“Avrupalıların uzak beldelerdeki hareketlerini ve teşebbüslerini anılan medeniyet veya medenileştirme vazifesi namına hesap edecek olursak, sonuçta beklenmeyen ve pek aksi bir neticeye ulaşırız. 15. asırdan 18. asra kadar, esasen Avrupa kavimlerinin ahlaki mahiyetlerinden ‘servet kazanmak için her şeyi yapmak’ düsturundan başka bir şey beklenemez; onun için, keşfedilen arazi ahalisini kendi menfaatleri namına her surette kullanan, onları maddeten ve ahlaken her surette zarara uğratan ilk istilacılar, medeni bir vazife değil, zulüm ve vahşetten başka bir şey yapmamışlardır.”
Mustafa Suphi’nin, İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’yiişgali üzerine 1912’de kaleme aldığı ve Türkçedesömürgecilik üzerine yazılmış en temel metinlerden biriolan Medenileştirme Vazifesi’ni (Vazife-i Temdin) yazarın iktisada dair iki makalesiyle birlikte sunuyoruz. Mustafa Suphi’nin, İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’yiişgali üzerine 1912’de kaleme aldığı ve Türkçedesömürgecilik üzerine yazılmış en temel metinlerden biriolan Medenileştirme Vazifesi’ni (Vazife-i Temdin) yazarın iktisada dair iki makalesiyle birlikte sunuyoruz.
İÇİNDEKİLER
Sunuş …………………………………………………………………….. 11
Medenileştirme Vazifesi ……………………………………………. 13
İhtiyaç – Emek ve İş …………………………………………………. 41
Kooperatif Dernekleri (Sociétés Coopératives) ……………….. 47
Sunuş
Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) kurucusu Mustafa Suphi Bey’in (1883-1921) komünizmle tanışmadan veya onu benimsemeden önce kaleme almış olduğu Vazife-i Temdin (Medenileştirme Vazifesi) adlı bu küçük risalede, bayındırlaştırma veya kolonizasyon meselesi incelenmiş ve bu sürecin nasıl yürütülmesi gerektiği konusunda genel bir yaklaşım sergilenmiştir.
Eser, “Trablusgarp İçin” başlığını taşıyan bir ithaf ve kısa bir sunuş yazısının ardından beş bölüme ayrılmıştır: Birinci Bölüm, “Göç ve Bayındırlaştırma Fikri”, İkinci Bölüm “Göç ve Bayındırlaştırmanın Sebepleri”, Üçüncü Bölüm “Bayındırlaştırma Fikrinin Esası”, Dördüncü Bölüm “Bayındırlaştırmanın Felsefesi: Medenileştirme Vazifesi” ve Beşinci Bölüm ise “Bayındırlaştırmanın Usulü” başlığını taşımaktadır; en sona bir de kaynaklar eklenmiştir.
İthaftan da anlaşılacağı üzere Mustafa Suphi Bey, bu eserinde İtalyanların bir Osmanlı ülkesi olan Trablusgarp ve Bingazi’yi işgallerine (29 Eylül 1911) karşı çıkmış ve bunun için ileri sürdükleri “medenileştirme vazifesi” (mission civilisatrice) argümanını tartışmaya açmıştır.
Bütün bir tartışma, esasen 1492’de başlayan keşifler ve fetihler çağından beri Avrupalı göçmenlerin ve yerleşimcilerin yol açtıkları iki olgu yani “temdin” (medenileştirme) ve “istimar” (bayındırlaştırma) olguları çevresinde geçer. Mustafa Suphi Bey, “bayındırlaştırma” olarak çevirdiğimiz “istimar”ı, Fransızcadaki coloniser sözcüğü karşılığında kullanır, ancak “beşerî değerleri göz ardı etmemek kaydıyla” olumsuz bir anlam yüklemez.
Peki, bu kavramlar arasında nasıl bir ilişki kurar?
Mustafa Suphi Bey’e göre bayındırlaştırmanın felsefesi, “medenileştirme vazifesi”dir ve Fransız iktisatçısı Pierre Paul Leroy-Beaulieu (1843-1916) tarafından kurulmuş olan bu liberal öğreti, onun tarifiyle şunu savlar:
Bu nedenle bayındırlaştırma, denilebilir ki muntazam ve medeni bir kavmin toplumsal ahvali bozuk veya kurulmamış ilkel bir kavme karşı bir usul ve nizam dairesinde vuku bulan medeni ve imari hareketidir.
Buna mukabil Mustafa Suphi Bey, bayındırlaşma etkinlikleri esnasında göçmenlerin ve yerleşimcilerin yerli halklara karşı giriştikleri yıkıcı ve yok edici eylemleri kınar ve şirketler (kumpanyalar) tarafından değil de devlet tarafından yürütülmesi gereken bu sürecin “genel politika”sını şöyle belirler:
İşte bayındırlaştırma usulünün esas tablosu ortaya çıkıyor: Doğrudan doğruya hükümetin idaresi altında, maneviyat sahasında itikadi ve hissî dokunulmazlığın, iktisadiyat sahasında (ise) şahsi ve mülki dokunulmazlığın sağlanması.
Medenileştirme Vazifesi adıyla yayımladığımız bu küçük risaleyi baskıya hazırlarken yeni harflere çevirdik ve yalınlaştırdık; ancak üslubunun kaybolmaması için aşırı müdahaleden kaçındık; sadece bir-iki yerde, anlamı güçlendirmek için parantez içinde ekler yaptık. Bunun dışında bazı küçük dipnotlar düştük ve yazarın dipnotlarıyla karışmasını engellemek için imzamızı ekledik.
Mustafa Suphi Bey’in yaklaşık aynı yıllarda yayımlanmış iktisatla ilgili iki makalesine de ekte yer veriyorum. Böylece sosyalizme intisap etmeden önceki iktisat görüşleri hakkında bir nebze de olsa fikir edinmek mümkün olacaktır.
Remzi Demir
Medenileştirme Vazifesi
Trablusgarp için…
İtalya hükümeti, Babıâli’ye verdiği 28 Eylül 1911 tarihli notada Trablusgarp ve Bingazi kıtalarının bulundukları terk edilmişlik durumundan ve Kuzey Afrika’nın diğer kısımlarında görülen medeni gelişmelerin bu havaliye de yayılması zaruretinden ve bu işle komşu olan İtalya’nın alakadar olduğundan şiddetli bir lisanla bahsediyor. Ve birkaç gün sonra (29 Eylül 1911) Osmanlı Devleti harp ilan etmiş olduğundan Trablusgarp ve Bingazi’de bir “medenileştirme vazifesi” (mission civilisatrice) üstlenmiş oluyor.
Medenileştirme vazifesi!
Bütün âlemin bir Osmanlı toprağı olduğunda tereddüt etmediği Trablusgarp’a ve Bingazi’ye tecavüz için fırlatılan bu iki kelime karşısında bütün Osmanlılar, Osmanlılığa bağlı sınırsız bir İslam âlemi ve nihayet insanlığa hürmetkâr büyük ve haysiyetli şahsiyetler uzun bir elem ve hayret duraksaması geçirdiler.
Gazeteler ilk bir-iki günde böyle bir vazifenin manasızlığını ileri sürdüler; hele İtalya’nın Sicilya’sı bütün haydutlarıyla meydanda dururken, bu “medenileştirme vazifesi”ni, başka millet ve memleketlere silahla tecavüz etmesini abes buldular. Fakat biraz sonra meraklı, hararetli savaş haberleri matbuat sütunlarını doldurdukça bu iki kelime örtülü kaldı. İnsaniyetin temellerini teşkil eden bazı meseleler vardır ki herkesçe bilinmiş, tanınmış sanıldığı halde günlerin yığdığı tozlar altında hakikaten işlevsiz ve gizli kalmıştır. İnsanlar arasında yardımlaşma toplumsal temel olduğuna göre son asırlarda bir aile fertleri gibi münasebette bulunan muhtelif millet ve memleketlerin karşılıklı görevleri ve hakları, acaba İtalya’nın ileri sürdüğü “medenileştirme vazifesi” mahiyetinde kanuni bir manzume doğurmuş mudur?
İşte görülüyor ki olayların ve hadiselerin insafsız hücumlarına rağmen biz hâlâ bu iki kelimenin karşısında telaşsız düşünüyoruz. Ve bu satırları memleketin iktisadi terbiyesine Medenileştirme Vazifesi ismi altında ithaf ediyoruz.
[Sunuş]
“Medenileştirme vazifesi”ni genel beşerî münasebetleri esas kabul ederek yalnız felsefi bir bakış noktasından incelemek bizi, mesaimize vermek istediğimiz “amelî fayda”dan da uzaklaştırır korkusundayız. Diğer taraftan bu iki kelime, “medenileştirme vazifesi” (mission civilisatrice) Avrupalıların bayındırlaştırma politikasına girmiş terminolojik bir tabirden –ne yazık ki– fazla bir öneme sahip değildir.
Onun için incelemelerimizi bu bakış noktasından ilerleterek bayındırlaştırmanın –ve bayındırlaştırmayla daimi münasebette bulunan göçün– mahiyetini ve sebeplerini meydana koyduktan sonra son zamanlarda kurulan ve yerleşen felsefesini ve usulünü, memleketin iktisadi terbiyesine hizmet edecek surette ve mümkün olduğu kadar ilmî ve amelî bir mahiyette açıklamaya çalışacağız. Ümit ediyoruz ki bu açıklamalarla Avrupalıların Hint’te, Çin’de, Mısır’da, Fas’ta herhangi bir menfaatlerini temin etmek üzere bütün bir vecd ve gururla yücelttikleri “medenileştirme vazifesi”nin nedenleri ve sonuçları açığa çıkmış olacaktır.
Mustafa Suphi
Göç ve Bayındırlaştırma Fikri
Beldeler tarihi incelendiği zaman iki büyük ve esaslı harekete dikkat etmemek mümkün değildir: Göç ve bayındırlaştırma. İlkel ve basit insanlar, toprağa bağlılıklarını çok zaman hissetmemişler, otlukları, meyvelikleri ve avlakları azalan yerleri tedricen bırakarak daha bereketli topraklar aramışlardır; bu da beşeriyet için geçirilmesi zaruri bir devirdir. Kuzey arazisinin ya az mümbit vahalarında veyahut derin ve karanlık steplerinde1 yaşadıkları esnada yalnız koyun ve keçi sürüleri besleyen Moğollar o sürülerle gezerlerdi. Çünkü onların sütleriyle geçiniyor, onların etini yiyor, yününü giyiniyorlardı. Sürüler besleyen her beşerî kitle mutlaka gezgin değildir fakat Moğollar, sonra Türkler, Hunlar ve Tatarlar topraklarının birbirini takip eden pek soğuk ve pek sıcak mevsimlerde hayvanlarını geçindirmeye müsait olmaması nedeniyle daima seyre ve seyahate mahkûmdular; yağmurlar, seller, soğuklar ve sıcaklar karar ve hareketleri için birer ölçüt[tü]. Koyun ve keçilerle maceraperest bir hayat geçiriyorlardı. Bir müddet sonra büyük miktarda at ve deve de beslemeye başladılar; bu hayvanlar için daha az maceraperest ve daha az göçebe olmak ve bir yer tutmak lazımdı. Bir taraftan hayvan miktarının, diğer taraftan kendi nüfuslarının artmasıyla artık kendilerinde kuvvet ve itimat hissetmeye başlayan bu kitleler kuzey topraklarında rızık ve kanaatin bittiğine hükmederek güneye ve batıya doğru akmaya başladılar… Tarih, akınları böyle izah ediyor.
Hindo-Germenlerin Orta Asya’dan başlayarak bütün Avrupa’yı, Malezlerin Madagaskarlardan, okyanusun1 en ücra ve uzak adalarına kadar bütün Güney Asya’ yı istila etmeleri de meşhur tarihçi Haring’in2 dediği gibi tabiatın zorlaması ve zaruretle hasıl olan bir seyahat alışkanlığının sonucunda gerçekleşmiştir.
Eskiçağ’dan beri asır asır devam eden ve yinelenen nüfus çalkantısı zahiren hunharlık, fatihlik veyahut cihangirlikle tasvir edilse de dahilen hiçbir iradi ve vicdani harekete dayanmamaktadır. Belki bu çalkantı okyanusların müthiş ve tufan misali çalkantıları kadar irade dışı ve vicdan dışı, daha doğru bir tabirle özsel ve zaruridir. Avcılık ve çobanlık devrinden çiftçilik devrine tamamıyla girmeyen kavimlere hâkim etmenlerin genel durumunu bu zamanlarda görürüz: Hiçbir şeyde karar yoktur; yer yer, taştan, topraktan, ağaçtan binlerce mesken hayat bulur; sonra, bütün bunlar birden harabeye döner.
Tarihin istila sütunu altında göreceğimiz bütün olaylar ve olgular bize bayındırlık ve bayındırlaştırma hakkında pek zıt fikirler verir; bayındırlık ve bayındırlaştırmadan ziyade harabelere ait manzaralar karşısında bulunuruz. Fakat pek garip görülmemelidir ki tarih felsefesi bütün bu hadiseleri günümüz medeniyetinin esasları arasında anmakta ve belirtmektedir.
* * *
Gerçekten de zaman geçtikçe beşer idrakinin artması ve gelişmesiyle insanların hareketlerinde fennî (technique) bir usul oluşmaya başladı. Böyle gezgin beşerî kitleler arasında gittikçe artan münasebetler ve ticari değiştokuşlar seyir ve hareketlerde bir merkeziyet yarattı: Sallar ve nihayet gemiler üzerinde denizler, memleketler aşıp alışveriş ettikten sonra yine tutulan bir merkeze geliniyordu. İnsanlar artık o ebedî ve yıpratıcı serserilik hayatından bir sükûn ve refah hayatına giriyorlardı. Ziraat ve ticaret ilerledikçe oturulan evlere, işlenilen topraklara bir kıymet gelmişti. Birinin evi, tarlası yahut bahçesi; diğerinin de evi, tarlası yahut bahçesi vardı. Sonra bu tarlalardan biri veya diğeri, birkaç senelik işleme neticesinde evvelce içlerinde bulunan taşlar çıkarılmış atılmış, mamur ve kıymetli bir hale getirilmişti.
İşte görüyoruz ki insanların bir karargâh edinmeleriyle, avcılık döneminin çiftçilik dönemine dönüşmesiyle bayındırlık fikri başlamış oluyor ve kıymet ve ticaret fikrinin gelişmesiyle bu bayındırlık fikri büsbütün belirginleşiyor.
Deniz ticaretinde pek ziyade gelişen Fenike ve Kartacalılar ve nihayet Yunanların ticari bir şube olarak dahilde ve sahilde tesis ve imar ettikleri memleketler bazen asıl karargâhlarını arkada bırakacak surette ilerlemişlerdir. Mitolojide Delphoi tanrıçasının bayındırlık ka nadı altında 9. asırdan 11. asra kadar1 kurulan eşsiz Yunan
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıMedenileştirme Vazifesi
- Sayfa Sayısı56
- YazarMustafa Suphi
- ISBN9789750755996
- Boyutlar, Kapak12,5 x 20,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yeryüzüne Ölümü İndirdik Gülüm! ~ Tayfun Atay
Yeryüzüne Ölümü İndirdik Gülüm!
Tayfun Atay
Homo Demonus Üzerine Antropolojik Serzenişler İnsan türünün 21. yüzyılda Homo sapiens olmaktan “Homo Deus”a dönüşerek tanrısallık mertebesine ulaşacağı öngörüsü çok ilgi çekmiş, çok ses...
- Yürüyen Kelimeler ~ Eduardo Galeano
Yürüyen Kelimeler
Eduardo Galeano
Zamanın ve mekânın içinden devşirilmiş, Latin Amerika’nın bilinç örgüsünü oluşturan düşler, efsaneler ve anekdotlarla örülü Yürüyen Kelimeler, Eduardo Galeano tarafından yaratılan dünyaya sayısız pencere...
- Cümle Kapısı ~ Nazan Bekiroğlu
Cümle Kapısı
Nazan Bekiroğlu
Kelimeyle değil, cümleyle düşündüğümü fark ettim ben. Muhal farz bile olsa ”Her şeyi özetleyecek bir cümle” tutkum, mana biriminin cümle olmasından. karmaşık cümlelerle konuşmayı...