Lise Öğretmeni Pedersen’in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı
Çiçeği burnunda öğretmen Knut Pedersen ilk görev yeri olan taşra kasabasına geldiğinde, hayalleri aile kurmanın ve saygın bir öğretmen olarak sade bir hayat sürdürmenin ötesine uzanmaz. Ne var ki yıllardan 1968’dir ve dünyanın dört bir yanında esen değişim rüzgârı Norveç’in taşrasına da ulaşmıştır: Pedersen okulda yaşayacağı beklenmedik bir olaydan sonra gittikçe büyüyen bir siyasi harekete kapılacağından ve hayatını başka türlü amaçlara adayacağından habersizdir.
Dag Solstad Türkçedeki yolculuğuna “Mahcubiyet ve Haysiyet”le unutulmaz bir başlangıç yapmış, okurlardan büyük ilgi görmüştü. Şimdiyse lise öğretmeni Pedersen’in şahsında bütün bir kuşağın hayallerini, dünyayı değiştirme arzusunu, mağlubiyetten sonraki şaşkınlığını ve iç hesaplaşmalarını bazen hüzün bazen mizahla, ama hep tutkuyla anlatıyor.
“Bütün söylentiler doğru çıktı: Solstad vazgeçilmez bir romancı.” – Charles Finch, “New York Times Book Review”
“Norveç’in tartışmasız en cesur ve en zeki yazarı.” – Per Petterson
“Solstad’ın dili, eski görünen yeni bir zarafetle parıldar ve taklit edilemeyen, enerji dolu, kendine özgü bir ışıltı yayar.” – Karl Ove Knausgaard
Sanırım bu kitaba ülkem ve ülkemin çok özgün tarihi hakkında birkaç söz söyleyerek başlamam gerekecek. Norveç, Kuzey Kutbu’na yakın bir yere yerleşmiş biçimsiz konumuna, doğa tarafından büyük zenginliklerle donatılmamışlığına, hatta kıraç bir ülke olmasına ve daha iki yüzyıl öncesine kadar Avrupa’nın pek de önemli sayılmayacak bir krallığının, yani Danimarka’nın köşede bucakta kalmış bir sömürgesi durumunda bulunmasına ve Kopenhag’ın üçüncü sınıf üniversitelerinde eğitim görmüş vasat zekâlı yöneticiler tarafından idare edilmesine karşın dünyanın en zengin ülkelerinden biridir, o vasat zekâlı kişiler tarafından yönetilmiş bu ülkenin halkının da inanılmaz derecede cahil, kafaları hurafelerle dolu, iflah olmaz içki müptelası, donuk, o zamanların ölçülerine göre bile dehşet verici sağlık ve temizlik koşulları altında yaşamış insanlar olduklarını söylersek hiç de abartmış sayılmayız.
İki yüzyıllık bu tarih herhangi bir ülkenin tarihi açısından çok kısa bir dönem sayılabilecekken, 1700’lerin sonundan bugüne dek geçen iki yüzyıllık sürede meydana gelen inanılmaz derecede büyük değişiklikler Norveç halkının tarihini başka hiçbir toplumda görülmemiş ölçüde etkilemiştir. Zira bizler iki yüzyıl önce Avrupa’nın en az eğitim görmüş, en ilkel halklarından biriyken, bugün en zengin devletlerinden, halkının eğitim düzeyi en gelişmiş -evet, en son teknolojik gelişmeleri dışarıdan uzman ithal etmeksizin kendi çalışanları tarafından uygulamaya koyabilecek denli yüksek eğitimlitoplumlarından biri konumunda bulunuyoruz.
Bir halkın ve bir toplumun böylesine dev bir değişimi nasıl olup da gerçekleştirdiğinin nedenlerini saymak burada çok fazla zaman alacak; her ne kadar kalemim böyle bir tahlile girişmek arzusuyla yanıp tutuşuyorsa da, bunu yapmayıp, yalnızca bu kitapta betimlemeyi düşündüğüm olayları anlaşılır kılması açısından önemli bulduğum bazı tarihi anlara kısaca işaret edeceğim. Öncelikle Norveç Mucizesi denen şeyin kendi gücüyle ortaya çıkmadığına işaret etmeliyiz. Norveç Mucizesi, kökleri ülkemizin dışında, başka ülke ve toplumlarda olan hadiselerin ve neden sonuç ilişkilerinin tahmin edilemeyen neticesidir. Norveç’in güneye, mesela Malakka Boğazı’na doğru değil de kuzeye, kutba doğru uzandığı gerçeği, burada Norveçlilerin yaşadığı gerçeğinden daha fazla önem taşımaktadır. Norveçli denen insan türü Malakka Boğazı civarında yaşıyor olsaydı bizim kaderimiz de bugün orada yaşayanların kaderine daha yakın olacaktı, hatta belki de pek çoğumuz bugün Norveç adı verilen coğrafi sınırların içinde yabancı işçi statüsünde yaşayacaktık; verdiğim örnek yersiz ve boş gibi görünüyorsa da bu gerçeğe işaret etmenin pek de önemsiz olmadığı kanısındayım.
Evet, ister beğenin ister beğenmeyin ama kapitalizmin ve emperyalizmin gelişmesinin benim ülkem açısından şanslı sonuçlar doğurduğunu iddia etmeme izin verin, hatta şunu da belirteyim, Norveç halkının başka ülkelerle neredeyse kıyaslama kabul etmeyecek denli çok özel bir tarihinin oluşmasına bu inanılmaz şansın neden olduğu yolundaki savim öyle boşuna söylenmiş gerekçesiz bir iddia değildir. Bu inanılmaz şansın ki ben buna haklı gerekçelerle Norveç Mucizesi adını veriyorum ve bu büyük değişimin tarih boyunca önemli olayların uzağında kalmış bir ülkede öyle ki son iki yüzyılda dünyayı sarsmış olayların izlerine bizim tarihimizde rastlayabilmek için çok gelişmiş bir hayal gücüne ve entelektüel büyüteçlere ihtiyaç duyulmaktadırortaya çıkması çok daha dikkat çekici oluyor ve Norveç tarihini çok daha özel, acayip, hatta neredeyse egzotik bir konuma getiriyor. Kuşkusuz yeryüzünde son yüz elli yılda meydana gelen ve sonuçlarımı Norveç’te de gördüğümüz büyük değişikliklerin pek çoğunun, siyasi bir araç olarak Savaş’a başvurularak elde edildiği gerçeği hiçbirimiz için sır değil. Yaşadığımız dünya savaşlarla yaratılmıştır ve halen de savaşın kendi yıkıcı mantığına göre, yani ulusların birbirlerine karşı mücadelesi veya aynı ulusun içindeki devrim, karşıdevrim ve ayaklanma gibi mücadelelerle değiştirilmektedir, insanlık tarihiyle ilgilenen kişilerin bu iddia üzerinde fikir birliğine varabileceklerini düşünüyorum. Ancak bu tür olaylar benim ülkemi çok az bir dereceye kadar etkilemiştir. Hatta şöyle söylemek daha doğru olacak, biz bu tür olayları tamamen uzak bir mesafeden izledik, olayların yankısını duyduk, yansımalarını gördük.
Ben bunları, kendi ülkemin de 1930’ların sonundan 1940’ların ortalarına kadar devam eden ve Alman Nazizmi ile Japon faşizminin yayılmacı politikasından kaynaklanan İkinci Dünya Savaşı’nın etkisinde kalmış olması gerçeğinin bilincinde olarak söylüyorum. Ancak Norveç’in bu savaştaki rolü ülkemin özel tarihini sergileyen en güzel örnek olarak da gösterilebilir. Zira Norveçlilerle aynı savaşa katılan başka hangi halkı karşılaştırırsanız karşılaştırın, Norveç’teki savaşın çok daha farklı, çok daha dingin bir nitelik taşıdığı hiç kuşku götürmeyecek biçimde, apaçık ortaya çıkar. Yani ülkemin savaşa girmesine, Müttefiklerden biri olmasına karşın şu şaşırtıcı gerçek de ortadadır ki, Norveç, ülkenin varlığını sürdürmesi meselesinde hayati önem taşıyan olayların o zamanlar da çok uzağında, çok dışında bulunmaktaydı. Ülkemin tarihi savaş zamanında bile inanılmaz derecede barışçıldı. Yine şu da bir gerçektir ki bu ülkede yedi yüzyıldır hiçbir soykırım yaşanmamıştır ve halkımız 1200’lü yıllardaki iç savaştan bu yana bir kez bile Avrupa’nın kuşaklar boyu yaşayageldiği soykırımlardan ve düşman işgallerinden payını almamıştır. Norveç tarihini barışçıl gelişmeler tayin etti. Ayrıca iç siyasi olaylar da Norveç’te çok daha düşük bir şiddette cereyan etti.
Çelişkiler çok nadiren açık ve ölümüne çatışmalar biçiminde ortaya çıktı. Rus devrimi ülkemde apaçık yankı bulmasına karşın, içinde bulunduğumuz yüzyılda Norveçli tek bir işçinin bile grev ya da eylem sırasında vurularak ölmediği de bir gerçektir. Yüzyılımızda askerlerle grevci işçiler yalnızca üç kez karşı karşıya geldiler. Hatta bu üç olaydan birinde, söz konusu olan askerler Alman askerleridir (1941). Her ne kadar ülkenin egemen sınıfı grevdeki işçilerin karşısına sık sık devlet düzenini sağlayan güçleri çıkarmışsa da, işin gerçeğini söylemek gerekirse bu güçler her zaman için silah taşımayan güvenlik kuvvetleri olmuştur ve karşılaştırmalı tarihsel bir perspektif içinde ele alındığında polis copunun ve çizmesinin güvenlik kuvvetleri silahlıydı diyebilmek için yeterli olmadığı da itiraf edilmesi gereken bir husustur. Durum siyasi tutuklular açısından da böyledir. Norveç hapishanelerinde siyasi tutuklular yok denebilecek kadar azdır, aslında birkaç yüz kadar, belki de bin kadar insan siyasi suçtan yargılanmışsa da davaları para cezası kararıyla sonuçlanmıştır; ayrıca ülkede on binlerce kişinin -hatta bunun yüz binlerce olduğu da iddia edilirpotansiyel siyasi suçlu olarak fişlendiği de bir gerçektir, ancak sonuçta karşılaştırmalı bir perspektif içinde ele alındığında Norveç’te çok az sayıda siyasi tutuklu vardır denebilir.
Bu kişilerin de ılımlı ve insani cezalar aldığına işaret etmeliyiz, ayrıca bugüne dek tek bir siyasi tutuklu bile kendisine hapishanede işkence yapıldığını iddia etmemiştir. Bunun dışında Norveç toplumunda muhalifler görüşlerini yazılı ve sözlü olarak ifade etme, birlik, dernek ve partiler yoluyla örgütlenme hakkına sahiptir, hatta muhaliflerin görüşlerinin egemen güçlere ters düşmesi ve muhalif örgütlerin güçlenerek yönetime karşı bir tehdit oluşturması gibi durumlarda bile bu kişiler muhalefet yapma hakkından yararlanmaktadır. Bu gibi durumlarda muhalefet çok şiddetli eleştirilere maruz kalmakta ve çalışmalarına bazı pratik engellemeler getirilebilmekteyse de modern tarihimizde hiçbir muhalefet örgütü yasaklanmamıştır. Yani esas olarak ülkemizde demokratik haklar güçlüdür ve bazı durumlarda bu hakların karşısına çıkan engeller, politik tepkilerden çok serbest piyasa güçleri ve ekonomik yapıdan kaynaklanmaktadir denebilir.
Bütün bunlara ek olarak, ülkemde yaşayan insanların sosyal güvenlik haklarından geniş ölçüde yararlanmakta olduklarını, işsizlik oranının görece düşük, yaşam standartlarınınsa yüksek olduğunu -hatta öylesine yüksek ki düşük ücretli Norveçli bir işçi bile ücretli tatil yapma hakkına ve bu tatilini Akdeniz kıyısındaki ülkelerden birinde geçirme imkanına sahiptir-söylersem, ülkemin kendine özgü tarihini ve toplumsal sistemini açıklamak açısından bu anlatının hedefi çerçevesinde ortaya koymam gereken unsurların çoğundan söz etmiş sayılabilirim. Muhtemelen, eğitim düzeyinin çok yüksek olduğunu, ülkede okuma yazma bilmeyen kişi bulunmadığını da buraya eklemek gerekecek. Bu nedenle de dúnyada pek çok insanın Norveç’i toplumsal imkânların başka ülkelere örnek teşkil edecek biçimde topluma eşit olarak dağıtıldığı, şanslı bir tarihsel gelişime sahne olmuş, özgür ve mutlu bir ülke saymasına şaşmamak gerek.
Ayrıca, radikal görüşlü her Norveçli, yurtdışına çıkıp da kendisiyle aynı siyasi görüşleri taşıyan yabancılarla bir araya geldiğinde, bu yabancıların çoğu kez Norveçli’nin ülkesini kendi ülkelerinden çok daha fazla ön plana çıkardıklarına tanıklık etmiştir. Bu gibi durumlarda bir Norveçli, karşısındaki yabancının görüşlerine itiraz etmek için kendini ne kadar zorlarsa zorlasın, yabancının hiç bilmediği bir ülkeyi böylesine kendinden emin bir şekilde övmesinin sakıncalı yanlarına dikkat çekmeye çalışırsa çalışsın, başarısız olmaya mahkumdur. Bunun nedeni de, ülkemizin bir bütün içinde kapladığı yerin ve barış içinde geçmiş tarihinin, garipsenecek kadar huzurlu, hatta egzotik bir nitelik taşımasıdır; öyle ki bu durum, kendi tuhaf kaderi hakkında düşünmeye zorlanan bir Norveçli üzerinde bile unutulmayacak bir izlenim bırakır. İşte bu yüzden, 1970’li yıllarda geniş öğrenci kitleleri ile genç aydınları peşinden sürükleyen ve ilhamını çok uzak bir ülkede, Çin’de yaşayan ve hedefi halkı, özellikle de işçileri yaşadıkları Devlet’e karşı silahlı devrim yapmak üzere harekete geçirmek olan bir köylü çocuğundan alan bir siyasi uyanış hareketinin bu ülkede meydana gelmiş olması oldukça tuhaftır.
Burada, aynı dönemlerde Batı Avrupa’daki pek çok ülkede de benzeri siyasi uyanış hareketlerinin yaşandığını, bunların kaynağının Çin’deki köylü çocuğu ve devrimci liderden alınan ilham olabileceği gibi, örneğin 1968 Paris öğrenci ayaklanmaları gibi başka kaynaklarının da bulunabileceğini belirtmek durumunda kalsak bile, bunlar bu siyasi uyanışın Norveç versiyonunun tuhaf bir yanı olduğu gerçeğini gölgelemez, zira hareketin ülkemizde bir saman alevi gibi parlayıp sönmesi ve uluslararası uyanışın kısacık bir yankısı olması için gerekli şartlar mevcutken tam tersi gerçekleşmiş ve hareket pek çok Avrupa ülkesindekine oranla daha derine kök salmıştır. Hareket burada daha katı, daha keskin, silahlı devrim ve proletarya diktatörlüğünün kurulması gibi çok daha açık bir devrimci hedefi olan bir ideoloji haline geldi. Bütün bunlar halkla bütünleşmek ve amaca hizmet eden her kim olursa olsun onunla kısa vadeli işbirliğine gitmek gibi taktik amaçlar eşliğinde cereyan etti. Yani bu siyasi uyanış hareketi ülkemizde daha açık, daha soğukkanlı, üzerinde enine boyuna düşünülmüş, Marksist-Leninist düşüncenin temel ilkelerine dayandırılan, Çin ismindeki devin güzel bir ideolojik ütopya teşkil ettiği, tarihsel köklerinin dünyanın ilk sosyalist devletinde, Lenin ve Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği’nde olduğuna açık göndermeler yapan, bu arada 1970’lerin Sovyetler’i ile arasına mesafe koyan ve bunu da 1953 ila 1956 arasında yaşanan sessiz bir karşıdevrimle açıklayan bir görünüm kazandı. İşte bu siyasi programla öğrenciler ve aydınlar arasında geniş ve daha da önemlisi derinden bir kabul gördü, kendinden çok başkalarını düşünen ve devrim için çalışan insanlar yarattı, hatta bir dereceye kadar da öğrenciler ve aydınlar dışında kalan daha geniş halk topluluklarına da seslenebilmeyi başardı. Bilebildiğim kadarıyla ülkemizde yüksek öğrenim görmüş olan gençliğin çoğunluğu bu hareketle ilişki içindeydi ve kısa ya da uzun bir dönem için hareketin çekim alanında yaşadı. Hatta daha fazla sayıda genç de 1968 yılından 1978 yılına dek geçen süre içinde kendini bu hareketin verdiği mesaja uygun olarak tanımlamak zorunda bırakıldı.
Norveç’te çok az sayıda aydın bu hareketin karşısında ya da yanında tavır almanın dışında tutabildi kendini, zira bu hayati bir mesele, bir değerler sistemi sorunu ve cevabı gelecekteki tercihlerini, eylemlerini belirleyecek bir soru haline geldi, hatta öyle ki ülkenin devrimci, komünist bir partiye gereksinimi olup olmadığı sorusuna açık ve kesin olarak hayır cevabı veren kişiler bile bundan kaçamadılar. Bu bakımdan, o günlere dek en azından 20. yüzyılda başka hiçbir siyasi uyanış hareketinin ülke aydınlarının ruhunun derinliklerine böyle nüfuz edemediğini söyleyebiliriz. Yaklaşık on yıl boyunca Norveçli aydınların temel sorusu, bir süre sonra İKP(mI)’ ismini alacak olan bu harekete karşı mı, yoksa taraf mı oldukları üzerine odaklanmıştı. Sözü edilen zaman dilimi içinde on binlerce kişi kısa veya uzun süreliğine ya kayıtlı üye -ki bu üyelik Norveçlilerin doğasına ciddi bir müdahale getirmekteydi ya da sempatizan olarak İKP(m-1) hareketinin içinde yer aldı ve böylelikle de bu uyamış hareketinin dilini, davranış kurallarını, mitlerini, gerçekliği kavrayış biçimini, ritüellerini, düşünme kalıplarını ve yaşama biçimini tanıdı veya paylaştı. Hareket dünyanın en zengin ve tartışmasız en demokratik ülkelerinden birinde sosyal demokrat bir rejim çerçevesi içinde yetişmiş olan entelektüeller arasında inanılmayacak kadar yüksek bir katılım oranına sahipti. Yine şaşılacak bir başka konu da zaman içinde komünist bir partiye, İKP(m-I)’ye dönüşen bu hareketin on yıl boyunca ulusun kültürel ve entelektüel hayatında merkezi çekim noktası olarak varlığını sürdürmesidir. İnanılmaz ama gerçek! Hareketin ideolojisi on yıl boyunca ülke edebiyatına, tiyatrosuna, resim sanatına, müziğine, gazetelerdeki tartışmalara damgasını vurdu; bunu yaparken de gücünü hareketin çapından değil, bu tuhaf parti tarafından ortaya konan fikirlerin Norveç kültür elitini oluşturan insanların ruhlarını etkilemeyi başarabilmiş olmasından alıyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıLise Öğretmeni Pedersen’in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı
- Sayfa Sayısı232
- YazarDag Solstad
- ISBN9789750846823
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yıldızı Dişi ~ Marie-Aude Murail
Yıldızı Dişi
Marie-Aude Murail
Beş insan, bir HAYAT! Fransız çocuk ve gençlik edebiyatının güçlü kalemi Marie-Aude Murail’den ezberbozan, cesur bir başyapıt: Yıldızı Dişi. Morlevent ailesi artık sadece üç kişiden...
- Bilirbilmezler ~ Gustave Flaubert
Bilirbilmezler
Gustave Flaubert
Bouvard ile Pécuchet, bilgisizliklerinden ve ahmaklıklarından kaynaklanan sınırsız bir gözüpeklikle her konuya el atan iki arkadaştır; görünüşleri gibi tutumları ve tutkuları da gülünçtür. Ama...
- Nana ~ Emile Zola
Nana
Emile Zola
Saat dokuza gelmesine rağmen Variyete tiyatro salonu henüz dolmamıştı. Balkonda ve en ön sıralarda birkaç kişi, lâal koltuklara gömülmüş gibi, avizelerin yan ölgün ışığı...