Bir medya patronunun oğlu olan Bulut, istediği her şeye sahip olabilecek güçtedir. Hayatı zevk ve eğlence içerisinde geçer. Buna rağmen içinde git gide büyüyen bir boşluğun, bir yitiğin varlığını hissetmektedir. Yitiğini her bulduğunu sandığında kendisini yeni çatışmaların içinde bulur…
Romanlarıyla hayata ayna tutan Ahmed Günbay Yıldız, bu kez Leyl Işıkları’yla gençliğin yaşadığı buhranları gözler önüne seriyor.
Asi Gençlik
Her şey aynı günde başlamıştı. Hayatın akışı hiç beklenmedik anda değişivermişti… Uğrunda ölecek kadar zirveleşen arkadaşlıkların tılsımı bozulmuştu, hugün…
Çocukluk yıllarında filizlenen, delikanlılık çağlarında anlam kazanan, sağlam bir arkadaşlık yapıları vardı onların. Ya da dış dünyalarına yansıttıkları görüntü buydu… Delikanlılıklarını, çılgınlıklarını, sadık bir anlayış içinde yaşıyorlardı. Aynı sokağın çocuklarıydı onlar… Ruhlarına sinen müşterek hatıralar vardı ve her çağın oyuncaklarıyla birlikte oynamışlardı. Bütün imkânlarını, hatta sevinçlerini, kıvançlarını, ıstıraplarını paylaşarak büyümüşlerdi.
İlk, ortaokul ve lise, daha sonra üniversite yıllarında bile beraber olmuşlardı. Ve bugün, belki de en son, ama test edilmeden sonuçlandırmaya kalkıştıkları oyunlarını, yine birlikte oynuyorlardı…
Son yıllarda arkadaşlık daireleri genişledikçe, çılgınlıkları da artmaya başlamıştı…
Aynı sokakta, aynı semtin çocukları, aralarında grup kurmuşlardı. Çocuksu alışkanlıklar ve o saf. temiz, masum oyunlar çok gerilerde kalkmıştı artık… Onlar şimdilerde duygularıyla da oynamaya başlamışlardı…
Varlıklı ailenin çocuklarıydı hepsi de. Bu sokağın sakinlerinin imkânları, çocuklarına da yansıyordu. Motosikletler, yarış otomobilleri, barlar, pavyonlar, meyhaneler vardı hayatların-da. Hatta kavgalar, ilginç düellolar…
Bulut, Sırma ve Ömür… Harun. Serpil ve Dilek… On. bazen on beşlere kadar çıkan, kendi deyimlerine göre. şekillenmiş bir isim altında toplanmışlardı onlar. “Seçkinler grubu.”
Sırma: grubun en hareketli, hatta en maceraperest ve en güzel kızıydı. Grubun içinde aşırı ilginin ve duygusal bakışların odağıydı o… Bu yüzden, ayakları hep bulutların üzerinde yürüyen bir kızdı ve henüz o yere basmıyordu.
Arkadaşlarından aşırı ilgiyi sezmişti ve kendisinden de gayet emindi. Üstelik, şaşaalı ve kaprisliydi. Mağrur bakışları kimin üzerinde birazcık beklese, o gözlerin sahibinin yüreğinde iz bırakabiliyordu.
Sarı. sırtını yelpaze gibi örten saçlarının arasında, ince ince örgüler olurdu. Çoğunlukla, yosun yeşili gözlerindeki esrarlı bakışlarıyla büyülerdi insanı… Coşkulu, hayat dolu bir kızdı Sırma. Dans, eğlence, çılgınlıklarla doluydu kalbi…
Bulul, siyah dalgalı saçlarını itinalı tarayan, o esmer tenli, uzun boylu delikanlı Son günlerde hüzün doluydu… Sırma’ya gönül vermişti… Farkında olmadan dalıyor, ısrarlı bakışları, duygularının en mahrem şifresini açıyordu Sırma’ya… İşin tuhafı, en sadık arkadaşı ve kadim dostu Ömür’ün de ilgi alanına girmişti Sırma.
İki arkadaş da birbirlerinden habersizce yakın takibe almışlardı genç kızı… Birbirlerinin yaklaşımını sezemeyecek kadar fehimsizlerdi ikisi de…
Sırma’nm aşırı yakınlaşması ümitlendirmişti Bulut’u.
Gecenin dış dünyalardaki sessizliğine inat, beyinleri çökerten enstrüman seslerinin, kuşatması altındaki çılgınlıklarını yasıyorlardı onlar… Dans, içki, kulakları tırmalayan musikinin ritminde kırılan tabaklar, savrulan peçeteler, bir köşede tutuşturulan bir giyecek Ve alevlerin etrafındaki ateş dansları…
Sarhoş çığlıklar, gitarın gittikçe beyni hançerlemeye başlayan cırlak sesi bezdirmektedir insanı…
Gece koyulaştıkça bedenler yorgunluğunu hisseder ve dü-şünce dumura uğramaya başlar… Gözler mahmurlaşıp küçülür, görüntüler bulanmaya başlar o saatlerde.
Bazen karakolda sabahlanır, bazen herhangi bir hastanenin acil servisinde ısırdı gece… Bu hayatın içinde, düşünceyi damıtıp gerçekleriyle yüzleşebilmek oldukça zor. Âdeta kaçar insan gerçeklerin ışıltısından… Gerçekler gocunur, onunla yaşamaya tahammülü olmayan bu âlemin insanlarının yüreklerinde…
Dingin bir heyni vardı bu akşam… Dışarıya çıkmama karan almıştı Bulut.
Evlerinin balkonundan, batan güneşin muhteşem dekoruna takılmıştı gözleri… Hüznünü, en içli duygulann huzmelerinde damıtıp darağacına çeken bakışların esliğindeydi seyri…
Gün uçuk bir renge bürünmüştü Marmara’nın sularında… Mor haleler oluşturan solgun ufuklar, uzak tepelerin arkasına çekilen alevden dağların. cazibesine kaptırmıştı yüreğini… Her gurup, her akşamın veda seremonisine ve her doğuşun batışındaki hüznü işlerdi hafızasına
O, genellikle kendi yitiğini arardı bu dalışlarda… Bir mest oluş mu. yoksa gönül dehlizlerinde çıkmasını istediği bir hazinenin muştusu muydu onu böylesine kendisinden geçiren, bilmiyordu…
Hüzün doluydu bu yüzden. Tam buldum, derken ebediyen yitirilen sevgilinin ıstırabına kaptırırdı düşüncelerini. Zaman zaman yüzünde beliren mimikleri okumaya çalışan herkes, acılarının boyut tanımaz mesafelere ulaştığı kanaatini taşırdı onu seyrederken.
Annesi, babası, kardeşi ezberlemişlerdi artık onu. Hatta arkadaşları bile… O. gülen, oynayan, çılgınlaşacak kadar hayat dolu bir insandı; kederin yüreğini yokladığı anlarda ise karamsar ve dongundu o.
Evlerinin balkonu, emsalsiz manzaralarına açıktı Marmara’nın. Bulut, bu akşam gurubu seyrederken, acıların engellerini aşıp ötelere doğru uzatmıştı bakışlarını… Yine. acının en demli anındaydı mimikler. Istırabı alev alev içen bakışların dünyası, bir kaos âleminin çıkmazına hapsetmişti onu… Ara ara yüzünde serin bir rüzgârın esişi, acılarını, kahrını, yeisini silip onu rahatlıyordu ve mor dünyaların ılıman iklimlerine taşıyordu duygularını… Kafasında ve yüreğinde, yeni yeni şekillenmeye başlayan bir dünyanın dekorları kuruluyordu gözlerinin önünde… Pembe hayallerin, hülyaların kollarında onu düşlemeye çalışıyordu bugünlerde…
Balkonundan, Marmara’nın engin maviliklerine bakarken Sırma’yı düşlemeye başlamıştı,..
Barlar, pavyonlar, diskotekler ve çılgınlar gibi dans ettikleri mekanlar vardı gözlerinin önünde… Sırma vardı hepsinden öte… Şampanya şişelerinin patlayışı, soyunup yaktıkları giyecekler, havada uçuşan peçetelerin dünyasında… Gitarın ritmine uymuştu yine Sırma.
Tabak kırmaya başlamıştı Sırma… Onunla göz göze geliyorlar; neşenin, çılgınlığın ve hayatın anlamını içiyor yosun yeşili gözlerin esrarından…
Sırma’nın yeşil gözleri mühürlüyordu kalbini. Kimsenin açıp giremeyeceği bir mührün anlamını taşıyordu duygularında onlar…
Sırma’mn yeşil gözlerinden içtiği hazzın, altın kadehlerde sunulan akrebin, zehri oluşunun burukluğunu yutkunduruyor zaman… Daha bir akşam öncesi Sırma’ya anlamlı bakan grup dışı bir delikanlıyı yumruklayışının fotoğrafları, kare kare düşüyor gözlerinin önüne…
Sabahı yakın gecenin, mefluç gölgelerinde uzayan yolun karakolda bitişini hayalliyor…
Baş komiserin hafızasına kazıdığı anlamlı sözler yankılanıyor kulaklarında…
“Her taze geceyle başlayan hayat, genç, tecrübesiz ve toy insanların, pavyonlarda, diskolarda ve barlarda aradıkları yitik… Kavgalar, taşkınlıklar ve ablak sınırlarını aşan davranışlar. Gecenin bitiş sürecinde, hastanelerin acil servislerindeki içler acısı tablolar… İniltiler, kahırlanmalar, ıstıraplar ve çığlıklar… Karakolların koridorlarında, hastanelerin bekleme salonlarında ve sokakların, caddelerin kenarlarında bayata düşülen anlam dolu notlar. Büyük şehirlerdeki gecelerin en hazin özeli gibidir bunlar…”
Sonra, yine Sırma düşüyor aklına… Semalardaki seremoni bütün ihtişamıyla gözlerinin önünden çekilmiş, aksamın esmer aydınlıklarının boşluğunu, gecenin siyah örtüsü kuşatmaya hazırlanmış… Sırma’yı düşlemesi sürüyor Bulut’un… O, ele avuca sığmayan duygularının adres gösterdiği güzel yüzlü, efsun bakışlı kız… Grupta kendisine en yakın hissettiği ve gönül verdiği kız… Ve, o malum akşam!.. Arzularının sinyallerini sahibine iletmeye karar verdiği o bahtsız akşamın serüveni düşüyor gözlerinin önüne. Hatırlamak istemese bile… O fotoğraflarını zihninden silemediği ânın hikâyesi açıyor perdelerini… Ümitlerini, solmayan çiçeklerin renklerinden derlediği bir buket yaparak sunmuştu o gün… Fırsat kollamıştı günboyu… En son Ömür’le yolun kenarına çekilişlerini kıskanmıştı. En iyi arkadaşıydı Ömür. Bu yüzden fazla umursamamış, yorum yapSırma. Ömür’ün yanından durgun ve oldukça neşesiz dönmüştü, ilk defa baş başa kalmışlardı grubun dışına çıkıp. Gözlerinin içine dikkatli ve anlamlı bakmıştı Bulut:
– Üzgünsün?
Yanakları al al olmuştu Sırma’nın. Derin bir nefes alıp bakmıştı gözlerine ve gamlı bir gülümseme belirmişti dudaklarında:
– Yok bir şey!
Meraklanmıştı. Kısık bir sesin müşfik kuşatmasıyla sarmalıyordu onu ve iç argümanlarından ipuçları istiyordu.
– Ya da çok önemli bir şeyin olduğunu haber vermekte gözlerin.
– Okuyabiliyor musun onları?
– Bakışların dili sözcüklerinkinden daha anlamlı ve gerçekçidir
-Neyse canım, geçelim şimdi bunları… -Ömür’le konuşuyordun en son…
– Evet.
– Canını sıkacak bir şey mi söyledi?
– Neden başka şeyler konuşmuyoruz sanki?
Duygusal ve tutuktu Bulut… Gözlerinin İçine bakarken oldukça heyecanlanmıştı. Boğazında düğüm atıyordu yine arzular. Yutkunup derin bir nefes almıştı. Kararlıydı ona açılmak için… İsrarlı. ılık ve hassas bir yaklaşımı vardı konuşurken:
– Biraz gelir misin benimle? Hayretle inceliyordu Sırma.
– Nereye?
– Biraz daha açılalım demek istemiştim…
Bir kararsızlık içinde çırpınışı vardı Bulut’u seyrederken:
– Sende de bir değişiklik var bugün.
– Var, her günkünden daha farklıyım. Nereden anladın?
– Bakışlarından.
– Demek sen de anlıyorsun bakışların dilinden.
– Bugün biraz daha duygusal ve romantiksin. Yakışıyor sana bu tavır…
– Madem beğendin, sürekli aynı görüntüde olmaya çalışırım ben de.
Buruk bir tebessüm vardı Sırma’nın dudaklarında:
– Söylermisiniz Allah askına neler oluyor size bu aksam? Bir hayret ifadesi esmişti bakışlarında:
– Şu anda yalnızız, başkası yok yanımızda.
– Neyse, o halde bende bir gariplik var.
– Biraz yürüyelim demiştim. -Yalnızız işte.
Gruptan üç beş metre uzaktaydılar. Ömür ısrarlı bakıyordu birkaç adım ötelerinden… Onları kuşatma altında tutan o derin bakışlar daha yeni yeni kuşkulandırmaya başlamıştı Bulut’u…
– Birkaç adım daha uzaklaşalım İstiyorum birlikte. Usançlı bir soluk almıştı Sırma:
– Ya, her gün beraber değil miyiz?
– Bugünün ayrı bir özelliği var hayatımda.
– Meraklandırdın beni. Kolundan tutup hafifçe çekmişti:
– Yürü o halde
Üzerlerinde buluşan gözlere umursamadan, bir yürüyüş tutturmuşlardı birlikte… Adımları onları arkadaşlarından on on beş adımlık bir mesafeye taşımıştı Denizin kıyısındaki boş kanepelerden birisinin kenarında durmuşlardı. Yönleri Marmara’nın kıyılarını beyaz köpükleriyle döven mevkiye dönüktü,,. Hırçın suların Öfkelendirdiği martıların, huzursuz uçuşları vardı kıyılarda…
Bulut parmaklarının uçlarından tutmuştu Sırma’nın… Gözlerinin derinliklerine bırakmıştı bakışlarını ve yüreğinden kopan duygusal cümlelerini oluşturmaya başlamıştı dudaklar… Sırma, ısrarla bekliyor ve deşeliyordu onu:
– Söyle hadi!
– Biliyor musun Sırma, ben hep bir yitik aradım ömrümün son senelerinde.
Onu dikkatle dinliyordu Sırma.
– Bilmem, ben hiçbir şey bulamadım ömrümde,
– Maddi bir kayıp değil benim sözünü ettiğim.
– O halde?
– Adını henüz koyamadığım bir yitik işte. Kendisini sık sık hissettirmesine rağmen açığa çıkmıyordu bir türlü.
– Yani. şimdi buldun mu onu?
– Evet, en azından aklım ve hislerimin işaret ettiği bir adres var karşımda.
– Ya, meraklandırmadan açıkça anlatsana şunu.
– Bir muhaldi, önceleri bir gizemdi o…
– Ya şimdi?
– Şimdilerde şekillendi. Mücerretten müşahhasa döndü ve şu an karşımda. Gözlerimin içine bakmakta ve ona dokunabiliyorum.
Sırma, önce tuhaflaştı, yutkundu, şaşkınlığı daha da arttı ve derin bir nefesin ardından mırıldandı Bulut’un gözlerinin içine bakıp;
– Kim, yani ben miymişim o yitik? Coşkulu bir yüreği vardı delikanlının: -Evet, sensin işte o…
– Ne yani?
– Ben seni seviyorum Sırma. Meğer âşıkmışım…
Sırma aptallaşmıştı. Donuk bakışlar bekletiyordu Bulut’un
– Kuzum Allah askına, bugün neler oluyor size?
Neşesi oldukça sönmüştü Bulut’un… Taştan yontulmuş heykel gibi hareketsiz duruyordu Sırma’nın karşısında… Elleri avuçlarının içindeydi ve onlara sıkı sıkı sarılmıştı… Bırakmıyordu, fakat git gide gevşiyordu parmakları… Gözlerindeki parlaklık uçuk bir seyre bırakmıştı yerini…
– Anlamadım? Başka neler oldu ki?..
Biraz hırçınlık, biraz azar karışıktı dudaklarının dışlamaya çalıştığı sesin tonunda:
– Ömür’den ve senden söz etmekteyim arkadaş.
– Yani?
– Evet, biraz öncesi o da ilân-ı aşk ettiler efendim. Arkadaşlıklar yerini gittikçe aşka bırakmakta demektir bu.
Utangaç ve üzgündü Bulut. Şaşırmış, tükenmişti duyduklarının
karşısında.
– Ben seni seviyorum arkadaş, o yaşlardayız artık. Bu beraberliklerin sonunda hayat oyunları da başlar. Çok ciddiyim. Ben sıcak bir yuvanın çatısı altında buluşmasını istemiştim yüreklerin. Geçici bir gönül oyunu değil, az önce kulaklarına fısıIdayışım…
– Bugün bir gariplik vardı ikinizin de üzerinde. Aklıma şöyle bir soru gelmişti. Yoksa anlaştınız mı Ömür’le? Yahut, filmlerdeki gibi iddialaştınız mı iki arkadaş, ona kim sahip olacak
diye?
İşte beni hırçınlaştıran ve üzen sebep bu. Söyler misin bana, anlaştınız mı onunla?
– Sırma! Banim böyle bir yaklaşım içinde olmayacağımı bilmeliydin. İnsan onuruyla oynamak ve böylesine ciddi meseleleri hafife almak… Bunlar nefret ettiğim şeylerdir benim…
“Leyl Işıkları” için 3 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıLeyl Işıkları
- Sayfa Sayısı272
- YazarAhmed Günbay Yıldız
- ISBN975362929X
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 975362929X
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Düş Batımı ~ Hanife Mert
Düş Batımı
Hanife Mert
Kaçsam diye düşündü! Çok uzaklara. Kimsenin tanımadığı bilmediği bulamayacağı uzak diyarlara gidip kaybolsam… Her şeyi geride bırakıp kendime yeni bir hayat kursam diye geçirdi...
- Üçüncü Tekil Şahıs ~ Mehmet Bilal Dede
Üçüncü Tekil Şahıs
Mehmet Bilal Dede
Beyoğlu’nun hem albenili hem boz bulanık arka sokakları, ışıksız manzaraları, “rengâhenk” geceleri… Ve sonradan dahil olduğu bu kalabalık hayatta aşkı acı bir şekilde tadan...
- Asıl Adı Atiye ~ Naşide Gökbudak
Asıl Adı Atiye
Naşide Gökbudak
Akıcı üslubu ve anlatımı ile soluksuz okunacak bir roman. Hikayenin geçtği dönem ve gerçekte yaşanmış olması ayrı bir haz veriyor. Türkan Şoray “Sıdıka Hanım”...
Güzel bir kitaba benziyor. Özellikle kapak ilgi çekici. Görür görmez bakmalıyım dedim ve baktım. Okumayı düşünüyorum.
bu kitabı okudum cok güzel ve eğiticiydi bilinmeyen bazı gerçeklerin öğrenilmesini ve neden var olduğumuz konusu hakkında bilgi veriyor hayatın sadece eğlence zevk olmadığını maneviyat ve inanç olmadan eksik olduğumuzu söylüyor:))
bu kitap insanları yönlendiriyor hayata farklı pencerelerden bakılması gerektiğini söylüyor hayatın eğlence zevk para olmadığını dünyaya geliş amacımızı yani kısacası allah yolunda gidilmesi gerekildiğini söylüyor bu kitabın okunulmasını tafsiye ederim bazı üstünü kapattığımız ve görmek istemediğimiz gerçekleri öğrenmeliyiz unutmamamlıyız ki herkeztüm hatalarından ve davranışlarından sorumludur daha fazla günah işlemek istemessiniz demi????????????????