Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Lunaparktaki Sessizlik
Lunaparktaki Sessizlik

Lunaparktaki Sessizlik

İbrahim Garip

Ne savaşmaya ne de sevmeye gücüm var artık.Bu iki arada bir derede olan duyguda boğulmaktan yoruldum.Sudan yeni çıkmış bir balık kadar özgür ve bir…

Ne savaşmaya ne de sevmeye gücüm var artık.Bu iki arada bir derede olan duyguda boğulmaktan yoruldum.Sudan yeni çıkmış bir balık kadar özgür ve bir o kadar da ona muhtacım.Belki de benim özgürlüğüm o sevdada boğulmaktır ona muhtaçken…Seni bırakıp yürüdüğüm bu yollar, sana varmam için tek bahanemdir.Çünkü sevgilim,Hiçbir şey göründüğü gibi değildir,Her şey yürekte olduğu gibidir.

Kırıldığı yerden kırıyor insanlar, sevmenin bir tabiri yok artık dilimizde…

Neresindesin bu hayatın, hangi kırık dökük dala tutunmaya çalışıyorsun hâlâ? Bu isyan ettiğin kaçıncı mağlubiyet? kendini zavallı gibi gören kendine ve çevresine zarardan başka faydası olmayan biri gibi mi hissediyorsun kendini? Hiç şöyle düşündün mü peki? Ya sadece senin odanın penceresine yağmıyorsa yağmur, ya sen bir damladan nasiplenirken sadece, sağanağa yakalananlar oluyorsa ve buna rağmen sağanak gibi gelen acıya şükrediyorlarsa? Tutunduğun o kırık dalı iyileştirmeyi düşündün mü hiç? Ya da kendini hatalarınla sevmeyi, kusurunla barışık olmayı?

Bazen zorlamanın anlamı olmaz arkadaşım, çünkü olmu- yorsa olmuyordur, sevmiyorsa sevmiyordur, gelmiyorsa gittiği bir yer vardır, hatırlamıyorsa bir önem arz etmiyordur onun için. Bazı şeyler çok nettir. Seven insan çabalar kaçmaz, gitmez, yorulmaz ama o hep gitti, o hep küçücük bir yalana sığındı. Ve sen kendini hep avuttun. Herkese baş kaldıran sen ona neden boyun eğdin? Konuşsana biraz, bahsetsene seni bu soğukta hiç üşütmeyen acından. Dimdik duran omuzların sevdanın ağırlığıyla mı düştü böyle? Nasıl bir his? Evinden gitmek isteyen ama oradan başka yeri de olmayan bir sevdanın ev sahibisin sen galiba.İçinde kopan fırtınaları görüyorum, ben görüyorum inan.

Kahkaha atan kadınların büyük yıkımlarını görüyorum. Susan kadınların zamanında çok konuştuğunu, hissizleştim ben diyen kadınların zamanında kavrulduğu sevdaları biliyorum. Parça parça olmuş insanların artık sevmeye utanışlarını, kabuk bağlayan yaraya merhem aramayışlarını, yüzündeki yorgunluğun kırışıklığını. Sigaranın bitişini ama hâlâ yanışını görüyorum. Defalarca kez defolup gitmek isteyişini ama hâlâ geleceğine dair umudu, yarana bir bıçak gibi saplayışını görüyorum.Yaşamaya yemin etmiş bir bedenin ölü kalbini taşıyorsun sen. Bu insanın kendine yaptığı en büyük acımasızlık. Bu her şeyden daha acı. Bu hepsinden daha nefret edilesi…Anlamıyorlar, anlamıyorsunuz. Görmüyorlar ve siz görmüyorsunuz. Kendi kalbime sürgün edilmek isterdim. Onu benden söküp almalarını tüm canım pahasına isterdim. Çok şey istedim ama olmadı. Herkes olmamasına yeminli, her şey ol- mamaya yemin etmiş gibiydi. Yastığa başımı koyduğumda tüm perdeleri aralayıp seni sokuyorum içeri. Tüm anıları parçalayıp hasreti yitiriyoruz aramızda. Tüm şiirleri yakıyorum. Bir sen kalıyorsun ortada. Bir seni yazamıyorum artık, bir sana yetmiyor mürekkebim. Oysa sen buruk bir vedaydın ardımda kalan.

Yıldız Tilbe diyor ya;
“Hiç olmamışım gibi davranmana gerek var mıydı? Bana bir lokma hatıranı haram ettin.”
Ben kafamı her yastığa koyuşumda haram bir sevdaya yumuyorum gözlerimi. Yüreğimin kenarından akan özlem, seni bana bahşetmiyor bir türlü. Kilometrelerce uzakta olan sen, yanı başımda tattırıyorsun yokluğunun zehrini.
Görüyorum…
Ve inan kör olmak istiyorum bazen doğuştan…

Beni lunaparktan çıkarıp
bu şehri sokak sokak dolaştıran bu umut ileride öldürmez mi beni?

Galiba kendimi yitirdiğim günlerdeyim. Kendimle dahi konuşasım yok. Aynalara dargın, kendiyle yüzleşmeye korkak bir kadın oldum çıktım bu hayatta. Başımı kendimden başkasına yaslayamadım. Şu omzumdaki derin çukur, taşır elbet dedikleri yüklerdendi…Sonu gözükmeyen bu savaşın en güçsüz savaşanıydım belki de, yılmaya hazır, dövüşmeye cesaretsiz. Kafamı kaldırıp bakmaya korktuğum bu hayat, uçurumun ucuna bıraktı beni. Hissizleştim, duygusuz bir kadın olup sıyrıldım aralarından. “Kalbimi kalın bir kitabın arasında kuruttum” diyen yazarın çaresizliği var üzerimde. İliklerime kadar sevip iliklerime dek hissettim sevilmeyişimi. Nasıl anlatayım sana şimdi bunu?

Bir insan öldüğü anı insanlara neden anlatır? Bilmiyorum. Tüm bildiklerim onaydı ve ben artık hiçbir şeyi bilmemeyi seçiyordum. Yamacımda bir paket sigara, aylardan Kasım… Hava buz, yüreğim alev…
Gidişinin üzerinden geçen üçüncü Kasım, üçüncü ölüm, üçüncü yok oluş…
Kendime bunu neden yapıyorum, insan acıya neden bağımlı kılar kendini? Sen öyle bir iz bırakıp gittin ki, gelmeye çalışan doğru insanları bile alamadım hayatıma. Pardon benim bir hayatım bile yoktu sahi… Bulunduğum bu çıkmaz, beni kimseye varamaz hale getiriyor. Kaldığı yerden devam ediyor hayat, ama ben öyle kalıyorum işte…

Ucu bucağı sen olan dünyam varsın yok olsun artık. Ben bu sevdayı tek başıma sırtlanamıyorum. Ne ben Galatayım ne de sen Kız Kulesi… Ben bu yangınlarla başa çıkamam. Kafa tutamam böylesi bir yangına… Kül olmayı bile göze aldım ama sen sönmek bilmiyorsun. Diz kapaklarımdan kanlar akıyor süründüm diye yollarında. Kafanı dahi çevirip bakmadın ardına, merak dahi etmedin. Sahi ya…

İnsan açtığı yarayı, sarmaya kalkışmazdı. Ne oldu da bekledim bunu senden inan ben de bilmiyorum. Ah bildiğim adam, ben senden sonra hiçbir şey bilmemeye yeminler etmiş gibiyim. Üç Asır geçti sen bir türlü geçmek bilmedin bu kadının güz vurduğu yarasından. Bu üçüncü Kasım, üçüncü ölüm ve üçüncü yok oluş…

Seni sevmek artık bir ıstırap, sen artık keder dolu bir kadının yürek yüküsün. Derdisin, tasasısın. Başımı yastığa koyduğumda kâbusum, uyandığımda ah dolu haykırışımsın. Ölüm kimseyi bu kadar yalnız bırakmazdı. Bu dünyada ölmek ne demek biliyor musun? Son nefesini bir adama bahşetmek…

Bugün üçüncü Kasım, üçüncü ölüm, üçüncü yok oluş… Kadın, içindeki cesetle cam kenarında ölü bulundu. Adam sevdiği kadına geldiğinde onu cam kenarında ölü buldu. Geç kaldı erken vardığı kadına. Kadın onu kül etti kendini alevler içinde bıraktı. Kadın gittiğinde adam pişmandı… Bugün üçüncü Kasım, üçüncü ölüm, üçüncü yok oluş… Kadının avuçlarının arasında minik bir kâğıt parçası buruş buruş…
Şu yazıyor; geleceğini biliyorum sevgilim, ama ne demiştim ardını dönüp gittiğinde sana?
Göğsünde bir alev olsun ama ben o gün kül olayım, biraz da sen yan…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yerli)
  • Kitap Adı Lunaparktaki Sessizlik
  • Sayfa Sayısı152
  • Yazarİbrahim Garip
  • ISBN9786257479776
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Amerikan Bristol
  • YayıneviHayy Kitap / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Gölgedekiler ~ Cüneyt AyralGölgedekiler

    Gölgedekiler

    Cüneyt Ayral

    Maria’nın tombul vücudu, tarihî, kısa bir Osmanlı levent palasıyla duvara yapıştırılmıştı. Ceset soğuyup ağırlaşınca, kakıldığı duvardan yüzüstü yere düşmüş ve kalbinin yakınından giren palanın...

  2. Ansızın Günbatımı ~ Ayşe SarısayınAnsızın Günbatımı

    Ansızın Günbatımı

    Ayşe Sarısayın

    Kemikleşmiş değer yargılarına bağlılık mı, kendi olmak savaşında korkusuzca yol alıp gitmek mi?! Dıştan bakıldığında her şey ne kadar düzgün: Eğitimli, saygın anne baba,...

  3. İksir/Şehir Sendromu ~ Ali Aytaçİksir/Şehir Sendromu

    İksir/Şehir Sendromu

    Ali Aytaç

    Modern zamanların, durup düşünmeye izin vermeyen rutinleri… Sürekliliğin; farkındalıkdan götürdükleri… Gökyüzündeki yıldızları unutmamıza neden olan şehir ışıkları… Kendimizi kendimizden uzak tutan meşgaleler… Kariyer insanı...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur