Mavi Çiçek, on sekizinci yüzyılın sonunda, Leipzig ile Berlin arasındaki taşra ve üniversite kentlerinde geçen ve sonradan döneminin en büyük romantik şair ve düşünürlerinden olan Novalis’e dönüşecek genç kız Fritz von Harderberg’in öyküsü. Tutkulu ve idealist Fritz, ‘Yüreğimin ta kendisi’ ve ‘gerçek felsefem’ dediği, bütün özlemlerinin ete kemiğe bürünmüş hali olan, on iki yaşındaki Sophie von Kühn ile nişanlanınca, ailesini ve dostlarını şaşırtan, rahatsız eden, ancak kendisini umulmadık bir mutluluğa kavuşturan bir ilişkiyi başlatmış olur.
Kurgusal bir biyografi olan ve gerçek belgelere, mektuplara, güncelere dayanarak yazılan Mavi Çiçek, aşkın ve dehanın mantıksızlığına tatlı ve soyut bir alaycılıkla dokunuyor. Penelope Fitzgerald’ın bütün yapıtlarında görülen incelikli, duyarlı, abartısız anlatım bu kitapta olgunlaşmış olarak çıkıyor ortaya. İngiltere’de 1997 yılı Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü’nü almış olan bu kitapta yazar, bütün fazlalıklarından arındırılmış, ustaca yoğunlaştırılmış bir dille insana sonsuz bağışlayıcılığın, engin hoşgörünün ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. ‘Dünya romantikleşmek zorunda. Onun özgün anlamına yeniden varabilmemizin tek yolu bu.’ Novalis’in en başta gelen düşüncelerinden olan bu ifade, ancak gerçek sanat eserlerinin başarabileceği bir yetkinlikle işleniyor Mavi Çiçek’te.
1
Çamaşır günü
Jacob Dietmahler arkadaşının evine tam da çamaşırların yıkandığı gün geldiğini fark edemeyecek kadar budala biri değildi. Böyle bir günde kimsenin evine gidilmezdi, hele bu kocaman eve, Weissenfels’teki en büyük ikinci eve hiç. Dietmahler’in kendi evinde, annesinin bizzat denetlediği çamaşır yıkama işlemi yılda üç kez yinelenirdi, bu nedenle evdeki herkesin yalnızca dört ay yetecek kadar çarşafı ve beyaz iç çamaşırı vardı. Jacob’un gömleklerinin sayısı tam seksen dokuzdu; ne bir eksik ne bir fazla. Ama burada, Kloster Sokağı’ndaki Hardenberg Konağı’nda üst pencerelerden avluya atılan ve kadınlı erkekli, ciddi yüzlü hizmetkârların toplayıp dev boyutlu sepetlere doldurduğu çarşafların, yastık yüzlerinin, minder kılıflarının, yelek, korse ve külotların oluşturduğu görkemli, donuk çığa bakınca çamaşırların yılda yalnızca bir kez yıkandığını anladı. Yığının büyüklüğü mutlaka varsıllık anlamına gelmezdi (işin doğrusu Jacob burada gerçekten de bu anlama gelmediğini biliyordu), ama bu alışkanlığın çoktan beri sürdüğünü gösteriyordu. Bir de, ailenin ne kadar kalabalık olduğunu. Çocukların, gençlerin iç çamaşırları daha büyük çamaşırlarla birlikte mavi havada çırpınıyordu; çocuklar kanatlanmıştı sanki.
“Fritz, korkarım beni buraya uygunsuz bir zamanda getirdin. Keşke önceden söyleseydin. Şu halime bak: Saygıdeğer ailenin hiç tanımadığı biri, üstelik dizlerine kadar giysilerinize gömülmüş durumda.” “Çamaşır yıkayacaklarını nereden bilebilirdim ki?” dedi Fritz. “Her neyse, bu ev seni her zaman büyük bir hoşnutlukla karşılayacaktır.” “Freiherr1 henüz ayrılmamış çamaşırların üzerinde geziniyor,” dedi, birinci kattaki pencerelerin birinden sarkan kâhya. “Fritz, ailen kaç kişilik?” diye sordu Dietmahler. “Bunca şey?” Sonra ansızın bağırdı: “Aslında hiçbir şey kendinden bağımsız değildir!” Önden giden, avluda arkadaşına yol gösteren Fritz durdu, çevresine bakındı, sonra yetke dolu bir sesle haykırdı: “Beyler! Şu çamaşır sepetine bakın! Düşüncelerinizi salt onda yoğunlaştırın! Çamaşır sepetini düşündünüz mü? Öyleyse, beyler, şimdi de çamaşır sepetine dönüşmüş olan düşüncenizi düşünün!” Evin içindeki köpekler havlamaya başladı. Fritz sepet taşıyan hizmetçilerden birine seslendi: “Annemle babam evde mi?” Gereksiz bir soruydu; annesi evden hiç çıkmazdı ki. Tam o sırada avluya kısa boylu, gelişimini tamamlamamış gibi görünen, genç, Fritz’den de genç bir erkekle sarı saçlı bir kız çıktı. “İşte, erkek kardeşim Erasmus ile kız kardeşim Sidonie. Onlar buradayken başka hiçbir şeye gereksinmem.” İkisi birden Fritz’e doğru atıldılar. “Toplam kaç kişisiniz?” diye sordu Dietmahler, yeniden. Sidonie ona elini uzattı, gülümsedi. Burada, masa örtülerinin arasındayım ve Fritz Har denberg’in küçük kız kardeşi aklımı karıştırdı, diye düşündü Dietmahler. Bu, tam da kaçınmaya çalıştığım türden bir şey. “Karl buralarda bir yerde olmalı,” dedi kız. “Anton ile Bernhard da öyle; ama hepimiz bu kadar değiliz elbette.” Evin hanımı, gölgelerden bile daha hafif görünen Freifrau1 von Hardenberg evdeydi. “Anne,” dedi Fritz, “bu, Jacob Dietmahler. Erasmus’la benim Jena’dan okul arkadaşımız. Şu anda tıp profesörünün başasistanı.” “Henüz değil,” dedi Dietmahler. “Ama bir gün… belki.”
“Arkadaşlarımı yoklamak için Jena’ya gitmiştim,” diye sürdürdü Fritz sözünü. “Birkaç gün bizde kalması için Jacob’u davet ettim.” Freifrau ona dehşet dolu gözlerle bakıyordu; yüzünde yabani bir tavşanın o ürkmüş anlamı vardı. “Dietmah ler’in birkaç yudum konyağa gereksinimi var,” dedi Fritz. “Onu birkaç saat daha yaşatacak kadarına.” “Hasta mı yoksa?” diye sordu Freifrau korkuyla. “Hemen kâhyayı göndereyim.” Erasmus atıldı: “Ona gerek yok. Yemek salonunun anahtarı sende de vardır herhalde?” “Elbette var,” dedi annesi, yalvaran gözlerini ona dikerek. “Yo, anahtarlar bende,” dedi Sidonie. “Kız kardeşim evlendiğinden beri. Sizi kilere götürürüm, tasalanmayın.” Freifrau kendini toplamıştı, oğlunun arkadaşını eve buyur etti. “Kocam şu anda sizi kabul edemeyecek, kendisi duada.” Sırtındaki yükten kurtulduğu için rahatlamıştı, bir işçinin evine yaraşacak, eski, yalın eşyalarla dolu, bakımsız odalardan, daha da bakımsız koridorlardan onlarla birlikte geçmedi. Erik rengi duvarlarda bir zamanlar tabloların asılı olduğunu gösteren rengi solmuş, dört köşe lekeler vardı. Kilerde Sidonie kadehlere konyak doldurdu, Erasmus ise Jena’nın şerefine kadeh kaldırmayı önerdi.
“Stosst an! Jena lebe hoch! Hurra!” 1 “Bu ‘hurra’ neyin şerefine, anlayamadım,” dedi Sidonie. “Jena, Fritz ile Asmus’un boşuna para harcadığı, bitlendiği ve düşünürlerin saçmalıklarını dinlediği yer değil mi?” Kilerin anahtarını erkek kardeşlerine verdi, annesinin yanına döndü; annesi hâlâ onu bıraktıkları yerdeydi, camdan dışarıya, büyük çamaşır gününün hazırlıklarına bakıyordu. “Anne, bana biraz para vermeni rica ediyorum, beş-altı thaler kadar, böylece konuğumuz için bir şeyler ayarlayabilirim.” “Ayarlamak mı? Kalacağı odada bir yatak var ya.” “Evet ama hizmetkârlar orayı mum deposu olarak kullanıyorlar, ayrıca boş zamanlarında orada toplanıp İncil okuyorlar.” “Ama tatlım, bu adam gündüzleri odasına gidecek değil ki.” Sidonie onun yazı yazmak isteyebileceğini düşünmüştü. “Yazı mı!” diye yineledi annesi, gerçek bir şaşkınlıkla. “Evet. Bunun için de ona bir masa gerekiyor.” Sidonie’nin çabucak vazgeçmeye niyeti yoktu. “Ayrıca, canı yıkanmak istediğinde kullanması için bir su ibriğiyle bir leğen, evet, bir de lazımlık.” “Ama Sidonie, tulumbayı kullanmayı biliyordur herhalde. Erkek kardeşlerin hep öyle yıkanır.” “Odada, geceleri giysilerini koyabileceği bir iskemle de yok.” “Giysileri mi? Hava hâlâ geceleri soyunulmayacak kadar serin. Ben nerdeyse on iki yıldır yatarken soyunmadım, yazları bile.” “Buna karşın tam on iki çocuk doğurdun ama!” diye haykırdı Sidonie. “Tanrı beni seninki gibi bir evlilikten korusun!” Freifrau onu doğru dürüst dinlemiyordu. “Bana kalırsa unuttuğun bir şey var – baba sesini yükseltebilir.” Sidonie buna da aldırmadı. “Bu Dietmahler, babaya ve usullerimize alışmak zorunda, aksi halde eşyalarını toplayıp evine dönmesi gerekebilir,” dedi annesi. “Öte yandan, konuk odamızda rahat etmemesi için bir neden var mı? Fritz ona Tanrı korkusuyla dolu, yalın bir yaşam sürdüğümüzü anlatmalıydı.” “Odaya lazımlık koymamanın Tanrı korkusuyla ne ilgisi var?” diye sordu Sidonie. “Bu da ne demek şimdi? Yoksa evinden utanıyor musun, Sidonie?” “Evet, utanıyorum.” On beş yaşındaydı, bir alev gibi yanıyordu. Ruhsal enerjiye dönüşmüş sabırsızlık bütün genç Hardenberg’lerin kanında hızla, coşkuyla akardı. Fritz şimdi arkadaşını ırmağın kıyısına götürmek, bir yandan kıyıda gezinirken bir yandan da şiirden ve erkeklerin sorumluluklarından söz etmek istiyordu. “Bunu herhangi bir yerde yapabilirdik,” dedi Dietmahler. “Ama evimi görmeni istedim,” dedi Fritz. “Evet eski, modası geçmiş bir evdir, Weissenfels’te hepimiz eski usul bir yaşam süreriz, ama huzurluyuz, evimiz de sıcacık bir yuvadır.” Da ha önce avluda gördükleri uşaklardan biri kapının eşiğinde belirdi, sırtına koyu renk bir ceket geçirmişti; efendinin akşam yemeğinden önce oğlunun konuğunu görmek istediğini bildirdi; çalışma odasında onları bekliyordu. “Yaşlı düşman ininde,” diye bağırdı Erasmus. Dietmahler az da olsa heyecanlanmıştı. “Babanla tanışmaktan onur duyarım,” dedi Fritz’e.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMavi Çiçek
- Sayfa Sayısı240
- YazarPenelope Fitzgerald
- ISBN9789750737534
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2018
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Mutlu Ölüm ~ Albert Camus
Mutlu Ölüm
Albert Camus
Mutlu Ölüm, ünlü yazar Albert Camus’nün 1930’ların sonunda tasarlayıp oluşturduğu, ancak hayattayken yayımlatmadığı bir roman. Bir başka romanı, Yabancı üzerindeki çalışmasının, Mutlu Ölüm’ü ertelettiği...
- Arafta ~ George Saunders
Arafta
George Saunders
“Herkes acı çekiyordu, çekmişti ya da çekecekti. Hayatın doğasında vardı bu.” Ölmek nasıl bir şey? Yaşayan en iyi öykücülerden biri olarak gösterilen George Saunders, uzun...
- Grinin Elli Tonu ~ E. L. James
Grinin Elli Tonu
E. L. James
Romantik, özgürleştirici va kesinlikle bağımlılık yaratıcı… Bu roman dengenizi sarsacak, sizi ele geçirecek va ebediyen sizinla kalacak Edebiyat öğrencisi olan Ana Steele, genç girişimci...