Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Lunapark
Lunapark

Lunapark

Volker Kutscher

Lunapark, tüm ülkenin bir “olay yeri”ne dönüştüğü zamanlarda, burnunu politikaya sokmadan cinayetleri çözmeye çalışan Gereon Rath’ın altıncı vakası. Nazilerin iktidarlarını pekiştirmeye başladığı 1934 Mayısı’nda,…

Lunapark, tüm ülkenin bir “olay yeri”ne dönüştüğü zamanlarda, burnunu politikaya sokmadan cinayetleri çözmeye çalışan Gereon Rath’ın altıncı vakası.

Nazilerin iktidarlarını pekiştirmeye başladığı 1934 Mayısı’nda, sokak aralarında bulunan SA cesetleri zaten sis bulutlarıyla kaplı Berlin’i iyice karanlık bir atmosfere sokuyor. Bu cinayetleri bir komünist avına dönüştürmesi işten bile olmayan Nazilerin karşısında, Komiser Gereon Rath gizliden gizliye kendi soruşturmasını yürütüyor. Komünist gruplardan Berlin yeraltı dünyasına uzanan bu soruşturma, ülkedeki karanlığın ne kadar kesif olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

“Polisiye edebiyat ile politikayı bir araya getirmekteki maharetiyle tanınan Volker Kutscher, Nazi Almanyası’nın tekinsizliğini ve hırçınlığını ustaca anlatıyor. “Almanya’nın karanlık yıllarını bu analitik yoğunlukla ve bu kadar uzun soluklu aydınlatan başka bir yazar yok.”
Kölner Stadt-Anzeiger

“Komiser Gereon Rath ve güçlenmekte olan Nazi devletinin ahlâkî tuzakları: Kimsenin haysiyetini koruması mümkün değil, hele masumiyetini – asla!”
Deutschlandfunk

BİRİNCİ BÖLÜM
Luna Plena

28 Mayıs 1934, Pazartesi ile
7 Haziran 1934, Perşembe arası

Lester Freamon: A life, Jimmy, you know what that is? It’s the
shit that happens while you’re waiting for moments that never come.

– THE WIRE, SEZON 3, BÖLÜM 9, “SLAPSTICK”

1

Telefon gelir gelmez hemen çıkmıştı, geldiğinde gördüğü manzara o yüzden şaşırtmıştı onu. İki tane yeşil emniyet müdürlüğü arabası, toplum polisine ait bir zırhlı araç, Doktor Karthaus’un bordo Horch’u, bir de Cinayet’in parlak siyah arabası Gartenstrasse’de kaldırımda yüksek bir tuğla duvarın gölgesinde yan yana park edilmişti. Birkaç metre ileride, tren köprüsünün altındaki o yarı gölgelik yere o kadar çok toplum polisi koymuşlardı ki, Rath mavi üniformaların arkasında ne olup bittiğini görmekte zorlanıyordu. Buick’ini diğer otomobillerin yanına park edip arabadan indi.

Tatsız bir havaydı, şehrin üzerine gri bulutlar çökmüştü. Rath paltosunun cebinden sigara tabakasını çıkarıp bir Overstolz yaktı ve etrafa göz gezdirdi. Sağ tarafta harabeye dönmüş apartmanlar, solunda ise Stettin İstasyonu’nun işletme sahasını dünyanın geri kalanından ayıran duvar yükseliyordu. Önünde ise ufku tamamen kapatan, çelikten heyula gibi bir tren köprüsü uzanıyordu. Liesen Köprüsü’ne, üzerinde inşa edildiği sokaklardan birinin ismi verilmişti ama bu isim, keyifsiz bir tanrı tarafından sinirle evlerin ortasına fırlatılmış gibi duran bu siyah-gri kazulete hiç yakışmıyordu, fazla yumuşaktı. Özetle burası oldukça sevimsiz bir yerdi: aşağıda apartmanlar, sanayi binaları, mezarlıklar, yukarıda ise birkaç dakikada bir kulakları sağır eden aşırı bir gürültüyle Stettin İstasyonu’na takur tukur giren trenler.

Olay yeri anlaşılan tam bu köprünün altıydı; bir düzine toplum polisi orada bir zincir oluşturmuştu. Sivil kıyafetli iki adam, kıdemli başpolisle konuşuyordu; biri Nuh Nebi’den kalma bir fotoğraf makinesiyle ayaklığını sırtlamış, diğeri ise not defterini çıkarmıştı. Kriminal Sekreter Paul Czerwinski ve Komiser Adayı Andreas Lange’ydi bunlar, yani bugünkü operasyondaki adamları. Kriminal Polis Laboratuvarları Dairesi ile Toplum Polisi’nin kaç adamla geldiğine bakılırsa, iki kişi azdı tabii.

Rath uykusuzdu. Gece kâbuslarını istila eden cinler, yani ölümlerine neden olduğu ve ona rahat vermeyen insanlar kapısını çalmıştı yine. Her dolunayda mezarlarından çıkıyor, rüyalarına giriyorlardı. Sigaranın dumanıyla birlikte serin sabah havasını içine çekti ve diğerlerine doğru yöneldi. Onu ilk gören Lange oldu; komiser adayı iki parmağını şapkasının kenarına götürerek onu selamladı. Czerwinski ne olduğuna bakmak için dönünce sırtındaki ayaklıkla neredeyse bir toplum polisine çarpacaktı. Adam son anda eğilerek kurtuldu. Rath böyle bir sahneyi en son sinemada, bir Laurel ile Hardy filminde gördüğünü düşündü; demek ki böyle şeyler gerçek yaşamda da oluyordu. Gece, köprünün altına sıkışıp kalmıştı; orası hâlâ kapkaranlıktı. Rath çelik yapının gölgesine girer girmez sıcaklığın birkaç derece azaldığını hissetti. Arkadaşlarının yanına geldiğinde, “Amma seferberlik,” dedi. “Gören de Çin İmparatoru öldü filan sanacak.” Kimse tepki göstermedi. Lange hafifçe öksürerek gözlerini yere indirdi, Czerwinski ise ne olduğu anlaşılmayan bir şeyler mırıldanıp ağırlığını bir ayağından öbürüne vermeye devam etti. Üniformalı memur, kıdemli başpolis ile komiser arasındaki rütbe farkının elverdiği ölçüde kötü bir bakış fırlatmıştı. Rath, toplum polislerinin omuzlarının üzerinden olay yerine bakınca, vaziyeti anladı. Köprünün altında lalettayin atılmış kanlı bir çuval gibi yatan cesedin üzerinde kahverengi SA üniforması vardı.

Rath, toplum polisine kimliğini gösterdi. “Ne çok adamla gelmişsiniz,” dedi. “Tedbirli olmak lazım, burası hâlâ kızılların elinde. Milli devrimden beri bir ölçüde asayiş sağlandı, ama kızıllar saklandıkları deliklerden çıkarsa kan gövdeyi götürür.” “Bu konuda tecrübelisiniz herhalde.” Toplum polisi, “53. Karakol,” dedi, sanki bu her şeyi açıklamaya yetermiş gibi. “Az ileride, Voltastrasse’de. Topun ağzında olduk hep.” Rath, “Anlaşılan bu sefer topun ağzında olan başka biri daha varmış,” dedi cesedi işaret ederek.

Demiryolu köprüsünün gölgesinde kaldırımın ortasında yatan maktul SA’yı çok kötü benzetmişlerdi; zavallının bütün kemiklerini kırmış olacaklar ki, kolları ve bacakları anormal biçimlerde dönmüş, kıvrılmıştı. Suratında yaralar vardı; burnu kırıktı, kan içindeydi. Etli üst dudağı patlamıştı, bazısı eksilmiş dişleri görünüyordu. Mucize eseri, içinde dehşet ifadesinin kalakaldığı kocaman açılmış gözlerine, bir miğfer gibi çenesinin altında tutturulmuş SA kepine bir şey olmamıştı. Kep öyle oturaklı duruyordu ki, adam sanki az sonra içtimaya çıkacaktı. Üniformanın geri kalan kısmı için ise bunu söylemek mümkün değildi. Kahverengi kumaş yırtık pırtıktı; üzerinde yer yer kan lekeleri vardı. Bacağının arasında koyu bir su çizgisi oluşmuştu; adam ölüm kalım mücadelesi sırasında altına kaçırmış olmalıydı.

Cesedin başucundaki tuğla duvarda beyaz boyayla büyük harflerle “İŞÇİLER DİRENİN! KAHROLSUN HİTLER FAŞİ” yazılıydı; yazanın Berlinli emekçilere mesajı yarım kalmıştı. O emekçilerden bir tanesi şu anda iki toplum polisinin arasında durmuş, elindeki kasketiyle oynuyor, duvardaki slogana ve cesede bakmamak için elinden geleni yapıyordu. Polisler adama kelepçe takmıştı. Rath polis kordonunu geçip yanlarına gitti. Lange arkasından gelirken Czerwinski fotoğraf makinesini hazırlamaya başladı. Rath toplum polislerine, “Zanlımız mı?” diye sordu. Daha üniformalılar ağzını açamadan işçi konuşmaya başladı; Berlin şivesiyle hızlı hızlı, heyecanla anlatıyordu: “Komiserim, yemin ederim, benim hiç alakam yok. Yoksa karakola gider miydim? Arkadaşlar ve ben, biz sadece bulduk onu. Çoktan ahireti boylamıştı.” “Cesedi bulup haber veren sizsiniz yani?” İşçi başıyla evet dedi. Rath işçiyi kolundan tutan kıdemli başpolise, “Adam tanık, niye kelepçe taktınız?” diye sordu. “Tedbir komiserim. Bunlara güven olmaz.” “Her işçi kızıl mı sizin gözünüzde? Çözün o kelepçeyi.” Kıdemli başpolis ceketinin cebinden isteksizce küçük bir anahtar çıkardı. Rath işçiye, “Cesedi ne zaman buldunuz?” diye sordu. Beriki kan dolaşımını hızlandırmak için kollarını sallarken, “Beş buçuğa geliyordu. Hava aydınlanmak üzereydi,” dedi. Rath not alıyordu. “Sözünü ettiğiniz çalışma arkadaşlarınız nerede?” “Nerede olacaklar? İşteler tabii. Vardiyaya yetişiyorduk.” “Nerede?” Adam doğu istikametini gösterdi. “Şurası, AEG. Fakat ben karakola gittim.” Omuzlarını kaldırdı. “Haberi kim verecek diye aramızda kura çektik.” “Kura mı çektiniz? Neden hep birlikte gitmediniz? Sonuçta arkadaşlarınız da birer cinayet vakası tanığı, öyle sıvışmak olmaz. Sizin haberiniz yok mu bundan?”

“Bizim öyle çalışmayıp saatlerce sallanma gibi bir lüksümüz yok.” İşçi, toplum polislerine sert bir bakış fırlattı. “Sadece görevini yapmış bir vatandaşın böyle bir davranışa maruz kaldığını görünce, keşke kurada kaybeden ben olmasaydım diyorum şimdi.” “Biz işvereninizi bilgilendiririz, merak etmeyin. Ama iş arkadaşlarınızla konuşmamız lazım. İsim ve adresler vardır sizde.” “Vereyim. Bizim gizlimiz saklımız yok.” “İyi.” Rath arkasına döndü. “Lange?” “Komiser?” “Beyefendinin ifadesine siz devam edin.” “Adım Egerland,” dedi işçi.

“Tanık Herr Egerland’ın ifadesine siz devam edin lütfen.” Andreas Lange her zamanki disipliniyle not defterini çıkarmıştı bile. Kale’de kriminal asistan olarak işe başlayan ve bu arada aday komiserliğe terfi eden Lange, bir yıldır Rath’la birlikte çalışıyordu. Bu işbirliğinin bayağı faydası olmuştu; ömür boyu memurluğa atanmasının önünde artık hiçbir engel görünmüyordu. Rütbesinin önündeki “aday” lafı kalkar kalkmaz başka bir ofise geçecekti; Rath’ın ondan sonra kendisine yeni birisini bulması gerekiyordu. Gereon Rath koskoca Emniyet’te terfi etmeyen tek memur olabilir miydi? Sosyal demokratlar onu bile bile atlamıştı sanki; Nazi Magnus von Levetzow emniyet müdürü olduğunda ise hiç şansı kalmamıştı.

Yıllardır kriminal sekreterlikten bir dirhem yükselememiş Paul Czerwinski gibi olmasındı kaderi? O anda fotoğraf makinesiyle boğuşmakta olan Czerwinski ölçü değildi gerçi. Ölçü, baba Rath’tı; Engelbert Rath, zamanında yirmi sekiz yaşında Köln polis teşkilatının en genç başkomiseri olmuştu. Bu arada artık babasının da Köln Emniyet Müdürlüğü’ndeki yıldızı sönmek üzereydi. Her ne kadar Engelbert Rath, eski Köln Belediye Başkanı Konrad Adenauer’le olan yakın arkadaşlığından bayağı istifade etmiş olsa da bu yakınlık sonunda yine kendi başını yakmıştı. Rütbesi indirilmemiş, istifaya zorlanmamıştı; tam maaşını da alıyordu ama Engelbert Rath’ın ne Köln polis teşkilatında ne de siyasette forsu kalmıştı.

Belki de böyle zamanlarda insanın hırslı olmaması iyi bir şey diye düşündü Rath. Kamerayı nihayet hazır hale getiren Paul Czerwinski gibi olacaktın belki. Kriminal sekreter ne olsa soğukkanlılığı elden bırakmıyordu. Czerwinski önce duvardaki sloganı çekmişti; henüz maktulün başında Olay Yeri İnceleme Ekibi’nin adamları duruyordu. Bizzat Kronberg çökmüştü cesedin yanına; olay yeri inceleme ekibi için de bir SA’nın ölümü ciddiye alınacak bir meseleydi. Kriminal Polis Laboratuvarları Dairesi Şefi, Rath’ı görünce doğrulup ayağa kalktı. “Hayırlı sabahlar Komiser.” “Bu durumda… Bilmem ki… Yerinde bir laf mı…” Rath cesedi işaret ediyordu. “Yani, Heil Hitler demek istemiştim.” Kronberg resmen paniğe kapılmıştı. Halbuki Rath onu selamından ötürü yermeyi filan aklından geçirmemişti. Herkesin sinirleri laçkaydı. Böyle görmüş geçirmiş bir şube müdürü bile yanlış bir şey yapmaktan korkuyordu.

Rath, son aylarda alışkanlık haline getirdiği o özensiz, lalettayin Hitler selamıyla karşılık verdi; “Heil,” diye bir şey geveledi ağzında. Şimdiye kadar bu şekilde idare etmişti; memurlara şart koşulan selamı kendi “stilince” uyguladığında birileri birkaç kez ters ters bakmış, ama onun dışında pek bir tepki görmemişti. Ayrıca diğer memurların yaptığı gibi hazır ola geçip kolunu kaldırmamak ona iyi geliyordu. Bu selamı hiç vermezse kendini daha da iyi hissediyordu, ama bu her zaman mümkün olmuyordu işte. Kronberg, “Gennat yok mu?” diye sordu. Berlin polis teşkilatındaki cinayet şubesinin kurucusu ve başı olan Kriminal Müdür Ernst Gennat, olay yerlerine gelmemeyi epeydir âdet edinmişti. Cüssesi, daha çok da ağırkanlılığı yüzünden milletin “Buda” lakabını taktığı Gennat, vakalarını oturduğu yerden çözmeyi tercih ediyordu; masasındaki en önemli gereçler bir fincan çay, bir dilim de frenküzümlü pastaydı. O yüzden Kronberg’in onu sorması biraz tuhaftı ve büyük olasılıkla maktulün üstündeki üniforma yüzündendi; Rath olay yerini ablukaya alması için 53. Karakol’un bu kadar polis göndermiş olmasını da buna bağlıyordu. Rath, “Korkarım benimle yetinmek zorunda kalacaksınız müdür bey,” dedi. “Lange ve Czerwinski’yi tanıyorsunuz, daha fazla da adamım yok.” Kronberg başını sallayıp Rath’a bir para cüzdanı uzattı. “Cesedin üzerinde bulduk. Parmak izlerine bakacağız. İsterseniz fotoğrafını çekebilirsiniz artık.” Rath kahverengi deri cüzdanı açıp içindeki paraya baktı; iki onluk, üç de yirmilik vardı. “Gasp değil herhalde,” dedi ve cüzdanı karıştırmaya devam etti. Kronberg müstehzi gülümsedi. Cüzdandan biraz da bozuk para, ayrı bir bölümünden son derece düzgün yerleştirilmiş iki tane on feniklik pul, bir de SA kimliği çıktı.

Rath kimliği açıp, küçük çocukları yiyen bir canavar gibi poz vermiş maktulün resimdeki yüzüne baktı. Haydut gibi bir herifti; herhalde sivil yaşamında ya hamallık yapıyordu ya da işinin ehli bir boksördü. Rath cesedin boyunu posunu kestirmeye çalıştı. Uzun ve iriyarıydı; karanlıkta karşısına çıksa insanın korkacağı cinsten biri olmalıydı. Kimlikte adının Horst Kaczmarek olduğu yazıyordu; rütbesi SA takım çavuşuydu, iki yıldan beri de Wedding’deki 101. SA Birliği üyesiydi. Rath, “101. birliğin lokali neresi acaba?” diye sordu; Kronberg süngüsü düşük, omuzlarını kaldırdı. Bu bilgi boşluğu yüzünden utanıyordu sanki. “Komiserim izninizle,” dedi toplum polislerinden biri ve batıyı gösterdi. “Bestmann Birahanesi, Boyenstrasse, on bir numara.” Rath adresi not etti. Kaczmarek’in evini kimseye sorması gerekmiyordu, şehir haritasına da ihtiyacı yoktu. Gartenstrasse 74, cesedin bulunduğu yere pek yakındı. Altında bulundukları heyula gibi tren köprüsüne gelirken en son apartmandı. Durum açıktı: Takım Çavuşu Kaczmarek lokalden çıkıp eve gidiyorken öldürülmüştü. Acaba duvarlara slogan yazan komünist bir yeraltı örgütüne mi çatmıştı? Büyük ihtimalle öyleydi, ama Rath yıllar boyu Ernst Gennat’ın yanında hiçbir şey öğrenmediyse bile şunu öğrenmişti: Acele sonuç çıkarmak iyi değildi. Gece ne olup bittiği konusunda kafa yormaya devam ederken üzerlerinden gümbür gümbür bir tren geçti; öyle bir gürültü çıkarıyordu ki, diğer seslerin kulağına ulaşması imkânsızdı. Kendi düşüncelerini bile aklında tutamıyordu. Bir sigara daha yakıp etrafına bakındı. Czerwinski fotoğraf makinesini kurmuş, cesedin resimlerini çekmeye başlamıştı. Kronberg adamlarıyla konuşuyordu. Kriminal laboratuvar görevlilerinden biri, duvarda yazılı sloganın boyasından örnek alıp bir teneke kutuya koydu; başka bir meslektaşı, yerde, cesedin yakınındaki büyükçe bir boya lekesini numune almak üzere kazımakla meşguldü. Lange, tanık Egerland’la konuşuyor, mavi üniformalı toplum polisleri ciddi pozlarda etrafta dolaşıyordu. Doktor Karthaus’un polis arabalarının ortasında duran kırmızı Horch’u bulutların arasından yavaş yavaş çıkan güneş ışığında pırıl pırıl parladığı halde, adli tabibin kendisi ortalarda yoktu. Karthaus, cesedin yanına en son yaklaştırılan kişi olduğu halde, olay yerine de en önce hep o gelirdi. Ancak Kriminal Laboratuvar görevlileri işlerini bitirdikten, ölünün bulunduğu pozisyonda fotoğrafı çekildikten sonra inceleyebilirdi cesedi. Bir kerecik göz attıktan sonra atıl kalmaya mahkûm olan doktor, zamanı sigara içerek geçirirdi; olay yerinin herhangi bir köşesinde elinde sigara bekler dururdu. Ama bugün Rath hiçbir yerde görememişti onu; adli tabibin durduğu yer genelde üflediği dumanın halkalarından belli olurdu, onlar bile görülmüyordu.

Çelik köprünün üzerindeki gümbürtü duyularına öylesine hâkim olmuştu ki, Rath büyük bir süratle gelerek, Gartenstrasse’deki bütün polis araçlarını geçip, polis zincirini yarmasına ramak kala toplum polislerinin önünde zınk diye duran simsiyah Mercedes’i fark etmemişti. Köprüden geçen trenin çıkardığı gürültü olmasa ani frende Mercedes’in tekerleklerinin gıcırtısı kesin duyulurdu. Gıcır gıcır, son model bir limuzindi bu.

Kriminal laboratuvar görevlileri bir an durmuş, Czerwinski fotoğraf makinesinden kafasını kaldırmış, Lange elindeki not defterini indirmiş, tek tanıkları AEG işçisi Egerland bile geleni görmek için boynunu uzatıp bakmıştı. Otomobilden ilk bakışta kriminal memuru andıran siyah takım elbiseli iki adam indi. Mavi üniformalı toplum polisleri kimliklerine bakmadan şeridi kaldırarak olay yerinin yolunu açtılar. Adamlardan biri durup toplum polisleriyle konuşurken diğeri cesede doğru yürüyerek görevli komiserin yanına geldi. Rath kendisine yaklaşan bu kişinin yüzünde gülümsemeye benzer bir şey görür gibi oldu, ama yanılıyor da olabileceğini düşündü.

Reinhold Gräf daha tam yanına gelmemişti ki, “Reinhold,” dedi, “rolünü muhteşem oynadın.”

“Heil Hitler.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Sessiz Ölüm ~ Volker KutscherSessiz Ölüm

    Sessiz Ölüm

    Volker Kutscher

    Almanya, 1930. Avrupa’nın en önemli sinema merkezlerinden olan Berlin’de, gözde bir aktristin öldürülmesiyle başlıyor hikâye. Arka planda, sinema sektöründe ve yeraltı dünyasında dönen amansız...

  2. Goldstein ~ Volker KutscherGoldstein

    Goldstein

    Volker Kutscher

    Berlin’e “düşen” bir Amerikalı gangster, Komiser Rath’ı, Berlin’in yeraltı dünyasından gayrı bir de uluslararası mafya işlerine karıştırıyor. Çok boyutlu, karmaşık bir entrika. Fonda ekonomik...

  3. Mart Şehitleri ~ Volker KutscherMart Şehitleri

    Mart Şehitleri

    Volker Kutscher

    Mart Şehitleri şüphe götürmeyen belgesel öğeler ile ince ince örülmüş bir kurmacayı, siyasi olayların karanlığı ile gündelik hayatın parıltılı anlarını aynı yörünge üzerinde hareket...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Biz Hep Şatoda Yaşadık ~ Shirley JacksonBiz Hep Şatoda Yaşadık

    Biz Hep Şatoda Yaşadık

    Shirley Jackson

    Dünyadan gizlenerek yaşayan iki kız kardeş ve gölgesini geçmişten bugüne, onların üzerine düşüren gizemli bir olay… Usta yazar Shirley Jackson, bu kısa ve mücevher...

  2. Aşk Yeniden ~ Rachel GibsonAşk Yeniden

    Aşk Yeniden

    Rachel Gibson

    Hayallerinin peşinden koşmaya ara vermiş güzel bir kadın. Yeni başlangıçlar için güç toplamaya çalışan yakışıklı bir erkek. Chelsea Ross’un oyunculuk kariyeri talihsizliklerle doludur. Renkli...

  3. Mutluluk Böyle Bir Şey ~ Jennifer E. SmithMutluluk Böyle Bir Şey

    Mutluluk Böyle Bir Şey

    Jennifer E. Smith

    Var olduğuna inanırsan, aradığın şeyi bulabilirsin. G: Mutluluk nasıl bir şey? E: Limanın üzerinden doğan güneş gibi. Sıcak bir günde yenen bir dondurma, sokağın...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur