Her medeniyetin tarihsel bir serüveni ve yapı tarzından ve inşasında
kullanılan unsurlardan meydana gelen görünür bir bedeni vardır. Bir medeniyetin
bu yönlerini incelemek kolaydır. Aslolan bir medeniyetin ruhunu, eğilimlerini,
düşüncelerini, inançlarını, içsel çelişkilerini ve gizli ukdelerini incelemek;
çeşitli içyapıları ve gizli köşeleri hakkında araştırma yapmak ve özellikle
değerlerini ortaya koymaktır. Her medeniyet bir insan gibidir. Onun yaşam
olaylarının biyografi ve fizyolojisini, ailevi ve sosyal çevresini, ekonomik
durumunu ve hayat tarzını incelemek zor değildir. Fakat acaba bu konuları
incelemek suretiyle onu dosdoğru tanıdığımızdan emin olabilir miyiz? Asla! Onun
inançları, bilgileri, malumatı, ruhî, ahlakî ve duygusal özellikleri; bireysel
gerçekliğini ve müstakil ve mümtaz şahsiyetini meydana getiren hayalleri,
duyarlılıkları, arzuları, zevk ve duygularını incelemek ayrı bir iştir. Onun
hayatı, geçmişi, çevresi, mirası ve kültürü hakkındaki bilgileri etraflıca
hazırladıktan sonra ruhsal tahliline, karakterlerinin, özelliklerinin bilimsel
izahına, ukdelerini açmaya, ruh ve düşüncesinin gizli köşelerini bulmaya
yönelmek gerekir.
Ruhu Tarafından Seçimi
Başa Dert Açan Zafiyeti ve Kendini Bilmezlik
Medeniyetin Ortaya Çıkışı
Yapay Olarak Aktarılması
ALİ ŞERİATİ
23 Kasım 1933’te Horasan eyaletine bağlı Sebzivar’ın Mezinan köyünde dünyaya geldi. 1950’de Meşhed’deki Öğretmen Koleji’ne girdi. 1952’de Meşhed yakınlarındaki Ahmedâbâd köyünde öğ-retmenliğe başladı. 1955 yılında Mekteb-i Vâsıta’yı yazdı. Ebuzer-i Gıfarî’yi tercüme etti. 1956’da Meşhed Üniversitesi’ne girdi. Ulusal Direniş Hareketi’ne üye olduğundan, babası ve di-ğer üyelerle birlikte tutuklandı, altı ay tutuklu kaldı. 1959’da Alexis Carrel’den Dua’yı tercüme etti. Üniversiteden başarıyla mezun oldu. 1960’ta Fransa’ya gönderildi, orada sosyoloji ve dinler tarihi üzerine çalıştı. Cezayir Kurtuluş Hareketi’ne aktif olarak katıldı. Bu faaliyetlerinden dolayı Paris’te tutuklandı; bu arada birçok makale, konuşma ve çevirisi değişik dergilerde yayımlandı. Sosyoloji ve dinler tarihi alanında doktorasını tamamlayarak 1962’de İran’a dönerken sınırda tu-tuklandı; aylarca hapiste kaldı. Hapisten çıktıktan sonra öğretmenlik yapmaya başladı ve Meşhed Üniversitesi ve diğer merkezlerde konferanslar verdi. Hüseyniye-i İrşad 1973 Eylül’ünde kapatıldı. Savak, Şeriati’yi aramaya başladı. Kendisini bulamayınca babasını tutukladı. Babası bir yıl kadar hapsedildi. Şeriati teslim oldu ve on sekiz ay hücrede kaldı. 1975-77 arası Savak’ın taki-binden sürekli kaçıp başkalarının evlerinde kalarak çalışmalarına devam etti. Sabahlara kadar süren konuşmalar yaptı. 16 Mayıs 1977’de Avrupa’ya hicret etti. Otuz gün sonra İngiliz İstihbaratı’nın yardımıyla Savak tarafından şehit edildi.
YAYINCININ NOTU
Yayınevimiz, Şeriati düşüncesini külliyat olarak okurlarına sunmakla önemli bir hizmet vermektedir. Merhum Şeriati, dünyanın bugün yaşayan iki önemli medeniyeti olan, İslam ve Batı medeniyetini yakından tanıma fırsatı bulmuş ender şahsiyetlerden biridir. Dahası, bir sosyolog gözüyle incelediği konuları, dahiyane bir düşünce işçiliği ile işlemiş ve Fars edebiyatının kendisine kazandırdığı akıcı üslupla ortaya koymuştur. Bilimsel liyakati, özgün bakış açısı, dindarlığı ve inandığı doğrular uğruna can verecek kadar yürekli kişiliği ile sadece İran gençliğini arkasından sürüklemekle kalmamış, dünya Müslümanlarının öze dönüş çabasına katkıda bulunarak bir döneme damgasını vurmuştur. Onun bu özgün ve özgürlükçü tutumu, sadece İslam düşmanlarının tepkisini çekmekle ve onlar tarafından şehit edilmekle kalmamış, dost ve kardeş bildiği Müslümanlardan da çok büyük tepkiler almıştır. Çünkü onun düşünceleri, Batılı saldırı karşısında çok derin ve güçlü bir mukavemet oluştururken İslam geleneğini kirleten ve çöküntüye sebep olan bidat ve hurafelere de ağır darbe indiriyordu. Tabiî bu da bilinçsiz kesimler nezdinde İslam’ın kendisine ya-pılan bir saldırı olarak algılanıyordu.
Kendi tabiriyle içinde doğup büyüdüğü geleneksel Safevî Şiîliğine yönelttiği eleştiriler yüzünden İran’da dışlanırken, Şiî bakış açısı nedeniyle de Sünnî dünyadan önemli tepkiler almıştır. Ancak Şeriati, her ne kadar Ali Şiası ve Safevî Şiası ayrımı yapsa ve Safevî Şiîliğini eleştirse de eleştirdiği düşünceden bütünüyle kurtulamamış ve söz konusu etkilerle Sünnî dünyanın kabul edemeyeceği kimi düşünceler serdedebilmiştir. Sahabiler hakkında kullandığı ifadeler hoşgörü sınırını zorlayan kusurlar olarak değerlendirilebilir. Ayrıca yaşadığı çağ ve çevrenin etkisiyle Fransız sosyalistlerinden etkilendiği ve kimi yorumlarında bu etkinin izlerinin görüldüğü de söylenebilir.
Ali Şeriati’nin de her insan gibi hata edebileceğini, hatalarının ve savaplarının sadece kendisini bağlayacağını okuyucunun takdir edebileceğine inanıyoruz. Fecr Yayınevi olarak, ölçümüzün Kur’an-ı Kerim ve onun numune-i timsali olan Hz. Peygamber (a.s) olduğuna inanıyor, Şeriati de dahil bütün insanların bu ölçüler içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Onun her görüşünü onaylamadığımız halde eserlerini yayınlıyor, ama katılmadığımız görüşlerine de müdahale etmeyi uygun görmüyoruz. Çünkü böyle bir müdahalenin düşüncelerin doğru anlaşılmasına engel olacağı, bunun da hem yazar hem okur açısından bir hak ihlali sayılacağı kanaatindeyiz. Buna rağmen kimileri, tasvip etmedikleri düşüncelerden dolayı bilinçsiz okuyucuların olumsuz etkileneceği gerekçesiyle vebal alacağımızı düşünebilirler. Fakat biz, genelde Müslüman olmanın, özelde Şeriati okuru olmanın, okuduğu her şeyi kabullenen değil, eleştiren bir seviye gerektirdiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla bütün olumsuzluklarına ve kusurlarına rağmen Şeriati’nin o engin birikiminin bizlere çok şey kazandırdığına ve kazandıracağına inanarak eserlerini külliyat olarak yayınlamaya karar vermiş bulunuyoruz. Buna paralel olarak hem Fars hem de Türk edebiyatına vukufiyetiyle temayüz etmiş mütercimlerden oluşan bir heyet oluşturarak eserlerin en az hata ile çevrilmesine de özen gösterdik. Bu nedenle tercümeler, sadece söz konusu eserleri dağınık vaziyette sunulmaktan kurtarmayacak, Şeriati okurunun liyakatsiz tercümelerden çektiği sıkıntıları da asgariye indirecektir.
Külliyattaki kitapların bazılarında yazara ait olmayan dipnotlar yer almaktadır, İran’daki Dr. Ali Şeriati Eserlerini Derleme Bürosu tarafından eklenen notların sonunda (Derleyen), yayınevimiz tarafından ilave edilen notların sonunda (Fecr), mütercimlerin ilave ettiği notların sonunda ise (Çev.) ifadeleri kullanılmıştır. Bunların dışındaki dipnotlar Ali Şeriati’ye aittir.
Bütün hassasiyet ve çabamıza rağmen, insan olmamız hasebiyle gözümüzden kaçan kusurlar olursa okurumuzdan özür diler, eleştirilerine müteşekkir kalırız. Bu vesileyle Şeriati’ye Allah’tan rahmet diler; başta değerli mütercimler olmak üzere, editörlere, tashih ve redakte heyetine ve eserlerin sizlere ulaşmasında emeği geçen bütün dostlara gönülden teşekkür ederiz.
FECR YAYINEVİ
ÖNSÖZ
Her medeniyetin tarihsel bir serüveni, yapı şeklinden oluşan dış bedeni ve inşasında kullanılan birtakım unsurları vardır. Bir medeniyetin bu boyutlarını incelemek kolaydır. Öğrenci, medeniyetlerin tarihi ve tasviri hakkında yazılmış olan kitapları incelemek suretiyle medeniyeti anlayabilir. Ancak bu noktada daha derin, daha ince ve çok karmaşık olan şey, bir medeniyetin ruhunu, eğilimlerini, düşüncelerini, inançlarını, içsel çelişkilerini ve gizli kompleslerini incelemek; çeşitli iç bölgeleri ve gizli köşeleri hakkında araştırma yapmak ve özellikle kıymetlerini değerlendirmektir. Her medeniyet bir insan gibidir. Onun yaşam olaylarının biyografi ve fizyolojisini, ailevî ve sosyal çevresini, ekonomik durumunu ve hayat tarzını mütalaa etmek zor değildir. Fakat acaba bu konuları mütalaa etmekle, onu tam ve doğru bir biçimde tanıdığımızdan emin olabilir miyiz? Asla! Onun inançları, bilgileri, ruhî, ahlakî ve duygusal özellikleri, bireysel gerçekliğini ve bağımsız ve seçkin şahsiyetini meydana getiren hayalleri, duyarlılıkları, arzuları, zevk ve duyguları incelemek ayrı bir iştir. Onun hayatı, geçmişi, çevresi, mirası, kültürü hakkındaki bilgileri etraflıca hazırladıktan sonra ruhsal tahliline, karakterlerinin ve özelliklerinin bilimsel analizine, düğümlerini çözmeye, ruh ve düşüncesinin gizli köşelerini bulmaya yönelmek gerekir.
Yeni medeniyet hakkında gerekli bilgileri Will Durant’ın Medeniyet Tarihi’nden, George Sarten’in Bilim Tarihi’nden, Pierre Rousseaue’nun Bilim Tarihi’nden, Fisher’in Avrupa Tarihi’nden, Russel’ın Batı Felsefesi Tarihi’nden, Dr. Pazargâd’ın çevirisi Felsefî Doktrinler Tarihi’nden, Pûrhümâyun’un çeviriyle Wekens’in Ekonomik Doktrinler Tarihi’nden vs. elde edebilirsiniz. Burada ben, çağımız insanının modern medeniyette yüz yüze kaldığı meseleleri ortaya koymaya, tahlil etmeye ve değerlendirmeye çalışacağım.
Bu meseleleri bilmek, bizi, günümüz medeniyetinin ruhuyla ve medenî insana özgü boyutlarla tanıştıracaktır. Bugün “Batıcılık” adını alan ve kendisiyle mücadele edilmesi konusunda bütün Batılı olmayan toplum aydınlarının ittifak ettiği şey, Batı ve modern medeniyeti bilimsel olarak tanımamanın bir sonucu olan bir faciadır. Bana göre onunla mantıklı mücadelenin ve kendi insanî şahsiyetine dönüşün tek yolu, onu ruhsal ve düşünsel hegemonya altına almak ve de ona karşı ayırma ve seçme gücü elde etmektir. Bu yol, sadece ona düşünsel ve ruhsal üstünlük yoluyla, yani onu tam bir bilimsellikle tanımak ve değerlendirmekle elde edilebilir. Böylece Avrupalı olmayan yarı aydınların zihninde bir bütün, mutlak hakikat ve elde etmeye ve taklide muvaffak olunması gereken kâmil insanî değer, ölçüt ve usuller topluluğu olarak resmedilmiş olan yeni Avrupa medeniyeti çözümlenir ve acı-tatlı deneyimler, iyi-kötü ve göreli değerler, şüpheli ölçütler ve inşa ve idaresinde Ahuramazda ile Ehrimen’in işbirliği yaptığı keşmekeş içindeki dünyadan ibaret bir bütün olur. Bundan dolayı ona karşı ihtiyat, dikkat, bilinç ve basiret ile yaklaşmak, intikalci değil, seçici davranmak gerekir. Batı ve çağdaş medeniyetle temas kurmuş olan Asya ve Afrika milletlerinin yazgısı, aydınlarımız için büyük tecrübeler taşımaktadır.
Yalnızlaşmış ve sağlam kalmak için kendi etrafına kale duvarları çekmiş olan milletler, çürümüş ve yıkım içinde kalmışlardır. Cömertçe kapı ve pencerelerini açıp tepeden tırnağa medenî ve modern olmaya çalışan milletler ise emperyalizmin eline düşmüş; kültür, şahsiyet ve ekonomisinin yapısal yıkımına rıza göstermişlerdir. Sadece tam bir bilimsel ve bilinçli tanımayla seçim yapıp tarihinin, kültürünün, manevî ve ahlakî asaletlerinin temelleri üzerinde, tarzını, modelini bizzat kendilerinin planlayıp ortaya koydukları bir toplum inşa etmiş olan milletler, sadece kendileri için sağlam bir düzen ve gelişme halinde bir hayat meydana getirmekle yetinmemiş; ayrıca insanlık için yeni bir fenomen yaratabilmiş, insanı günümüz yıkım, çöküş ve sapkınlığından kurtarmak için yarının tarihinin kılavuzluğunda insan türünün yürüyeceği üçüncü yolu gösterebilmiştir. Yalnızca en büyük beşer medeniyetini tanımamız ve içinde bulunduğumuz (onda yaşamıyoruz) günümüz dünyasını anlayalım diye değil, aynı zamanda kendimizi tanıyalım ve sahip olduğumuz misyon ile kat etmemiz gereken yolu tanıyalım diye yeni medeniyet üzerinde her şeyden çok duruyoruz. Öyle bir yol ve misyon ki onu ne din adına gelenek, donukluk ve köhnelik bekçileri gösterir, ne de aydınlanma ve ilerleme adına yenilik bayraktarları ile Batı’nın çözüm yolları ve düşüncelerine meftun olanlar iddia ederler. Bu iki bozuk yolun arasından geçen üçüncü yol: Başkalarını taklit değil, bilakis bilip tanıma, yaratma ve seçmedir.
Ali Şeriati
Tarihte Ender Bir Olay
Bugün her şeyden daha çok düşünülebilecek çok heyecan verici konu, tarihte yeni bir dönemin başlamasıdır. Bugün doğum halinde olan ve ilimden sonra maneviyat değeri olma özelliğiyle-maneviyat ilimden sonradır; hâlbuki geçmişte maneviyat ilimden önce idi- bütün medeniyetlerden ayrılan bu yeni insanlık medeniyetini tanımak çok önemlidir.
Tarihin bu dönemini tanımanın önemi, oluşum halinde bir gerçeklik olduğu ve bizim bir aydın olarak klasik tür aydınlardan olmak veya oluşturulan yeni insan türü aydınlardan olmak gibi iki yolun başında bulunduğumuz ve dolayısıyla hangi yolu seçeceğimiz konusunda kararımızı vermemiz gerektiği içindir; bu karar aydınların asaletini belirleyecektir.
Biz şu ana kadar tarihte medeniyetlerin ortaya çıkışıyla ilgili olarak okuduklarımızın aksine şimdi (İkinci Dünya Savaşından itibaren) ömrünün dörtte birini geride bırakan yeni medeniyeti gözlerimizle görebilme ve seyredebilme şansına sahibiz. Belki de tarih boyunca, devrim ve intikal durumunda olan aydınların, bu devrimi ve medeniyetin başka bir medeniyete intikalini hissetmiş ve anlamış olmaları gibi bir tesadüf olmamıştır.
Eğer bu medeniyet iyi tanınırsa gelecek tanınır, gelecek yeni insan ve din türümüz tanınır ve nasıl olmamız gerektiği (ki bizzat bu, insana en büyük hizmettir) açıklığa kavuşur.
Bu dönemin hedefi, ideal insan şahsiyetini olması gerektiği gibi oluşturmak için, beşerî toplumu olması gerektiği –ama hiçbir zaman olmamıştır- gibi tesis etmek ve gelecek insanın layık olduğu kültür ve dine sahip olmak için çalışmaktan ibarettir. Bu başlayan ve her halükârda geleceği inşa eden bir tarihsel medeniyet ve kültürün adıdır.
Son dönemi ve özelliklerini tanımak için mecburen çağdaş dönemi tanımak gerekir. Çünkü tarihin her döneminin özellikleri, kendinden önceki dönemden (ana dönemden) doğar; dolayısıyla bir dönemi tanımak için ister istemez ana dönemle meşgul olmamız, onu araştırmamız ve ana dönemde ne olmuş da bu dönem ondan doğmuş, onu anlamamız gerekir. Her halükârda son dönem, çağdaş dönemin bağrından doğduğu için işe önce çağdaş dönemle başlayacağız.
Altın çağ (eski dönem) medeniyetinin iki yönü vardır: Roma ve Yunan. Sonra dördüncü ve beşincin asırlardan on beşinci asra kadar süren orta dönem gelir. Bu dönemin yüzyıllarının kendi içinde birbirinin aynısı olmadığını da söylemek gerekir. Yani Orta Çağ’ın başları, mutlak Hıristiyanlık dönemidir; Skolastik dönem dokuzuncu ve onuncu yüzyıllardan başlar.
Bu eski ve orta dönemlerin her birinin ikili oluşu, birbirinden ayrılacak ölçüde belirgin ve önemli değildir. Dolayısıyla ikiliğe rağmen tek bir dönemi teşkil ederler. Sonra Rönesans başlıyor, yani 15. ve 16. asırlar -ki bu asırlar 17, 18, 19 ve 20. asırlardan farklı özelliklere sahiptirler- ve çağdaş asır geliyor. Bunlar modern dönemden bir kesit olup toplum ve tarih ruhu bakımından ortak özelliklere sahiptirler. Sonuçta çağdaş asırların, bir noktaya kadar yeni dönemden ayrılan kendine özgü hususiyetleri de vardır. Bir dönem hakkındaki bütün araştırma ve incelemelerimiz, birkaç somut açık alan, özelik ve dala veya birkaç açık tanıma dönüştüğü zaman sonuca ulaşır (tarih araştırma yönteminde ifade edildiği gibi); yani her dönemi incelemedeki hedefimiz, o dönemi diğer dönemlerden ayıran ayrı özelliklerinden ibaret somut sonuçlara erişmek olmalıdır. Nitekim her dönemin tarifi, diğer canlılarla ortak yönlerini ortaya çıkarmamızda değil, bilakis onda var olan ve onu diğerlerinden ayıran somut yönleri ortaya koymamızdadır.
Ben şimdi bir araya getirdiğim ve çağdaş asırların birkaç seçkin özelliğine eriştiğim şahsi bilgi, inceleme ve görüşlerimi anlatacağım.1 Yukarıda işaret edildiği gibi yeni dönemin bir devamı olan çağdaş asırlar, yeni dönemle yeni çağlar dersinde açıklandığı şekilde ortak özelliklere sahiptir. Bundan dolayı çağdaş asırlar, kendi özeliklerine ek olarak yeni çağların özellikleri toplamından ibarettir.
ÇAĞDAŞ ASIRLARIN
ÖZELLİKLERİ
Büyük Kapitalizmin Ortaya Çıkışı
Rönesans ile birlikte önce köy, sonra şehir burjuvazisi başlıyor ve nihayet 19. ve 20. yüzyıllarda sermayedarlıkla hiçbir benzerliği olmayan büyük kapitalizme dönüşüyor (Aslında bazı şeylerin hacmi arttıkça cinsi değişir. Örneğin suyun hacmi artınca buhara dönüşüyor).
Evrensel Sömürünün Ortaya Çıkması
Çağdaş zamanlar, sömürünün evrensel düzeyde çeşitli biçimlerde yayılmasına tanık olmuştur.
Liberalizm ve Demokrasinin Sarsılması2
Gün geçtikçe hürriyet daha çok sarsılmakta, daha da zayıflamaktadır; öyle ki bugün hürriyetsizlik en yüksek sınıra ulaşmıştır.
Büyük Fransız devriminin ilk dönemlerinin aksine, anarşist partiler (çocukların eğitilmemesi ve suçlu ile hainin hürriyetinin engellenmemesi gerektiğine dahi inanan sınırsız özgürlük taraftarları) ortaya çıktı.3
Demokrasi nasıl ortaya çıkmıştır? Çağdaş zamanlardaki şeklini korumakla birlikte ruhu şiddetle ve süratle bozulmaktadır. Yani diktatörlük, demokrasi denen bedenin ruhudur.
Egemen Güçlerin Yerine Ekonomi Gücünün Geçmesi
Tarihte egemen güçlerden (yönetim sistemini ve yöneticileri meydana getiren güçler) biri düşüncedir; ona iman ve inanma, dine ve öğretiye inanmaktan daha geneldir. Eski Çağ’da düşünce gücü daha çok dinî nitelikli imiş; yani yönetimi meydana getiren din imiş. Fakat Yeni Çağ’da yönetici kurulu oluşturan daha çok siyasal partiler olmuştur. Diğeri ise iktidar ve hükümet şeklini oluşturan kabile, aile ve ırk gücü imiş. Üçüncüsü, geleneklere ve milliyete inanç da egemen gücün ortaya çıkmasında temel olmuştur. Örneğin seyit olmak, hükümet erkinin ortaya çıkmasının temel etkeni oluyordu, ancak bir kişinin seyitliği için (Kastım, on kişilik de olsa bir gruba hakim olmaktır). Çağdaş asırda bütün bu güçlerin yerine ekonomik güç, yani üretim, dağıtım ve tüketim sistemleri geçmiştir. Ekonomi, hükümeti meydana getirmektedir.
Makinenin İnsanlık Alanına Gün Geçtikçe Daha Hızlı Girmesi
Makinenin, insanlık alanına girişi, çağdaş zamanlardan önce başlamıştı; fakat çağdaş zamanlarda başka bir şekle büründü ve onun tecavüzü her geçen gün daha korkunç bir hal almaktadır.
Sanayi sosyolojik bakımdan nesnenin insanın yerine geçmesi demektir. İnsan iki yarım öğeden ibarettir: İnsanın bir yarısı iş aleti (el, ayak, kulak, göz vs.), diğer yarısı ise düşünce, duygu ve iradedir (bunu insanın insanî yarısı olarak adlandırmak daha iyi olur). İnsanın araçsal yarısı, her zaman insanî yarısının emrinde olmuştur.
Makine, çağdaş asırlardan önce insanın araçsal yarısının alanına girmişti; fakat çağdaş zamanlarda makinenin insanın insanî yarısının alanına girmesi gibi büyük ve acı verici bir facia ortaya çıktı. Çağdaş zamanlar öncesinde makine ve endüstri, insanın araçsal yarısına onu desteklemek ve güçlendirmek için girmişti. Aslında makine, insanın hizmetçisi ve araçsal yarısının devam ettiricisiydi. Dolayısıyla sanayi, insanın insanlığına katkıda bulunuyordu. Fakat modern zamanlarda insanın insanî ve manevî yarısına girmeye başlamış; yani makine insanın hizmetkârı olmak şöyle dursun, insanı kendisine hizmetkâr yapmıştır. Makine, çağdaş zamanlar öncesindeki gibi insanın yardımcısı, eli, ayağı ve gözü olmuyor; onun düşüncesi, iradesi ve zevkinin yerine geçiyor ve onun yerine karar veriyor. Boya fırçası, ressamın elinin ve parmağının yerini alan ve onu güçlendiren basit bir alettir; fakat fotoğraf makinesi insanın duygu, düşünce ve zevkinin yerini almıştır: Bu ikisinin çalışma şekli birbirine taban tabana zıttır. Örneğin kamış kalem ile daktilo arasındaki çelişki daha fazla hissedilirdir. Hat güzelliği insana has sanatlardandır; kamış kalem ona yardım ediyor; fakat daktilo, bu insanî özelliği tamamen ortadan kaldırıyor.
Dipnotlar
1 Her konunun açıklaması için iki metod vardır: Fransız ve Amerikan. Fransız metodu önce araştırır, inceler, bilgiler verir, tahlil yapar, çözümlemeler getirir; sonra sonuçlara erişir ve onları beyan eder. Amerikan metodu ise aksine önce sonuçları beyan eder, ondan sonra kendileri vesilesiyle sonuçları elde ettiği sorun ve konuları inceler, tahlil eder, onlarla ilgili bilgiler verir, çıkarımlarda bulunur. Ben bu derste Amerikan metodunu takip edeceğim; çünkü dinleyenler, neyin peşinde olduklarını bilsinler.
2 “Demo”nun kimsenin sınıfsal ve sosyal imtiyazlarına bakmaksızın halk ve halk kitlesi anlamına geldiğini söylüyorlar. “Krasi” hükümet demektir. Demokrasi, oligarşi, hanedanlık ve diktatörlük yönetimlerine, tanrısal yönetime vs. karşı bir yönetme şeklidir. Yani demokraside yönetim gücü, ne özel bir sınıftan, ne bir il, soy ve aileden, ne bireyden ve ne de dinden kaynaklanmakta; aksine sadece halkın birebir görüşünden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla siyasal erkin ve hükümetin halk tarafından topluma veya bir sisteme verildiği ve halk tarafından azledildiği, naspedildiği ve nezaret edildiği yönetim biçimine demokrasi denmektedir.
Liberalizm yönetim şekli değildir, yönetimin sıfatıdır; yani hürriyet, halkın inanç, fikir ve dinini açıklama özgürlüğü demektir. Liberalizm, halka hürriyet veren bir yönetimdir.
Dolayısıyla halka zorla egemen olan ve halkın kendisine oy vermediği bir yöneticinin (demokrat değil) liberal olması mümkündür, Kerim Han Zend gibi. Buna karşılık halkın oy verdiği bir demokratın da halkın özgürlük hakkını elinden alması ve bir diktatör olması mümkündür.
3 Soru: Avrupa ve Amerika’da Hippi adında dalgalar şeklinde görülen bu kayıtsızlık ve sorumsuzluk için nasıl bir çözümleme yapılabilir?
Cevap: Bir dönemde var olan hastalık o dönemin ruh ve ayırıcı özelliği olarak görülemez; bilakis o, mevcut duruma, statükoya bir itirazdır, bir protestodur. İran’da Melametilik diye bir fırka ortaya çıkmıştı; bu fırkanın taraftarları bilerek kendilerini insanların nazarında menfur kılmak için gayret sarfetmişlerdi. Bu, o dönemin ruhu değildir, tersine zamanın mevcut ruhunun yüzüne çarpılan bir resttir. Melametilik, zühd-furuşluğun yayılmasında etkili olmuş, takva-bazlık ve kutsal-bazlığa destek olmuştur. Avrupa ve Amerika’da görülen kayıtsız dalgalar da böyledir. Topluma hükmeden ruh ve hafakana bir feryat söz konusudur. Bugünün İngiltere’sindeki isyan, düzensizlik, anomi, kayıtsızlık her yerden daha çoktur. Bunun nedeni, İngiltere’nin geleneksel şiddetli düzeninin, kuru makinizm düzeni ve kapitalizmle el ele verip günümüz İngiltere ruhunu şiddetli kayıt ve sınırlamaya dayandırmış olmasıdır
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) İslam Felsefesi
- Kitap AdıMedeniyet Tarihi II
- Sayfa Sayısı288
- YazarAli Şeriati
- ÇevirmenProf.Dr. Ejder Okumuş
- ISBN9786055482121
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFecr Yayınları / 2011