyoruz.
Çalışmamızda takip ettiğimiz temel fikrî yaklaşım; İslâm’ın ilk muhatap toplumunun Peygamber sonrası dönemde yaşadıkları değişimler, kırılmalar, dikey ve yatay hareketler gibi sosyal olgular ve bunların arka planındaki dinî, siyasî, içtimaî ve iktisadî saikleri mümkün mertebe ortaya koymaktır. Bu yüzden ele aldığımız topluma ne kutsal bir sınıf nazarıyla ne de nebevî mirasa ihanet etmiş Arap toplumu nazarıyla baktık. Allah’ın ve Peygamberinin övgüsüne mazhar olmuş insanları doğru tanımanın da böyle bir yaklaşımla söz konusu olamayacağı düşüncesindeyiz. Onlar hem Allah Resulünün arkadaşları, İslâm’ı yayanlar, canlarıyla, mallarıyla bu uğurda uğraşan seçkin bir nesil hem de aynı zamanda siyasî gerekçelerden ve hatta beklentilerden dolayı birbirleriyle çatışmış, birbirlerine kılıç çekmiş insanlardır. Bu durum onların örnekliğine hiçbir surette halel getirmeyeceği gibi, bizim bu yaklaşımımız da onları sorgulanmaz bir noktaya taşımamaktadır. Bir başka ifadeyle bu çalışmada amacımız, geçmişi sorgulamak, eleştirmek ve hatta haklı haksız olarak kategorize etmek değil, bugünün insanına doğru anlatmayı başarmaktır.
Bir sosyal tarih etütü olan çalışmamızda Medine şehrinin fizikî yapısı sadece toplumun yaşadığı zemini ifade etmek bağlamında yer bulmuştur. Medine’nin sokakları, çarşı pazarları, mescitleri gibi maddî yapılar üzerinde dururken de mekân-insan ilişkisi ortaya konmaya çalışılmıştır. Medine’nin fizikî yapılarıyla ilgili olan ve konu hakkında yapılan çalışmalarda ve ansiklopedi maddelerinde bulunan bilgileri, çalışmanın temeli itibariyle bir karşılığı olmadığından dolayı tekrar kaydetmeye gerek görmedik. Aynı şekilde siyasî olayların gerçekleşmeleri, nasıllıkları sorusuna da cevap aramadık. Hem ilgili çalışmaların bu konuları yeterince incelemeleri hem de çalışmamızın siyasî tarihle sınırlı olmaması nedeniyle ve konunun dağılmasının önüne geçmek adına bu konulara ve onlarla ilgili değerlendirmelere girmedik. Bununla birlikte siyasî olayların yansımaları ve gerekçeleri üzerinde mümkün mertebe durmaya çalıştık. Özellikle fetihler ve fetihlerin getirdiği ekonomik zenginliğin bu çerçevede toplum üzerindeki ciddi etkisi olduğu gerçeğini göz ardı etmemeye gayret gösterdik.
Çalışmamızda kullandığımız rivâyetleri sıhhat açısından hem içerik hem de kaynaklık itibariyle ayrı ayrı değerlendirmeye dikkat ettik. Sahabîlerin bireysel kişilikleriyle uyumsuz veya genel İslâm düşünce ve uygulamalarına ters olan anlatıları kullanmadığımız gibi, rivâyetin yer aldığı metin çevresini de irdelemeye gayret ettik. Bununla beraber bazı durumlarda da sıhhat açısından sorunlu olsa dahi topluma dair bir veriyi içerisinde barındırması açısından faydalı olduğunu düşündüğümüz rivâyetleri kullanmaktan çekinmedik. Burada şu hatırlatmayı yapmakta fayda görüyoruz ki, bu rivâyetleri kullanma gayemiz metnin üretilme amacı değil, kullanılması itibariyledir.
Hiç kuşkusuz, sosyal tarih çalışmalarında yaşanılan en büyük sıkıntı kronolojik olarak bir başlangıç ve sonucun tayin edilemiyor olmasıdır. Bir toplumu geçmişinden/tarihinden ayırarak belli bir tarih aralığı belirlemek suretiyle incelemek tek kelimeyle imkânsızdır. Zira toplumsal yaşam belirli aralıklar dâhilinde sürdürülen bir alan değildir. Hz. Peygamber dönemini İslâm öncesi Araplarından ayırmak nasıl mümkün değilse Hulefâ-i Râşidîn dönemini de Hz. Peygamber ve hatta İslâm öncesi dönemden bağımsız düşünmek aynı şekilde mümkün değildir. İşte bu nedenle çalışmamız her ne kadar Hulefâ-i Râşidîn dönemiyle sınırlı olsa dahi bunun, incelememizin kronolojik bitiş dönemini ifade ettiğini söylemeliyiz. Bununla beraber ele aldığımız pratiğe dönük uygulamaların geri planına ulaşma adına kimi zaman İslâm öncesi dönemdeki örnekliklere başvurduk. Bu yüzden bazen Hz. Peygamber dönemi toplumuna dair verilerle zorunlu olarak tedâhüllerin yaşandığını söylemeliyiz ki bundan kaçınmanın mümkün olmadığı açıktır. Önemle altını çizmeliyiz ki, bu yaklaşımdan kastımız rivâyetleri tarihî çerçevesinden koparmak asla değildir. Bilakis kullandığımız örnek hâdise ve anlatıların dönemlerini tespit konusunda yoğun bir mesai harcadığımızı, hangi dönemde –en azından halife itibariyle– gerçekleştiğini tespit etmeye çalıştığımızı ifade etmek isteriz. Nitekim bu durumu çalışmamız boyunca müşahede etmek mümkündür.
Kronolojik sınırlamada bu tür sıkıntılar yaşanmakla beraber coğrafî açıdan daha katı bir tutum takip ettiğimizi söyleyebiliriz. Bu bağlamda Mekke ve Tâif veya yeni kurulan Basra, Kûfe gibi şehirlerdeki yaşam pratiklerinden bahsetmediğimiz gibi, yukarıda değindiğimiz genelleme yanılgısına kapılarak “Medine’de de aynısı” sonucuna ulaşmadık. Kısacası kronolojideki müsamahalı yaklaşımı coğrafî çerçevede uygulamaktan özenle kaçındık.
Klasik dönem İslâm tarih yazıcılığının çerçevesi sosyal tarihler olmadığı için bu tür eserlerde doğrudan konularla ilgili bilgilere ulaşmak, bunları ayrı başlıklar halinde bulmak mümkün değildir. Dolayısıyla kaynak taramalarında satır arası okumalara yoğunlaştığımızı ifade etmeliyiz. Bu tür okumalarda da en sık yapılan hata olan büyük fotoğrafın gözden kaçırılmasına düşmemek için yine mümkün olduğunca değerlendirme ve çıkarımlarımızı mevcut rivâyet ölçeğiyle sınırlı tutmaya çalıştık.
Çalışmamızda kullandığımız kaynakları genel itibariyle bütün İslâm tarihi çalışmalarında olduğu gibi üç ana kategoriye ayırmak mümkündür: 1. Klasik İslâm tarihi kaynakları, 2. Konuyla ilgili klasik Medine tarihi kaynakları, 3. Konuyla alakalı çağdaş çalışmalar. Bunlar hakkında kısaca bilgi vermemizin tezimizin dayandığı tarihî ve fikrî altyapıyı belirleme açısından önemli olacağı kanısındayız.
İbn İshâk’ın es-Sîre’si, Vâkıdî’nin, Kitâbu’l-Meğâzî’si, İbn İshâk’ın nakilcisi İbn Hişâm’ın es-Sîretu’n-Nebeviyye’si, İbn Sa’d’ın Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebîr’i ile Belâzurî’nin, Ensâbu’l-Eşrâf’ı gibi klasik İslâm tarihi eserleri, özellikle Hz. Peygamber dönemi toplumu ile şahısların biyografilerinde yer alan satır arası bilgilere ulaşma konusunda olmazsa olmaz kaynaklarımızı oluşturmaktadır. Bu eserlerde yer alan metinlerin işlenmemiş tarih malzemesi olduğu gerçeğinden hareketle bu rivâyetleri kullanırken dikkatli hareket ettiğimizi belirtmeliyiz. Bunlar arasında İbn Sa’d’ın Tabakât’ı ile Belâzurî’nin Ensâb’ının ayrı bir yere sahip olduklarını belirtmeliyiz. Zira bu kitapların biyografi kısmında yer alan bilgiler sosyal tarih açısından oldukça önemli bilgilerdir. O toplumun önde gelen isimlerinin ele alındığı bu tür bölümlerde yer alan biyografilerde sosyal yaşama dair son derece aydınlatıcı bilgilere yer verdiklerini söylemek mümkündür. Asıl kaynağı olan hocası Vâkıdî’den aldıklarına başka kaynaklardan ulaştığı rivâyetleri de ekleyen İbn Sa’d hacimli bir eser vücuda getirmiş olup eseri bu yönüyle de araştırmamızın bel kemiğini oluşturmaktadır.
Her ne kadar İslâm tarih çalışmalarında fazla kullanılmasalar dahi hadis külliyatından da çalışmamız boyunca önemli ölçüde faydalandığımızı ifade etmeliyiz. Özellikle de bu eserlerin nikâh, talâk, cenâiz, ticaret, salât, buyû’, menâkıb gibi bâb başlıklarında yer alan uygulamalara dair rivâyetlerden oldukça sık faydalandığımızı belirtmeliyiz. Diğer hadis kitaplarına ek olarak kullandığımız ve bu alandan en çok istifade ettiğimiz kaynaklar Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe’ninMusannefleri oldu. Zira bu iki kaynak, çalışmamız açısından son derece kıymetli bilgilere erişmemize imkân sağladı. Aynı şekilde sosyal yaşamı domine eden hukukî uygulamaları tespit için Ebû Yusuf’un Kitâbu’l-Harâc’ı, Maverdî’nin el-Ahkâmu’s-Sultâniyye’si gibi kurumlar tarihi ve fıkıh kitaplarına da başvurduk.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur