Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Leylak Zamanı
Leylak Zamanı

Leylak Zamanı

Maeve Binchy

Her Cuma akşamı leylak rengi bir minibüs, içinde yedi yolcusuyla Dublin’den üç saat uzaktaki taşra kasabası Rathdoon’a doğru yola çıkar. Minibüsün hiç değişmeyen yedi…

Her Cuma akşamı leylak rengi bir minibüs, içinde yedi yolcusuyla Dublin’den üç saat uzaktaki taşra kasabası Rathdoon’a doğru yola çıkar. Minibüsün hiç değişmeyen yedi yolcusundan her birinin diğerlerinin bilmediği gizli bir hikayesi, zorunlu bir yolculuk nedeni vardır. Paylaşılmayı bekleyen sırlar ve hikayeler..

Maeve Binchy gerçek dertleri ve sevinçleriyle son derece canlı karakterleri bir kez daha ustalıkla buluşturup her zamanki gibi öğretici ve keyifli, sıcacık bir roman sunuyor okurlarına…

Nancy erken gelmişti, her zaman böyle olurdu zaten ve orada fazla erken görülmekten hiç hoşlanmazdı. Minibüsün kalkış saatinden bu kadar önce gelmesi, yapacak başka hiçbir işi yokmuş izlenimi uyandırıyordu. Diğerleri hep minibüsü kaçırma endişesiyle koştura koştura ve nefes nefese gelirlerdi, çünkü gecikecek olsalar minibüsü kaçıracakları kesindi. Tam kontağı saat tam 18:45′(e çalıştırır ve Leylak Rengi Minibüs sallana sallana yola koyulurdu. Bu şekilde hepsini, söz verdiği gibi saat on olmadan evlerine yetiştirirdi. Onun felsefesine göre, saat onda barda olamadıkça hafta sonunda eve gitmenin hiçbir anlamı yoktu. Nancy’nin böyle bir felsefesi yoktu, ama o her yere mutlaka erken gitmek zorundaydı. Bu onun tarzıydı. Dergi ve kart satan bir dükkâna girdi. Her cuma aynı şeyi yaptığından kartların çoğunu ezbere biliyordu. Üzerinde akmakta olan gözyaşları olan büyük bir kartta, “Doğum gününü kaçırdığım için özür dilerim” yazılıydı. Bu dükkânda yerel gazeteler de satılıyordu, ama Nancy bunlardan hiç satın almazdı. Nasılsa evde gazele oluyordu, onu okuyup kaçırdığı her şeyi yakalayabilirdi.
Normal ayna vazifesi görmekten çok hırsızlan caydırmaya yarayan yuvarlak büyük aynada yeni yaptırmış olduğu permasını inceledi. Ayna duvarın tepesine garip bir açıyla yerleştirilmişti, daha doğrusu Nancy’nin garip olduğunu umut ettiği bir açıyla; çünkü perması pek tuhaf görünüyordu. Endişeyle görüntüsünü seyretti. Gözleri dehşetle bakan, kıvırcık tüylü küçük bir hayvana benziyor olamazdı kesinlikle. Gerçi aynadaki görüntü buydu, ama onun göz seviyesinde kil e re böyle görmüyordu herhalde. Sonuçta, bu açıdan bakıldığında herkes şapşal görünüyordu. Başına hafifçe vurdu, perma yaptırdığı için pişmanlık duydu. Perması gözüne fena halde, annesi (arzında kadınların Rathdoon’da yaptırdığı o demode permalar gibi göründü. Yaz perması, Noel perması. Haftalar geçtikçe, çakan şimşekler ya da yapağı görünümü alan kıvır kıvır saçlar. Kuafördeki kızlar, böyle düşündüğü için deli olması gerektiğini söyleyerek içini rahatlatmışlardı. Modem bir perma ilacıydı ona uygulanan, piyasadaki en yeni ürünlerden biri. Nancy para ödemesi gerekse ne kadar ödeyeceğini geçirdi aklından. Pis pis sırıttı. Ödemesi gerekse! O fiyatı! Nancy Morris bir perma için o fiyatın yarısını, hatta dörtte birini bile ödemezdi. Çalışanlarına tecrübe kazandırmak için saçlarını yaptıracak insanlar aradığını duyduğu, Dublin’in ta öteki ucundaki bir kuaföre gitmişti. Denekler için kullanılan tabir “model”di. fakat Nancy gerçekçi yaklaşmıştı olaya. Oradakilerin ihtiyaç duyduğu kafasında saç olan insanlardı ve Nancy gibi uyanık tipler çok sayıda stajyerin çalıştığı büyük kuaför salonlarını ve bu stajyerlerin ders saatleri ile demonstrasyon yaptıkları akşamlan araştırıp öğrenmişlerdi. Nancy Dublin’e geleli altı yıl oluyordu ve bu süre süre içinde sadece iki kez kuaföre para ödemişti. Hiç fena değil, diye düşündü gururla gülümseyerek. Perma meselesine gelince, olan olmuştu, aynada kendisini inceleyip dertlenmenin manası yoktu. En iyisi karşıya geçip minibüse binmekti. Diğerlerinden de gelenler olmuştu mutlaka, saat altı buçuğu geçmişti.
Tonı orada oturmuş, akşam gazetesini okuyordu. Kafasını kaldırıp gülümsedi, “iyi akşamlar, Bayan Mouse” dedi kibarca ve Nancy’nin büyük bavulunu kolayca kaldırıp rahat bir hareketle minibüsün üzerindeki portbagaja koydu. Nancy bozulmuş bir ifadeyle minibüse bindi. Tonı’un onu Bayan Mouse diye çağırmasından nefret ediyordu, fakat bu kendi suçuydu. Minibüste yer ayırtmak için telefon ettiğinde adını Bayan Morris olarak vermişti. İşi gereği telefonda resmi olmaya alışmıştı. Soyadını değil de adını söylemesi gerektiğini ve adamın Morris ismini gerçekten yanlış anlayacağım nereden bilebilirdi ki. Ama Tonı’un, annesi yaşındaki Bayan Hickey’ye Judy diye hitap edip ona Nancy demeyi hâlâ reddetmesi can sıkıcı bir durumdu.
“Bavul boyutuna oranla hafif sayılır” dedi Tom, kibarca. Nancy başım sallamakla yetindi. Ona, bunun sahip olduğu tek bavul olduğunu ve diğerlerininki gibi naylon bir seyahat çantasına dünyanın parasını ödemeye niyeti olmadığını söylemek istemedi. Hem zaten büyük bir bavul gerekiyordu ona; dönüşte Dublin’e getirecek bir şeyler oluyordu her zaman: Patates, sebze veya ne denk gelirse. Bir keresinde annesinin arkadaşı Bayan Casey’nin artık  kullanmak isterim dediği perdelerini getirmişti Dublin’e. Perdeler
eve pek yakışmıştı.
Buruşmasın diye eteğini düzelterek, orta sıradaki koltuklardan birine otun ip glikoz şekerlerini çıkardı. Bunlardan hastanede kavanozlar dolusu vardı ve ona sürekli istediği kadar alabileceğini söylüyorlardı. Normalde bunlardan pek yemezdi, ama böyle bir minibüs seyahatinde yanında bu tarz bir şeyler bulunması iyiydi; diğerleri sık sık şekerleme veya karamela satın alıyordu, ama hastanenin şekerleri dururken şekerleme için para harcamanın no âlemi vardı? Hastalardan birinin bekleme odasında unutmuş olduğu gazeteyi açtı. Okuduğu pek çok şeyi bu yolla ediniyordu; uzman doktorları bekleyen hastalar genellikle dergi ve gazetelerini unutma eğiliminde oluyorlardı. Eve elinde okunacak bir şey olmadan döndüğü pek nadirdi. Ve bol çeşit olması da hoş bir durum, diye geçirdi aklından. Sürpriz gibi bir şeydi bu. Mairead bunu bir turlu altlamıyordu. Aklına Mairead ve bütün o olanlar gelince yüzü karardı O kadar beklenmedik, o kadar haksızcaydı ki yaşadıkları.
Tom okuduğunu sansın diye gazeteyi yüzüne kaldırdı ve her şeyi yeni baştan düşünmeye başladı. Mairead çarşamba akşam eve döndükten sonra, onun bunun yerini değiştirerek ortalıkta huzursuzca dolanmaya başlamıştı. Kafasından bir şey geçtiğini anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Nancy onun gene televizyon hakkında konuşacağını zannetmişti. Şu sıralar biraz karlı gösterse de genelde pırıl pırıl görüntülü, mükemmel bir siyahbeyaz televizyonları vardı. Renkli bir televizyona bir servet ödemenin anlamı neydi? Hele bir de videoya: Mairead, sanki milyon edermişçesine bir keresinde buna değinmişti. Nancy, kötü bir gününde okluğu için berbat gösteren, oynayanın ne olduğunun ancak sesinden anlaşılabildiği televizyondan gözlerini ayırıp arkadaşına bakmıştı; ama Mairead çok daha önemli bir şey hakkında konuşmak istemişti.
“Bütün hafta, işteyken, bunu nasıl söyleyeceğimi düşünüp durdum Nancy ve daha iyi bir yol bulamadığım için doğrudan söyleyeceğim. Evi bir başkasıyla paylaşmak istiyorum, bu yüzden buradan ayrılmanı istemek zorundayım. Tabii ki senin için ne zaman uygun olursa; seni sokağa atacak halim yok…” Asabi bir iradeyle hafifçe gülmüştü, ama Nancy ona gülerek karşılık veremeyecek kadar sersemlemiş durumdaydı. “Zaten” diye devam etmişti Mairead, “temelli dememiştik hiç. Oluyor mu diye bir bakacaktık… anlaşma böyleydi. Böyle konuşmuştuk…” Sesi suçluluk duygusuyla giderek alçalıp sonunda duyulmaz olmuştu.
“Fakat burayı üç yıldır paylaşıyoruz” demişti Nancy.
“Biliyorum” diye üzgün üzgün cevap vermişti Mairead.
“O zaman neden? Kirayı ve elektriği hep zamanında ödemiyor muyum? Yemek için sürekli evden bir şeyler getiriyorum ve salon pencerelerine perde buldum ve…”
“Elbette Nancy, kimse aksini iddia etmiyor.”
“O halde neden?”
“Sebep… sadece… hayır, sebep yok, bu işi tartışmasız ve sorgusuz sualsiz, kolaylıkla ve tatlılıkla halledemez miyiz? Başka bir yer bulamaz mısın? Gene buluşuruz arada, sinemaya gideriz, bir akşam sen bana gelirsin, bir başka zaman ben sana Hadi Nancy, işi olgunlukla halletmenin tek yolu bu.”
Nancy öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. Bir çiçekçi dükkânında çalışan Mairead, ona işi olgunlukla halletmenin yolunu öğretiyordu. Son derece vasat bir diploma notu olan Mairead, Nancy’ye evinden çıkmasını buyuruyordu. Evinden. Evet, doğru, evi Mairead bulmuştu ve kirayı bölüşecek birine ihtiyaç duyduğunda, teyzesi Bayan Casey kadın, Nancy’nin annesinin arkadaşıydıNancy’yi tavsiye etmişti. Durup dururken Mairead’in aklına nereden gelmişti bu düşünce, daha da önemlisi neden gelmişti? Evi kiminle paylaşmak istiyordu’
En kötüsü, Mairead hiçbir şeyin farkında değilmiş veya umursamıyormuş gibiydi, sadece bir değişiklik islediğini söylemişti. O anda Nancy, Mairead’in ona içini döküp mutsuz bir aşk hikâyesinden bahsedeceğini düşünmüş, titreyip duran televizyonu kapatarak arkasına yaslanmıştı. Fakat, hayır. Mairead takvime bakmakla meşguldü. “Bir ay sonra diyelim mi, ekim ortası gibi?” Bu süre içinde mutlaka bir şey bulurdu.
“Peki ama ben kiminle ev tutacağını?” diye sormuştu Nancy, ağlamaklı bir sesle.
Mairead omuz silkmişti. Hiçbir fikri yoktu, belki tek odalı bir yere geçerdi, nasıl olsa ne aman aman bir gelen gideni vardı, ne de fazla yemek pişiriyordu. Fakat böyle stüdyoların kirası fahişti) Mairead, beni ilgilendirmez, der gibi tekrar omuz silkinişti.
Ertesi sabah Nancy mutfakta çayını içiyordu, hastanede her zaman yiyecek olduğundan kahvaltı hazırlamakla hiç uğraşmazdı. Kantin fişleri ve glikozlu şekerler gibi avantalar olmasa, bütün o doktorların sekreterliğini neden yansındı ki? Mairead her zamanki gibi geç kaldığından telaşla mutfağa dalmıştı. Nancy arkadaşına onu affedip affetmediğini sormuştu.
“Affetmek mi? Ne için? Seni niçin affedeceğim ki?”
“Şeyy, sana bir şey yapmış olmalıyım, yoksa evim izden gitmesini istemedim ki.
“Burası benim evim ve gülünçleşme. Biz evli değiliz, Nancy. .Son buraya kirayı bölüşmek için taşındın ve bu fasıl sona erdi. Tamam mı? Tamam. her şey bundan ibaret.” Çizmelerini giymeye çabalarken bir yandan da bir kâse mısır gevreğini bitirmeye çalışıyordu. Mairead bu çizmelere bayılıyordu, Nancy ise onlardan korkuyordu çizmelerin fiyatı bir haftalık maaşı kadardı. Bir çift
“Rathdoon’a gidince onlara ne söyleyeceğim?” diye sormuştu Nancy, ciddi bir ifadeyle. Mairead şaşırmıştı.
“Ne hakkında’.’”
“Bizim hakkımızda, ayrılmamızla ilgili?”
“Kimi ilgilendirir ki bu? Ayrıca, bizim bir daireyi paylaştığımızı kim biliyor ki?”
“Herkes: Annen, annem, teyzen Bayan Casey, herkes,”
” ‘Onlara ne söyleyeceğim’ derken ne demek istiyorsun?” Mairead gerçekten şaşırmıştı.
“Annen ne düşünecek? Ona ne söyleyeceğim?”
Mairead bir anda öfkelenmişti. Nancy o anı hatırladıkça hâlâ dehşete kapılıyordu.
“Benim anneni normal bir kadındır; herkesin annesi gibidir, senin annen gibidir. Hiçbir şey düşünmez. Sadece hamile olmadığımı, uyuşturucu kullanmadığımı ve hâlâ pazar ayinlerine gittiğimi bilmek ister. Diğer tüm annelerin de bilmek istediği bunlardır, bu üç şey yani. Hindistan’da da, Rusya’da da, başka herhangi bir yerde de anneler bunları bilmek ister, bu onlar için pazar ayini değildir belki, ama öyle bir şeydir, insanların anneleri, kızlarının başkalarıyla ev paylaşmasıyla, iyi anlaşıp anlaşmadıklarıyla veya bizde olduğu gibi birbirlerini delirtiyor olup olmamalarıyla zerre kadar ilgilenmezler. Onlar sadece esas konuları bilmek isterler.”
“Biz birbirimizi delirtmiyoruz” demişti Nancy, alçak bir sesle.
“Peki, sinir ediyoruz diyelim. Ne fark eder? Ne diye birilerine açıklama yapmak, bir şeyler anlatmak ve bilgi vermek üzerine kafa yoruyorsun? Kimseyi zerre kadar ilgilendirmiyor ki bu.”
“Seni sinir mi ediyorum?”
“Evet.”
“Nasıl?”
“öf Nancy, lütfen” Mairead etkilenmiş gibiydi. “Dün akşam, yetişkin gibi davranacağımız, gereksiz yere kavga etmeyip birbirimizi suçlamayacağımız konusunda anlaşmıştık. Ama sen şu an ne yapıyorsun? İnsanlar tabii ki birbirini sinir eder: Ben de muhtemelen seni deli ediyorumdur. Dinle, artık çıkmam lazım.”
Nancy’nin günü berbat geçmişti: Bir sürü daire ve stüdyonun kirasına bakmıştı; fiyatlar astronomikti. Elbette ki şehir dışına çıktıkça kiralar düşüyordu, ama onun hastaneye bisikletle gidilebileceği bir mesafede oturması gerekiyordu. Zar zor kazandığı parayı otobüs biletlerine harcayacak değildi. Gün boyu Mairead’in söylediklerini düşünüp durmuştu. Onu neden sinir ettiğini bilemiyordu. Sigara içmiyordu, Mairead’in sıkça yaptığı gibi eve gürültücü insanlar çağırmıyor, ellerinde birer şişe şarapla gelip sonra da bir şeyler atıştırmaya çıkan bu tipleri eve davet etmiyordu. Yüksek sesle müzik dinlemiyordu teybi de yoktu zaten. Yardımcı olmak için elinden geleni yapıyordu. Sık sık gazetedeki promosyon kuponlarını kesiyor, gıda ve deterjan almak için kupon biriktiiriyordu. Mairead’e sık sık hafta sonlarında eve, Rathdoon’a gelmesini tavsiye ediyordu; insanlar hafta sonları Dublin’de dünyanın parasını harcıyorlardı, oysa evde ekmek elden su göldendi. Onu nasıl bu kadar sinir edebilmişti?
Daha bu sabah Mairead’e kararının kesin olup olmadığını sormuş, o da tek kelime etmeden başını sallamıştı. Nancy ona hafta sonu kararını tekrar düşünmesini teklif etmişti, fakat Mairead geçen sabah çektiği söylevin tersine, yumuşak ve alçak bir sesle. düşünecek bir şey olmadığını, Nancy’nin anlayışlı davranıp bir an önce bir yer aramaya başlamasını umduğunu söylemişti.
Nancy dışarıda sesler duyunca başını kaldırıp baktı. Gelen  Burke’tü; Dublin Üniversitesi’nden mezun olalı iki yıl olmasına rağmen, boynunda okulun kaşkolü vardı. Elindeki kanvas çantayı portbagaja kendisi savurdu. Tom güldü.
“Günün birinde disk atma şampiyonu olursun.”
“Hayır, sana kadınların gerçekten erkeklerle eşit olduğunu göstermek İstedim, hepsi bu, ayrıca içinde sadece bir çift don ile okumam gereken birkaç hukuk kitabı var.”
Nancy, sarmaşık kaplı bir kâşanede oturan ve Dr. Burke’ün kızı olan Dee’nin Tom Fitzgerald’a böyle rahatça donlarından bahsetmesine hayret etti; üstelik bunu söyleme şekli kulağa hiç de kaba gelmiyordu nedense. Dee her zaman bildiğini okurdu. İnsan, onun kendisine ait bir arabası olmasını beklerdi, ama o bir avukatın yanında stajyerlik yaparak çok para kazanmadığını söylüyordu. Nancy gene de bu minibüsün Burke’lere uygun olmadığını düşünüyordu. Onlar Rathdoon’un en saygın ailelerindendi ve …

Eklendi: Yayım tarihi

“Leylak Zamanı” için bir yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıLeylak Zamanı
  • Sayfa Sayısı176
  • YazarMaeve Binchy
  • ISBN9759918255
  • Boyutlar, Kapak 14x23 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2008

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Aşk ve Çocuk ~ Maeve BinchyAşk ve Çocuk

    Aşk ve Çocuk

    Maeve Binchy

    Tüm dünyada milyonlarca okurun gözdesi Maeve Binchy’den taptaze bir roman… “Maeve Binchy’nin en iyi romanlarından biri. Birbirinden farklı bir grup insanı ahenkle ele alıyor;...

  2. Ruh ve Yürek ~ Maeve BinchyRuh ve Yürek

    Ruh ve Yürek

    Maeve Binchy

    Doktor Clara Casey için bundan daha kötü bir zamanlama olamazdı. Kocasından ayrıldığı sırada ve iki kızının sorunlarıyla boğuşurken aldığı iş teklifi, tüm özel sorunlarını...

  3. Bir Dilek Tut Benim İçin ~ Maeve BinchyBir Dilek Tut Benim İçin

    Bir Dilek Tut Benim İçin

    Maeve Binchy

    Maeve Binchy’ nin Doğan Kitaptan çıkan 10.kitabı. Dünyada ve Türkiye’ de en çok satan yazarımız hakkında başka ne söylenebilir ki … Ölüm nedenini soruşturan...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Babam Nasıl Fenomen Oldu? ~ Ben DavisBabam Nasıl Fenomen Oldu?

    Babam Nasıl Fenomen Oldu?

    Ben Davis

    Babam kazara internet fenomeni olunca! Ödüllü İngiliz yazar Ben Davis’in kaleminden çıkan Babam Nasıl Fenomen Oldu?, yıkık dökük ailesini yeniden bir araya getirmek ve eski mutlu...

  2. Krizalitler ~ John WyndhamKrizalitler

    Krizalitler

    John Wyndham

    Bilimkurgunun altın çağından kült bir eser! “Bu, kimse için güzel ve rahat bir dünya değil, özellikle de farklı olanlar için.” 1950’lerin klasiklerinden sayılan John Wyndham’ın Krizalitler romanı,...

  3. Hercai ~ Mary Jo PutneyHercai

    Hercai

    Mary Jo Putney

    Bir centilmen borcunu ödemek için gerekirse hayatını bile verir… Grey Sommers, asıl adıyla Lord Wyndham, çekiciliği sayesinde çözemediği bir sorunla hiç karşılaşmamıştır. Fakat Fransa’da...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur