Halit Ziya, ustalık döneminin ilk romanı kabul edilen Mai ve Siyah’ta, dönemin basın dünyasını matbaacısından yayın yönetmenine, yazarından eleştirmenine özgün karakterlerle betimlerken, hikâyesini sızılı bir sevdayla bezemeyi de ihmal etmemiştir. Romanın trajik baş karakteri Ahmet Cemil’de, yazarın çeşitli memuriyetlerle yazarlık arasında gidip gelen ikili yaşantısı ve Edebiyat-ı Cedide topluluğunun bakış açısını bulmak mümkündür.
Mai ve Siyah Üzerine
Mai ve Siyah düşleri ve ümitleri hayatın gerçeklerine yenik düşen bir gencin, Ahmet Cemil’in öyküsünü anlatır. Roman, Ahmet Cemil’in geleceğe yönelik tasarılarının uzun uzun anlatıldığı mai bir geceyle başlar, yollar tükenince annesiyle birlikte İstanbul’dan ayrıldığı siyah bir geceyle biter. Yapıtın, mai bir geceyle başlayıp siyah bir geceyle bitmesi bu bakımdan simgesel bir anlam taşımaktadır.
Halit Ziya olayları, romanın kahramanı Ahmet Cemil’e odaklayarak kurgulamıştır. Tüm olup bitenler onun perspektifinden verilir. Kişiler Ahmet Cemil’in hayatında oynadıkları rol ölçüsünde olay örgüsü içinde yer alırlar.
Ahmet Cemil, kendini edebiyata adamayı, basın dünyasında söz geçiren bir konuma ulaşmayı istemenin ötesinde bir matbaa sahibi olmayı hayal eder hep. Hatta olaylar onu giderek çıkmaza sürüklerken bile bir matbaa sahibi olabilmek emelinden mümkün değil hülyasını ayıramaz. Halit Ziya, Mai ve Siyah’ta geçim, para, iş ve kazanç dünyasını özel teşebbüs açısından ele alır. Ahmet Cemil’in önce başyazarı olacağı bir gazete çıkarmaya, sonra hisse senetleri çıkarip matbaa açmaya yönelik hayalleri, Batılı anlamda özel bir iş kurmaya işaret etmesi bakımından dikkat çekicidir.
İlkin her şey yolunda gider gibidir. Sonra tıpkı bir trajedide apansız ortaya çıkan peripeti (baht dönüşü) ve onu izleyen yıkım gibi olayların akışı yön değiştirir. Matbaa sahibi olma, servete kavuşma arzusu, gerçeği bir türlü göremeyişi ya da görmek istemeyişi kendi sonunu hazırlayacak bir hybris (ölçüsüzlük, aşırılık) niteliğindedir.
Hayal ve gerçeklik arasında bir denge kuramayan Ahmet Cemil, çözümü hayata küsmekte bulur. Hayata tutunamayan, duyarlıklı Ahmet Cemil’in çok dokunaklı bir öyküsü vardır. Halit Ziya Uşaklıgil 1928’de kendisiyle yapılan bir söyleşide Mai ve Siyah için romanın tesadüfen eline geçen bir nüshasını karıştırırken bazı sahifelerin kendisini ağlattığını belirtir.
Mai ve Siyah’ın dilinin pek yüklü pek şatafatlı olduğunu söyleyen yazar roman yeni yazıya çevrilirken eseri bütün yüklerinden soyduğunu, fakat cümlelere hiç dokunmadığını, uzun ibareleri kısaltmaya lüzum görmediğini belirtir.2 Mai ve Siyah’ı sadeleştirme çalışmasında yazarın kendi sadeleştirdiği, 1938 yılında Hilmi Kitabevi’nce yayımlanan Latin harfli ilk baskısı temel alındı. Çalışmada günümüz Türkçesi olanaklarının elverdiği ölçüde özgün metnin cümle yapısı, tartımı, cümle içindeki ses uyumu korunmaya çalışıldı, zorunlu olmadıkça çok yeni kelimeler kullanılmasından kaçınıldı. Okura anlaşılır ama özgün metne yine de yakın bir metin sunmaya özen gösterildi.
Ali Faruk Ersöz
Birkaç Söz
Mai ve Siyah için sadeleştirilmesi ve yeni yazıyla tekrar basılması hakkında ısrar edenler olduğu gibi eserin, yeni yazıyla basılmasına değil, fakat sadeleştirilmesine itiraz edenler de bulundu. Eser eski halinde mevcut olmakta devam ediyor, eğer ona genç nesil de rağbet edecekse yeni yazıyla basılması bir zaruret demek oluyor, bu takdirde de sadeleşmesine şiddetle lüzum var; mademki yeni nesle mahsus olacaktır, dilini onun kabul edebileceği bir şekle sokmak girişimin doğasının gereği demektir.
Ancak sadeleştirmek için ne yaptım: Tamlamaları, bilinmeyen kelimeleri, ağır cümleleri bugünün zevkine uydurmak istedim. Üsluba, ibarelerin inşa tarzına, velhasıl eserin bünyesine asla dokunmadım. Aksine davranış, kitabı esas mahiyetinden soymak olurdu.
Tamlamaları ve kelimeleri değiştirirken bunların hayale ait olan özelliklerini açık dille muhafaza ettim. Hatta mesela: “Baranı elmas”, “Baranı dürrisiyah” tamlamalarını, sonra hikâyenin kahramanı şairin kendi şivesinde kullandığı ifade ve tamlamaları bıraktım. Bunlara dokunmak mümkün değildi. Kitapta kalan kelimeleri yeni nesilden bilmeyenler olabilir, fakat inancıma göre yenilik, dilini, yenisi kadar eskisini de bilmemek değildir. Hiçbir millet de hiçbir aydın genç yoktur ki kendi dilinin geçmişine vakıf olmasın.
Yapılan işe dair fazla izahata lüzum görmüyorum, vücuda gelen eser işin mahiyetini göstermeye kâfidir.
İmla için de birkaç söz ilave edeceğim: Görülecek ki imlada kendimce uygun bulduğum değişiklikler var. Karar kapısı kapanmamış olduğundan ben görüşüme ve söyleyişime göre yazdım, nitekim bir taşra çocuğu da kendi telaffuzuna göre bir imla kullanmaktadır ve kullanacaktır. Hiç kimseye “Beni taklit ve bu tarzı takip ediniz!” diyecek yetkiye sahip olma iddiasında değilim, ancak kendime has görüşüme kanaat ediyorum.
1
Sofranın etrafında yedi kişiydiler.
Bir gün, Mir’at-ı Şuun’un imtiyaz sahibi Hüseyin Baha Efendi, matbaaya yüzünde bir başka sevinç parıldayarak girdiği zaman dört sayıdan beri devam eden “Milli Sanatlar” makalesinin altına son kelimesini iri bir yazı şeklinde karalamakla uğraşan başyazar Ali Şekip’e demişti ki:
Yarın değil öbür gün Mir’at-ı Şuun onuncu senesinin üç yüz altmış beşinci gününü dolduruyor. Çarşamba günü için…
Ali Şekip hemen cevap vermişti:
Hiçbir şey yazamam. Ziyafet verilmeyince bir satır yazı yok.
Bu gece işte, Tepebaşı Bahçesi’nde yazı kuruluna o ziyafet veriliyordu.
Davetliler Mir’at-ı Şuun gazetesi yazarlarından ibaretti. Bütün bu gençler dört saat hep içmişler, bir saat hep yemişlerdi. Şimdi parmaklarının arasında karnı doyduktan sonra yalnız meşgul olmak için oyalananlara has gevşek bir edayla yavaş yavaş yuvarladığı bir elmanın kabuğunu bir parçada çıkarmaya çalışan Ali Şekip’ten başka hepsi sandalyelerinin yerini değiştirmişler, sofradan az çok çekilmişlerdi. Sofrada artık yemek sonuna has bir dağınıklık hüküm sürüyordu, kahvenin gelmesine kadar unutularak bırakılıvermiş elma, portakal kabuklarıyla dolu son tabaklar, diplerinde kalmış son kırmızı yudumlar görünen şarap kadehlerinin yanında duruyor, sofranın kenarında yer yer çıkan tütün dumanı bir müddet dalgalanarak lambanın etrafında dönen bir bulut oluşturduktan sonra dağılıyor, beyaz örtünün üzerinde yüksek yemiş tabaklarının, sürahilerin, kadehlerin, oraya bırakılmış bir fesin şarap lekelerine karışan gölgeleri lambanın oynak ışığı altında kâh küçülüp kâh büyüyor… Şurada devrilmiş bir tuzluk… ötede birisinin can sıkıntısıyla üç çataldan yapmaya çalıştığı bir piramit… yer yer tabakların üzerine yahut şişelerin yanına bırakılmış peşkirler1… düşmüş de kaldırılmasına üşenilmiş bir bardak… sofrayı baştan başa örten bir kargaşalık sanki yedi kuvvetli çenenin saldırısından yorgun düşmüş, boynu bükük bir enkaz yığını şeklinde serilmiş bir sofra.
Hepsi başka bir haldeydi: Bir tarafta Ahmet Cemil -hoş kıvrıntılarla bükülerek kulaklarından dolaşan uzun sarı saçları ensesine dökülmüş bir gençellerini ceplerine sokmuş, bacaklarını uzatmış, ağzında sallanan sigarasının minimini bulutlarına süzgün gözlerle dalmış düşünüyor, ta öbür ucunda Sait, Raci -arkadaşlarının şaireyn diyerek alay ettikleri iki genç şairdiğer bir şairin ayağına ip takmış sürüklüyorlar, biri kısa, zayıf, kuru, öyle ki susuz bir yerde yetişmiş sanılır yanında boş kalmış bir sandalyeye eğilerek iki sandalye ötede imtiyaz sahibi Hüseyin Baha’nın idare memuru Ahmet Şevki’ye anlattığı dertlerini dinlemek için kulak kabartıyor, kafaları buharla şişmiş olan bütün bu adamlar geciken kahveyi bekleyerek orada, şu darmadağınık sofranın kenarında yarım kalmış sözleri tamamlıyorlardı. Herkes söylüyor, hiç kimse dinlemiyordu. Uyumsuz, ölçüsüz çalgılardan meydana gelmiş bir müzik topluluğu gibi başı sonu olmayan, kırık dökük konuşmalar, çok içilmiş, çok yenmiş zamanlara has bir dağınık düşünce ve söz akışı…
Ali Şekip elmasını soymuştu, bozmayarak, sakatlamayarak çıkarmayı başardığı kabuğu karşıda şaireynin arasına fırlattı:
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Klasik Türkiye Edebiyatı Roman (Yerli)
- Kitap AdıMai ve Siyah
- Sayfa Sayısı264
- YazarHalit Ziya Uşaklıgil
- ISBN9786052956274
- Boyutlar, Kapak12,5 x20,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2018
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kan Ağacı ~ Jale Demirdöğen
Kan Ağacı
Jale Demirdöğen
“…Hatırlamak tutsaklıktır dostlar! Hatıralar ise geçmişin önünde nöbet tutan güleryüzlü gardiyanlar!.. Diyorum ki unutun! Unutun ve kavuşun geleceğinize! Çünkü özgürlük, geçmişin değil geleceğin ellerinde!...
- Sanal Aşk Kaçamakları ~ Erdem Yücel
Sanal Aşk Kaçamakları
Erdem Yücel
Bu kitapta örnekleri verilen tüm olaylar ve kişiler, hayal ürünü değil hepsi gerçek olup, sanal alemde yaşadıkları deneyimlerin tamamı, rumuzlar, yaşadıkları şehir ve mahalle...
- Aşk-ı Vatan ~ Zafer Hanım
Aşk-ı Vatan
Zafer Hanım
Aşk-ı Vatan, İspanya´da yetişmiş ve daha sonra talihinin kötü bir cilvesiyle cariye olarak İstanbul´a, Laz Ahmet Paşa´nın yanına gelmiş Gülbeyaz´ın hikâyesini romansı bir dille...