Film yönetmeni Spenser Spender, çocukluğunu geçirdiği sokaklara uğradığı bir gün, Charles Dickens’ın romanı “Küçük Dorrit”in filmini çekmeye karar verir. Eski Londra’nın ruhunu ve Dickens’ın dünyasını modern Londra’nın büyük bir hapishanesinde ve sokaklarında kuracağı setlerde canlandırmaya çalışacaktır. Spenser’ın harekete geçirdiği hikâye, birbirinden tuhaf ve uyumsuz karakterlerin yolunun kesişmesine neden olur: Sorunlu bir ilişki içinde olduğu karısı Laetitia, Dickens uzmanı öğretim görevlisi Rowan, atari salonu işletmecisi cüce Arthur, bir işçi mahallesinde yaşayan Tim ve içine Küçük Dorrit’in ruhunun girdiğine inanan kız arkadaşı Audrey.
Peter Ackroyd’un sarsıcı bir sona doğru ilerleyen ilk romanı “Londra Yanıyor”un arka planındaysa, yazarın bütün kitaplarında olduğu gibi, geçmişin varlığının kendini sürekli hissettirdiği karanlık ve tekinsiz Londra sokakları var.
*
Küçük Arthur, kırk yıldır hiç değişmeyen yüz ifadesiyle uyuyor. Bu ifadeyi hiç kimse görmedi; bu, yalnız uyuduğunu bilen bir insanın ifadesi. Pencerenin yanında bir sinek vızıldıyor. Güneş, kiremit çatıların üzerinden az önce yükselmiş; sinek de uyuşukluğundan sıyrılmış, kederli vızıltısıyla Küçük Arthur’u uyandırıyor. Arthur doğruluyor ve yatağının kenarında, ayakları yere değmeksizin, bir fotoğraf gibi hareketsiz oturuyor. Sonra aşağı atlıyor ve pencereyi açmaya gidiyor. Büyük bir dikkatle sineği dışarıdaki sabah havasına çıkabilmesi için yönlendiriyor. Bu sonbahar sabahı Londra soğuk ve sinek dışarıda fazla yaşayamayacak. Sinek de bunu biliyor, yine de kurtulmak istiyor.
Küçük Arthur, elini yüzünü mutfak lavabosunda doğru dürüst yıkayabilmek için bir sandalyenin üstüne çıkıyor. Küçük Arthur’un bedensel gelişimi sekiz yaşındayken durmuş. Bunu öğrenince birkaç ay boyunca bir yandan ağlamış, bir yandan da kendi kendine konuşmuş. Sonra birden, ağlamayı bırakmış. Kendisiyle sıradan duyguların dünyası arasında bir kabuk oluşmuş. Çaydanlığı dolduruyor. Penceresinden, aşağıdaki tanıdık manzaraya bakıyor: Öbür evlerin arka yüzleri, perdeleri çekilmiş başka pencereler, bodur kalmış çalılıkları ve ağaççıklarıyla küçük bahçeler. Çaydanlıktaki suyun kaynamasını beklerken, yukarıda duran kıza günaydın, bugün nasılız, diyor. Bu aslında küçük bir kızın yerel gazeteden kesilmiş fotoğrafı. Kızın yüzünde öylesine sakin ve temiz bir ifade var ki, Arthur fotoğrafı saklamaya karar vermiş. Zamanla sararmasını ve solmasını önlemek için de onu duvara cilayla yapıştırmış.
Küçük Arthur, Eğlence Kenti adında, Borough Caddesi üstünde bulunan küçük bir atari salonunun işletmecisi. Saat tam sekizde, ona yuvarlanıyormuş havası veren tuhaf yürüyüşüyle, sağa sola bakmaksızın ve kafasını kaldırmaksızın caddede yürümeye başlıyor. Başında kafatasının uzantısıymış gibi duran eski ve yassı bir kasket bulunan gazete satıcısı onu iyi tanıyor.
“Bu sabah nasılız bakalım Arthur?”
“İdare ediyoruz işte, idare ediyoruz.” Arthur gazete satıcısına bakmıyor.
“Eğlence Kenti”nin tabelası sıra sıra lambalarla çevrili, ama Küçük Arthur’un bildiği kadarıyla bunlar hiç yakılmıyor; elbette, diye düşünüyor, o uyurken de yakmıyorlarsa. İçerisi, sabahın bu erken saatinde, oyun makinelerinin neşeli sesleri, jetonların şıngırtısı, Sanal Otomobil Yarışı makinesinin kükremesi ve otomatik tüfeklerin yapay ateş sesi olmaksızın ölü bir yıldıza benziyor.
Sekizi çeyrek geçe Küçük Arthur ana şalteri kaldırmak için salonun arka tarafındaki kilitli ofisinin kapısını açıyor. Kırmızı şaltere ulaşabilmek için sağ kolunu iyice uzatıyor, bir an için öyle kalıyor. Dünyanın güçlerinin Eğlence Kenti’ne girip onu büyülü bir mağaraya çevirdiği bu an, onun zafer ânı. İçeriden yükselen mırıltıya mırıldanarak eşlik ediyor, artık Eğlence Kenti gün ışığından daha parlak bir ışıkla aydınlanıyor. Küçük Arthur kasılarak makineden makineye gidiyor, camları ve metal düğmeleri parlatmak için uzanıyor, içten içe makinelerin dimdik bakışlarına hazırlanıyor. Sonra sırtını duvara vererek tahta sandalyeye oturuyor ve sokağı izlemeye başlıyor.
Öylesine bir kenara atılmış mektubu tam o sırada görüyor. Mektuplar, tıpkı konuşma gibi, insanların başına dert açar. Arthur çaydanlığı ateşe koyuyor ve zarfı yırtarak mektubu çıkarıyor.
Mektup, Eğlence ve Dinlence Ürünleri Limited’den gönderilmiş:
Sayın Bay Feather,
Üzülerek bildirmek isteriz ki, bu yıl 5 Kasım’dan itibaren 19 Borough Caddesi, Londra SE1 adresindeki “Eğlence Kenti”nin kira sözleşmesini iptal etmemiz gerekmektedir. Bu, çağa ayak uydurma sürecimizin bir parçasıdır ve sizin Eğlence ve Dinlence Ürünleri Limited adına yaptığınız çalışmayla kesinlikle hiçbir ilgisi yoktur. Bu konuyla ve size karşı yükümlülüklerimizle ilgili olarak sizinle daha sonra iletişim kuracağız.
Mektubu tekrar tekrar, her keresinde ayrı bir cümlesine odaklanarak okuyor. Soluk alması giderek güçleşiyor. Sanal Otomobil Yarışı makinesinin cam yüzeyinde kendi yassı ve eğri yansımasını görüyor. Yatağının başucundaki küçük kızı düşünmek için büyük çaba harcıyor. Ancak çabasının hiçbir sakinleştirici etkisi yok. Arka tarafta çaydanlık çığlıklar atmaya başlıyor. “Bu konuda konuşmak gerekecek” diyor Küçük Arthur yüksek sesle. Yoğurarak, başka bir biçim vermek ister gibi bastırarak ellerini bedeninde dolaştırıyor. “Gerilim yaşanacak.” Ne söylediğinin pek farkında değil.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıLondra Yanıyor
- Sayfa Sayısı176
- YazarPeter Ackroyd
- ISBN9789750838492
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2016
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Radetzky Marşı ~ Joseph Roth
Radetzky Marşı
Joseph Roth
Evler dizisindeki bir yapı da günün birinde yangınla yok oldu mu yerine hemen bir başkası inşa edilmez, ardında bırakmış olduğu boşluk uzun süre öyle...
- Krizalitler ~ John Wyndham
Krizalitler
John Wyndham
Bilimkurgunun altın çağından kült bir eser! “Bu, kimse için güzel ve rahat bir dünya değil, özellikle de farklı olanlar için.” 1950’lerin klasiklerinden sayılan John Wyndham’ın Krizalitler romanı,...
- Listenin Sonu ~ Jesse Ball
Listenin Sonu
Jesse Ball
Eşini kaybetmiş bir adam, kendisinin de çok fazla zamanının kalmadığını öğrendiğinde, zor bir sorunla karşı karşıya kalır: çok sevdiği Down sendromlu oğluna kim bakacak?...