Magda Szabó’nun ince ve hüzünlü bir mizah duygusuyla kaleme aldığı, otobiyografik unsurlar da taşıyan bu romanı ona 2003 yılında yabancı roman dalında Fransa’nın en saygın ödüllerinden olan Femina’yı kazandırdı.
Bir yazar ve ona ev işlerinde yardımcı olan yaşlıca hizmetçisi. Önceleri birbirlerini anlamakta ve benimsemekte zorlanırlar. Zamanla, çocukluk ve gençlik travmaları Macaristan’ın yakın tarihiyle birlikte örülmüş, bu başına buyruk, mesafeli, tragedya kahramanlarını andıran anne figürüyle yazar arasında çatışmalı ve neredeyse tutkulu bir ilişki kurulur. Hayvanların ve insanların dilinden anlayan, cesur, bilge Emerenc, yazarın yaşama, sanata ve ölüme ilişkin doğru bildiklerini sorgulamasını sağlar.
*
KAPI
Nadiren rüya görürüm ve ne zaman rüya görsem kan ter içinde irkilerek uyanırım. Böyle zamanlarda gerisingeriye yatağa devrilir, kalbimin çarpıntısı yatışıncaya değin bekler ve gecelerin karşı konulmaz, büyülü egemenliği üzerine derin düşüncelere dalarım. Çocukluğumda veya gençliğimde ne iyi ne de kötü hiç rüya görmedim. Şimdilerde ise yaşlılık, geçmişin alüvyonların. dan yoğrula yoğrula kaskatı kesilmiş ve hayatımın herhangi bir döneminde yaşadığımdan çok daha gergin ve trajik denilebilecek ölçüde korkutucu bir dehşet kitlesini tekrar tekrar önüme doğru sürüklemekte. Ne var ki aslında bugüne dek bir kez bile gördüğüm bir düşten çığlık atarak uyanmadım.
Rüyalarım birbirine tıpatıp benzeyen, yinelenip duran görüntülerden ibaret. Ben hep o bir tek düşü görüp duruyorum. Merdivenlerin dibinde, tel örgüyle güçlendirilmiş, kırılmaz camlı, çelik kasalı kapının iç kısmında duruyor ve kilidi açmaya çalışıyorum. Dışarıda, sokakta bir ambulans bekliyor. Sağlık görevlilerinin camdan içeriye yansıyan siluetleri olağanüstü derecede büyük, ablak yüzlerinin çevresinde ayınkine benzeyen haleler var. Anahtar deliğin içinde dönüyor ancak tüm çabam boşuna, kapıyı açamıyorum, oysa görevlileri içeri almam gerek, yoksa hastam için çok geç olacak. Kapının kilidinde hiçbir hareket yok, kapı sanki çelik kasasına kaynatılmış gibi yerinden kesinlikle oynamıyor. Yardıma gelsinler diye bağırıyorum ama üç katlı binanın sakinlerinden hiçbiri beni duymuyor, duyamazlar çünkü birden bir balık gibi, hiç ses çıkarmadan yalnızca ağzımı açıp kapattığımın farkına varıyorum. Sağlık görevlilerine kapıyı açamamamın yanı sıra bir de konuşamadığımın farkına varınca düşsel dehşet doruğa ulaşıyor. Bu aşamada kendi çığlığıma uyanır, işığı açar ve bu rüyanın ardından yakama yapışan soluk alma güçlüğünün üstesinden gelmeye çalışırım. Çevremde yatak odamızın tanıdık mobilyaları, yatağımızın üstünde aile resimleri; önü işlemeli dolmanlar içinde, Macar baroğu veya Biedermeier tarzı giyinmiş, her şeyi gören, anlayan büyüklerim… Kapalı kapının ardından, sessizliğin egemen olduğu sokakta gündüzün alışılmış gürültüsü yerine sadece dalların hışırtısı veya kadife yumuşaklığındaki patileri üzerinde süzülen kedilerin çıkardı. ğı çıtırtıların duyulduğu anlarda, bir gün gerçekten uğraşıp da anahtarı çeviremediğim takdirde başıma gelecekleri kim bilir kaç kez düşündüğümün tek tanığıdır onlar…
Bu resimler her şeyi biliyor, en iyi bildikleri de en çok unutmayı denediğim ve artık bir düş olmayan şey: Bir kez, hayatımda tek bir kez önümde, uykuda beynime giden kan miktarının azalması sonucu değil de, gerçekten bir kapı açıldı. Bu kapı, içeride hålå yalnızlığını ve umarsız perişanlığını korumayı sürdüren kişinin tepesinde yanan çatının çatırdamaya başlamış olmasına karşın bana asla açmadığı bir kapıydı. O kapının kilidini yalnızca ben açabilirdim: Anahtarı çeviren kimse Tanrı’ya inandığın dan daha çok inanıyordu bana ve o yazgı anında ben de bir tanni olduğumu düşündüm; bilge, ölçülü, iyi ve akılcı. Her ikimiz de yanıldık, bana güvenmiş olan da, kendine fazla güvenmiş olan ben de. Aslına bakacak olursak artık hiç fark etmez çünkü olan biteni düzeltmek olanaksız. O halde varsın, arada bir, koturnus kadar yüksek ökçeli ayakkabılar giymiş, tragedya masklı, cankurtaran şapkası takmış Erinusler gelsinler ve ellerinde rüyalarim gibi iki tarafı keskin kılıçlarıyla yatağımın çevresinde nöbet tutsunlar. Her gece odamın ışığını söndürürken onları beklemeyi başlıyor ve uyurken kulağımda ansızın çınlayarak beni asla açılmayan o düşsel kapıya doğru sürükleyecek olan, adı konmamış dehşetin zil sesini duymaya hazırlanıyorum.
Benim dinim bireysel günah çıkarmayı kabul etmez. Biz günahlarımızı, her ne yapmış olursak olalım dinin buyruklarına karşı geldiğimiz için cehennemlik olduğumuzu papazın ağzından öğreniriz. Tanrı günahlarımızı bağışlarken bizden hiçbir açıklama ve ayrıntı talep etmez.
Ben ise şimdi açıklıyorum.
Bu kitabı Tanrı için yazmadım, O ruhumun derinliklerini biliyor. Bu kitap, her şeye tanık olan ve ister uyanık, ister uykuda olsun yaşamımın her årını izleyen gölgeler içinde yazılmadı. Bu kitap insanlar için yazıldı. Bugüne değin korkusuzca yaşadım, umarım ölümüm de böyle yiğitçe ve dürüstçe olur ancak bunun bir koşulu var: Size söylemem gerekir ki Emerenc’i ben öldürdüm. Onu ortadan kaldırmayı değil kurtarmayı istemiş olmam bu gerçeği değiştirmez.
Bağlanma
Birbirimizle ilk konuştuğumuzda yüzünü görmeyi çok istemiştim ancak buna fırsat vermemesi beni rahatsız etmişti. Önümde bir heykel gibi hareketsiz, ama esas duruşta da değil daha zi. yade biraz öne eğik duruyordu. O zamanlar henüz onu yalnız. ca ölüm döşeğinde başörtüsüz görebileceğimi bilmiyordum. O güne dek koyu bir Katolik veya Şabbat günü gereği başı açık gezmeyen bir Yahudi kadını gibi sürekli başı örtülü dolaşmış ti. Hiçbir korunma gerektirmeyen bir yaz günüydü, günbatımı vakti, mor bir göğün altında bahçedeydik ve o orada sanki gullerin ortasına yakışmamış gibi duruyordu. İnsan, dünyaya çiçek olarak gelsek kimin hangi çiçek olarak doğacağını hissedebiliyor. Kesin konuşmak gerekirse o asla bir gül olamazdı; edepsiz bir Karmen vitrini de diyebileceğimiz gül masum bir çiçek de ğildir. Hangi çiçek olduğunu bilmek bir yana, henüz hakkında hiçbir şey bilmediğim halde Emerenc’in bir gül olamayacağım ånında hissetmiştim.
Başörtüsünü gözünü gölgeleyecek biçimde bağlıyordu. Gozlerinin mavi olduğunu daha sonraları keşfettim. Saçlarının rengini de öğrenmek isterdim, ne var ki kendini bildi bileli saçlarını hep örtmüştü. O akşamüzeri önemli dakikalar geçirdik. birbirimizi kabul edip edemeyeceğimize karar vermemiz gerekiyordu. Bir haftadır eskisine oranla daha büyük olan yeni evimizde yaşıyorduk. O güne dek oturduğumuz tek odalı evin işlerinde yardıma gereksinim duymuyordum, gelgelelim, on yıl boyunca
atıl kalmış kariyerimde o sıralar yeniden bir hareketlilik başlamış ve yeni evimizde, olanakları artmış, kimi zaman yazı masasına çivilenmemi, kimi zamansa dışarıda bulunmamı gerektiren sayısız yükümlülük üstlenmiş bir yazar olup çıkmıştım. Ev işlerimi üstlenecek biri olmadıkça ne sessizlik yıllarının ürünlerini yayımlatabilme ne de kafamdakileri yazıya dökebilme imkânımin pek olmayacağı kesindi. İşte bahçede beni bu yaşlı ve sessiz kadınla karşı karşıya getiren neden de buydu. Kütüphane dolusu kitaplarımız ve elden geçmeye muhtaç, kırık dökük mobilyalarımızla taşınma işini bitirdikten sonra derhal ev işlerinde bana yardımcı olacak birini araştırmaya başladım. Çevredeki tüm tanıdıklara sordum ve sonunda sorunlarımıza eski bir okul arkadaşımdan çözüm geldi; kız kardeşinin evinde uzun yıllardır yaşlı bir hanımın çalıştığını, gençlerden daha iyi olduğunu, bize ayıracak zamanı olması halinde bu hanımı içtenlikle önerebileceğini söyledi. Okul arkadaşım, sözünü ettiği hanımın evde sigarayla yangın çıkarmayacağını, erkeklerle bir işinin olmadığını, evden dışarı bir şey götürmek şöyle dursun, bizlerden memnun kalması durumunda, hediye vermeye düşkün biri olarak eve kendisinin bir şeyler getireceğini bile garanti ediyordu. Hiç evlenmemişti, çocuğu da yoktu, kendisini düzenli olarak ziyaret eden bir yeğeni vardı, ziyaretine bir de polis memuru gelirdi, çevrede herkes tarafından çok sevilen biriydi. Ondan hem içtenlikle hem de saygıyla söz ediyordu, Emerenc’in aynı zamanda kapıcılık da yaptığını, aşağı yukarı resmi bir görevli sayılabileceğini, bizi kabul edeceğini umut ettiğini, bizi beğenmediği takdirde hiçbir para karşılığında bu işi kabul etmeyeceğini söylüyordu.
Pek umut verici bir başlangıç olmadı; durumu elverdiğinde kısa bir görüşme yapmak için eve çağırdığımda Emerenc pek de nazik bir davranış sergilemedi. Onu kapıcılık yaptığı binanın avlusunda buldum, bizim eve oldukça yakın bir yerde oturuyordu, o kadar yakındı ki balkonumuzdan onun evini görebiliyordum. Yığınla giysi yıkamıştı, çamaşırda tamamen eski usul araçlar kullanıyordu, insana zaten rahatsızlık veren o sıcak havada çamaşırları kazanda kaynatıyor, çarşafları kocaman bir tahta kaşıkla kaldırıyordu. Varlığından ateş yayılıyordu, uzun boyluydu, kemikli bir yapısı vardı, yaşına göre de hâlâ güçlü görünüyordu;
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKapı
- Sayfa Sayısı240
- YazarMagda Szabó
- ISBN9789750812620
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok ~ Halid Halife
Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok
Halid Halife
“Şehirler de ölür, tıpkı insanlar gibi.” Arapça edebiyatın güçlü temsilcilerinden Halid Halife, Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok kitabıyla politik, dinî ve cinsel zorbalığın gölgesi altında yaşayan...
- Son Sevgili ~ Nora Roberts
Son Sevgili
Nora Roberts
Ortak bir geçmiş, yeni bir başlangıç ve ömür boyu sürecek bir aşk hakkında yepyeni bir roman. New York Times çok satan yazarı Nora Roberts,...
- Kundakçı ~ Zoraida Cordova
Kundakçı
Zoraida Cordova
Ben Renata Convida’yım. Yüzlerce çalıntı hayat yaşadım. Artık kendiminkini yaşıyorum. Renata, yeteneği yüzünden henüz küçük bir çocukken Kralın Adaleti tarafından kaçırılır ve Andalucia’nın görkemli...