“Ölmeyi düşünüyordum. Yılbaşında birileri bana bir top kumaş verdi. Yeni yıl hediyesiymiş. Kimonoluk bu kumaş, ketendi. Gri tonlarında, ince çizgilerle dokunmuştu. Bundan olsa olsa yazlık kimono olur, diye düşündüm. Yaza kadar yaşayacağım demek…”
Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai’nin farklı türlerdeki yeteneğini ortaya seren beş öykü Maymun Adası’nda bir araya geliyor.
Yolların sürekli aynı yere çıktığı tuhaf bir adaya nasıl düştüklerini anlamaya çalışan maymunlar, ailesinden kaçıp balığa dönüşen bir kız, içsel bir yolculuğa çıkılan sakin bir tren seyahati, ölüme bir adım mesafedeyken hayatı sevmeye çalışan bir adam ve geçmişini hatırlamaya çalışan bir gencin yaşadıkları bu derlemede kendine yer buluyor.
İçindekiler
Maymun Adası……………………………………………………….7
Dönüşüm……………………………………………………………..18
Tren…………………………………………………………………….29
Yaprak Yaprak……………………………………………………….35
Hatıralar………………………………………………………………52
MAYMUN ADASI
Uzak diyarlarda, denizlerin ötesindeki bu adaya düştüğümde hissettiğim melankoliyi bir hayal edin… Ada, yoğun sis bulutlarıyla kaplıydı. Gece miydi, yoksa gündüz müydü? Gözlerimi kırpıştırıp adanın genel hatlarını çözmeye çalıştım. Çıplak, devasa kayalıklar sarp yamaçlar oluşturuyor, kayalar birbiri üzerine biniyordu. Orada burada, kayaların arasındaki karanlık mağara girişleri belli belirsiz bir şekilde görünüyordu.
Burası bir dağ mıydı yoksa? Etrafta ot bile yoktu. Dağın yamacındaki çakıl sahilde sendeleyerek yürümeye başladım. Arada sırada tekinsiz bir haykırış sesi duyuyordum. Sesin kaynağı çok da uzak değildi. Bir kurt muydu? Ya da bir ayı? Uzun bir yolculuğun getirdiği yorgunluktan olsa gerek, kendimi oldukça cesur hissediyordum. Bu haykırışlara kulak vermeden adanın çevresinde yürümeye devam ettim. Adanın tekdüzeliği beni şaşırtmıştı. Yol ne kadar yürürseniz yürüyün aynıydı. Sağımda kayalık bir yamaç, hemen solumda ise neredeyse dikey bir şekilde yığılmış çakıl taşları duruyordu. İkisinin arasından uzayan, şu an yürüdüğüm yol ise yaklaşık iki metre genişliğindeydi ve dümdüz bir şekilde devam ediyordu. Yolun sonuna kadar yürümeye karar verdim. Tarif edilemeyecek kadar yorgun ve sersemlemiş bir hâldeydim ama bu hissettiklerim beni hiçbir şeyden korkmayacak kadar cesur kılmıştı.
Bir kilometre yürümüş olmalıyım ki kendimi tekrar, başladığım noktada dikilirken buldum. Yürüdüğüm bu yolun, yalnızca kayalık bir yamacı çevrelediğini anladım. Aynı yolu iki kez dönüp dolaşmış olmalıydım. Bu adanın sandığımdan çok daha küçük olduğunu fark etmiştim. Sis bulutları ortadan kalktıkça dağın tepesini görebilmeye başladım. Dağın üç farklı zirvesi vardı. Ortadaki yusyuvarlak zirvenin yüksekliği yüz metre civarında olmalıydı. Renk renk minik taşlarla örtülüydü, bir tarafında kendisinden nispeten daha alçakta olan ikinci zirveye doğru sığ bir eğim vardı. Diğer tarafındaki zirveyle arasındaki eğim ise daha dikti. Zirvelerin arasından incecik bir şelale akıyordu. Şelalenin etrafındaki taşlar nemli olduğundan bu bölgedekiler, sisle kaplı bu adanın zeminindeki diğer taşlardan daha koyu renkteydi. İki tane ağaç görüyordum. Bir tanesi şelale yatağındaydı. Meşe ağacına benziyordu. Ne ağacı olduğu belirsiz başka bir ağaç ise tepelerden birinin üzerindeydi. İkisinin de yaprakları çoktan dökülmüştü. Adanın kasvetli manzarasına bir süre dalgın dalgın baktım. Sis bulutları iyice dağılmıştı, güneş ışıkları dağ tepesini aydınlatmaya başladı. Çiy ile ıslanmış dağ tepesi parlıyordu.
Sabah güneşi çıkmıştı. Sabah güneşi mi yoksa akşam güneşi mi olduğunu havadaki kokudan anlayabiliyordum. Şu an şafak vakti olmalıydı. Biraz ferahlamış bir hâlde dağa tırmanmaya başladım. Aşağıdan bakınca dik gibi gözükse de tırmandıkça sandığım kadar da meşakkatli olmadığını fark ettim. Eninde sonunda, adım adım şelale yatağına ulaştım. Burada güneş tam tepedeydi. Tatlı bir esintinin yanaklarıma çarptığını hissediyordum. Meşeye benzeyen ağacın dibine gidip gövdesine sırtımı dayayarak oturdum. Bu ağaç gerçekten de bir meşe miydi, yoksa köknar ağacı mıydı acaba? Kafamı kaldırıp ağacın tepesine baktım. Kurumuş ve incelmiş beş altı adet ağaç dalı göğe bakıyordu. El uzatabileceğim yakınlıktaki dalların çoğu kırılmıştı. Tırmanmalı mıydım?
Kar fırtınasının sesi,
Beni çağırır
Rüzgârın sesi olmalıydı bu. Hızlıca ağaca tırmanmaya
başladım.
Esaret içindeki
Beni çağırır
Zihniniz felaket derecede yorulduğunda, çeşitli uğultular duymak mümkündür. Nihayet ağacın tepesine ulaştığımda, kurumuş bir dalı iki üç kez salladım.
Hayat denen bu esaret içindeki
Beni çağırır
Bastığım dallardan biri çıt diye kırıldı. Bunu geç fark
eden ben ise hantal bir şekilde düştüm.
“Kırdın işte! Lanet olsun!”
Tam kafamın üzerinden gelmişti bu ses. Ağacın gövdesine tutunarak ayağa dikildim ve boş bakışlarla sesin geldiği yöne doğru baktım. Ah! Tüylerim diken diken olmuştu. Bir adet maymun, sabah güneşinin sapsarı ışıklarıyla parıldayan tepeden inip yanı başıma geldi. O zamana kadar vücudumda uyuklamakta olan bir his, aniden uyanıvermiş gibi hissettim. “Kimsen gel buraya, aşağı in! Dalı kıran benim. Kavga etmek istiyorsan, ben buradayım!” Tepeden inen bir figür “Ağaç benim ağacım yalnız,” diye cevap verdi ve şelale yatağına, olduğum tarafa doğru yürümeye başladı. Olduğum yerde dimdik durdum, ancak o yalnızca alnını kırıştırarak beni tepeden tırnağa süzmekle yetindi, alnını kaplayan kırışıkları saymak mümkün değildi. Nihayetinde dişlerini göstererek bir kahkaha attı. Gülüşü sinirimi bozmuştu.
“Komik olan nedir?” “Sensin,” dedi. “Denizi aşıp mı geldin buraya yoksa?” “Öyle,” şelale yatağından şarıl şarıl akan dalgaları izlerken yanıtladım. Sıkış tıkış kutunun içinde geçirdiğim o uzun yolculuğu hatırladım. “Adını falan bilmiyorum ama kocaman bir deniz.” “Aynen öyle.” Yine kafamla onayladım. “Tahmin ettiğim gibi, durumumuz aynı,” mırıldanarak şelale yatağından su içti. Bir anda sesin sahibi ile yan yana otururken buldum kendimi. “Aynı memleketten geliyoruz. Bir bakışta anladım. Bizim memleketlilerin kulağında bir parıltı olur.” Kulağımı sıkıca tuttu. Öfkelenip kulağımdaki o muzip elini savuşturdum. Ardından ise birbirimizin suratına baktık ve dayanamayıp gülüştük. Kendimi biraz rahatlamış hissettim. O sırada hemen yakınımızdan yüksek sesli bir çığlık sesi duyuldu.
Endişelenip sesin geldiği tarafa döndüm. Yamacın üzerinde toplanmış kapkalın kuyruklu, gür tüyleri olan bir grup maymun bize doğru çığırıyordu. Ayağa kalktım. “Sakin ol. Bize yönelik bir şey değil bu. Uluyan maymun deniyor bunlara. Her sabah böyle güneşe bakıp uluyorlar.” Afallayıp olduğum yerde kalakaldım. Dağın üç yamacı da maymunlarla doluydu, öne eğilmiş bir hâlde güneşleniyorlardı. “Bunların hepsi maymun mu?” diye sordum.
Hayal görüyor gibiydim. “Aynen öyle. Ama bizden farklı bir cinsler. Memleketleri farklı.” Her birini teker teker baştan aşağı süzdüm. Beyazlamış gür tüyleri sabah rüzgârıyla dalgalanan, yavrusuna süt içiren anne maymun… Koskoca kırmızı burnunu göğe doğrultarak ne olduğu bilinmez bir şarkı şakıyan bir maymun… Çizgili ve ihtişamlı kuyruğunu sallayarak güneş ışınları altında keyiflenen maymun… Somurtkan bir surat ifadesiyle telaşlıymışçasına bir oraya bir buraya yürüyen bir maymun… Yanımdakine fısıldadım. “Burası neresi acaba?” Acıyorcasına bir surat ifadesi takınarak yanıtladı. “Orasını ben de bilemiyorum. Ama Japonya sınırlarında değiliz gibi.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Japon Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMaymun Adası
- Sayfa Sayısı104
- Yazar Osamu Dazai
- ISBN9786052652909
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kahve Soğumadan Önce ~ Toshikazu Kawaguchi
Kahve Soğumadan Önce
Toshikazu Kawaguchi
Zamanda yolculuk edebilseydiniz neyi değiştirirdiniz? Kimi son bir kez görmek isterdiniz? Tokyo’nun ara sokaklarından birinde, ziyaretçilerine özenle demlenen kahvelerini sunan yüz yıllık bir kafe...
- Alışverişkolik ve Bebeği ~ Sophie Kinsella
Alışverişkolik ve Bebeği
Sophie Kinsella
Becky’nin hayatı coşmuş vaziyette! Londra’nın en yeni, en dev moda mağazası The Look’ta çalışıyor, kocası Luke ile birlikte ev avı peşinde, koşturuyor (en gizli...
- Wildfell Konağı Kiracısı ~ Anne Brontë
Wildfell Konağı Kiracısı
Anne Brontë
Wildfell Konağı’nın yeni kiracısı Helen “Graham” küçük yaştaki oğluyla kasabaya taşındığında esrarengiz hayatı ve göz kamaştırıcı güzelliğiyle dikkatleri üzerine hemen çeker, özellikle de Gilbert...