Koray Avcı Çakman’ın yazıp, Elif Deneç’in resimlediği Masal Dolu Anadolu, yurdumuzun zengin sözlü anlatı geleneğini şiir diliyle harmanlıyor; Kaf Dağı’nın ardındaki nice masal kahramanını gün yüzüne çıkararak, çocuklarla tanıştırıyor.
Geçmişten aldığı ilhamı geleceğe nakşetme hevesiyle dört başı mamur bir anlatıcıya dönüşen Koray Avcı Çakman, Anadolu’nun bağrında şekillenen masallara yenilerini ekleyerek insanlığın en kadim düşlerinden kırkyama masallar örüyor. Düş dünyasında gezinmekten hoşlanan her yaştan okura tadına doyulmaz bir masal ziyafeti yaşatıyor.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken; sözleri gökteki yıldızlardan kayan, düşleri çağlayan pınarlardan taşan bir yazar yaşarmış. Az gitmiş uz gitmiş, derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçerek soluğu Kaf Dağı’nda almış. Var var imiş, yok yok imiş geçip gittiği yollarda. Kim demiş, ne demişse katmış yanına, o hâlde varsın anlatsın bakalım hangi masalları katmış efsunlu masal çuvalına?
İbiş ile Değirmenci Memiş’in, Karga ile Bülbül’ün başından geçenlere yeni anlamlar kazandıran, Dilsiz Dilli Kilim’in ve Zümrüdü Anka Kuşu’nun seslerine kulak vermeye çağıran yazar, devlerin cirit attığı bir dünyada Keloğlan’a türlü kaderler biçmekten kendini alıkoyamıyor. Anadolu masal geleneğini var eden eşsiz değerleri yepyeni anlatılarda günümüz çocuklarıyla buluşturan Masal Dolu Anadolu, okurlarının üzerine kahkaha otu serpiştirip onları kısa süreliğine dahi olsa gerçek dünyadan uzaklaştırmayı başarıyor.
Masal türünün edebiyatımızdaki yeri ve önemini bir kez daha hatırlatan Koray Avcı Çakman ritmik ve oyunbaz kalemiyle gökten üç elma düşürüyor; onları da kitabının, okurlarının ve masallara can veren kahramanların başına taç ediyor…
İçindekiler
Masal Dolu Anadolu………………………………………………………7
İbiş ile Değirmenci Memiş………………………………………… 9
Kahkaha Otu………………………………………………………………….13
Keloğlan’ın Kırık Leblebisi……………………………………….18
Ayağına Diken Batan Horoz…………………………………….23
Üç Oğul…………………………………………………………………………….27
Gülkız………………………………………………………………………………..32
Karga ile Bülbül…………………………………………………………….39
Alaz Oğlan………………………………………………………………………45
Dilsiz Dilli Kilim………………………………………………………….. 51
Tılsımlı Yüzük………………………………………………………………..57
Zümrüdü Anka Kuşu…………………………………………………. 64
Dev ile Derman Nine ………………………………………………….70
Keloğlan ile Ejderha…………………………………………………….75
Kırk Yama………………………………………………………………………..82
Masal Dolu Anadolu
Bir varmış bir yokmuş,
Zamanlar evvel iken,
Kalburlar saman iken,
Az gittim, çok gittim…
Dere tepe aşarak,
Deniz üstü uçarak,
Kâh iğne deliğinden
Kâh Görünmezler Ülkesi’nden geçtim.
Yerde buldum bir çarık,
Baktım tabanı yarık.
Çarığı oracıkta bıraktım,
Üç gün üç gecede kırk dağı aştım.
Sanmayın ki boş boş dolaştım.
Gün geldi gökkuşağını salıncak yaptım,
Karıncaları, ejderhaları salladım.
Gün geldi bulutlardan döşek yaptım,
Üzerine boylu boyunca yattım.
Falanca’dan, Filanca’dan
Var Bey’den, Yok Hanım’dan
Çıtı Kız’dan, Pıtı Oğlan’dan
Duydum, duydum da,
Bire bin kattım,
Bilene bilmeyene anlattım.
İbiş ile
Değirmenci
Memiş
Bir varmış bir yokmuş,
İnsanın başından geçenler,
Kumlardan çokmuş.
Buralar dağ, oralar dere iken,
Köyün birinde İbiş oğlan yaşarmış.
İbiş bir gün bir çuval buğdayı,
Yüklemiş eşeğinin sırtına,
Koyulmuş değirmenin yoluna.
Onu gören değirmenci Memiş şöyle demiş:
“Gel seninle uydurma yarışması yapalım.
Sen kazanırsan üç çuval un vereceğim sana,
Ben kazanırsam eşeğini de alırım, buğdayını da!”
Önce değirmenci Memiş almış sözü:
“Yediğim karpuzun çekirdekleri,
Düşmüş değirmenin önüne,
Filizlenip karpuz verdi üç günde.
Karpuz şu dağlardan bile büyük olunca,
Kesemedim tek başıma.
Bir baltacı çıktı karşıma,
Baltacı karpuzu keseyim derken
Elinden kurtuldu baltası,
Kaçtı karpuzun içine,
Baltacı da düştü baltasının peşine.
Adamın birine rastlamış karpuzun içinde.
Sormuş baltasını adama.
Adam gülmüş kahkahalarla,
‘Ben deve sürümü kaybettim
Kırk gündür bulamıyorum.
Sen bir baltayı mı bulacaksın a şaşkın?’
Baltacı çaresiz çıkmış dışarı.
Ben de haber saldım dört bir yana.
Kırk baltacı çıkageldi,
Ellerinde koca koca baltalar.
Kırk vuruşta kestiler karpuzu,
Sel oldu aktı karpuzun suyu.
Ulaştı uzak mı uzak memleketlere.
Önceden ova olan yerler dönüştü denizlere.”
Bu kez İbiş almış sözü:
“Eskiden benim kırk kovanım vardı,
Kırk kovanın içinde binlerce arı,
Gündüzleri bal yapmak için dışarı çıkarlardı.
Her akşam üşenmeden tek tek sayardım arıları.
Bir gece arılardan teki gelmedi kovana,
Çıkıp bir çakıl taşına, baktım dört bir yana.
Çiftçinin biri arının üzerine atlamış,
Ta Kaf Dağı’na varmış.
Ben koştum, arı uçtu…
Arının peşinde ulaştım,
Senin karpuz suyundan denizine.
Pamuk ipliğinden köprü
Yapmışlar denizin ortasına.
Köprüyü geçiverdim bir solukta,
Üç tencere gördüm yolda.
Birinin ortası delik,
Birinin yanı çürük,
Diğerinin dibi yarık.
Çürüğünde buğday haşladım,
Delik tencerede pişirdim,
Dibi yarıkta yedim.
Karnım doyunca kayıp arım geldi aklıma,
Gitmeden bir not bırakmıştı bana.
Notu cebimden çıkardım:
‘Bu yarışmayı kazanan İbiş,
Kaybeden Memiş!’
İşte bizim arı böyle yazmış.”
Değirmenci Memiş, “A ibiş!” demiş,
“Sen yarışmayı benim karpuz suyundan denize
Varınca kazanmıştın asıl.
Ama bakalım daha nasıl,
Neler uyduracaksın diye
Bekledim hayretle.
Çok akıllısın besbelli, kıvırırsın her işi.
Benimle çalışacak birini arıyordum değirmende.
Var mısın bu işe?”
“Olur,” demiş İbiş, bu işe çok sevinmiş.
İbiş ile Memiş değirmeni güzelce işletmişler.
Kâh birbirlerini gözetmişler
Kâh uydurdukları masalları
Birbirlerine söylemişler.
Kahkaha Otu
Az gittim, uz gittim,
Derelerden sel gibi,
Tepelerden yel gibi geçtim.
Vara vara vardım Kaf Dağı’na,
Doldurdum masalları çuvalıma.
Kâh hoplaya zıplaya,
Kâh dura soluklana,
Ulaştım bir samanlığa.
Kıvrıldım yattım oracıkta.
Ben uyurken çuvalım açılmış,
İçinden bir masal fırlamış.
Geçmiş zamanda, uzak mı uzak bir diyarda,
Bir padişah kızı varmış, adı Falanca.
Falanca kız bir gün hastalanmış.
Hiç durmadan ağlıyormuş.
Bir türlü susmuyormuş.
Kızın sesi de gür olunca,
“Hüngür hüngür!” sesleriyle
İnletmiş sarayın dört bir yanını.
Onca hekim dindirememiş feryadını.
Yalnız içlerinden biri, demiş ki:
“Bu derdin devası, Kahkaha Otu!
Kaf Dağı’nın ardından bulup getirmeli onu.”
Padişah adamlarını çağırmış.
“Haber salın herkese!” diye haykırmış.
“Kızım çok hasta, çorbası tasta,
Her kim Kahkaha Otu’nu getirirse,
Falanca kızımı iyileştirirse,
Küp küp altınlar sereceğim önüne.”
Kırk davulcu, ellerinde kırk davulla,
Düşmüşler yollara…
Padişahın sözlerini iletmişler,
Duyana duymayana.
Nice nice yiğitler yollara koyulmuş.
Giden çokmuş ama dönen yokmuş.
Filanca oğlan da duymuş bu olanları.
Fakir mi fakirmiş oğlanla anası.
“Ana!” demiş, “İzin ver de Kaf Dağı’na gideyim.
Kahkaha Otu’nu götüreyim,
Sultan kızı iyi edeyim.”
Anası bir boş kilere bakmış, bir oğluna.
Demiş: “Git, git de atı alma sakın ha!”
Oğlan şaşırmış: “Demir çarık giyip ayağıma,
Ta Kaf Dağı’na yayan mı varayım ana?”
“Yok,” demiş anası, “ahırdaki boz eşeği al yanına.”
Filanca oğlan, “Onca yıllık anamdır,
Elbet onun da bir bildiği vardır,” demiş.
Anasının lafını ikiletmemiş.
Yola çıkmadan önce anası,
Birkaç da nasihat vermiş.
“Şöyle iken böyle, böyle iken şöyle,” demiş.
Filanca oğlan, boz eşeğin sırtında, koyulmuş yola.
Hava sıcak, Kaf Dağı çok uzakmış.
Oğlan vara vara varmış bir ormana.
Her ağacın altında biri uzanmış yatıyormuş.
Günlerdir haber alınamayan yiğitler,
Meğer burada uyuyormuş.
“Ah! Ben de durup dinlensem,” demiş Filanca.
“Yaprağı narin, gölgesi serin bir söğüdün altında.”
Ama sonra anasının öğüdü gelmiş aklına:
“Yorulsan da hiç durma!”
Oğlan esneye esneye,
Sürmüş eşeğini ormanın derinliklerine.
Az giderken, uz giderken
Uyku bastırıvermiş iyice.
Tam göz kapakları kapanırken,
Eşeği anırmaya başlamış,
Oğlanın uykusu uzak diyarlara kaçmış.
Eşeğine kâh deh kâh çüşş diye diye.
Yol almış gündüz gece.
Sonunda Kaf Dağı’nı aşmış.
Oraya, buraya, hatta şuraya bile bakmış.
Ama otu bir türlü bulamamış.
O anda eşeği bir kahkaha atmış.
Eşeğin Kahkaha Otu’ndan yediğini anlamış.
Eğilip eşeğin önündeki otları toplamış.
Yola koyulayım, gideyim erken derken,
Az ötede, çil çil altınlar ilişmiş gözüne.
Görmemiş kayalıkların ardını,
Altınları bekleyen bir kara yılanı.
Tam toplayacakken altınları
Anasının öğüdü gelmiş aklına:
“Alacağından fazlasına uzanma.”
Altınları orada bırakmış Filanca oğlan.
Tehlike geçince yuvasına girmiş kara yılan.
Dönüş yolunda Filanca’nın
Karşısına üç adam çıkmış.
Bunlar yol kesen haydutlarmış.
Haydutlar bir boz eşeğe bakmışlar, bir oğlana.
“Atı bile yok binmeye,
Nesi olsun ki yamalı heybesinde!”
Deyip dokunmamışlar Filanca’ya.
Filanca Kahkaha Otu’nu götürmüş saraya,
Ottan yer yemez kahkahalar atmış Falanca.
Karşısındaki yiğit oğlanı da pek beğenmiş.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Öykü
- Kitap AdıMasal Dolu Anadolu
- Sayfa Sayısı88
- YazarKoray Avcı Çakman
- ISBN9786052853115
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz ~ Miguel de Unamuno
Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz
Miguel de Unamuno
1898 kuşağının en güçlü kalemlerinden Miguel de Unamuno’nun felsefesinin ve yazınının timsali olarak görülebilecek Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz’de dönüm noktasındaki İspanya’ya gökten...
- Doyma Noktası ~ Sema Kaygusuz
Doyma Noktası
Sema Kaygusuz
“Uzattı elini, o koca meyveyi tuttu bıraktı, parmak uçları tekrar hissetmeye başladı. Tatlı bir koku yayıldı havaya, şekerli, ateş rengi bir şeftali kokusu. Onu...
- Hayalet Hikâyeleri ~ Pınar Kür
Hayalet Hikâyeleri
Pınar Kür
Hayalet Hikâyeleri bireyin uzun zaman susmuş geçmişinin yeniden dile geldiği öykülerle örülü bir kitap. Kimileyin ürkütücü, kimileyin yaralayıcı olan suskunlukların kendilerini dışa vurarak, artık...