Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

MANIAC
MANIAC

MANIAC

Benjamín Labatut

John von Neumann bir bilim devi, dokunduğu her alanda devrim yaratan bir Macar harikasıydı. Gençliğinde Almanya’da matematiğin temellerini aradıktan sonra Soğuk Savaş’ın güç oyunlarına…

John von Neumann bir bilim devi, dokunduğu her alanda devrim yaratan bir Macar harikasıydı. Gençliğinde Almanya’da matematiğin temellerini aradıktan sonra Soğuk Savaş’ın güç oyunlarına karıştığı ABD’ye göç etti, oyun teorisini icat etti, yapay zekâ ve dijital hayata öncülük etti, dünyanın ilk programlanabilir bilgisayarını tasarladı ve makineye şaka yollu MANIAC adı verildi. Matematiksel güçleri o kadar olağanüstüydü ki, Nobel Ödüllü fizikçi Hans Bethe onunki gibi bir beynin insanınkinden daha üstün bir türe işaret edebileceğini ifade etti.

Ne var ki Von Neumann, Hiroşima’yla Nagasaki’yi yok eden atom bombalarının yaratılmasına da yardımcı oldu. 1957’de muhtemelen Los Alamos’ta maruz kaldığı radyasyon nedeniyle kanserden öldüğünde, Amerikan hükümetinin nükleer silahlar ve strateji konusunda en değerli danışmanlarından biriydi.

Gerçeği kurguyla ören Benjamín Labatut, MANIAC’ta John von Neumann’ı modern dünyamızın karanlık temelleri ve yapay zekâ hakkında edebî bir triptiğin merkezine yerleştirerek bilim ve teknolojinin bizleri yok oluşun eşiğine götüren korkutucu boyutlarına dikkat çekiyor. İnsan düşüncesinin ötesinde gelişen “çok yetenekli” yapay zekâların insan ve dünya için nasıl yıkıcı ve umutsuzluk kaynağı olabileceğini gösteriyor.

“[Labatut] Borges’ten bu yana en önemli Güney Amerikalı yazar olarak hızla yükseliyor. Dünyanın hiçbir yerinde onun gibi yazan yok.”

The Telegraph

*

“Bir kraliçe gördüm, üstünde yaldızlı bir elbise vardı, elbisesi gözlerle doluydu, gözler saydamdı, harlı alevler gibi yine de berraktı. Başına taktığı tacı da tıpkı elbisesindeki gözler gibi üst üste bir sürü taçtan oluşuyordu. Bana korkutucu bir hızda yaklaşarak ayağını boynuma dayayıp korkunç bir sesle bağırdı: ‘Kimim ben haberin var mı?’ Dedim ki ben de, ‘Tabii ki! Uzun zamandır bana elem, keder ve acı verensin sen. Ruhumun mantık yürütme becerisisin.’”

Hadewijchof Brabant,
13. yüzyıl Şairi ve Mistiği
(Eliot Weinberger’in Angels&Saints
[Melekler ve Azizler]
eserinden uyarlanmıştır.)

Paul
ya da
Mantıksızın Keşfi

25 Eylül 1933 sabah vakti, Avusturyalı fizikçi Paul Ehrenfest, Profesör Jan Waterink’in Amsterdam’da bulunan zihinsel özürlü çocuklar için Eğitim Enstitüsü’nün kapısından girerek on beş yaşındaki oğlu Vassily’i başından vurup ardından silahı kendisine doğrulttu.

Paul o dakika can verirken, Down sendromlu Vassily’ nin ölümünü ise, aynı yılın ocak ayında enstitüye yatırılmasından itibaren çocuğun bakımını üstlenen doktorları, saatler süren can çekişmesinin ardından ilan etti. Çocuk Amsterdam’a getirilmişti çünkü neredeyse on yıla yakın Almanya’nın tam kalbinde, Jena’daki bir klinikte kalmasına rağmen Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte, babası ülkenin, oğlu için artık güvenli olmadığında karar kılmıştı. Vassily ya da herkesin dilindeki ismiyle Wassik kısacık ömrü boyunca ağır fiziksel ve zihinsel özürlerle boğuşmak zorunda kalmıştı; Paul’ü öz kardeşi gibi seven ve Ehrenfest ailesinin düzenli misafirlerden olan Albert Einstein ona “sabırlı cüce” adını takmıştı, çocuk ortalıkta gezerken bazen öyle güçlük çeker, dizleri öyle çok ağrırdı ki ayakta durmakta bile zorlanırdı. Yine de sınırsız görünen coşkusundan bir şey kaybetmez, işe yaramayan bacaklarını halının üzerinde sürükleye sürükleye en sevdiği amcasını kapıda karşılamaya gitmekten hiç vazgeçmezdi. Wassik hayatının büyük bir kısmını bakımevlerinde geçirdiği halde neşeli bir çocuktu, evdekilere sık sık yabancı Alman kırsalından manzaralı kartpostallar ya da kararsız elyazısıyla kaleme aldığı günlük hayatından olayları sıraladığı mektuplar yollardı; neler öğrendiğinden, en yakın arkadaşının nasıl hastalandığından, ona öğretildiği gibi uslu çocuk olmak için nasıl çabaladığından, aynı anda bir değil sınıfındaki iki kıza birden, ayrıca dünyanın en sevecen, en harika insanı olarak gördüğü öğretmeni Mrs. Gottlieb’e nasıl abayı yaktığından bahseder, kendisi de öncelikle, her şeyden öte bir öğretmen olan Paul Ehrenfest’in o satırları okurken gözleri dolardı.

Paul de hayatı boyunca kendisini kötürüm bırakıp felç eden melankoli ve depresyon nöbetlerinden çok çekmişti. Çocukken o da oğlu gibi zayıf, genellikle hastalıklıydı. Burnu kanamadığında, astımı nedeniyle öksürmediğinde ya da okulda kendisiyle, “Kepçe kulak kepçe kulak, verin onları buradaki Yahudiye!” diye alay eden zorbalardan kaçarken nefesi tıkanıp başı dönmediğinde, ya bir ateş ya soğuk algınlığı ya da korkunç bir karın ağrısı uydururdu ki korunaklı ortamda annesinin kollarında güvenli bir biçimde sarılıp kollansın; beş kardeşin en küçüğü olan Paul adeta derinlerde bir yerde kendisi on yaşına geldiğinde annesinin öleceğini bir şekilde sezmişti ve peşinen yaşadığı bütün acılar da sadece o önsezinin tezahürü, itiraf edemeyeceği, sesli dile getiremeyeceği kaybın peşinen yaşattığı hislerdi; biliyordu ki eğer onu sesli söyleyecek cesareti bulursa annesinin ölümü daha çabuk gerçekleşecekti; böylece bir çocuğun kaldıramayacağı o yükü omuzlayarak sessizlik içinde, korkuyla ve üzüntüyle bekledi; bu kasvetli sezginin yarattığı ağırlık annesinin ölümünden, altı yıl sonra babasının vefatından sonra da peşini bırakmayıp elli üç yaşında kendi yaşamına son verdiği güne dek devam etti.

Dış dünyayla ne denli uyuşmazlık içinde olursa olsun, Paul ailenin en yetenekli üyesi, girdiği tüm okulların en başarılı öğrencisiydi. Arkadaşları tarafından sevilir, sınıf arkadaşlarınca sayılır, öğretmenlerinin takdirini toplardı, yine de kendi değerine hiçbir şekilde ikna olamazdı. Asla içe dönük biri de değildi; aksine ne öğrenirse hepsini sergilemesiyle, bilgisini muhteşem şekillerde ortaya koymasıyla, sünger gibi zekâsıyla, açgözlüce beslendiği muhtelif alanlardan, sayısı durmadan artan kitaplardan edindiği kavramları birbirine bağlayarak en karmaşık fikirleri herkesin anlayabileceği benzetmelere, imgelere tercüme etmesini sağlayan olağanüstü yeteneğiyle etrafındakilere keyifli anlar yaşatırdı. Paul hiç ayrım gözetmeden her şeyi özümseme becerisine sahipti. Beyni muhtemelen asli bir zardan yoksun, oldukça geçirgendi; hayatın bunca çeşitli biçimi tarafından istilaya uğradığı halde kendisinin dünyaya pek ilgisi yoktu. Kendini koruyacak asli bir şeyden yoksun halde kan beyin bariyerinden mütemadiyen içeri dışarı hareket eden bilgilere maruz kaldığını, bunları hazmedemediğini hissediyordu. Doktorasını tamamlayıp artık seçkin bir hoca olarak tanındığında ve Leiden Üniversitesi’nde büyük Hendrik Lorentz fizik kürsüsünü elde ettiğinde bile Paul’ün içinde sevinç ışığı yakan yegâne şey kendini başkalarına adamaktı; öyle ki en sevdiği öğrencilerinden biri, “Ehrenfest içinde ne var ne yoksa herkesle paylaşırdı,” diye belirtiyor, hatta bunu, “ne bulduysa ya da ne gözlemlediyse kendine içsel bir kale, bir nevi sığınak bırakmadan dışarı dağıtırdı,” diye ifade ediyordu.

Ehrenfest bir fizikçi olarak dünyayı yerinden oynatan buluşlar yapmadıysa da Niels Bohr, Paul Dirac, Wolfgang Pauli gibi önemli şahsiyetlerin sorgusuz sualsiz saygısını kazanmıştı. Albert Einstein, Paul’le tanışmasından birkaç saat sonra, “Hayallerimiz ve yapmak istediklerimi-

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıMANIAC
  • Sayfa Sayısı368
  • YazarBenjamín Labatut
  • ISBN9789750765537
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2025

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Arsız Yeşillik ~ Benjamín LabatutArsız Yeşillik

    Arsız Yeşillik

    Benjamín Labatut

    Ne zaman dünyayı anlamayı bıraktık?Hiroşima ve Nagasaki’yi yerle bir eden atomları bir generalin yağlı parmakları değil, elinde bir avuç denklem olan bir grup fizikçi...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Aşka Adanmış Bir Gün ~ Pamela ClareAşka Adanmış Bir Gün

    Aşka Adanmış Bir Gün

    Pamela Clare

    Tutku bir kez alev aldı mı onu söndürmek ya da varlığını inkar etmek zordur. Connor MacKinnon, komutanı Lord William Wentworth’ten öyle nefret etmektedir ki...

  2. Pollyanna ~ Eleanor H. PorterPollyanna

    Pollyanna

    Eleanor H. Porter

    1907’de Eleanor Hodgman Porter, Miss Billy adlı genç kızın öykülerini anlatan üç kitap yayımladıktan sonra bir başka kızın, Pollyanna Whitter’ın öyküsünü yazmaya karar verir;...

  3. Çukur ~ Hiroko OyamadaÇukur

    Çukur

    Hiroko Oyamada

    Çağdaş Japon edebiyatının gelecek vaat eden yazarlarından Hiroko Oyamada’nın kaleminden hem Franz Kafka hem Komşum Totoro esintileri taşıyan Akutagawa ödüllü bir roman: Çukur. Oyamada,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    ×
    Yukarı
    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur