Ursula K. Le Guin’in 1979’da kaleme aldığı Malafrena, yazarın diğer bazı öykülerinden tanıdığımız hayali ülke Orsinya’da geçiyor. Fakat yazarın diğer romanlarında da olduğu gibi, mekân hayali olmasına rağmen resmedilen ortam ve ele alınan meseleler son derece gerçekçi. Sansürün insanları susturduğu, kısıtlamaların her türlü muhalefeti engellediği, iktidarın katı ve kati bir hal aldığı bir ülke Orsinya. Malafrena Vadisi’nde ailesiyle birlikte yaşayan başkahraman İtale Sorde, işte tam da bu koşullarla mücadele etmek üzere güvenli aile toprağını terk edip siyasi çalkantıların hüküm sürdüğü başkente gidiyor. Amacı, devrimci idealleri doğrultusunda toplumun özgürleşmesine katkıda bulunmak – ama tüm iyi niyetine rağmen bunun hiç de kolay olmadığını öğreniyor.
Özgürlük, devrim, ideallerle gerçeklik arasındaki kaçınılmaz çatışma ve bu çatışmanın getirdiği hayal kırıklığı, aşk, kimlik arayışı ve aidiyet gibi temaların öne çıktığı Malafrena, Le Guin’in sadece fantastik edebiyatta değil gerçekçi edebiyatta da usta bir yazar olduğunu kanıtlayan bir roman.
İÇİNDEKİLER
Birinci Bölüm – Taşrada
İkinci Bölüm – Sürgündekiler
Üçüncü Bölüm – Seçimler
Dördüncü Bölüm – Radiko Yolu
Beşinci Bölüm – Hapishaneler
Altıncı Bölüm – Olmazsa Olmaz Tutku
Yedinci Bölüm – Malafrena
***
s.12-16.
Yıldızsız bir mayıs gecesi, şehir uyuyor, nehir gölgelerin arasından sessizce akıyordu. Üniversitenin bomboş avlularının ötesinde, suskun çanlarıyla kilise kulesi yükseliyordu. Kilise bahçesinin dört metrelik demir kapısının tepesinde bir delikanlı vardı. Delikanlı demir süslemelere tutunarak içeri atladı ve bahçeyi geçip kilisenin kapısına geldi. Ceketinin cebinden büyücek bir kâğıt çıkarıp eliyle düzeltti, biraz aranıp bir de çivi çıkardı; eğilip ayakkabılarının birini eline aldı. Demir çubuklarla sağlamlaştırılmış kapının yukarılarına kâğıtla çiviyi yerleştirdi, ayakkabıyı kaldırdı, bir an durdu ve vurdu. Darbenin sesi karanlık taş avlularda yankılanırken gürültüden ürkmüş gibi yine duraksadı. Yakınca bir yerden birisi bağırdı, taşa sürünen demir sesi geldi. Delikanlı üç vuruşla çivinin tahtaya iyice gömülmesini sağladı, sonra ayakkabılarının biri ayağında, diğeri elinde, seke seke bahçe kapısına koştu. Elindeki ayakkabıyı dışarı attı, kapıya tırmandı, ucu parmaklığın sivri köşesine takılan ceketinden gelen yırtılma sesine aldırmadan kendini dışarı attı ve iki polisin oraya gelmesine ramak kala gölgelerin arasında kayboldu. Polisler kilise bahçesine bir göz atıp kilidi yokladı, kapının yüksekliğine dair aralarında Almanca tartıştı ve botlarıyla kaldırım taşlarını çınlatarak oradan uzaklaştı. Sakına sakına yaklaşan delikanlı tekrar ortaya çıktı, karanlıkta ayakkabısının tekini aramaya koyuldu. İçin için kahkahalar atıyordu. Ayakkabısını bulamadı. Nöbetçiler geri geliyordu. Solariy Katedrali’nin çanları geceyarısını çalarken karanlık sokaklarda çoraplı ayağıyla yürüyerek oradan uzaklaştı.
Ertesi gün Julianus’un dinden çıkışının anlatıldığı ders öğle çanıyla sona erdiğinde, delikanlı diğer gençlerle birlikte dershaneden çıkarken adının çağrıldığını duydu: “Herr Sorde. Herr İtale Sorde.”
Öğrenciler çıt çıkarmadan, kafaları önde, üniformalı üniversite güvenlik amirinin önünden geçip gitti; yalnız adı çağrılan kaldı.
“Evet, Herr Rektör sizi görmek istiyor. Böyle buyurun Herr Sorde.”
Rektörün odası, fena halde aşınmış, güzel bir kırmızı İran halısıyla kaplıydı. Rektörün burnunun sol yanında mor bir kabarıklık vardı: Bir sivilce mi, yoksa bir doğum lekesi mi? Pencerenin yanında başka bir adam duruyordu.
“Lütfen soruma cevap verin Bay Sorde.”
Delikanlı öteki adamın uzattığı kâğıda baktı: Eni boyu neredeyse bir metreyi bulan kâğıt, 5 Haziran 1825 tarihinde Solariy pazarında yapılacak öküz satışlarını duyuran bir afişin yarısıydı. Boş arka yüzünde iri okunaklı harflerle şunlar yazılıydı:
Müller’in, Von Haller’in, bir de Von Gentz’in
Tasması takılsın boynuna herkesin!
En iyi hükümetler ilan etti:
Aklın, vicdanın hükmü kalkmıştır artık
Müller, Haller ve Gentz’in hükmüne kaldık.
“Ben yazdım,” dedi delikanlı.
“Ve…” Rektör pencerenin önündeki öteki adama bir göz attı, hafifçe azarlar gibi bir edayla sordu: “Ve kilisenin kapısına çiviledin?”
“Evet. Tek başıma, başka kimse yoktu yanımda. Tamamen benim fikrimdi.”
“Evladım,” dedi rektör, durdu, kaşlarını çattı ve devam etti: “Evladım, her şey bir yana, oranın kutsallığını düşünürsen—”
“Tarihi bir olayı örnek aldım. Tarih okuyorum.” Delikanlının yüzü beyazdan kıpkırmızıya döndü.
“Şimdiye kadar örnek bir talebeydin,” dedi rektör. “Çok üzücü bir durum. Şaka olarak yapıldığını düşünsek bile—”
“Afedersiniz efendim, ama şaka değildi!”
Rektör irkildi ve gözlerini yumdu.
“Niyetimin ciddi olduğu besbelli. Öyle olmasa beni niye çağırtasınız?”
Ne sivilcesi, ne unvanı, ne de adı olan öteki adam, “Ciddiyetten söz ediyorsun delikanlı,” dedi. “Eğer istediğin buysa başını ciddi bir belaya sokabilirsin, biliyorsun değil mi?”
Delikanlının yüzü bu defa bembeyaz oldu. Adama bakakaldı. Sonunda küçük ve gergin bir baş hareketiyle adamı selamlamayı becerdi. Tekrar rektöre döndü ve doğallıktan uzak bir sesle konuştu:
“Özür dilemeye niyetim yok efendim. Okuldan ayrılacağım. Daha fazlasını benden talep etmeye hakkınız yok.”
“Böyle bir şey talep etmedim sizden Bay Sorde. Kendinize hâkim olun lütfen ve beni dinleyin. Bu sizin okuldaki son döneminiz. Öğreniminizi bir mesele çıkmadan tamamlamanızı istiyoruz.” Burnundaki mor sivilceyi titreterek gülümsedi. “Bu sebeple dönemin geri kalan kısmında öğrenci toplantılarına katılmayacağınız, günbatımından sabaha kadar evinizden, odanızdan çıkmayacağınız hususunda bana söz vermenizi istiyorum. Sizden talebim bundan ibaret Bay Sorde. Bana söz veriyor musunuz?”
Kısa bir duraksamanın ardından delikanlı “Evet,” dedi.
O çıktıktan sonra vilayet müfettişi kâğıdı katlayıp gülümseyerek rektörün masasına bıraktı. “Ateşli bir delikanlı.”
“Evet, çocukça bir haylazlık yapmış işte.”
“Luther’in doksan beş tezi vardı,” dedi vilayet müfettişi, “bununsa sadece bir tezi var anlaşılan.”
Almanca konuşuyorlardı.
Rektör nükteyi beğendiğini gösterir şekilde “hah, hah, hah” diye güldü.
“Memuriyete girmeyi mi tasarlıyor? Hukuk falan?”
“Hayır, ailesinin malikânesine dönecek. Ailenin tek oğlu. Öğretmenliğe başladığım yıl babasına ders vermiştim. Malafrena Vadisi dağların arasında, en yakın yere yüz kilometre mesafede, memleketin unutulmuş bir köşesinde bir yer.”
Vilayet müfettişi gülümsedi.
O çıkıp gittikten sonra rektör derin derin içini çekti. Masasına oturup karşı duvardaki portreye bakakaldı. Önceleri dalgın olan bakışları giderek keskin bir hal aldı. Portre üst dudağı kalın, iyi giyimli, iyi besili bir kadına, Avusturya İmparatoru Francis’in ikinci dereceden kuzeni Grandüşes Mariya’ya aitti. Elinde tuttuğu kâğıtta, Orsinya’nın dört parçalı kırmızı mavi renklerinin üzerine imparatorluğun siyah çift başlı kartalı oturmuştu. On beş yıl önce duvarda Napolyon Bonapart’ın portresi vardı. Otuz yıl önceyse, taç giyme töreni kıyafetleri içinde Kral IV. Stefan duruyordu orada. Rektör otuz yıl önce ilk defa dekan olduğunda, haylazlık yapanları odasına çağırıp bir güzel haşlar ve ağızlarının payını verirken çocuklar koyun gibi önlerine bakıp sırıtırdı. Böyle betleri benizleri atmazdı. Onun da içinde böyle acı verici bir özür dileme hissi uyanmaz, genç Sorde’ye karşı olduğu gibi “Üzgünüm, vaziyeti biliyorsun!” deme ihtiyacı duymazdı. Tekrar içini çekti, önündeki baştan sona Almanca yazılı belgeye, ders programının hükümetçe düzenlenmesine ilişkin resmi evraka baktı. Gözlüklerini taktı, yüzü pencereden odaya dolan mayıs güneşinin ışıltısında yorgundu; isteksiz ellerle zarfı açtı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMalafrena
- Sayfa Sayısı432
- YazarUrsula K. Le Guin
- ISBN9789753425575
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviMetis Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Middlesex ~ Jeffrey Eugenides
Middlesex
Jeffrey Eugenides
ÖLMEDEN ÖNCE OKUMANIZ GEREKEN 1001 KİTAPTAN BİRİ Ben iki kez doğdum: İlkinde 1960 yılının Ocak ayında, Detroit için inanılmaz derecede dumansız bir günde kız...
- Gül Bağı – Sör Benfro’nun Şarkısı 2 ~ J. D. Oswald
Gül Bağı – Sör Benfro’nun Şarkısı 2
J. D. Oswald
“Gül Bağı – Sör Benfro’nun Şarkısı 2” Sör Benfro’nun Şarkısı, serinin ikinci kitabı Gül Bağı ile sürüyor: Benfro ile Errol’ın kaderleri kesişmek üzere… Engizitör...
- Wardstone Günlükleri – 06: Hayaletin Kurbanı ~ Joseph Delaney
Wardstone Günlükleri – 06: Hayaletin Kurbanı
Joseph Delaney
Hayalet’in çırağı olarak Tom’un asli görevi, eyaleti Karanlık’tan korumak. Fakat memleketi Yunanistan’a dönmüş olan annesinin yardıma ihtiyacı var. Kadim Tanrı’ların en tehlikelilerinden biri olan...