Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Masumlar
Masumlar

Masumlar

Burhan Sönmez

“Sır kitabı” taşıyan bir kadın, masum şiirlere inanır. Uykusuz bir adam, mezarlıklardan ve ölümün kıyısından geçerek hayata tutunmaya çalışır. Herkesin bir sırrı ve bir…

“Sır kitabı” taşıyan bir kadın, masum şiirlere inanır.
Uykusuz bir adam, mezarlıklardan ve ölümün kıyısından geçerek hayata tutunmaya çalışır.
Herkesin bir sırrı ve bir günahı vardır.
Adamla kadın, bir gün kaderin kırık köprüsünde karşılaşırlar.
Kadın “kitap falı” bakar, adam kendi kendine bozkır türküleri mırıldanır.

Haymana Ovası’nda, Tahran’da ve Cambridge’te geçen hayatlar…

Eski zamanların umudunu taşıyan bu romanda Burhan Sönmez, farklı rüzgârların savurduğu çok sayıda kahramanı usta bir incelikle bir araya getiriyor.

11
Deniz
Aynalar Ülkesi
(syf 107)

Küçükken, köyünü terk eden sadakatsiz yetişkinler gibi olmaktan korkardım. Ardına bakmadan çekip gidenler, çocukluklarını yüzüstü bırakırlardı. Köylüler bunun kaderden doğduğunu söyler, boyun bükerdi. Ben Hatip dayımın kaderinin ne olduğunu, yaz kış radyosunda neden tanıdık olmayan hüzünler taşıdığını merak ederdim. Radyodaki sesleri dinlerken bir aynanın içindeki başka bir dünyaya geçtiğimi sanırdım. Annemin anlattığı masalda başka dünyaya geçen bir adam cinlerin ve hutların arasında bin bir ölüm atlatır, geri dönerdi. Bense bazen dönememekten korkardım. Sonra büyülenmiş halde köyün içine çıktığımda, etrafıma toplanan çocuklara radyodan duyduğum hikâyeleri anlatırdım. Uzak diyarlardan gelmiş bir yolcu, kimsenin tanımadığı bir yabancıydım. Beni dinleyen çocuklar bu hayattan bıkmış yetimler kadar kararlı bir halde hep beraber bir gün uzaklara gitmeye yemin ederlerdi. Aynı dalın çiçeğiydik biz, ben de onların yeminine uyardım.
Duyduğum her kelimeyi aklımda tutmaya, öğrendiğim hikâyeleri başkalarına anlatmaya o zaman başladım. Ama nefes almadan beni dinleyen çocuklar sabretmeyi bilmezdi.

Adam: “Kalbimden geçenleri hiçbir zaman dile dökemeyeceğim Madam.”
Kadın: “Neden?”
Adam: “Sonu imkânsız olan sözler ikimizi de yaralar.”
Kadın: “Bir imkân bulunur belki.”
Adam: “Söyleyeceklerimi bilseniz böyle demezdiniz.”
Kalabalık insanların sesleri gelir, bir motorun ıslığı duyulur.
Kadın: “Tren birazdan kalkacak.”
(Tren ne? / Ne bileyim, radyodan duydum. / Sen Türkçeyi tam anlamazsın oğlum, orada başka bir şey demiştir. / Ben
Madam’ın dediği her şeyi doğru anladım. / Madam ne? / Kadının adı.)
Adam: “Buna benzer bir sahneyi hatırlıyorum, bir romandan.”
Kadın: “Ne oluyor romanda?”
Adam: “Genç bir adam bir kadına âşık. Birlikte olmaları
imkânsız. Yine de adam kadına, aklının korktuğu ama kalbinin istediği şeyi söylüyor.”
Kadın: “Kadın ne yapıyor?”
Adam: “Bu değil, önemli olan romanın sonu.”
Kadın: “Sonunda ne oluyor?”
Adam: “Kadın canına kıyıyor.”
Kadın: “Demek ki seviyor.”
Tren sesi duyulur.
(Tren, otobüsün büyüğü herhalde. / Bırakın anlatsın.)
Adam: “Seven herkes ölüyorsa, sizi bundan uzak tutmak
isterim.”
Kadın: “Bunun tek yolu susmak mıdır?”
Adam: “Aklımın korktuğu ama kalbimin istediği şey…”
Kadın: “Susun ve beni öpün.”
Bir sessizlik olur.
Kadın: “Hep bu anı bekledim. Bir daha öpün beni.”
Sessizlik olur.
(Öpüyor mu şimdi? / He. / Sessizlik biraz daha devam etsin. / Tamam.)
Sessizlik devam eder.
Bir silah sesi duyulur.
Kalabalıktan çığlıklar yükselir.
Silah bir daha patlar.
Kadın: “Ah, bizim aşkımız o romandaki kadar bile sürmedi.”
Adam: “Elimi tutun Madam, birlikte ölelim.”
Bir ıslık çalar, tren sesi yavaş yavaş uzaklaşır.
(Gidip kızlarla sessizlik oynayalım mı? / Haydi.)

Ben hikâye anlatırken bütün çocuklarla bir aynanın içinden geçer, sonra çaresiz geri dönerdik. Çocukların, Deniz adlı bir radyo kahramanına özendiği çağdı, aynanın içinde onunla karşılaşmayı ümit ederdik. Kalbimiz küt küt atar, nefesimiz daralırdı. Kırmızı rüzgârda Deniz’in el çırptığını duyar, meçhul gölgelerin peşine düşerdik. Yetişkinlerin ondan söz ederken namaz vaktini kaçırdıkları olurdu. Kadınların sesi kırılır, erkekler sigara üstüne sigara içerdi. Biz sessizce aynanın içinde onun izini sürerdik.

Zayıf bir çocuktum, en büyük hayalim bir günlüğüne Deniz olabilmekti. Biz onu denizci sanır, derede en hızlı yüzen kişiye Deniz adını verirdik. Var gücümle yüzerdim, ama nefesim yetmezdi. Kewê’den kalma tek odalı evimizde annem, babam ve dört kardeşimle yatarken, ertesi gün daha iyi yüzme umuduyla rüyaya dalar, uykuda ağırlık yapan yorganı bazen çığlıkla üzerimden atardım. Annem uyanır, terli boynuma dokunur, saçlarımı öperdi. “Uyu Brani Tawo, uyu” derdi usulca, ben onun “Deniz” dediğini sanırdım. Deniz olma yarışını kazanamadığım için üzülsem de mutsuzluk nedir bilmezdim. Herkesin kendine ait bir mutluluğu vardı köyde, mutsuzluk sadece kente bağlananların ruhuna sinerdi. Acı ve hüzün başkaydı, onu bilirdik. Deniz bir asiyken biz onu denizci sanmaya devam eder, bütün dünya peşindeyken biz onun aynanın içinde yaşadığını herkesten gizlerdik. Bir gün köye askerler ve takım elbiseli adamlar geldi. Hatip dayım, annem ve ben radyo başındaydık. Eski kavimlerden beri bu topraklarda adet olduğu üzere her odanın ortasına dikilen ahşap bir kiriş, evin damını taşırdı. Orta kirişi olmayan evler ak kirece bile boyansa yoksul sayılırdı. Kewê’nin otuz yıl önce oturduğu yerde şimdi annem kirişe yaslanmış, açık kapının dışındaki dünyaya bakıyordu. Kapının önünden silahlı bir adam geçti. “Bu kim?” dedim. Dayım, “jandarma,” dedi. Sonra fötr şapkalı bir adam geçti. “Bu kim?” dedim. Dayım, “vergi memuru,” dedi. Radyoda birkaç kişi aynı anda konuşuyordu. “Bunlar kim?” dedim. Dayım, “Ankaradakiler,” dedi. Radyodaki sesler azaldı, dayım ve annem sessizleşti. “Peki biz kimiz?” diye sordum. İkisi birden bana baktı. O gün radyo Deniz’in ve arkadaşlarının idam edildiği haberini verirken kulağım çınladı ve çocukluk çağımda ilk kez radyoyu yanlış anladığımı sandım. “Onu devlet öldürdü,” dediler, “devlet kim?” dedim. Bunu ne zaman sorsam yer sarsıldı, gök gürledi. Devlet dersinde sınıfta kalmaya mahkûm her çocuk gibi Deniz’i ömür boyu kimsenin bilmediği aynalar içinde saklamam gerektiğini anladım. Şairin dediği gibi:

Deniz’in uzaklardan yeni döndüğü gece
Bir kız karanlık bir ayna önünde saçlarını tarardı
Dışarıda atların soluğu radyo istasyonları ve
Yeni kesilmiş kamışların kokusu vardı
Kilitler eskimiş kapılar yaşlanmış
Saatlerin zili ısrarla
Saatlerin zili
Kalplerdeki küfü haber vermek için çalardı
Kimse kalkmaz kimse koşmazdı pencerelere
O zaman Deniz’le beraber yola çıkıp bir seher vakti
Uykuya doymamış çocuklar da gitti aynalar ülkesine
Ve soğukta tek kalmış ağaçlar gibi yüreğimizi
Ayazlar dövdü
Ayazlar dövdü

Hatip dayımı bir daha görmedim. Heybesini anneme bıraktı ve köyden ayrıldı. Hikâyesini, yıllar sonra yaralı bir halde yattığım günlerde annemden dinledim. Hatip dayım gençliğinde, Mangal Dağı’nın öbür tarafındaki köylerde çobanlık yapardı. Evlendikten üç ay sonra karısına bir gün yanlışlıkla “Zahide” diye seslenince, karısının kalbi kanlandı, “Kim bu Zahide?” diye yeri göğü inletti. Hamile kadın, az kalsın karnındaki çocuğu düşürecekti. Aklı tutulan Hatip dayım, bu adın diline nasıl geldiğini bilemedi. Ne kendi ailesinde ne de çobanlık yaptığı bu köyde Zahide diye biri yoktu. Ertesi gün koyun sürüsünü kıra çıkarırken, ekmek torbasını evde unuttu. Akşama kadar aç kaldı, bu yüzden sürüyü köye biraz erken getirdi. Eğer o gün erken dönmeseydi, otlak yerinden geçen bir Çingene kafilesiyle karşılaşacak ve kafiledeki en güzel kızın adının Zahide olduğunu öğrenince kadere gücü yetmeyen ölüm mahkûmları gibi o an sevdalanacaktı. Evini barkını bırakıp Çingene kafilesine katılan Hatip dayım uzak köyler dolaştıktan yedi yıl sonra Zahide yüzünden çıkan bir kavgada bıçaklanarak ölecekti. Ama o gün otlaktan erken döndüğü için bunlar olmadı. Hatip dayım, kaderinin yazısız kısmını yeni bir tabanca almak için yan köye gittiğinde öğrendi. Çingene kafilesi yan köye uğramış; gözleri kör, yaşlı bir Çingene fal açarken bunları anlatmış ve “Silah almaya gelecek olan çoban,” diye

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Taş ve Gölge ~ Burhan SönmezTaş ve Gölge

    Taş ve Gölge

    Burhan Sönmez

    “Gece, sessizlik değil damıtılmış ses demekti. Gündüz bütün sesler birbirine karışıp gürültüye dönerken, gece her ses kendi sadeliğiyle belirirdi. Çocukluğun şarkıları, ruhların iniltileri, baykuşun...

  2. İstanbul İstanbul ~ Burhan Sönmezİstanbul İstanbul

    İstanbul İstanbul

    Burhan Sönmez

    “Bir çocuk karanlığa kalmış ve dar sokaklarda yönünü şaşırmışsa orası İstanbul’dur. Eski sevgilisini bulmak için maceraya atılan gencin, siyah tilki kürkünün peşine düşen avcının,...

  3. Kuzey ~ Burhan SönmezKuzey

    Kuzey

    Burhan Sönmez

    Yokluğun bilincinden söz edemeyiz. Âşık, sevgiliyi tanımadan önce içinde bulunduğu yokluğun farkında değildir. Oradan çıkıp varlığa ermesi, kendini bilmesi ancak severek mümkün olur. Varoluşun...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kimsenin Ölmediği Bir Cinayet Öyküsü ~ Ali İpekKimsenin Ölmediği Bir Cinayet Öyküsü

    Kimsenin Ölmediği Bir Cinayet Öyküsü

    Ali İpek

    Ekmek yanarsa kül, bozulursa küf kokar. Her şey bozulduğu gibi karışır havaya. Her şey gittiği gibi kalır. Annemin kokusu önce üstümüzden gitti; sonra bu...

  2. Ev ~ Nermin YıldırımEv

    Ev

    Nermin Yıldırım

    … hayata tutunmak için inanmaya mecbur kaldığımız bütün yalanlar günü gelince açığa çıkıyor. Ve sonra biz ölmüyoruz. Daha kötü bir şey oluyor. Öğrendiklerimizle yaşamaya...

  3. Od ~ İskender PalaOd

    Od

    İskender Pala

    Biliyorum, “Biz bu ilden gider olduk, kalanlara selam olsun,” demişti… Yine biliyorum, “Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun.” demişti… Ve Sevgiliye gittiği o...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur